20. Bölüm
Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.
Düzenlendi.
Ahmed'in sefere çıkmasına birkaç gün kalmıştı ve bu beni inanılmaz derecede geriyordu, tarihte neler olduğunu bilmeme rağmen kitaplarda her ayrıntı yazmazdı. Fazla stresten baş ağrım nüksedince parmaklarımı alnıma ve şakaklarıma götürüp masaj yapmaya başladım bir ağrı kesici için nelerimi vermezdim. Aslında, çantamda vardı ama çantamı saraydaki dairemin en kuytu köşesine saklamıştım yani saraya varınca anca içebilirim.
Derin bir nefes alıp at arabasının oymalı penceresinden dışarı baktım bir meyve bahçesinin yanından geçiyorduk zannımca. Ağaçlarda gördüğüm kırmızı ve beyaz dutlar ile iştahla yutkundum. Yemek görmek baş ağrımı utturmuştu bile!
Dayanamayarak arabanın duvarına vurdum arabacı işareti alınca yavaşladı ve durdu tabi bizim durmamız ile tüm konvoy sekteye uğramış oldu. Başımdaki örtüyü düzeltip araçtan zıplayarak indim ve eteklerimi toplayıp en yakınımdaki dut ağacına tırmandım gülerek en sağlam dala oturduğumda yüzümdeki gülümseme dona kaldı çünkü yine aynı hataya düşmüştüm.
Çıkması çocuk oyuncağı olan bu eylemin inişi bordo bere isterdi...
"Hilal ne yapıyorsun sen?" Ahmed'in şaşkınlık dolu cümlesi kulaklarımı doldurunca gözlerimi utançla kapattım. Ağaç dalları ve yaprakları yüzünden birbirimizi göremiyorduk neyse ki...
"Yahu hatun sen çocuk musun? Yolun ortasında arabadan atlayıp ağaca tırmanmak nedir? Yemin ederim akıl sır erdirmiyorsun!" Ahmedi'n yaşadığı şaşkınlık öyle böyle değildi sanki hayatının ters köşesini yaşıyordu zavallı... Ve beni bir çocuk gibi azarlamayı da es geçmiyordu!
"Ha bir de ses vermiyorsun?"
Ağzıma kopardığım dutları doldurup Ahmed'i dinlemeye devam ettim. Organik bunların hepsi ne deniliyordu Bio mu? İlaçsız, katkısız sağlıklı meyveler!
"Hünkarım bir sorun yoktur İnşallah?" Yanımıza yaklaşan Hüseyin'in merak dolu sesi ile Ahmed alayla güldü.
"Olmaz mı Hüseyin, en babası bizde var! Tamam sorun yok birazdan yola devam ederiz." Derin nefesler alıp ilk cümlesinden sonra kendini sakinleştirince ikincisinde daha yalın bir tonda konuşmuştu. İniş çıkışlarına bile hastaydım bu adamın!
Kısa süre sonra dalların hareketlenmesi ile irkildim ve elimdeki dutları dala tutunmaya çalışırken düşürdüm. İçim yana yana dutlara üzülürken aşağıdan sinirli bir ses yükseldi. "Hah! Bir de kafama dut at ne ala!" homurdanan Ahmed'i duymam ile ellerimi dudaklarıma götürüp hemen özür diledim. "Yanlışlıkla oldu Ahmed affet!" demem ile o alaylı gülüşü ile konuşmaya devam etti. "Kendimiz dile gelmiş!"
Hala benimle dalga geçiyordu ya...
Ahmed'in eli oturduğum kalın dala tutununca ona yer açarcasına geri çekildim. Ahmed kaftanına aldırmadan ağaç dalına oturunca gülümsedim ve dudaklarına doğru dut uzattım. Ahmed keyifle sırıtıp elimi dudaklarına götürdü ve dutu mideye gönderdi ama elimi bırakmayıp avucumun içini öptü ardından elimi yanağına yasladı.
Derin bir iç çektikten sonra Ahmed yine çatık kaşlı haline büründü ve başladı başımın etini yemeye. "En son ağaca çıktığında başına gelenleri hatırlıyor musun? Yahu sen ders almaz mısın yaşadıklarından? Ya düşseydin? Ya sana bir şey olsaydı?"
Mahcup bir tavırla bakışlarımı kaçırdım ve mırıldandım. "Ama olmadı ki."
Ahmed sinir bozukluğu ile gülüp elleri ile yüzünü örttü ardından ellerini saçlarından geçirip konuşmaya başladı. "Hilal ben sefere gidince aklım burada kalacak farkındasın değil mi? 'Ağaca çıktı mı? Ormanda kayıp mı oldu? Denize düştü mü?' aklım bu sualler ile dolup taşacak."
"Ahmed tamam biraz abartmadın mı?"
"Abartmak mı?"
"Ya tamam söz uslu uslu duracağım sen gelene kadar. Yeter ki sen endişelenme." Ahmed cümlemi dinlerken hayretle yüzüme bakmayı da es geçmiyordu öyle ki kaşlarını çatıp beni azarlamaya başladı.
"Ben gelene kadar? "
Masumca başımı sallayıp ona onay verince Ahmed sinir bozukluğu ile gülmeye başladı ardından daldan dut koparıp ağzıma atıp yeniden beni şefkatle izlemeye başladı.
"Ne masumsun sen öyle... Ah benim derya gözlüm, kiraz dudaklım, cennet kokulum sensiz kalacağım bu ebedi zamanda sensizliğin bana vereceği acıyla nasıl başa çıkacağım? Akıl ver şu çaresiz aşığa, ver ki mecnun olmasın sensiz."
Ne güzel şiir okuyordu adeta ruhumu ferahlatıyordu kelimeleri. Hatta ruhumla kalmıyor, tüm benliğim yeniden baharda can bulan doğa gibi can buluyordu onun sözlerinde. Ne güzel adamsın sen her bir zerren ruhuma şifa niyetindeyken ben kalbimdeki duyguları dile getiremiyordum.. Ne kadar istesem de her seferinde dilim dolanıyor lal kesiliyordum karşısında. Adeta büyüleniyordum ya?
Lakin biliyordum ya onun beni anladığını o bana yeterdi. Benim gözlerimde ona olan aşkımın parıltıları elbet ona duygularımı ifade ediyordur.
"Hadi buraya çıktın nasıl ineceksin geri?" Eğlenir tonda söyledikleri ile istemsizce alt dudağımı dişledim. Cümlesinden sonra tek kaşını havaya kaldırıp başını salladı buna karşı bende sırıtıp "Sen varsın ya." dedim. Ahmed dudaklarını ısırıp gülmeye başladı ve bana yaklaşıp sarıldı. "Yaa? Demek ben varmışım?" parmakları saçlarımı dağıtırken benim ve onun kahkahaları bu büyük bahçede yankılanıyordu Ahmed parmaklarını yavaşlatınca saçlarımı şefkatle okşamaya başladı gülüşü beni de gülümsetirken dengemi de korumaya çalışıyordum çünkü Ahmed şakaya karışık halde güç uyguluyordu.
"Ahmed dur, yavaş düşeceğiz yoksa!" Korkuya karışık heyecanla söylediklerime o sırıtarak "Bir şey olmaz merak etme, ben varım ya?" dedi.
Üstünde durduğumuz dal aniden oynamaya başlayınca refleksle çığlık attım ve Ahmed'e koala misali sarıldım. Çatırtılar yükselmeye başlayınca gözlerimi sıkıca kapattım ve kendimi düşmeye hazırladım. Nefesimi tutmuş halde beklerken Ahmed kulağıma yaklaştı o an her şey o kadar yavaştı ki sanki zaman yavaşlamış gibiydi. Ahmed'in güven dolu sesi fısıltı halinde kulağımda yankılanmaya başlayınca tüylerim diken diken oldu. "Korkma." onun tek kelimesi dünyanın akışını durdurmuştu bunu nasıl yapıyordu bilmiyorum ama bazen sanki o konuşunca her şey duraksıyordu ve tek var olmaya devam eden şey biz oluyorduk.
Önce kolları sardı bedenimi ardından kılıç tutmaktan sertleşmiş elleri belimi kavradı, başımı onun boyun girintisine sokup kokusunu en derinime çektim o an ruhumda uçuşan kelebekler beni huzurun kollarında olduğumu fısıldamıştı.
"Gözlerini aç." Ahmed'in fısıltısı ile gözlerimi açınca ilk gördüğüm şey Ahmed'in boynu oldu, ardından yakası ve ağaç.
Dudaklarım şaşkınlıktan aralanırken gözlerim fal taşı gibi açılmış halde Ahmed'e döndüm "Düşmedik! Ama nasıl?"
Ahmed'in parlayan harelerinde hayretler içinde olan yansımamı görmüştüm sanki hayatımın ters köşesini yaşamıştım o derece saf saf bakıyordum! Ahmed keyifle sırıtıp alnımı öptü "Çok telaş yapmıştın Hilal düştüğümüz filan yoktu." demesi ile gözlerimi açabildiğim kadar açtım.
"Hadi canım!" Diyerek doğruldum ve aşağı baktım anında içim bir mayhoş olunca yüzümü buruşturup geri Ahmed'e sokuldum.
"Tutun bana Hilalim." Ahmed'in sözünden sonra emrine uyup ona tutundum. Ahmed atik hareketler ile daldan dala aşağı inerken yere ayak bastığını izledim. Yere iniş yaptığımıza emin olunca ayaklarımı yere indirip Ahmed'e sarılmayı kestim. Ahmed gülerek başımdaki yan kaymış örtümü usulca tutup özenle düzeltti ve yanağımdan makas aldı.
-
Gereğinden fazla hızlı geçen günlerden sonra tarih Ahmed'in sefere çıkacağı güne gelip çattı. İçimde tarifi olmayan bir duyguyla hazırlanmaya başladım. Paravanın arkasına geçip lacivert renginde bir kaftanımın ilk katını giydim bu ince kumaşın üzerine gümüş işlemeli kolları olmayan yeleği giyinip düğmelerini ilikledim. Çok olmayan gerdan dekoltemi başımdaki lacivert örtü ile örttüm ve siyah taşlı bir broş ile tutturdum.
Aynaya doğru ilerleyip takılarımı takıp takıştırdım ve en son siyah taşlı tacımı başıma takıp kendime baktım. Dakikalar sonra hazır olunca yüzümde zoraki buruk bir gülümseme ile Valide sultan dairesine ilerlemeye başladım. Harem koridorlarından geçerken karşıma çıkan bir kaç cariye eğilip selam veriyor ardından işlerine kaldıkları yerden devam ediyordu.
Valide sultan dairesinin önüne geldiğimde cariyeler gelişim ile kapıları açınca yüzüme bir tebessüm kondurup içeri girdim.
Burnuma dolan gül kokusu ile derin bir nefes aldım ardından elbisemin eteklerini hafifçe kaldırıp sultanların karşısına geçtim.
"Valide Sultanım, Dilrubah Sultanım." diyerek onları selamladım.
"Hoş geldin Hilal buyur gel otur şöyle." Valide sultanın işaret ettiği koltuğa oturup gülümsedim.
Dilrubah Sultana doğru hafifçe dönüp "Sizde hoş geldiniz sultanım sıhhatiniz nasıl?" dedim.
"Hoş bulduk. Çok şükür iyiyim ikizlerde öyle sen nasılsın?"
"İyiyim lakin hünkarımızdan bunca süre nasıl ayrı kalırım bilemiyorum..."
İkisi de anlayışla gülümseyip başlarını salladı.
"Anlıyoruz seni lakin alışacaksın Hilal dualarımız ile aslanımı zaferle dönmesini bekleyeceğiz." Valide sultanın sözlerinden sonra başımı sallamakla yetindim. Bakışlarım boş boş halı desenlerini izlerken kapı açıldı ve içeri Lale hatun ile bir ağa girdi ikisi de selam verip köşeye yerlerine geçti.
Bunca ay onsuz ne yapacağım nasıl dayanacağım hiç bilmiyorum. Büyük ihtimalle Ahmed döndüğünde beni değil de can sıkıntısından vefat etmiş cansız bedenimi bulacaktı. Kitap okuyarak belki arada sultanlarla sohbet ederek geçireceğim 6 ay bana hiç cazip gelmiyordu. Sıkıntı ile derin bir nefes aldım ama bu bir işe yaramadı içim hala sıkışmaya devam ediyordu. Elim benden bağısız gerdanlığıma gidince terlediğimi fark ettim. Gözlerimi kapatıp dua etmeye başladığımda ruhumun ferahlamaya başladığını da hissettim. Kısa süre sonra huzurla gözlerimi açınca ilk gördüğüm suret Dilrubah sultanın oldu. Tebessüm ederek masaya ikram amaçlı koyulan şerbete uzandım ve büyük bir yudum aldım.
Dakikalar birbirini kovalarken en sonunda koridordan kapı ağasının seslenişi yükseldi. "Destur! Sultan Ahmed Han Hazretleri!"
Kapı açılmadan ayağa kalkıp kapının olduğu alanın karşısında sıraya girdik. İlk Valide sultan ardından Dilrubah sultan ve en son ben. Ahmed için en içten gülümsememi yüzüme takıp onun içeri girişini izledim. Selam verdikten sonra Ahmed'e bakınca onun yıldızlar gibi parlayan gözlerini gördüm. O an hiç ağlamadığım kadar çok ağlamak istedim tek bir bakışı kurduğum tüm duvarları yerle bir etmişti.
Ahmed ilk önce annesinin elini öpüp duasını aldı ardından kız kardeşine elini uzattı, Dilrubah iç çekerek elini öpüp alnına koydu Ahmed kardeşine hüzünle bakıp alnını öptükten sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. "Allah yolunuzu açık etsin Hünkar ağabeyim."
En sonunda Ahmed karşıma geçince dizlerim bana ihanet etti ve neredeyse yere yığılacak hale geldim. Şu an tam olarak çaresizliğin dibini tadıyorum. Bunca ay ondan tek tük haber alarak ve mektuplaşarak nasıl dayanacağım hakkında hiç bir fikrim yoktu. Neyle karşı karşıya olduğumu tam olarak algılayamamıştım lakin bu duyguyu ilk defa tatmayacaktım... Kendimi bildim bileli zaten hasretle, özlemle yaşıyordum ama ona bir defa dokunmak her şeyi değiştirmişti.
Acıyla uzattığı eline masum bir buse kondurup ateş gibi yanan alnıma dayadım. Gözlerinden dolup taşan hayranlığa karşı ben onun denizlerine aşk ile bakıyordum. İçinde bulunduğum bu korku duygusu çok saçmaydı sanki tarihi bilmiyorum. Toparla kendini Hilal!
"Allah yar ve yardımcınız olsun Hünkarım." titreyen sesime içten içe sinir olurken Ahmed ban bir adım daha atıp yaklaştı zaman sanki akmayı kesmiş gibi yavaşlamıştı her şey Ahmed'in avuçları yanaklarımı hapis edince gözlerini yumarak alnımı öptü. Kalbim acıyla sızlayınca titrek bir iç çektim, onu çok özleyecektim...
Ahmed benden geri çekildikten kısa süre sonra zaman deminkine nazaran hızla akmaya başladı sanki. Ben kalbimdeki acıyı tüm benliğim ile hissederken Ahmed son bir konuşmanın ardından daireden çıktı. Kendime anca birkaç dakika sonra gelince hızla Valideye veda edip koşturarak önce daireme gidip Ahmede vereceğim eşyaları alıp çıktım ben önde, cariyelerim arkamda koridorlarda koşuştururken en sonunda avluya çıkış yolunda Ahmedi ve Hüseyin'i yakaladım.
"Hünkarım!"
Sanki kalbimdeki tüm acı o an dudaklarımdan firar etmişti. Ahmed tüm asilliği ile bana dönünce kızarmış gözleri ile karşılaştım, gözleri resmen 'Gelme, dayanamam.' diyordu ama ben acıma yenik düşüp ona koştum. Hüseyin ve ardımdaki cariyeler bizi yalnız bırakırken bu sessiz ve soğuk koridorda biz kalmıştık. Tam karşısında durduğumda kokusu ciğerlerimi özlemle yaktı. Gitmesini istemiyorum... Ben onsuz nasıl nefes alırım ki? Gözlerimiz birbirine hapis olmuşken teni tenime dokunmuyordu. Titrekçe iç çekip onun heybetli bedenine sarıldım o an o kadar çaresizdim ki bu halimi gören benimle beraber ağlardı.
'Gitme.' demek istesem de sustum. 'Kal, beni bırakma.' demek istesem de sustum. Acı ile gülümseyip boynunu kokladım, cennet kokulum benim... Deniz gözleri gözlerimi bulunca parmakları yanaklarımı kavradı o his ile gözlerimi kapatıp başımı avucuna yasladım. Nasıl dayanacağım ben sensiz... Dudakları alnıma buse bahşettiğince gözlerimi yavaşça açıp sakallarını okşadım ardından altın saçlarını. Alnı alnımda sessizce orada öylece duruyorduk sanki dünya yokmuş gibi, sanki zaman denilen kavram yok olmuşçasına.
"Hilalim, biliyorsun gitmem lazım." Demesi ile mırıldandım. "Biliyorum ama, işte." Omuz silkerek söylediklerime iç çekti ve hüzünle beni izledi. "Döneceğim biliyorsun değil mi?"
"Evet ama 6 ay sonra." cevabıma karşı Ahmed dayanamayıp sinir bozukluğu ile güldü bu haline dayanamayarak bende göz yaşlarım arasında güldüm ve burnumu çekip mırıldandım. "Sensiz yaşamak bana o kadar çok acı verdi ki Ahmed, şimdi sana daha yeni kavuşmuşken yeniden ayrı kalmak beni öldürüyor." Bunlar konuşabildiğimiz nedenlerdi asıl acı neden benim her an yok olabileceğimdi.
"Hilal bunları konuşmuştuk. İkimiz için de çok zorken sen daha da çok zorlaştırıyorsun."
Dudakları yanaklarımda dolaşırken ben bu hissi kalbime kazıyordum. Bedenlerimiz bir olacak kadar sarmaşık olmuşken onun dudakları dudaklarımı buldu ve sanki son veda busesini konduruyor gibi öptü. Nefeslerimiz ölüme inat bir olmuş tutulmuşken bir bahar ferahlığı ruhumu okşuyordu. Ahmed tutkuyla öpmeye başlayınca baharın ferahlığı adeta alev almıştı. Son defa dokunuyordu dudaklarımız belki de... Kim bile bilir ki benim bu 6 ay içinde geri geleceğe, umutsuzluğa gönderilmeyeceğimi? İşte bu olasılık canımızı yakıyordu. Ya bu bizim birbirimizi son görüşümüz ise?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top