Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.
Düzenlendi.
Odadaki minderlere oturup etrafa heyecanla bakınırken odaya üç cariye girdi. Ellerindeki kaftanlar ile yavaş adımlarla karşıma geçip ellerindeki kıyafetleri bana sundular. Gülnaz ise üçünün önünde başı dik bir şekilde en kıdemli gibi gözüküyordu. Gülnaz tebessüm ile gözlerime bakıp "Hilal hanımım bu kıyafetler sizin için. Haberiniz olduğu gibi akşama Hünkarımız teşrif edecekler. İsterseniz üzerinizde ki kıyafetleri değiştirin."
Üzerime bakınca beyaz elbisemin eteklerinin çamur olduğunu gördüm. Can sıkıntısı ile iç çekip başımı olumlu anlamda salladım ve "Olur." diyerek ayağa kalkıp 3 elbiseye bakmaya başladım.
İçime sinen krem rengindeki kaftanı alıp onun üzerine de koyu altın sarısı işlemeli dantel tülü aldım. Paravanın arkasına geçtiğimde önce sade krem elbiseyi sonra üstüne uzun parlak tülü giydim. Tabi uzun bir çaba harcadıktan sonra yardım için yanlarına gittim sırtımdaki ipleri çekerek bağladıklarında bir an nefessiz kaldığımı sandım..
"Çok güzel oldunuz hanımım."
İltifatlarına karşı içten bir gülüş bahşettim. Kızlar gülerek beni makyaj masasına oturtup saçlarımı yapmaya başladılar bizim zamanımızdaki maşanın elektriksiz haliydi, mekanizma aynıydı demiri köze batırıp saçlarımı şekillendiriyorlardı. Başıma altın olduğunu var saydığım inci taneli bir taç taktılar ardından boynuma koku sürüldü.
Kendimi bir peri masalında gibi hissediyordum her şey o kadar toz pembeydi ki kendimi mey içmiş gibi hissediyordum. Yüzümde sabahtan kalma olan makyaj vardı kızlar onu incelerken ben biraz çekindim 21.yüzyıla ait ürünlerin eserini çözmeye çalışmaları beni tedirgin etmişti. En sonunda yavaş adımlar ile boy aynasına vardım kendimi inceledikten sonra aynanın önünde hafifçe kendi etrafımda döndüm. Öyle güzel olmuştum ki hep böyle kalasım gelmişti.. Ölene kadar.
*
Odada elbisemin eteklerini uçuşturarak dolaşırken içeri bir hışımla Gülnaz girdi. Yüzündeki gergin gülümseme ile ellerini önünde birleştirdi. "Hünkarımız bahçedeler birazdan köşke gireler hanımım. Buyurun size salona kadar eşlik edeyim." Dedikleri ile yutkundum ve heyecanla ona doğru ilerledim. Kalp atışlarım kulaklarımda yankılanmaya başlamıştı bile. Onu yeniden görebileceğimi bilmek kalbimi çıldırtmıştı adeta.
Derin derin nefesler alarak aşağı inerken bir süre inanamaz şekilde bakıyordum etrafa. Onu yeniden göreceğim düşüncesi beni allak bullak etmişti. Titreyerek duvara tutunduğumda aklıma onun acısıyla can çekiştiğim geceler geldi. İmkansızdı benim aşkım, öyle ki nefes dahi almayan bir adamı sevmiştim yıllarca. Nedenini bilmiyordum. Sahi ya bir insan neden hiç görmediği konuşmadığı bir adamı sever ki? Bilmiyordum.. Lakin tek bildiğim, kendimi bildim bileli onun aşkıyla nefes aldığımdı. Seneler evvel annemin dediği gibi insan ruhunun sevdasını Kâlû Belâ'da seçer ve kalbini bir tek ona açar derdi. İşte benim yıllarca kendime değim söz buydu Ahmed benim Kâlû Belâ'dan beri sevdiğim ve aradığım adamdı. Bizim kaderlerimiz imkansızlıklar ile birlikte birbirine bağlıydı.
Gülnaz beni sarsınca serzenişle kendime geldim. Gözlerimden akan yaşları fark edince onları elimin tersiyle sildim ve tebessümle başımı iyiyim anlamında salladım. Son zamanlarda göz yaşlarıma söz dinletemiyordum. Yavaş adımlar ile salon varsaydığım yere varınca salonun büyük kapısı açıldı. İçeri uğuldayan kulaklarım ile girdiğimde kalbim hala acıyla sızlıyordu. Sultan Ahmed arkası dönük bir halde pencereden dışarı bahçeye bakıyordu.
Kapı kapatılınca Ahmed sese arkasını döndü bakışlarımız kesişince gözlerinde boğulmak istedim. Öyle güzel öyle eşsizlerdi ki benim için.. Son nefesimi o gözlere bakarak vermek isterdim. Sakince eğildim ve tutamadığım gülüşümü ona bahşettim. Sevdiğim ruh, bir Cihan Padişahı tam karşımda tüm kudreti ile duruyordu. Hayallerimde hissettiğim, sevdiğim adam tam karşımda. Yine şaşkındı ama bu sefer gözlerinde heyecan ve merak vardı. Parıltıları yeniden gözlerinde ortaya çıkmıştı.
O an ben farkında olmadan tatlı bir gülüşle konuştum. "Hoş geldiniz sefalar getirdiniz Hünkarım." onunla konuşmak için can atıyordum adeta. Karşılanma şekli hoşuna gitmişe benziyordu ki yüzünde memnun bir ifade vardı. Hafiften zafer sırıtışı da.
"Hoş buldum Hilal hatun, gelin şöyle geçelim." Diyerek koltukları işaret ederek sedire oturdu bende aramızda mesafe koyarak sakince oturdum. Oysa bu kalp onsuz atamayacak kadar uzak kalmıştı ona.
"Beni misafir ettiğiniz için size minnettarım Sultanım."
"Mübalağa ediyorsunuz siz benim yeğenimin hayatını kurtardınız. Emin olun yaptığınız hareket ile gönlümü fetih ettiniz.." Son kurduğu cümle ile kalbim teklemişti.. Gözlerindeki merak o kadar belirgindi ki büyük bir ilgi ile beni inceliyordu.
Öyle her kurtarana ev versen ohoo bunun arkasında merak var sultan efendi... Saçmalama iç ses.
"Benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı." diye konuyu kapatmaya çalışsam da o izin vermedi.
"Yapamazdı." Duraksadıktan sonra devam etti. "Söyle bana kimsin, nesin, necisin?"
"Daha önce demiştim Hünkarım ismim Hilal." seni kendinden çok seven kadın. Cevabım ile dudaklarında bir gülüş meydana geldi.
"Nerelisin?"
"İç Anadolu'danım." O kesin bir cevap veremezdim zira net bilgiler beni ele verirdi.
"Sen nesin ahalinin dediği gibi bir melek misin? Neden böyle farklısın? Giyimin, hareketlerin, lisanın çoğu ademin bilmediği bilgileri bilmen.. Sen çok farklısın." Soru yağmuru? Değil dolu dolu! İçinde artık ne yaşıyorsa diline vurmuştu adamın! Ama o son cümlesi yok mu..
Sen çok farklısın.
Kalbimi sıcacık eden cümlesi ile derin bir nefes aldım ve anlayışla gülümseyip dudaklarımı araladım. "Ben-"
Lafımı yarıda kesen kapı tıklanması oldu. Her zora girdiğinde bu kapılar seni kurtaracaksa oh ne ala memleket. Ahmed tahammülsüz bir nefes verip kapıya bakmadan gür sesi ile "Gel." dediğinde salon kapısı aralandı ve içeri Hüseyin ağa girdi. Sert ve hızlı adımları ile karşımıza gelince selam vererek eğildi. Gözleri beni görünce o da bir anlığına afalladı tabi bu güzellik kimde var? Yükselen egomu aynı hızda düşürüp kendime mani oldum.
Genç adam anında kendine mani olup bakışlarını Ahmede çevirdi ve hoşnut olmadığı belli olan bir nefes verdi. Yine bir şeyler olmuştu anlaşılan. Gele gele böyle aksiyonlu bir güne mi gelmiştim yahu. Bomba gibi düştüm.
Ahmed Hüseyin'e konuşması için bir bakış atınca Hüseyin endişe akan sesi ile konuşmaya başladı. "Hünkarım haremden haber geldi. Valide Sultanımız, Sultanımız fenalaşmış hekimler başındaymış."
Ahmed birden dona kaldı, nefes dahi almadan öylece baka kaldı. Eminim zaman onun için durmuş gibiydi. Kalbinin sıkıştığına, nefesinin kesildiğine eminim.. Yumrukları sıkılaşırken yüz kasları da gerildi kendine gelmeye başlayınca derin bir nefes aldı. Bakışlarında küçük bir çocuğun acı çekişini görebiliyordum. Çığ gibi büyüyen sessizliği acı ile atan kalplerimiz bölüyordu. Zaman çok yoğun ilerliyordu öyle ki bizler altında eziliyorduk.
Ahmed en sonunda "Validem.." diye fısıldayınca derin derin nefesler alarak konuşmaya başladı. "Söyle Hüseyin, Validem nasıl!?"
Hüseyin ağa çekinerek konuşmaya başlayınca sesinden onun da morali bozuk olduğu belliydi.
"Tam bir malumatım yok Hünkarım, tek bilgim fenalaştığı." derken Ahmed yerinde kıpırdandı.
Birden Ahmed bana döndü gözlerindeki umut ışıltıları o kadar barizdi ki içimi eritmişti, bakışlarım dudaklarına sabitlenince iç çektim onun varlığı mucize gibi bir şeydi..
"Hilal hatun sen Validemin nesi var bakar mısın!?" Ne! Şaşkınlık ile nefes aldım. Ben doktor değilim ki Ahmed? Neyi düşünerek benden bunu istiyordu? Melek damgasına inanmayacak kadar aptal bir adam değildi, benim bir hekim olmadığımı biliyor ve bir kabiliyetimin olmadığını da biliyordu. Peki neden yanında gitmemi istiyordu?
"Ben.. Tabi gelirim ve elimden geleni yaparım lakin bir hekim değilim Hünkarım size daha önce de dediğim gibi. Ayrıyeten elimden ne gelebilir ki?" Mantıklı davranmalıydım. Dilrubah sultana yardım ettim zira o an bundan başka bir seçenek yoktu. Çaresizdik. Ama şimdi?
"Biliyorum Hilal hatun lakin lütfen beni kırma." Kafandaki ne Ahmed.. Neden beni istiyorsun?
"Tamam ben hemen hazırlanıp geliyorum." Bedenimi saran korku ve endişe sayesinde hızla ayaklandım ve koşarak salondan çıktım hızla bana tahsis edilen odaya girip etrafa bakınarak duraksadım. Şok dalgaları devam ederken ben Ahmed'in annesi yani Zümrüt Şah sultanın kim olduğunu hatırladım o aslen Kırım hanedanına mensup bir prenses ti ve merhum Hünkar, Sultan Mustafa ile nikahlanmıştı ardından onun haseki sultanı olmuştu. O saraya köle olarak gelmemişti ve yabancı değildi o bir nevi Türk kanı taşıdığı için sarayda ve halk arasında çok sevilir ve sayılırdı.
Kendime geldiğim gibi hızla çantamı ve kıyafetlerin olduğu dolabı açıp uzun ince bir pelerin aldım. Tam kapıya gidecekken duraksayıp dolaptan örtü aldım ve aynanın karşısına geçip düzgün bir şekilde başıma ardından açıkta kalan gerdanımı örtecek şekilde sardım. Odadan çıktığım gibi koşarak aşağı indim ardından adeta köşkten fırladım. Nefes nefese kalınca duraksayıp yutkundum elim kalbimde gözlerim Ahmed'in gözlerini bulunca esen rüzgarın tatlı fısıltısı ile dinlendim.
Kendime gelince sabırsızca beni bekleyen Sultan Ahmed'in yanına gittim. Gözlerini gözlerime sabitlemiş halde beni izliyordu aynı anda nefesler alıp veriyorduk. Bana bir adım yaklaşıp başını eğdiğinde nefesimi tutup gözlerimi kapattım. Deli gibi atan kalbim ile onun sıcaklığını hissederken o beklemediğim bir anda beni belimden tutup kaldırdı yanımızdaki atına oturtup atik bir hamle ile o da bindi ve son sürat atı koşturtmaya başladı. Fal taşı gibi açılmış gözlerimle onun sakallarına bakarken neden böyle yaptığını sorguladım kendimce.. Kolum onun heybetli göğsüne değiyordu iki kolu ile beni çevrelemişti.. Kokusu için ağladığım gecelere inat derin derin nefesler aldım buram buram güven kokuyordu.
Uzun süre sarsılarak ilerledik Topkapı sarayına gidiyorduk. Önümüzdeki insanları umursamadan hırsla atı sürüyordu. Tek düşüncesi annesini kurtarmak olan bu adamı kınamadım. İnsanlar yolumuzdan çekilirken halkı izledim. Herkes kendi halinde telaşla işini yapıyordu. Saraya yaklaştığımız an büyük saray kapıları açıldı at durmadı ve hiddetle has bahçe boyunca koşmaya devam etti, devasa saray avlusuna varınca Ahmed atın hızını yavaşlattı ardından tamamen durdurdu ikimiz de attan inip yürüyerek içeri girdik koridordaki herkes eğilip selam veriyordu. Sarayda huzursuz bir telaş vardı herkes endişe ile Valide sultan hakkında konuşurken ben etrafı ve insanları inceleyerek ilerledim. Harem binasına girip ezbere bildiğim koridorlardan geçiyorduk. Bir tarih öğrencisi olarak çok gelmişliğim vardı buraya. Hatta isteseler şimdi krokisini bile çıkarabilirdim ya orası ayrı.
Taşlığın önüne gelince duraksadım zira Valide sultanın odasına başka bir yoldan da gidebilirdik ama biz cariyelerin arasından geçecektik. Kapı ağası kapıları açmadan yüksek seste Ahmed'in adını zikretti. "Destur, Sultan Ahmed Han Hazretleri!" diye seslenince tüylerim diken diken oldu. O an oradaki herkes eğilerek selam verdi. Cariyeler kendi aralarında fısır fısır konuşurken beni görenler ise aynı anda kıskanç bakışlar atmaya başladılar. Beni tanımadan etmeden nefretle baktılar. Acımasızlık. Bu kadar kötü kalpli olmak en başta onlara zarardı.
Hızla ilerleyip ahşap merdivenleri çıktık ardından iki koridor bitirip Valide sultanın dairesinin kapısının önüne geldik. Kapılar cariyeler tarafından anında açılınca Ahmed hızla içeri girdi ve yatakta yatan Valide Sultan yani Zümrüt Şah sultanın yanına gitti bende çok beklemeden yanlarına ilerledim.
Bakışlarım anında yatağın köşesindeki hekim kadınları bulunca merakla onları inceledim kafa kafaya vermiş bir şeyler konuşuyorlardı telaşlı fısıldaşmalar arasında ben üstümdeki pelerini çıkarıp çantamla birlikte yanımdaki divana attım Validenin yanına ilerleyip diz çöktüm ve ona yaklaşıp nefesini kontrol ettim ardından bileğini tutup nabzına baktım, yavaştı. Tansiyonu düşmüş yani, ne iyi geliyordu? Tuzlu ayran mıydı?
"Nesi var validemin?" Ahmed endişeyle hekim kadına fısıldayınca kadın başını eğdi. "Hünkarım, biz muayene ettik Sultanımız yorgun düşmüşler. Dinlenmeleri kafidir."
Duyduklarım ile başımı kaldırıp onlara baktım Ahmed bana dönüp rahatlamış bir halde başını salladı. Hekimler zaten işini yapmıştı bana her türlü gerek yoktu zaten. Ama en azından bir yardımım dokunsun değil mi? Sessizce konuşmaya başladım "Valide sultanımıza tuzlu ayran verelim." ardından derin bir nefes alıp devam ettim. "Papatya çayı da yapılsın sultanımıza."
Cariyeler bir, bir isteklerini yerine getirmeye başladı. Ayağa kalkıp Ahmed'in yanına ilerledim. Merakla bana daha çok yaklaşıp konuşmaya başladı.
"Ne için istedin onları?" diyen Ahmede tebessüm ettim. Merakla beni izliyordu.
"Valide Sultanımızın tansiyonu düşmüş istediklerim ona şifa olacak."
"Tan-siyon?"
"Yani kalbi yorgun düşmüş. Nabzı çok yavaş. Zaten hekimler gerekeni yapmıştır ben sadece süreci kolaylaştırmak için istedim bunları."
O sıra kapı açıldı bütün istediklerim gelmişti. Ahmed'in yanından geçerek masaya ilerledim ve tepsideki bardağı alıp Valide Sultanın yanına gittim.
Hekimlere bakarak "Yardım eder misiniz?" dedim kadınlar dan biri yanıma gelip yüzüme baktı.
"Sultanımızın başını kaldırın. " Diyerek ona yaklaştım o kaldırdığında bilinci yarı açık olan Sultanın ağzını açıp ayranı içirdim.
"Valide Sultanım buyurun." Ben konuştuktan sonra zar zor birkaç yudum içti. Kendinde olmasına rağmen güçsüz düştüğü için baygın gibiydi. Bardağı kenara bırakıp bileklerinden başlayıp omuzlarına kadar masaj yaptım böylelikle kan akışı hızlanacaktı.
İşim bitince ayağa kalktım o sırada Hekimler Valide sultana gerçek bitkisel ilaçlarından içirmeye devam ettiler zira onlar zaten en başından beri ilgileniyordu. "Buyurun papatya çayını getirdim." arkadaki cariyenin sesi ile ona dikkat kesildim. "Valide sultanımıza kendine gelince içirin. " deyip yoldan çekildim.
"Şimdi ne olacak?"
"Dinlenmeleri gerek daha sonra kendilerine gelirler Hünkarım. Endişe gerektirecek bir durumda değiller merak etmeyin." Cümlelerim ile rahatlayarak derin bir nefes alıp başını olumlu anlamda salladı.
Bana yaptığım bir kaç şey hakkında soru sorunca onları cevapladım. Anlattıklarım hoşuna gitmiş olacak ki memnuniyetle dinlemişti. Sessizliğin arasında gülen gözlerine aşkla bakıyordum adeta, kendime hakim olamıyorum ki? Yıllardır hayalini kurduğum adam tam karşımdaydı! Ben hala ona sarılıp deli gibi ağlamadığım için kendimi tebrik ediyordum açıkçası.
Sırıtmama engel olamadım doğrusu bir günde iki defa sağlık durumunda yardım etmiştim. Umarım melek damgasına bir yenisi eklenmez..
"Akşam yemeğinde bana eşlik ederseniz beni çok memnun edersiniz." deyince hemen onayladım ne yapayım sevdiğim adamın teklifine hayır mı diyeyim?
Ahmed anında verdiğim cevaba sırıtarak gülümsedi ve eli ile köşede bekleyen bir kalfayı çağırdı. "Misafirimiz akşam yemeğine kalacak sofrayı hazırlayın."
Kadın eğilip "Sizin dairenize mi?" deyince kadınla beraber Ahmede döndüm 'Senin dairende mi?'
Ahmed başını olumlu anlamda salladı. "Evet, teras uygundur." Dedi beni incelerken. Öyle güzel bakıyordu ki sanki dünyadaki en değerli şey benmişim gibi..
Validesine son bir kez bakıp odadan çıktı bende eşyalarımı alıp arkasından çıktım yine taşlığın içinden geçerken herkes saygıyla eğilip ona selam verdi.
Tarih kokan koridorlarda ilerlerken ne konuşacağım diye harıl, harıl düşündüm gerçeği söylersem deli zanneder. Bir de deli damgası alırsam oh ne ala. Altın yol yerine diğer yoldan dairesinin olduğu koridora vardığımızda kapı ağaları sessizce kapıları açtı. Odaya girdiğimizde has odayı merakla inceledim. Büyük ve ihtişamlıydı sanki odada tekmiş gibi büyük bir rahatlıkla ilerleyip teras kapısını açtım tüm İstanbul ayaklarımın altındaydı sanki.. Denizde oyuncak gibi yüzen kayıklar, gökyüzünde uçan kuşların cıvıltısı ve denizin dalga sesleri tüm sıkıntılarımı alıp götürmüştü. Ellerimi korkuluklara dayayıp derin bir nefes aldım buram, buram İstanbul kokuyordu.. 16. Yüzyılda olsan da 21. Yüzyılda olsan da, İstanbul'un kokusu değişmiyordu işte.. Ha belki egzoz kokusu hariç.
İstanbul aşkların şehri, yüzyıllar boyu ne acılar ne sevinçlere şahit oldu bu şehir. Benim kederlerime şahit olmuştu şimdi ise ilk defa mutluluğuma. İstanbul bana bizi anımsatırdı her zaman. Birdi ama arasından koca bir deniz geçiyordu asla birbirine kavuşamıyordu ama birdi işte.. Aynı Ahmed ile ben gibi, birdik ama kavuşamıyorduk çünkü aramızda yüzyıllar vardı.
Arkamı dönüp tahtına oturan Ahmede baktım. Ayakta durup onu incelerken bakışlarım altından ezildiğini fark ettim. Ağır mı gelmişti ona olan sevgim? Yanındaki küçük divana geçip yavaşça oturdum ve kendime mani olamayıp bir kez daha kalbimdeki masum duygular ile ona baktım. Ruhumun, kalbimin, hayallerimin ve rüyalarımın sahibi tam karşımdaydı.
"Anlat bakalım." Demesi ile kendime geldim. Neyi? Oturup seni izlemek vardı konuşmaya gerek yok bence..
"Tam olarak neyi merak ediyorsunuz?" dedim ılımlı bir tonda. Soruları beni her an bozguna uğratabilirdi bu yüzden dikkatli olmalıydım.
"Yolun buraya nasıl düştü ve şu melek olayı tam olarak ne? "
"Emin olun bende bilmiyorum. Ama kader diyelim, imkansız bir isteğin gerçekleşmesi ile yolum buraya düştü. Diğer konuya gelirsek tek yaptığım atlar tarafından neredeyse ezilecek olan çocuğu kurtarmaktı ama görenler yaptığımı abartıp yaygarayı kopardı. Anlayacağınız melek falan değilim." dedim alaya karışık gülüşüm ile.
Melek damgasından kurtulduğuma göre artık rahatlaya bilirimdim. Ahmed anlayışla başını sallayıp güldü. "Merak etme cidden senin bir melek olduğunu düşünmedim. Ama bugün olaylar öyle bir gelişti ki içimde şüphe uyandırdın. En çok yardıma ihtiyacım olduğunda karşıma sen çıktın.. Ve kadere gelirsek, şükür ki kader seni buraya sürüklemiş." Son konuyu es geçmeye çalışarak gülümsedim, oraya girersek çıkamazdık Ahmed.
Günün yoğunluğunu düşünüce gülerek başımı olumlu anlamda salladım. "Hakkınız var zira kaderde varmış ki bütün rahatsızlıklar ardı ardına gerçekleşti."
Kısa bir sessizlikten sonra Ahmed iç çekerek ayağa kalktı bende ondan uzak kalmamak adına peşine takıldım. Dairesine girip yönlerimizi ayırdık, o kitaplığına ilerlerken ben masasının başına geçtim parmaklarımı narince kitapların üzerinde gezdirip birinde durdum. Kitabı alıp açtım ve göz gezdirmeye başladım bunlar şiirdi Fatih Sultan Mehmet Hanın yada mahlası ile Avni'ye aitti. Kalbimdeki sızlayışın nedeni zamanında aşkla okuyup Ahmedi düşlediğim şiirler vardı aralarında.. Acı bir tebessüm ile kalbime en çok dokunan şiiri bulup okumaya başladım.
"Aşk ile viran iden gönlini ma'mûr istemez
Hâtırın mahzûn iden bir lahza mesrur istemez
Hâk-sâr olup hevâ ile gubâr olan gönül
Hâk-i râh-ı yârdan bir dem özin dûr istemez
Birden şiire Ahmed melodik sesi ile devam etti.
Hoş gören âkil fena tavrını şöhret gözlemez
Künc-i uzlet isteyen kendüyi meşhur istemez
La'l-i nâba meyi kılmaz bağrını pür-hûn iden
Dâmenin pür-eşk iden lü'lü-yi menşur istemez
Aşk nakdi bir hazînedür ana yokdur zeval
Mâlik olan 'Avniyâ bir gence gencûr istemez"
Şiiri bitirdikten sonra odada derin bir sessizlik hakim sürdü bana olan bakışları yoğunlaşınca içimin sızladığını hissettim o an.. Keşke dedim keşke benim var olmam gereken zaman bu zaman olsaydı.. Keşke yıllarca acıyla seni beklemeseydim de hep burada olsaydım.
"Gönlünü aşk ile viran eden bir daha onun şen olmasını istemez
Senin aşkının derdi ile üzüntü çeken bir an bile mutluluk istemez
Hava ile toprağa karışıp toz gibi savrulan gönül
Sevgilinin yolunun toprağından bir an bile kendisi uzak olsun istemez
Ey Avni! Aşk parası yok olmayan ve tükenmeyen bir hazinedir
Ona sahip olan başka bir hazinenin bekçisi olmak istemez
Aşk yüzünden fena halleri has gören akıllı kişi şöhret peşinden koşmaz
İnsanlardan uzak yaşamayı seven meşhur olmayı istemez
Bağrını kanlar içinde bırakan kimse kırmızı dudaklara ilgi duymaz
Eteğini gözyaşı ile dolduran da dizi dizi inci gibi dişler istemez
Ey Avni! Aşk parası yok olmayan ve tükenmeyen bir hazinedir
Ona sahip olan başka bir hazinenin bekçisi olmak istemez"
Şiiri Osmanlı Türkçesinden Türkçeye çevirip bir kez daha okudum kendime. Yüreğimdeki yangını yazmıştı sanki..
Titreyen ellerim ile kitabı geri yerine bırakıp arkadaki Kitaplığa ilerledim bakınıyormuş gibi yaparken kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. Kendimi hep geçmişe ait hissetmiştim hep Ahmede ait.. Onu tanımasam da bilmesem de varlığı ile varlığımın, kaderlerimizin bir olması için olduğuna inandım hep. Aileme küçükken bundan her bahsettiğimde bunların benim hayal ürünüm olduğunu ve ne kadar hayalci bir çocuk olduğumu söylerlerdi. Hislerimi anlatsam da dinlemezlerdi, dedem hariç o bana küçüklüğümden beri merakım üzerine eğitim verirdi. Ana dilim gibi Osmanlı Türkçesi bilmem onun sayesinde diyebilirim.
İç çekip duraksadım ben hayallerime, asla olmayacak dedikleri hayallerime kavuşmuştum. Buruk bir gülümseme ile Ahmed'in yanına kitaplığa geçerken merakla göz gezdirdim bunların neredeyse çoğu müzelerde sergileniyordu yani 21. Yüzyılda. En üstteki lacivert ve açık yeşil desenli kalın kitaba ulaşmaya çalışırken dengemi kaybettim ve fal taşı gibi açılmış gözlerimle yere düştüm. Dizilerdeki gibi kimse beni tutmadı ne yazık ki. Acı ile yüzümü buruşturup inledim. Kalçamı kırmış olabilirim. Yanıma gülerek gelen Ahmedi görünce sinirim bozuldu ve bende gülmeye başladım rezillik. Kahkahalar ile gülerken bana elini uzatınca tereddüt etmeden tuttum bu fani dünyada beni koruyabilecek tek kişi oydu. Ruhumu ona bağlamışım ya ben.. Kâlû Belâ'dan beri onundum o da benim.
Elini hissederek tuttum ve ayağa kalktım. Güven dolu gülüşünün ardından konuştu. "Hangisini istiyor sun?" Dedi neşeli bir gülüş ile. Halime gülmeye devam ederek cevapladım. "Koyu mavi olanı üstünde yeşil desenler var."
Kolayca uzanıp kitabı aldı inceledi sonra sırıttı, niye bu kadar çok gülüyordu bu adam? Hoş ne bekliyordum ki? Somurtkan bir padişah mı? İnceledikten sonra bana verdi üstünde bir şey yazmıyordu bende ilk sayfasına açtım baktım boştu diğer sayfalarda öyle.
"Bu boş. "
"Boş mu?" Deyip eline aldı ve sayfalarını karıştırdı. "O zaman al senin olsun benden sana küçük bir armağan."
"Gerçekten mi? Çok teşekkür ederim.." Deyip mutlulukla gülümsedim.
"Hünkarım, rica etsem bu deftere benim için bir şeyler yazar mısınız?" Onun ve bu olayların gerçekliğine bir kanıtım olmalıydı yoksa delirme ihtimalim vardı.
Şaşkınca güldü ve başını olumlu anlamda salladı. "Tamam."
Masasına geçip sandalyeye oturdu ve kuş tüyünü mürekkebe batırdı ilk sayfasına açıp uzun bir süre düşündü ardında yazmaya başladı. Yazarken gözlerime yoğun bakışları ile bakması beni yerle yeksan ediyordu en sonunda yazdıklarının altını yüzüğü ile mühürlendi. Mührün sesi kulaklarımda yankılanırken zamanın durmuş olasılığı vardı çünkü o derin gözlerini gözlerime dikmiş gülüyordu. Uzun bir süre böyle durduk. Ruhumun yaraları kapanıyordu gülüşü ile.
Yanıma gelince iç çektim kokusu ciğerlerimi bulunca gülümsedim. Defter var saydığım kitabı elime verip gülümsedi bende defteri çantama koyup yanına gittim. O sıra kapı tıkandı. Ve sultan gür ve sert sesi ile "Gel!" Dedi. Deminki sesi ile zıttı. Kendini bana açmıştı.. İçeri kapı da ki kırmızı kaftanlı ağa girdi yani kapı ağası. Eğilip selam verdikten sonra konuşmaya başladı. "Hünkarım sofranızı terasınıza kuruyor."
"Ala." Ahmed'in onayından sonra ağa odadan çıktı.
Burukça Ahmede baktım. Doya doya izlemek istedim o an.. Belki burada oluşum geleceği değiştirecekti.. Belki şimdiyi. Bu hiç umurumda değildi zira şu an tek dilediğim bu adamı kitaplardan öte tanımaktı. Tarihte ne yazdığı umurumda değildi o an. Onun gerçek yüzünü görüyordum ben.. Hayallerim gibi yalan değildi şu an. Bunlar gerçekti o gerçekti ve en önemlisi bu rüya değildi.
Ben odanın ortasında öylece dikilirken o çoktan terasa çıkmıştı. İçeri rüzgarla esen deniz kokusunu ciğerlerime kadar çektim işte huzur dedi ruhum. Benliğim yıllar sonra ilk defa kendini bu kadar huzurlu ve ait hissetmişti. Olmam gereken zamanda, yerde ve doğru kişiyleydim. Göz yaşlarımı yine tutamayıp iç acıtan sessizliğim ile ağlamaya başlamıştım.. Sulu göz olduğumdan bahsetmeme gerek bile kalmadı değil mi?
Ahmed'in bana seslenişi ile kendime gelip göz yaşlarımı sildim ve peşinden terasa çıktım o tahtına ben yanındaki divana oturdum sofra hızla doluyordu sarmalar, börekler, çorbalar, pilavlar, içli köfteler türlü türlü Türk mutfağı usulü yemekler ve etler vardı bıldırcın, kuzu eti yahu bir kuş sütü eksik ve yanımıza sürahi ile süte ben- Hadi canım!
Kuş sütü kız bu. (!)
Şaşırtıcı ben şerbet beklerken hah o da geldi... Kendi kendime şok geçirip konuşurken bakışlarımı Ahmede diktim. Hüzünle karışık sevgi ile beni izliyordu. Ona dönüşüm ile bakışlarını çekti. Kısa sürede teras bomboş kalınca Ahmed çorbasını içmeye başladı bende ardından başladım. Ani duygu değişikliğim ile başa çıkamıyordum bir günde hayatım tepetaklak olmuştu. Bu göz yaşları bir ömrün acısını çıkarıyordu, evet vakti zamanında gelecekte iken dik durdum acımı kendim yaşadım ama buraya geldiğim gibi elimdeki ipler kopup gitmişti. Kimse beni yargılayamazdı. 'Neden bu kadar çok göz yaşı döküyorsun, değmez.' diyemezdi. Kimse benim ne yaşadığımı bilemez, anlayamazdı. Ha oldu da anladı, bu yüklerin altında ezilen beni kurtaramazdı. Zira bu Allah ile benim aramdaydı.
Çorbamızı bitirip ana yemeklere geçtik tabi o da başladı bana yeniden sorular sormaya. "Anlat bakalım ailen nerede?" Ailem? Onlar yazlıkta... Bunu diyemeyeceğime göre.
"Vefat Ettiler.."
"Özür dilerim ben düşünemedim başın sağ olsun.. Mekanları cennet olsun."
"Amin.. Sorun değil, nereden bilebilirdiniz ki?"
"Peki ailen ne iş yapardı nasıl öldüler?"
"Validem hekimdi babamda öyle. Deniz kazasında vefat ettiler. " Uydur kızım uydur nasıl olsa bilemezler.. Bu yalanlar günah sayılmaz inşallah. Halime bak ya..
"Anladım.."
20 yaşında tahta çıkan Sultan Ahmed, babası Sultan Mustafa'nın vefatı, seferde şehit düşmesi ile tahta çıkmıştı. Bu koca yükü da 20 yaşında sırtlamıştı.. Uzun süre o anlattı ben dinledim keyifle yemeğimizi bitirdikten sonra tatlılar geldi.
*
Has odadan çıkıp sarayın koridorlarında has bahçenin yolunu tuttuk. Hava çoktan kararmaya başlamıştı bile. Ahmed'in ağaları ve bostancıları arkamızdan geliyordu. Güller ve çeşit çeşit çiçekler arasından çıkıp boş bir alana geldik bomboş çimenlik alanda birden yanımıza 2 atla seyisler geldi.
Şaşkınlıkla Ahmede dönünce bu neyin hızı yiğidim dememek için kendimi zor tuttum. Resmen hayallerimden biri daha gerçekleşiyor. Biri kömür karasıyken diğeri altından daha parlak kahve rengiydi.. İkisinde öyle zarif öyle kudretli gözüküyordu ki bu tüylerimi diken, diken etmişti. Gülerek yanlarına ilerledim. Siyah olan atın gözlerine bakıp gülümsedim sonra elimi uzattım uysal bir şekilde kokladı ve zararsız olduğumu anladı. Onu güzelce sevmeye başladım.
"Atları sever misin?"
"Ben bütün hayvanları severim." diye fısıldadım. Ahmed'in yanıma gelişi ile sıcaklığını hissettim. Ne güzeldi onu hissetmek. Ben yıllarca ölü bir adamı severken her gün kalbimde bir yarayla yaşarken bu gün Rabbimin bana sunduğu mucize ile onu nefes alırken bulmuştum. Zamanda yolculuk.. Tayyi zaman.. Yada benim değimim ile sevdiğine kavuşmak. İkimiz de atı severken arada ellerimiz birbirine değiyor beni benden alıyordu. Tesadüfler sıklaşınca bunların tesadüf olmadığını anladım. Genç adam bu garip kıza çekiliyordu..
Uzun süre durduğumuz yerde atları sevdik elma, havuç, şeker vererek onlarla daha sıkı bağ kurduk. İçim fazla ısınmıştı bu ata. Gülerek yelesini tararken ona binip bir olmak için çırpınıyordum adeta. Artık daha fazla dayanamayıp "Binelim mi?" dedim sabırsızca.
"Ata binmeyi biliyor musun?" dedi alayla. Ah Ahmed.. "Evet. Mükemmel olmasam da çok bindim." dedim heyecanla. Bunun üzerine "Tamam." dedi pes etmiş gibi.
Hızla atın yanına geçtim ve dizginleri tutarken sağ ayağımı ilk önce geçirdim ardından zıplayarak sol ayağımı diğer tarafa geçirdim dizginleri elime alıp çoktan ata binmiş Ahmede baktım. Geniş gülüşü ile başındaki kavuğu çıkardı ve yerini alan ay ışığının altında altın gibi parlayan ipek saçlarımı karıştırdı. O an özgürlüğüne adım atmıştı. Hadi hareketi ile ormana doğru ilerlemeye başladık.
Kararmış havada ayın parıltıları ve alev alev yanan meşalelerin ışıltıları vardı. Uzun süre ormanlık gibi olan alanda ilerledik. "Adı ne?" dedim merakla tabii sessizliği çığ gibi bozmuştum. Bakışlarım Ahmede kaydı. "Daha adı yok." demesi ile heyecanla lafa atladım. "Gece, adı Gece olsun." dedim hızla.
Günün en sevdiğim kısmı geceydi. Kendimi dinleyebildiğim, anlayabildiği, sevebildiğim tek zamandı. Ve bu zaman diliminde hep bir gün bulabileceğim adam için hayaller kurar dua ederdim. Ve ben bu canlıyı gece gibi sevmiştim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top