18. Bölüm

Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.

Düzenlendi.

Gözlerim kararırken son gördüğüm laciverte boyanmış suydu lakin gözlerimin önündeki perde yeniden aralandığında saliselik bir anda karşıdan bana doğru yürüyen insanlar gördüm, Esma Sultan sarayının birkaç sokak ötesindeki caddeyi görmem ile çığlık atarak suda çırpınmaya başladım. 

Yalvarırım...

Korkuyla kendime geldiğimde çok geç olmuştu. Dibe batıyordum... Boğulduğumun farkına size yemin ederim daha yeni varmıştım. En sonunda bedenim felçten çıkmış emirlerine itaat etmeye başlamıştı. Sanki birileri tarafından boğazım, kalbim ve ciğerlerim sıkılıyormuş gibiydi ve ben yukarı çıkmak için çırpındıkça daha çok dibe batıyordum.

Gözlerim hiç bir şey görmez olurken duyduğum korna sesi ile ruhumun etrafında ferah bir esinti esti ve beyazlık gözlerimi kör ederken ben içimdeki savaşta yalvarıyordum yaratana, gitmemek için çaresizlikle yalvarıyordum... Yükselen insan sesleri ile bir anda bir el elimi tuttu ve ben kudretli bir güçle yukarı doğru çekilmeye başladım. Elimi tutan eli nerede olsa tanırdım. Ahmed beni kurtarıyordu. Beni gelecekten tutup çekiyordu. Parmaklarımı parmaklarına daha çok kenetlediğimde çoktan onun hizasına gelmiştim, karanlıktan hiç bir şey belli olmasa da onun gözlerindeki parıltıları görebiliyordum. Kurtarmıştı beni. Ruhumdaki ferahlık anında yok olurken insan sesleri sustu yerini dalgaların deldiği sonsuz sessizlik kapladı. Geleceğe gitmekten kıl payı kurtulduğumu fark edince dehşet bir korkuyla nefes aldım lakin ciğerlerime oksijenden ziyade acı deniz suyu doldu.

Ahmed kollarımı tutup beline sıkıca sardı ve iki kolu ile yukarı doğru yüzmeye bizi yüzeye çıkarmaya başladı. Karanlıktan çıkarken gökyüzünün büyülü ışıkları yeniden suda görünür olmuştu. Vücudumu soğuktan hissetmesem de en azından hareket ettirebiliyordum. Suyun yüzeyine çıkmamıza ramak kalmışken Ahmed kollarımdan tutup beni kendinden önce yukarıya doğru itti. Sudan çıktığım gibi delice öksürmeye başladım, nefes almaya vakit bile vermeden deli gibi öksürüyordum.

Ahmed de sudan çıkınca derin bir nefes aldı ve beni kendine çekip kollarımı boynuna dolamama izin verdi. Tamamen ona yaslanmış halde nefes almaya çalışıyordum. Ağlayarak nefes almaya başlayınca başımdaki ve genzimdeki iğrenç sızılar ve ağrılar yüzünden bayılacak hale gelmiştim. Burnuma kaçan su sanki tüm beynimi dolaşıyor ve öksürmekten midem bulanmıştı. Elimin ayağımın dermanı gitmiş deli gibi titriyordum.

"Hilal iyi misin!" Ahmed'in korku dolu sesi ile ağlayışım şiddetlendi. Resmen geleceğe gitmeme ramak kalmıştı! Ahmed'ten ayrılıyordum az daha! Allahım yalvarırım bana bunu reva görme!

"Hilal? Cevap ver lütfen?"

"Hilal! Hilal kendine gel! " Ahmed'in geceyi delen bağırışı ile sonunda dehşetin pençesinden kurtulup kendime geldim ve "Ahmed!" diyerek ona daha çok sarıldım.

"Çok korkuyorum Ahmed resmen, resmen gidiyordum! Resmen senden ayrılıyordum! Çok korkuyorum Ahmed! Beni bırakma lütfen! Ben sensiz yapamam!" Çığırından çıkmış düşüncelerim benden habersiz dudaklarımdan firar ederken yaşadığım korku daha da çok şiddetlenmişti. Onu kaybetme düşüncesi ruhumu sıkıştırıyordu adeta. Onu bir daha görememe fikri dahi ölümden beterdi.

"Hilal sakin ol bak buradasın, benimlesin!" Dediklerini duysam da algılayamıyordum zira tek düşüncem o olmuştu ve aklım kendini kapatmış halde duraksamıştı.

"Ahmed beni bırakma..." Belki de onuncu defa tekrarladığım cümle geceyi acımasızca delip uçsuz bucaksız evrende yankılanıyordu. Ahmed denizdeki hafif dalgalara karşı kolayca yüzerek uzağımızda kalan kayığa ilerliyordu. Dakikalar sonra susmaya başladığımda yavaş yavaş sakinleştiğini anlamıştım. Gözlerim gökteki milyonlarca yıldızın arasında kalbimi yakan hilalde takılı kalınca nefesimi tuttum. Gözlerimi hızla kapatıp dua etmeye başladım.

Sanki hilale bakarsam bir şey olacakmış gibi hissediyordum. Delice gelebilirdi ama şu an her şeyden korkuyordum.

"Hilal? Tutuna bilir misin?" Ahmed'in anlayışlı sesi ile gözlerimi açınca kayığa vardığımızı anladım. Başımı olumlu anlamda sallayıp teknenin oyuğuna tutundum. Ahmed beni yavaşça bırakırken kalbim korkudan hızlanmaya başlamıştı. Suyun tenime değişini yeni yeni hissediyordum, tuzlu su bedenime merhem olurken ciğerlerime olamamıştı. Yuttuğum yakıcı deniz suyu boğazımı ardından midemi fena halde yakmıştı. Sersemlemiş bir haldeydim hem etraf zifiri karanlıktı hem başım olayın şoku ile şiddetle dönüyordu.

Dalgaların bedenimi sarsması başımı döndürüyordu, benliğim yalpalayarak adeta suda süzülürken parmaklarım korkuyla oyuğa daha sıkı tutundu. Ahmed atik bir hareketle kendini tekneye attığında vakit kaybetmeden beni tutup yukarı çekti. Bununla beraber dengemizi sağlayamayarak tekneye düşmemiz bir olmuştu. Anında Ahmed'e sıkıca sarıldım onun varlığını hissettikçe rahatlıyordum. Adrenalin bedenimi yavaş yavaş terk ederken bedenimde ki bütün acıları tek tek hisseder olmuştum.

"Hilal?"

"Ahmed?"

"İyi misin?"

Islak saçlarımda dolanan parmakları ve içimi ısıtan sesi beni yatıştırmaya başlayınca rahatlıkla derin bir nefes aldım. Varlığını hissettikçe kalbim geri ritminde atmaya başlamıştı. Donmama rağmen onun sarılışı, sahiplenişi beni ısıtıyordu. Güvende hissediyorum. Islak bedenlerimiz gecenin keskin soğuğunda donarken biz kılımızı dahi kıpırdatmadan öylece yatıyorduk. Kayığın köşesinde bulunan mum biraz olsun geceyi aydınlatıyordu. Onun nefes alırken inip kalkan göğsü, kulağımın dibinde atan kalbi her şeye değerdi.

"Hilal? İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?" cevap vermeye gücüm olmadığı için sadece başımı olumlu anlamda sallayıp gözlerimi kapattım. Uyku bu soğukta o kadar tatlı geliyordu ki şuracıkta uyuya kalabilirdim.

Dalgaların bizi hafifçe sürüklediğini hissediyorum nadiren yükselen martıların çıkardığı seslerle birlikte kıyıya vuran dalgaların sesi en güzel müzik olmuştu. Kalbim aniden sıkışınca aklımdakiler dudaklarımdan firar etti.

"Beni kurtardığın için teşekkür ederim.. Nasıl oldu anlamadım bir anda bedenime söz geçiremedim. Eğer sen elimi tutmasaydın belki de ben şu an yok olmuş olacaktım..."

Ahmed sesimi duyduğu için rahatlamışçasına iç çekti ve konuşmaya başladı. "Hilal suyun altında neler oldu? Ben korkudan düşünemez haldeydim seni, seni denizin dibine doğru hareketsizce indiğini görünce senin öl-" Gerisini getiremeyip yutkundu ve titrek bir iç çekti. "Çırpınmıyordun bile? Nasıl düştün denize?"

"Dengemi kaybettim sonra kendimi batarken buldum. Felç geçirmiş gibi bedenime söz geçiremiyordum... Hareket dahi edemiyordum. Bir an geleceği gördüm Ahmed. Sen elimi tutmasaydın belki de ben-" Lafımı beni daha sıkı saran kolları kesmişti. İyi ki de kesmiş yoksa şimdi hüngür hüngür ağlıyor olurdum.

Ahmed anlamaya çalışıyordu. Sanki tek tek kafasında hesaplıyor, düşünüyor ve anlamaya çalışıyor gibiydi. Her şeye rağmen hala beni bırakmıyordu.

Soğuktan mı yoksa korkudan mı bilemem ama deli gibi titriyordum. Ahmed bunu fark etmiş olacak ki doğrulup beni karşısına oturttu ve yüzümü avuçlayıp alnımı öptü ardından hızla kürek çekmeye başladı. Fazla uzun sayılmayacak sürede bir yapıya yaklaştık. Karanlıkta nereye geldiğimizi anlamasam da daha sonra Kız kulesine geldiğimizi fark ettim. Ahmed tekneyi iple kayaların birine bağlayıp kayalıklara çıktı ve bana elini uzattı.

Yardımı ile küçük adacığın üstüne ayak basınca derin bir nefes aldım. Karaya ayak vurduğum için çok mutluydum doğrusu zira uzun bir süre denizin adını dahi duymak istemiyordum. Birden karanlık kulenin eski kapısı gıcırdayarak açılınca korkuyla Ahmed'in arkasına saklandım. Bunu hiç beklemiyordum burada birinin olabileceği fikri aklıma dahi gelmemişti. Tabii bu haldeyken aklıma hiç bir şey gelemezdi ya orası ayrı.

Kuleden elinde yeni yakılmış mum ile 25 yaşlarında uykulu bir adam çıkınca anlamayarak Ahmed'e baktım. Ahmed ise gülerek adama bakıyordu. Adam uyku mahmurluğundan uyanınca Ahmed'e fal taşı gibi açılmış gözleri ile baktı ve hızla eğilip selam verdi ardından şaşkınlıkla kekeleyerek Ahmed'e seslendi. "H-hünkarım?"

"Yavuz." Ahmed ise bir o kadar sakinlikle ve sanki demin ben boğulmamışçasına keyifle ona adıyla cevap vermişti. Demek Yavuz muş adı. Bir dakika.. Bu Yavuz gök bilimci olan hani Müslüman Türk bilgini olan Yavuz Çelebi miydi! Hadi canım! İçimde oluşan heyecan ile başımı Ahmed'in arkasından çıkarıp bende Ahmed'e seslendim. "Hünkarım?"

Yavuz ağa beni fark etmesi ile başımı yana yatırıp bana baktı. Absürt bir durumun içindeydim. Bunu hiç beklemiyordum. Bu dönemin en bilgili bilim insanlarında birini canlı canlı görüp tanışmayı hiç beklemiyordum!

Yavuz Çelebi gelecekte çoğu buluşu sayesinde gizem yaratan bir bilim insanı olmuştu. Gerçekten yapıp yapmadığı merak edilen onlarca kayıp buluşu vardı. Tabii şu anda daha yolun başında olmasına rağmen çoğu icatlarının temelini bu yaşlarda atmıştı.

"Tanıştırayım Hilal, bu Yavuz Çelebi, Yavuz bu Hilal." Ahmed'in arkasından tamamen çıkıp adamı baştan aşağı süzdüm ve mırıldandım. "Merhaba."

"Merhaba. Hünkarım siz iyi misiniz?"

Gecenin yarısında iki sırılsıklam olmuş insana başka ne denilebilir ki? Kısa bir sessizlikten sonra Yavuz Çelebi benim deli gibi titrediğimi fark etmiş olacak ki şoktan çıkıp hızla kuleye doğru işaret edip "Buyurun geçin." dedi.

İçeri ilk Ahmed ardından ben girdim sıcak hava tenime nüfus ettiği gibi mayıştım. Gözlerim loş ışıkta etrafı incelerken etraftaki ve tavandan sarkan bin bir türlü icatta takılı kaldı. Resmen bilim müzesine düşmüştüm. Elbisemden damlayan suları fark edince durdum ve geri çekildim. Etrafı batırmak istemezdim.

"Hünkarım siz iyi misiniz? Yüzerek mi geldiniz bu ne hal?" Adamın duyduğu endişe buradan hissediyordu. Köşede olan kapıya koşup kaçtı ve içeri girdi kısa sürede elinde iki battaniye ve erkek kıyafetleri ile geldi.

"Buyurun. Ben şömineye biraz daha odun atayım." Uzattığı battaniyeye sıkıca sarılıp ateşin önüne geçip yere diz çöktüm. Ahmed ise elindeki elbiseleri işaret edip.

"Kuru kıyafetler üzerimizdekinden iyidir ha? Hadi şu odaya geçte değiştir üzerini hasta olma. Daha sonra kıyafetleri ateşin üstünde kuruturuz."

İstemeye istemeye yerimden kalktım ve battaniyeyi yere koyup Ahmed'in yanına ilerledim. Bana uzattığı beyaz gömlek ve şalvarı havaya kaldırıp güldüm. "ben bunların içinde kayıp olurum ama hasta olmaktan iyidir."

Titreyerek Ahmed'in işaret ettiği odaya girdim ve kapıyı kapattım. Burada tek kişilik bir yatak İçeridekinden nazaran daha küçük bir çalışma masası, dolap ve kitaplık vardı.

Vakit kaybetmeden kapının önünde hızla kaftanımı çıkarttım. Dönemin iç çamaşırları ile kaldığımda hızla gömleği giydim dizlerimin altına uzanan bu dev gömlek elbise niteliğindeydi benim için. Şalvarı kolaylıkla giyip başımdaki ıslak örtüyü çıkardım ve suyunu sıkıp belime kemer edasıyla dolayıp düğüm attım. Babasının kıyafetlerini giyen küçük bir kız çocuğu gibi göründüğüme adımı basarım! Saçlarımı açıp parmaklarım ile taradım ve hızla örgü örüp kıyafetlerimi topladım ardından odadan çıktım. Çıktığım gibi üzerini çoktan değiştirmiş masada Yavuz ile kağıtları inceleyen Ahmed ile karşılaştım. Üzerinde siyah gömlek ve aynı renkte şalvar vardı.

Birden bütün gözler beni bulunca tebessüm ederek ateşe ilerledim ve elbiseyi uygun bir yere serdim. Yere oturup battaniyeyi bedenime sardım ve alevleri izlemeye başladım. "Hünkarım bu saate beni ziyarete gelmenizi neye borçluyum?"

"Sana bir hususta danışmaya geldim." Merakla arkamı dönüp ikisini izlemeye başladım. Hangi konu da acaba?

"Tayyi zaman hakkında ne biliyorsun?" Şok ile ayağa fırlayıp onlara yaklaştım. İkisinin bakışları yeniden beni bulunca bu sefer yüzümde korku vardı.

"Tayyi zaman? Hünkarım siz bu konulara pek inanmazdınız? Ne oldu da fikriniz değişti?"

Ahmed zamanda yolculuğa inanmıyor muydu? Ama benim için inanmıştı.

"Oldu bir şeyler... Sence bu mümkün mü mümkünse geri dönüşü var mı?"

Yavuz Çelebi düşünceli bir ifadeye takınıp derin bir nefes aldı ve masanın üzerinde bulunan bir yığın kalın kitapların arasından bir kitap çıkardı. Tozlar havada uçuşunca ağzımı ve burnumu örttüm. Kitabı açıp eski yırtık sayfalarda dolaşmaya başladı.

Ahmed de onun yanına geçip sayfaları inceledi. Ben dona kalmış halde olduğum yerde duruyor onları izliyordum. Yavuz Çelebi, Ahmed'e benim bildiğim ve ona çoktan anlattığım her şeyi tekrarlayınca Ahmed parmaklarını masada ritmik şekilde vurmaya başladı. Ardından sessizliği mırıltıları bozdu. "Bunları zaten biliyorum... Daha farklı bilgiler yok mu?"

Yavuz şaşkınlık içinde gözlerini büyüttü ve başını eğdi. "Maalesef elimde bunlardan başka bilgi yok. Zaten hakkında çok fazla bilgi bulabileceğiniz bir konu değil Hünkarım. Kur'anı Kerimde geçen sureler ve hikayeleri biliyorsunuz.. Belki halk arasındaki efsaneler işinize yarar."

"Tamam.. Sağol Yavuz."

"Ne demek hünkarım. Benim için bir zevk."

Ahmed'in parlayan hareleri benim donmuş gözlerimi bulunca yalpaladı. Korkmuştum sırrımı söyleyecek diye. Biliyorum söylemez ama yine de korkmuştum... Başkaları beni deli sanır inanmazdı ki? Herkes o değildi. Olamazdı da.

Bakışlarımı yavaşça masaya indirip masanın üstünde olan taşları incelemeye başladım. Bir kaçını tanımam ile onlara tek tek dokundum.

"Akik.. Genel koruma ve iyileşme taşıdır. Cesaret, özgüven ve enerji verir." mırıldanışım üzerine Yavuz yerinde kıpırdandı ve bana merakla bakarak "Şifalı taşları biliyor musunuz?" diye sordu. Ahmed de merakla bana bakınca omuzlarımı silktim ve "Bir kaç tanesini.." deyip bir başka taşı işaret ettim.

"Yeşim taşı.. Bilgelik, merhamet, insaniyetlik, cömertlik, huzur ve uyum taşıdır. Mücevher olarak takıldığı zaman koruyucu ve şans getirici özelliğe sahiptir."

Yavuz eline kalem ve kağıt aldığı gibi hızla yazmaya başladı. Gözleri fıldır fıldır taşları gezip resimlerini çizdi. Ahmed gülerek yanıma geldi ve Ametist taşını işaret etti. "Peki bu ne? Çok güzel görünüyor."

"Ametist.. Gerçekçi rüya görümünü arttırır. Ruhunuzdaki sıkıntıyı atmanıza yardımcı olur, sakin, dingin olmanızı sağlar."

Yavuz hızla transparan bir taşı işaret ettiğinde başımı olumsuz anlamda sallayıp "Bilmiyorum." dedim. Yavuz mırıldanarak ya bu dediğinde gösterdiği taşa baktım ev arkadaşımın hep taşıdığı taştı, bazı sağlık problemlerine iyi geliyordu.

"Altın Renkli Yıldıztaşı.. Gerginliği ve mide problemlerini azaltır."

Ahmed'in gözleri pembe Morganit taşında takılı kalınca içten gelen gülüşümü tutamadım ve seslice güldüm. Morganit taşını elime alıp Ahmed'in avucuna koyup ellerimizi birleştirdim.

"Morganit.. Aşk, empati, sabır ve şefkati sağlar. Duygusal kişiliği iyileştirir."

Gülümseyen gözleri içimdeki tüm sıkıntıyı alınca derin bir nefes aldım. Burnuma dolan tuzlu deniz suyu boğazımı yakmıştı ama bir o kadar beni ferahlatmıştı.

"Peki sağlık için iyi gelen başka taş var mı burada?" Yavuzun sorusu ile karman çorman olan taşlara göz gezdirdim gözüme yeşil Peridot taşı takılınca boş elimle onu işaret ettim.

"Peridot taşı sinir, korku ve gerginliği azaltır. Sindirimi düzenler ve uykusuzluğa karşı yardımcı olur."

"Peki başka!"

Masada kalan 50 den fazla taşa baktım ve "Bilmiyorum bunları." dedim.

"Teşekkür ederim." dediğini duydum ama pek karşılık beklemediği belliydi. Kafasını defterine gömüp işlerine devam etti.

Ahmed ile masadaki diğer ilginç eşyalara bakıp ne olduklarına dair fikir yürüterek yarım saat geçirdik. Sohbet sarınca üçümüzde kuleden çıkıp kayalıklara güzelce yerleştik ve karanlıkta Yavuz bize planladığı bazı deneyleri anlattı tabi ara ara susup Ahmed'e baktı ve ondan onay almak istedi bunun üzerine bir süre sonra Ahmed dayanamayıp Yavuz'a yapmacık bir sinirle "Yavuz şu anda karşında Padişah Ahmed yok. Senin dostun Ahmed var." dedi.

Yavuz oflayarak gök yüzüne baktı "Zamanında bana kendini direkt padişah olarak tanıtsaydın böyle bir ikileme düşmezdim."

"Ne oldu ki?" Bodoslama aralarına dalıp geçmişi kurcaladım.

"Ahmed ile daha 2 yıldır tanışıyoruz. İlk tanıştığımızda onu normal halktan biri olduğunu sandım çünkü bana hiç kendinden bahsetmedi bahsetse bile yalan söyledi. Bir yıl boyunca ben onun Hünkar olduğunu bilmeyerek arkadaş olduk. Sonra bir gün Ayak divanına en önde katıldığımda hayatımın şokunu yaşadım. Tahta oturan padişah kim olsun!?"

"Ahmed!" deyip güldüm.

"Ta kendisi, bana orada bir inme indi divanın sonuna kadar öylece kaldım. Tabii bu süre zarfında gözlerimin önüne laubali konuşmalarım geliyor... Ha dedim kellem gidecek! Bu sefer kesin! Resmen ecel terleri döktüm. Tabii Ahmed daha sonra bana her şeyi anlattı özür diledi ama ben pek yüz vermedim."

Yüz mü vermemiş?

Hee... Buna mı takıldın?

"Ee sonra?"

"Sonra aramız yeniden düzeldi. Gördüğün gibi el bebek gül bebek geçiniyorum, hünkarımızın yardımı olmasa icatlarım ve buluşlarım kağıt üstünde kalırdı."

Ahmed gülerek Yavuzun omuzunu sıktı ve "Hakkını yemeyelim Yavuz Çelebi! Başarıların, yeteneklerin, ilmin ve düşüncelerin bizim için çok kıymetli. Osmanlı imparatorluğunun böyle değerli isimlere sahip olması çok özel. Doğruda doğru gelecekte adın tarih ve bilim kitaplarında yazılı olacak değil mi Hilal?"

"Hı hı aynen." Gözlerimi fal taşı gibi açıp Ahmed'e şaşkınlıkla baktım. Neden dercesine kaşlarımı çatınca o gülerek göz kırptı.

Tabi benim içim eridi...

"Gelecek! Hayal dahi edemiyorum sultanım. Kim bilir nasıl icatlar olacak... Mesela insanlar havada araçlarla uçabilecek mi? Kuşlar gibi rüzgarın yardımı ile?" Yavuzun parlayan gözlerini görünce gülümsedim hiç bir zaman böyle zeki olamadım. Cidden adam yüzyıllar sonra olacak bir aracı hayal etti. Vay anasını!

"Kim bilir? Belki geleceğe kalmaz ve sen yaparsın?"

Keşke uçak mühendisi olsaydım o zaman bütün bilgileri verirdim!

Zekaya gel. İçimde hala 10 yaşındaki bir çocuk gibi hayal kuran kız vardı.

Ahmed'e uçaklardan bahsettiğimde onunla dalga geçtiğimi söyleyip gülmeye başlamıştı. Sonra tabii tıpış tıpış ayağıma gelmiş ve tüm detaylarına kadar dinlemişti. Ahmed'e geleceği anlatırken kendimi çocuğuna dünyayı anlatan anne gibi hissediyordum. Böyle içim sıcacık yumuş yumuş oluyordu.

Yavuz gülerek yere sırt üstü yattı ve ellerini başının altına koyup gökyüzünü izlemeye başladı. Hayaller kurduğu o kadar belliydi ki... Ahmed beni göğsüne çekip o da yere uzandı. Üzerimdeki battaniyeyi ikimizin üzerine serip gökyüzünü izlemeye başladım. Yıldızlar o kadar çoktu ki bir ara midem kasıldı.

Huzurla yatarken aklıma bir kaç saat önce yaşadıklarımız gelince içime bir sıkıntı çöktü tedirginlikle Ahmed'e daha çok sokulup o anıları aklımdan def etmeye çalıştım ama olmadı. Tuzlu suyun genzimde bıraktığı acı gün yüzüne çıkınca yutkundum.

"İçecek bir şeyler ister misiniz? İçimiz ısınsın?" Yavuzun ayağa kalkışı ile biz de doğrulduk.

"Olur aslında Hilal çok üşüdü." Yavuz gülerek kuleye girdiğinde güneşin ilk ışıklarını görmeye başladık. Sabah oluyordu.

"Ahmed yokluğumuzu fark etmezler mi?"

"Endişelenme fark etseler bile hiç bir şey diyemezler."

Yavuz kısa sürede binadan çıkınca elinde üç kadeh ve bir içki çömleği ile döndü. Yüzümde oluşan yaramaz gülüşe Ahmed keyifle sırıtmıştı. Bir kadeh şarap keyfimi yerine getirebilirdi.

Bana uzatılan kadehi alıp teşekkür ettim ve bir yudum aldım. Alkolün acı tadı boğazımı yakarak mideme gidince önce dilimde o acı tat kaldı ardından içten içe ısındığımı hissettim.

16. Yüzyılın şarabını içmekte varmış...

Aslında birazını saklasan gelecekte iyi para eder.

Yıllanmış şarap diyorum?

Zamanı değil. Daha önemli işlerim var. Hem sen ne ara bu kadar para göz oldun?

İçimden cevap gelmeyince göz devirip kadehimi bitirdim. Bardağı yere koyunca yavuz doldurmak için hamle yaptı ama ben elim ile bardağı kapattım.

"Sağ ol kafi bu kadar." Zaten pek bayıldığım bir şey değildi. İçimde coşan kan ve hızla atan kalbim beni heyecanlandırmıştı.

Tam şu an, şu an deli gibi bağırarak şarkı söylemek istiyordum. Hayır sarhoş olmadım ben, kendim havaya girdim. Omzumun üstünden gülerek muhabbet eden ikiliye baktım her şeyden uzaklaşmak Ahmed'e iyi geliyordu. Omuzlarında taşıdığı ağır yükleri bir kenara bırakıp özgürce istediğini yaptığı, hesap vermek zorunda olmadığı, kim ne der diye düşünmediği anları olması çok özeldi. Aslında Ahmed ona Sultan Ahmed diyenlerden çok sadece Ahmed diyenlere ihtiyacı vardı çünkü sırtını bir tek onlara yaslayabilirdi.

Rüzgarın esmesi ile Ahmed'in uzun kumral saçları havalandı ve yüzünün önüne geldi. Aldırış etmedi, 'Neyse o.' deyip istediğini yaptı, özgür bıraktı. Gülen gözlerinde kendi yansımamı görünce tebessüm ettim. Kalbimi ısıtan gülüşü ile tebessümüm geniş bir gülümsemeye döndü. Güneşin altın ışıkları altında Ahmed'in saçları deniz gözlerinin önünde perde edasıyla inerken esen rüzgarla ciğerlerim onun deniz ile harmanlanmış kokusunu tattı.

İyi ki varsın Ahmed...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top