37. Bölüm


Şah çatık kaşları ile benim anlattıklarımı dinlerken dairesinin kapıları açıldı ve odaya Melike girdi. Selam verip diğer cariyelerin yanına geçerken bende dikkatimi yeniden Şaha verdim. Ona en başından beri sarayda ve saray dışında olan bütün saldırıları anlatmıştım artık neyin içinde olduğumuz o da biliyordu.  

"Gelecekleri varsa görecekleri de var Hilal. Bizim de elimiz armut toplamıyor değil mi?" Şah sırıtarak hançerini elinde çevirinde bakışlarındaki alevleri gördüm. "Hünkarımıza ne zaman gideceğiz bu olanları anlatmamız lazım." söylediklerini onaylayıp Melikeye döndüm. "Divan toplantısı bitmiş mi Melike?" Melike bir adım öne çıkıp bize baktı. "Evet sultanım hattı Has oda başı Hüseyin ağa ile terasında yemek yiyeceklermiş." başımı sallayıp Şaha döndüm "Şimdi gidebiliriz." ikimiz de ayağa kalkıp odadan çıkmak için hazırlandık. 

Başımdaki tülü gerdanlığımın üzerinden diğer omuzuma atınca kapılar açıldı ve biz odadan çıktık. "Melike, Lalezar ile Ayşe'den haber var mı?" koridorlarda ilerlerken arkamdaki Melikeye fısıldamıştım sanki hainler aramızdaymış gibi.. "Yok sultanım ikisi de bize haberi veren ağayı arıyor hala." titrek bir iç çekip mırıldandım. "Yalnız değiller değil mi?" Melike beni teskin etmek ister gibi hızla cevap verdi. "Hayır sultanım, emrinizdeki ağalardan ikisi yanlarında." yüzüne gülümseyip yoluma devam ettim. 

"İyi en azından güvendeler." ellerimi önümde birleştirip merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Taşlıktan çıkıp has odanın olduğu kısma ilerlerken Şah ile ikimiz de susmuş hedefe kitlenmiş bir halde ilerliyorduk. Dakikalar sonra Has odanın olduğu koridora girince kapı ağaları ve nöbetçiler ile karşılaştık. Yanımızdaki ağa durup seslice seslendi. "Destur!" ağanın seslenişi ile nöbetçiler hızla arkalarını döndü. Kapının önüne gelince kapı ağaları eğildi. Melike öne bir adım atıp ağalara konuştu. "Hilal ve Şah sultan hazretleri hünkarımızı ziyarete geldiler." sağımızdaki ağa eğilip kapıyı araladı ve odaya çıkan koridora seslendi. 

Kısa süre sonra kapılar bizim için açılırken kısa koridoru geçip has odaya girdik. İçeride şöminenin önüne bir yer sofrası kurulmuştu ve Ahmed ile Hüseyin yan yana oturmuş yemek yiyordu. Keyfini gördükçe konuşmak istemedim. Anlatacaklarım ile nasıl öfkeleneceğini şimdiden görebiliyordum. "Hilal?" Ahmed gülerek bana seslendiğinde vaz geçmiş bir halde Şaha baktım ve başımı yalvarır gibi iki yana salladım. Onu üzmek istemiyordum.. Şah kaşlarını çatıp beni hafifçe öne doğru itti. İster istemez selam verip konuşmaya başladım. "Ahmed müsait misin?" Ahmed benim içinde olduğum karmaşayı fark etmiş çatık kaşları ile ayağa kalkmıştı.. "Müsaidim ama senin neyin var bir şey mi oldu?" benden cevap alamayınca Şaha döndü.

"Hünkarım, Hilal anlatsa daha doğru olur." top yine benim ellerime düşünce zorla başımı kaldırdım. Silahtar, Ahmed'in yanına geçmiş çatık kaşları ile bizi dinliyordu. "Ahmed sen bugün bizi avluya çağırmadın değil mi?" cevabını bildiğim soruyu Ahmede sorunca cevap vermesini beklemeden devam ettim. "Şah ile benim cariyem tanımadıkları bir harem ağasından haber aldılar. Sözde sen bizi avluya çağırmışsın diye. Şah ile buluşup avluya gittiğimizde bizi bir araba ve arabacı bekliyordu. İkimiz de en başından beri bir şeylerin ters gittiğini fark etmiştik ama o an cariyeler bize ağayı tanımadıklarını söyleyince taşlar yerine oturdu ve biz oradan hızla uzaklaştık." daha fazla anlatmaya gücüm yetmeyince Şah lafı devraldı. "Hilalin anlattığına göre saraya daha önce hainler girmiş hatta kaç defa sizin yolunuzu kesmişler. Şimdi de bu olunca bunun bir pusu olabileceğini düşündük zira bütün izler bunun bir tuzak olduğunu işaret ediyordu. Yabancı bir ağa, boş avlu, tek bir araba ve arabacı... Bunlar çok kuşkulu şeyler."

"Derhal o ağayı bul Hüseyin!" Ahmed'in sinirlerine hakim olmaya çalışarak söyledikleri ile Şah lafa girdi. "Biz çoktan cariyelerimiz ve ağaları aramaya gönderdik hünkarım." Silahtar başını sallayıp konuştu. "Yetmez, ağayı gören birisi daha var mı yanınızda?" sorusu ile hızla başımı salladım "Melike o da haberi o adamdan almış. Şimdi kapının önündedir." Hüseyin kararlı bir şekilde başını olumlu  anlamda sallayıp selam verdi ve geri geri yürüyerek kapıya vardı ardından dışarı çıktı. 

Kısa bir sessizliğin ardından Ahmed derin bir nefes alıp arkasını döndü ve terasın kapılarına ilerledi. Sıktığı yumrukları ile parmak boğumları bembeyaz olurken asker adımları daha sert ve güçlü olmaya başlamıştı. "Peşinden gitsem mi?" merakla Şaha döndüğümde omuzlarını silkti. "Gerçekten bilmiyorum. Ama çok sinirli gözüküyor bence bırakalım biraz yalnız kalıp sakinleşsin. En azından kafasını toplar." 

İkimizde öylece odanın ortasında dikilmiş terası izlerken Şah söze girdi. "Hünkarımız belli ki kendini suçluyor. Baksana nasıl da acı çekiyor.." mırıldanışı ile başımı salladım. "Şu hayatta Ahmed'in kaybetmekten korktuğu tek bir şey var o ailesi. Şimdi kimlikleri bir muamma olan hainler ile çevresi sarılı. Hatta baksana sarayın içindeler.." Şah koluma şefkatle dokunup zorla gülümsedi. 

Dışarıdan yükselen gök gürültüsü ile nutkum tutulurken sıçramamak için kendimi sıktım. "Baksana yağmur yağıyor.." Şah başını öne doğru uzatmış göğe bakarken ben esen soğuk rüzgarı içime çektim. "Şu olaylar olmasa keyifle izlerdim yağmuru.." Şah aklımdan geçenleri söylerken güldüm. "Bende." 

"Yağmurlu havaları, fırtınaları izlemeyi çok seviyorum hele bir de fırtınaya denizde denk geldiysem canım burnumdayken bile keyif alıyorum. Mesela geçen eylül ayında tayfam ile denize açıldığımızda hiç beklemediğimiz bir anda kendimizi fırtınanın ortasında bulduk. Beni görmen lazım alabora olacağız diye ödüm kopuyor tüm gücüm ile gemiyi sağ tutmaya çalışıyorum ama aynı zamanda yüzüme vuran yağmurun ve gökteki bin bir rengin güzelliğini sorguluyorum." Şahın anlattıklarını büyük bir merak ile dinlerken kendimi bir an onun yerine koydum. "Senin yerinde ben olsam kesin bu kadar soğuk kanlı kalamazdım hatta korkudan felç geçirmiş bile olabilirdim Şah. Sen çok cesursun.." Şah söylediklerim ile gülerken iç çekti ve başı ile terası işaret etti. 

"Bence şimdi yanına gidebilirsin sakinleşmiş gibi." dedikleri ile beraber Ahmede baktığımda onun başını göğe kaldırmış ellerini ise önündeki mermer korkuluklara dayamış halde buldum. Fırtınası dinmese bile yavaşlamıştı. Şaha dönüp gidiyorum manasında işaret verdim ve terasa doğru ilerlemeye başladım. Terasa çıktığım gibi esen soğuk rüzgarlara maruz kaldım. Gök sanki yarılmış gibi yağmuru toprağa bahşederken rüzgar ahenkle yağmur damlalarını dağıtıyordu. 

Ahmed'in yanına geçtiğim gibi önce elini tuttum ardından bakışlarımız bir olurken onun bedenine kollarımı sardım. Ahmedi sanki en derinime saklamak ister gibi kendime hapsederken o  başını boynuma dayadı. Sıcak nefesinin tenime çarpışını hissederken parmaklarım olabildiğince ona daha sıkı sarıldı. 

"Hilal korkudan aklım çıkacak gibi hissediyorum. Her an geleceğin korkusunun yanı sıra düşmanlarımın tehditleri dayanılacak gibi değil. Ne yapsam olmuyor Hilal. Birini alt etsem diğeri çat kapı geliyor! Ben delirmek üzereyim sensizlik beni delirtecek.." Titreyen sesi boğazımda kocaman bir düğüm yaratırken dolan gözlerimi hızla kapattım. O bu haldeyken benim güçlü durmam lazımdı. "Sana korkma diyemem Ahmed. Biz insanız korkmak bizim doğamızda var. Kaybetme korkusu olmasa zaten bazı şeylerin değerini anlayamayız ya? Hem Geleceği bir kenara bırakmanın vakti geldi de geçiyor Ahmed. Sence de kalplerimiz bir olduktan sonra aradaki yüzyılların bir engeli olur mu sevgimize?" 

Kollarımı yavaşça ondan ayırıp ellerimi iki yanağına yasladım. "Gelecek ben olmasam bile bir muammaydı Ahmed.. Gelecek herkes için korkulu ve kaygılı o yüzden bunu kabullenmemiz lazım bırakalım da her şey olması gerektiği gibi olsun. Bizim elimizden gelen bir şey yok ki.. Her şey onun bir emri ile olur bunu asla unutmamalıyız." Son cümlemde bakışlarım gökte takılı kalmıştı. Farkında olmadan kabullenmiştim artık bunu. Korkum her zaman olacaktı ama artık karşı çıkmayacaktım.

"Gelelim diğer korkumuza. Düşmanlar.. Aramızdaki hainler. Hepsini her hamlelerinde geri püskürtmedik mi Ahmed!? Ben her seferinde o saldırılardan sağ çıkmadım mı? Karşılarında artık o saf güçsüz kadın yok. Süt ile zehirlemeye çalıştıkları o masum kız artık kılıç tutuyor. O kız artık atacağı her adımı önceden planlıyor. Ahmed ben kendimi koruyabiliyorum. Ha oldu da ellerine geçtim, sen varsın ya? Kim olduğunu unutma Ahmed. Senin sahip olduğun güç oturduğun tahtan, arkandaki ordudan ziyade senin aklından geliyor! Seni bu kadar kudretli yapan şey bunlar." son sözlerimde elimi kalbine oradan ise şakağına götürdüm. 

Gürleyen gök bile sözlerimi bastıramazken ben tüm gücüm ile ona gerçekleri bağırdım. Esen rüzgarın getirdiği yağmur damlaları bizi sırılsıklam kılarken kapılar ve aralık kalan pencereler şiddetle çarpmaya devam ediyordu. Karanlık göğe hakim olurken çakan şimşekler tüm payitahtı aydınlatıyordu. 

Hızla nefes alıp verirken Ahmed'in de benimle beraber nefes aldığını fark ettim. Aynı anda inip kalkan göğüslerimiz bir ritim sağlıyordu. Gözlerimizde şimşeklerin yansıması yer alırken ruhlarımız ise karaya çarpan hırçın dalgaları andırıyordu. Bugün öyle bir gündü ki sanki yepyeni bir kitabın ilk sayfası açılıyordu. 

Başım dikleşirken ayaklarım yere daha sağlam basmaya başladı kendime olan güvenim sanki zirveye çıkmış tüm korkularımı yere sermişti. Ahmed'in yüzündeki keder her kelimemde yok olurken kendinden emin tavrı yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Derin bakışları dudaklarımı bulunca heyecanla nefesimi tuttum. Onun için atan kalbim arşa çıkarken Ahmed'in kolları bedenimi bir sarmaşık edasıyla sarmaya başladı ve kısa süre sonra eli ile ıslak boynumu ardından yanağımı avucu arasına aldı. Sıcaklığı ile ona daha çok yaklaşırken özlemle yanan dudakları dudaklarıma kavuştu.

Dudaklarımız birbirini tutku ile öperken masum buseler fırtınanın şiddeti ile hız artırıp şehvetin ateşlerini andırdı. Nefessiz kalana kadar öperken birden alev alev yanan bedenim soğuk mermere dayanmış halde buldum. Titrek bir iç çekerken Ahmed dudaklarımız ayırdı ve alnını alnıma dayadı. Derin nefeslerimiz arasında birbirmize daha çok sokuluyorduk. Bu soğuk havada birbiri için yanan iki beden adeta fırtınanın beden bulmuş hali gibiydi.

"Hasta olacaksın.." Kulağıma fısıldadığı iki kelimenin ardından birlikte daireye doğru ilerledik. Rüzgar nedeni ile kapanmış kapıyı açarken gözlerimiz hiç beklenmedik bir şeye şahit oldu. Tam karşımızda kavga edecek gibi duran ama aynı zamanda birbirlerine tutku ile bakan Şah ile Yavuz çelebi vardı. Sanki sert bir kavganın ardından durulmuş ve birbirlerine göz dağı veriyorlardı. Bedenleri arasındaki kısacık mesafe bizi far etmeleri ile aralandı. "Hünkarım." Yavuz eğilip selam verirken Şah da eğildi. "Yavuz? Hangi rüzgar attı seni buraya?" Ahmed olayı anlamasa da es geçmişti ama sesinde bariz bir merak vardı. 

"Hünkarım size bahsettiğim topların son düzenlemesini bu sabah bitirdik. Haber vermek için gelmiştim." Ahmed birden unuttuğu bir şeyi hatırlar gibi olunca yüzünde birden zevk dolu bir gülüş peydahlandı. "Ala! O vakit yarın erkenden dökümhaneye gidiyoruz." Ahmed'in söyledikleri ile Yavuz başını hafifçe eğdi ardından gülerek bakışlarını bana çevirdi. "Sultanım, nasılsınız?" onun gülmesi ile bende gülerken başımı gelişi güzel salladım. "Allaha şükür iyiyim ya sen? Uzun zamandır yoksun ortada." 

"Şükür, bende iyiyim. Hünkarımız ile üzerinde çalıştığımız toplar ile ilgileniyordum sultanım. Donanma büyük ölçüde sefer yakındır." Gülerek söylediklerine burukça güldüm. Aslında daha aylar vardı ama onlar için kısa bir zaman dilimiydi.. Ahmed yanımızdan ayrılırken masasına ilerledi ve bir haritanın belirli yerlerine dizdiği taşların yerlerini ilerletti.

Şahın gözlerinde yanan ateşler Yavuzu her gördüğünde sanki daha fazla harlanıyordu. Aralarında ne geçtiğini o kadar çok merak etmiştim ki bir an önce buradan uzaklaşım onu köşeye sıkıştırmak istiyordum. Bizim Yavuzumuzun gözlerinde ilk defa o duyguyu görmüştüm. Fazlasıyla şaşırmıştı doğrusu Yavuz her zaman sakin, neşeli ve sıcak kanlı bir insandı ama şu an benim gördüğüm tutukunun ve öfkenin esiri olmuş bir adamdı. 

Şah benim bu şaşkınlığımı ve merakımı görmüş olmalı ki bana neredeyse yalvarır gibi baktı. Bakışlarımla bile konuştuğumu fark edip dikkatimi Ahmede çevirdim. İkimiz de sırılsıklam bir halde odanın ortasında dururken ben bu sessizliği böldüm. "Hünkarım müsadenizle ben daireme çekilmek istiyordum yoksa böyle hastalanacağım.." Eğilip selam verdikten sonra Ahmedin onayı ile Şahın yanına gidip odadan çıktık. Sarayın koridorları artık eskiye nazaran daha sıcak hale gelmişti. Ama hala ince soğuk bir rüzgar sinsice esiyordu. Baş cariyelerim Hüseyin ile beraber saraydaki yabancıyı aradığı için beni bekleyen sadece iki cariye vardı. 

Sessize odama doğru ilerlerken Şah başını olabildiğince dik tutarak dolu gözleri ile ilerliyordu. Tek kelime etmeden onca yolu gidip odama geldiğimizde ben hızla kıyafetlerimi alıp paravanın arkasına geçtim ve üzerimi değiştirip şöminenin başına oturmuş dalgın bir şekilde ateşi izleyen Şahın yanına ilerledim. Yanına oturduğumda bana kısa bir bakış attı ve derin bir iç çekti. 

"Soracağın soruyu lütfen sorma." diye mırıldandığı an içimden bir Dilrubah çıktı ve ben benden beklenmeyen bir davranışta bulundum. "Yavuz ile aranda ne var?" konuya bodoslama dalınca duvara çarpar gibi oldum. Şah fal taşı gibi açılan gözleri ile bana dönünce nefesimi tutarak dudaklarımı birbirine bastırdım ve bakışlarımı yavaş yavaş ateşe çevirdim. Sanki ben dememişim gibi davranmaya başlarken Şahta bana ayak uydurdu ve beraber ateşi izlemeye başladık. 

Yüzüme çarpan her sıcak dalga ile bedenim mayışırken aklımda binlerce soru ile yapayalnız kaldım. Yorgunluktan kapanan gözlerim uyuduğum anlamına gelmiyordu çünkü beynim hiç olmadığı kadar çok çalışmaya başlamıştı. Tek tek Ahmedin taht dönemini hatta şehzadelik dönemini süzgeçten geçirdim. Bunları bize yapan düşmanları bulmaya çalışıyordum. Ahmedin kara listesine düşmüş her ismin geçmişini düşünürken gözümün önüne amfide en ön sırada masaya yayılmış halde dersin başlamasını beklediğim günler geldi.. Sabahın en erken saatlerinde aldığım derslerin verdiği işkenceyi özlemiştim.. Burukça gülümsediğimi hissederken bilincim karışmaya başladı. Alakasız şeyleri düşünmeye başladığım an uykuya dalacağımı fark ettim. 


*


Gözlerime batan ışık ile uykumdan uyanırken uyuşan bedenimi rahatlatmak amacı ile gerildim. Kolumun çarptığı beden ile yerimden fırlarken hızla açtığım gözlerim ile yanıma baktım. Uyuyakaldığım yerden ziyade yatağımdaydım ve Ahmed yanımda mışıl mışıl uyuyordu. Yaşadığım korku hızla yok olurken fazla hareket etmeden geri yattığım yere uzandım ve Ahmede döndüm. Yüzündeki bariz huzur ile tatlı tatlı uyuyordu ve bu hali kalbimi hızlandırmıştı. 

Yavaşça elimi kaldırıp sakallarını okşadım ardından saçlarını okşarken o uyku sersemliği ile mırıldanmaya başladı. Heykel gibi hareketsiz kalırken yukarı doğru bedenimi ittim ve sırtımı yatağın başına dayadım. Bir anda Ahmed bana doğru dönüp bedenime bir yastık edası ile sarılınca nefesimi tuttum. Kolları belime sarılırken başını gerdenlığıma bırakmıştı.

Nefes almayı akıl edince inip kalkan göğüsüm ile baraber onun saçları yavaş yavaş yanağıma çarptı. Kendimi o kadar huzurlu hissediyordum ki bu anın asla bitmemesini diledim. Sonsuza kadar böyle kalsak kime ne zararımız olur ki?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top