16. Bölüm
Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.
Düzenlendi.
Koşar adım sarayın koridorlarında ilerliyorduk. Kalbim boğazımda atıyor, midem deli gibi bulanıyordu ama ben bunlara rağmen tehlikeye doğru koşuyordum. Birazdan aklımdaki cevapsız soruların cevaplarını alacaktım. O zehirli süt kim içindi? Kim tarafından emredildi? Neden öldürmek istediler?
İçimde bir yerlerde hızla yükselen intikam ateşi bana çok korkutucu ve yabancı gelmişti.. Ben böyle bir insan değildim.
Sarayın alt katlarına vardığımızda kapıdaki ağalardan biri "Destur!" diye bağırdı. Böylece kapıların önünde nöbet tutan bostancılar arkalarını döndü.
Biz yavaşladıktan kısa süre sonra bir odanın kapıları açıldı ve içeriden Hüseyin ağa çıktı. Bakışları bizi bulunca bize doğru gelip selam verdi.
"Valide sultanım."
"Silahtar, Hünkar oğlum nerede?"
"İçerideler Sultanım, lakin şu anda müsait değiller, buyurun yan odada kendilerini bekleyin." eli ile bir odanın kapısını işaret edince bakışlarım oraya kaydı.
"Tamam." Sultanın mırıldanışının ardından Ahmed'in olduğu odadan boğuk sesler yükseldi ve içeride neler olduğunu anladım, anladık. Valide ile silahtarın işaret ettiği odaya geçtik ve sonu gelmeyen bir bekleyişe başladık.
İçimdeki öfke öyle çok yükselmişti ki son raddeye gelmiştim. Farkında olmadan yumruklarımı sıkmış sanki önüme o hainleri getirseler dövecekmiş hatta öldürecekmiş gibi bekliyordum. Ve ben bu halimin farkına varınca kendimi sorguladım. Sorguladıkça bilinçaltımdaki kötülükler gün yüzüne çıktı ve bu midemi bulandırdı. Her insan gibi benim de içimde bir yerler de kötülük vardı.
Valide sultan gerdanlığını örten örtüsünü çıkartıp ileri geri yürümeye başladı. Bunalmıştı aynı benim gibi. Ahşap zemin o her adım attığında gıcırdıyor ve kulak tırmalayan bir ses haline geliyordu. Ses bir süre sonra katlanamayacak hale gelince gözlerimi yumup başımı gergince eğdim. Zaman geçmek bilmiyordu, sanki zaman durmuştu.. Uzun bir süre sonra kapı açılınca tüm dikkatimi oraya verdim. İçeri öfkeden kıp kırmızı olmuş halde Ahmed girdi. Sinirden alnında belirginleşen damarı ve büyümüş hareleri ile öfkesini son dorukta yaşadığını belli ediyordu. Boynunda sinirden belirginleşen damarı korkutucu bir görünüş vermişti.
"Aslanım?"
"Validem, Hilal? Sizin burada ne işiniz var keşke dairenizde bekleseydiniz."
"Haberi aldığımız gibi geldik Ahmed. Öğrendiniz mi? Kim, neden yapmış?" Valide sultan konuşurken el jestleri yaparak harareti arttırıyordu.
Ahmed'in gözleri üzerimde takılı kalınca istemsizce ona bir adım daha yaklaştım. Gözlerinde bariz bir şekilde endişe vardı sanki ben tehlikedeymişim de o da beni korumaya çalışıyor muş gibi.
"Önce oturun." Ahmed sedirleri işaret edince onun peşinden gidip biz de oturduk. Zorlanıyordu, her şey dilinin ucunda olmasına rağmen konuşamıyordu. Dudakları her seferinde aralanıyor sonra bakışları beni bulunca kapanıyordu. Sessizlik çığ gibi büyümeye başlayınca tedirginlik beni ele geçirdi. Farkında olmadan sol elime tırnaklarımı batırıp sıkmaya başladım. Belliydi halinden tavrından, benimle ilgiliydi konuşacakları.
"Bu zehir sarayıma isyanda parmağı olan Yavuz paşanın Katolik iş birlikçileri tarafından sokulmuş."
Gürz ile idam edilen paşadan bahsediyor. İsyanın ertesi günü olan ayak divanını Valide sultan ile kuleden izlemiştim. Şaşkınlık tüm bedenimi ele geçirmişti adam öldükten sonra bile Hanedanın peşini bırakmıyordu.
"Saraydan bir kapı ağasını ve haremde ki cariyelerden birini bu kanlı oyuna alet etmişler."
Ahmed'in dedikleri ile sinirlerime hakim olamadım ve çatık kaşlarım ile sanki onu yerin dibine sokmak istercesine gözlerine baktım. Tırnaklarım tenimi keskin bir bıçak gibi keserken içindeki alev harlanmıştı. Sıktığım yumruklarımı zar zor açıp şiddetle nefes aldım.
"Zehirlenen cariye mi?"
"Hayır o değilmiş, yani o kız masum."
"Peki kim buna cüret etmiş." stabil tuttuğum sesimle olaya açıklık gelmesi için ana soruyu sormuştum.
"Gülperi diye bir cariye. Silahtar onu kaçarken yakalamış şimdi yan odada." Diyerek bakışlarıyla dış kapıyı işaret etti.
Valide sultan dikleşip çatık kaşları ile asıl soruyu sordu. "O süt kime gidiyordu aslanım?"
Kimi öldürmek istiyorlardı? Ahmed'in gözleri beni bulunca bende ona baktım.
"Hilali."
"Ne?" Beni mi? Duyduklarım sindirememiştim. Birinin beni öldürmek isteyeceği fikri çok saçmaydı. Ben öldürülmek istenecek kadar ne yapmış olabilirim ki?
"Allah'ım sen aklıma mukayyet ol.. Ahmed, neden Hilali öldürmek istesinler?" Valide sultan hiddetle ayağa kalkıp odada tur atmaya başladı. Ben ise üzerimdeki şoku hala atamamıştım. Bakışlarım Ahmed'e sabitlenmiş halde cevap bekliyordum.
"Bu hain cariyeye zehri beni ve sizi öldürmek için vermişler, lakin kız öldürmek için Hilal'i seçmiş."
Ahmed'in açıklamasından sonra valide sultan öfkeyle ayağa kalktı ve "Kim bu hain?" demesi ile uzun zamandır tuttuğum nefesi bıraktım.
"O cariyeyi bize göster Ahmed." valide sultanın direten ses tonu ile ile Ahmed başını sallayıp ayağa kalktı ve kapıya ilerledi.
Öfkeliydim ama bunu içimde yaşamayı tercih etmiştim, sinirlerime sahip çıkıp dik durmalıydım. Yumruk sıktığım ellerimi bir el tutunca duraksadım.
"Iyi misin?"
"İyiyim Ahmed sadece.. Sadece anlamıyorum biri beni neden öldürmek istesin?"
"Çünkü sen benim en değerlimsin. Hilal seni kıskananlar kadar seni öldürüp beni alt etmek isteyenler ile dolu etrafımız..."
Parmaklarımı yavaş yavaş açtı ve avucumu öpüp elimi tuttu. Ben Ahmed'in zayıf noktası haline gelmiştim ve bu herkes tarafından bilinmeyen başlamıştı.
Birlikte valide sultanın yanına İlerleyip odaya girdik. Ve gördüğüm kişi emin olun beni hiç şaşırtmadı. Bu o cariye. Baştan beri onun kıskançlığını, sinsiliğini ve şeytanlığını sezmiştim önce mahzen sonra haremdeki atışma.
"Demek sendin." diye fısıldadım daha sonra başımı olumsuz anlamda salladım. "Katil seni bulmasın derken katil sen çıktın ya?" fazla muhatap olmak istemediğim için geriye çekildim.
"Sen Kimsin de beni öldürmeye kalkarsın! Senin neyine?" diye bağırdı valide sultan ardından devam etti. "Saraya, hanedanın yuvasına zehir sokmak nedir? Nasıl bir hainliktir bu?"
Geride olanları izlerken içimdeki fırtınayı sessiz sedasız dindirmiştim. Duvarlar olayların ağır yükü ile üstüme üstüme geldiğinde Valide sultana ve Ahmed'e bakıp eğildim ve izin isteyip odadan çıktım. Taş duvarlar beni bu saraya gömmeyi niyetlenmiş gibi üstüme gelirken aklı selim bir halde düşünmek için yolumu değiştirdim ve has bahçeye çıkmaya karar verdim. Elbisemin eteklerini kavrayıp sert ve hızlı adımlar ile bahçe kapısına vardım.
"Açın kapıyı." Kapı ağaları hafifçe başlarını olumlu anlamda sallayıp eğildi ve kapıyı açtı.
Kendimi dışarı attığım gibi derin bir nefes aldım. Bu kadar olayı bir başkası yaşasa akıl sağlığını kaybedebilirdi. Hayatımda ilk defa ölümle burun buruna gelmiş, öfkeyi doruklarımda yaşamıştım. Bahçenin kuytu köşelerine gidip ağaç dibine oturdum ve sırtımı ağaca yaslayıp ayağımdan babetlerimi çıkardım ve çimenlere ayaklarımı sürttüm. Böylelikle vücudumda kol gezen kötü enerjileri emmesi için kendimi doğaya bıraktım.
*
"Demek buraya kaçtın." Ahmed'in sesinden tanıdığım için istifimi bozmadan olduğum gibi durdum.
Yanımda bir hareketlenme olunca Ahmed'in yanıma oturduğunu anladım. Sırtını aynı ağaca yasladıktan sonra eli çimenlerin üzerinde duran elimi tuttu. Avuç içimde parmaklarını gezdirip beni gıdıklamaya başlayınca istemsizce kahkaha attım.
Ahmed bu halime gülümseyip elimi öptü ve sakallarını narince sürttü. Kararan hareleri istekle beni izlerken onu etkilediğimi fark ettim. Başımı iki yana sallayarak sinir bozukluğu ile gülmeye devam ettim. Ciddiyet bana hakim olmaya başlayınca ciddi sesim ile aklımdaki soruyu sordum.
"Ahmed, onlara ne olacak?"
"Sen düşünme bunları." diyerek kaşlarını hafifçe kaldırdı.
Başımı geriye daha çok yaslayıp yaprakların arasından bana el sallayan güneşi seyrettim. Rüzgarın burnuma bıraktığı taze bahar kokusunu şifa niyetine içime çekip gözlerimi yumdum. Sol yanımın sızlaması ile titrekçe nefesimi verdim. Her şeyden önce ben bir insandım ve birisinin ölme ihtimali benim canımı yakıyordu. Ne kadar kötü birileri olsalar da başkasının canına kıyacak derecede cani olsalar da ben onlar gibi değildim. Benim vicdanım sızlıyordu.
Gözümden dolup taşan inci tanesini hızla silip gözlerimi açtım ve Ahmed'e döndüm. Hüzünle beni izliyordu. Gözlerinde merak parıltıları vardı anlamak istercesine bana bakıyordu. Hafif çatık kaşları ve aralık dudakları ile aynı bir şeyi çözmeye çalışıyor gibiydi.
"Sen çok farklısın. Sanki, sanki bu dünyadan değil gibisin."
İçimde tuttuğum sırrımı onunla paylaşmak istiyordum. Kalbim beni söylemem için zorlarken aklım saçmalama diyordu. Oysa artık bu yükü tek başıma taşıyamıyordum. Yalnızdım ve burada Ahmed'den başka hiç kimsem yoktu. Zaten onun aşkı sayesinde buradayım ve ondan daha fazla saklamak istemiyordum. Gerçekleri öğrenme vakti geldi.
Koy vermişlik ile gülümsedim ve ona aradığı cevabı verdim. "Çünkü ben buraya ait değilim." cevabımın ardından gülümsedim ve devam ettim. "Hani senden sakladığım bir sırrım vardı ya? Sana zamanı gelince açıklayacağım dediğim? İşte bu o. Ben buraya ait değilim Ahmed."
Afallaması ile ona yaklaştım ve dudaklarını dudaklarıma hapis ettim. Narince dudaklarına buse kondurup geri çekildim. O ona verdiğim cevap ile boğuşurken ben bir nebze olsun rahatlamıştım.
Dudaklarımız ayrılınca Ahmed afallamış şekilde parmağı ile sarayın olduğu tarafı işaret etti.
"Sarayı kast ediyorsun değil mi?" Bu masum sorusuna tebessüm ederek başımı iki yana salladım.
"O-o zaman nereyi?"
Titreyerek iç çektim ve akmaya başlayan göz yaşlarımı silmek için elimi kaldırdım ama Ahmed o elimi de tutup avuçlarının arasına aldı ve dikleşti anlamayarak bana baktı bir süre.
"Zamanı, Ahmed ben bu zamana ait değilim. İşte sırrım bu. Ben bu zamana ait değilim."
Dudaklarımda firar eden bu sözler ile kalbim durdu. Size yemin ederim kalbim atmayı kesti ve bedenimi tarifi olmayan bir korku kapladı. O an o kadar pişman oldum ki keşke zamanı geriye alabilseydim ve keşke anlatmasaydım diye ağıt yaktım. Keşke bunları anlatmasaydım daha hazır değildim..
Ahmed donakalmış halde beni izlerken ben ağlamaya başlamıştım. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bedenim stresten resmen tir tir titriyor, soğuk soğuk terliyordum. Bulunduğumuz yere öyle bir sessizlik çökmüştü ki bana fırtına öncesi sessizlik gibi gelmişti.
Ahmed'in düşüncesine, cevabına ve bana vereceği tepkiye hazır değildim. Bir anlık bunalım ile her şeyi anlatmıştım. Korkuyordum bana inanmayıp beni deli sanacağına ya da beni artık sevmeyeceğinden deli gibi korkuyordum.
Kuşlar ötmeyi, rüzgar esmeyi, yapraklar ise birbirine dokunup dans etmeyi kesmişti. Yer ise her şeye inat ayağımın altından kayıyordu sanki dengemi kayıp etmiştim. Dengemi ve yönümü.
Bilinmezliğin içinde acımasızca sürüklenirken yalpalayarak duygularıma çarpıyordum. Ve o duygular her seferinde canımı daha çok acıtıyordu. Nefesimi kesen korku, kalbimi parçalayan hüzün, yüreğime kor ateşler atan çaresizlik..
Ne yapacağımı bilmiyordum. Ne diyeceğimi nasıl hareket edeceğimi bilmiyordum. Ben kayıp olmuştum. Ve bana tek yol gösterecek olan gözlerden kalbimi parçalayan göz yaşları akıyordu. Ahmedim ağlıyordu. Sevdiğim adam, uğruna canımı vereceğim adam benim yüzümden ağlıyordu. Ne acı ne kara bir gün.. Sevdiğim benim yüzümden göz yaşları döküyordu.
Derin derin nefesler alarak ciğerlerime oksijen göndermeye çalıştıkça beynim yalpalıyor gözlerimin önü beyazlaşıyordu. Dalların arasından süzülen güneş ışıkları beni delirtecek hale gelince gözlerimi sıkıca yumup başımı eğdim. Olduğum hal midemi bulandırıyordu.
"Anlamadım?"
Ahmed'in dudaklarından çıkan ilk kelime hıçkırmama neden olmuştu. İnanmak istemiyordu işte..
"N-nasıl başka zamandan gelebilirsin? Hangi zaman?"
'Dalga mı geçiyorsun?' diye sormamıştı.. O anlamaya çalışıyordu. O bana inanıyordu.
"Ahmed.." Küçük bir çocuk gibi çaresiz ve korkmuştum titrekçe adını fısıldadığımda Ahmed beni güven dolu kolları arasına çekti ve sanki beni içine saklamak istercesine sıkıca sarıldı. Buna o kadar ihtiyacım vardı ki anlatamam.. Şefkatle beni sarıp yüreğine basması bende ipleri kopartmıştı.. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığım an saçlarımda dudaklarını ardından çenesini hissettim. Yılların birikmiş acıları birden patlak vermişti.
"Şşt.."
Fısıltısı beni sakinleştirmek yerine daha çok duygu karmaşasına sokmuştu. Ahmedi mengene misali sarıp sarmaladım ve onun gerçekliğini yeniden kendime kanıtladım.
"Ağlama, yalvarırım ağlama.." Mırıldanışı ile dudaklarımı birbirine bastırdım ve ağlayışımı sessizleştirdim. Mümkünmüş gibi ona daha çok sokuldum.
"Her ne olursa olsun, nereden, hangi zamandan gelirsen gel ben yanındayım nefesim.."
Sessizce kulağıma fısıldadığı cümleler yüreğimdeki yükü hafifletmişti, aldığım nefes Ahmed'in içten söylediği cümleler sayesinde ciğerlerime ulaşmıştı. Ahmed'in kendine has kokusuyla harmanlanmış taze bahar kokusu ruhumu dinlendiriyordu.
"Ben, ben sana kavuşmak için zamanı delip geldim Ahmed. Ben seni öyle çok seviyorum ki bu fani dünyaya ayağımı attığım gibi kalbimde, aklımda senden başka hiç kimse olmadı. Ben senin aşkınla yaşama tutundum... Şimdi ise zamanı delip sana geldim imkansızı Rabbim sayesinde aşıp sana kavuştum."
Ahmed beni masal dinler gibi dinledi. Kulağımda yankılanan kalp atışları uykumu getirmeye başladığında kendime gelmek için hareketlendim ama Ahmed beni kendine daha çok çekip sessiz kaldı. Sessizliğine ortak olup onunla dinlenip düşünmeye başladım.
Zaman akmaya devam ederken kuşlar yeniden ötmeye başladı, rüzgar yapraklar ile yeniden ahenkle dans ediyordu. Hayat yine her şeye rağmen akıyordu. Ne olursa olsun yanında seni seven biri varsa her şey hal olurdu. Yeter ki sana güvensin, inansın. Ağlamanın verdiği yorgunluk ile uyku bastırmıştı. Gözlerim yorgunluktan kapanırken kendimi uykunun kollarına bıraktım.
*
"Yani şimdi sen 2019 yılından geliyorsun?" Teyit etmek ister gibi anlattıklarımı kafasında toparlayıp yeniden bana sormaya başlamıştı. Oturduğum sedirde dikleşip gözlerine baktım ve cevap verdim. "Evet."
"Bundan 454 yıl sonrasından?" Şaşkınlıkla havalanan kaşları ile sorduğu soruya istemsizce güldüm. "Evet."
"Ve bu topraklarda Osmanlı Devletinin yerine Cumhuriyet kurulmuş? Mustafa Kemal Atatürk tarafından?" Derin bir nefes vererek sorduktan sonra gözlerini kapattı.
"Evet." yine diye mırıldandığımda hafif bir kıskançlık ile güldü. "Mustafa Kemal? Yakışıklı mı?"
Ona onca şey anlattım takıldığı yer burası mı? Evet Atatürk hakkında konuşurken kendimi kaptırmış olabilirim ama Ahmed cidden buna mı takıldı! Yemin ederim gülmemek için dilimi ısırdım! Ahmed beni Atatürk'ten mi kıskandı yoksa bana mı öyle geliyor?
"Evet! Görsen gökten daha mavi gözleri güneşten daha altın saçları var-"
"Tamam sus." Yaramaz ve kıskanç bir erkek çocuğuna benzemişti bu hali.
Kendimi tutamayıp kahkaha attım ve Ahmed'in keskin bakışlarından kaçınıp ayağa kalktım ve yanına ilerledim.
"Ahmed, duymadın galiba Atatürk yani Mustafa Kemal 1938 yılında vefat etti. Ben ise 1999 da doğdum."
"Ondan bahsederken gözlerin parlıyor Hilal." sinirle homurdanınca anlayışla tebessüm ettim ve elini tutup anlatmaya başladı.
"Çünkü o adam ve silah arkadaşları olmasaydı bu topraklardaki insanlar zülüm görecekti, yabancı devletler bu cennet vatanı toprak parçasıymış gibi parça parça bölüşecekti." Alt dudağımın titremesi ile sustum ve gözlerimi yumup göz yaşlarımı geri gönderdim.
"Onun ulu önderliği, bilgeliği, vicdanı ile her şeyi mükemmel bir insandı. İleri görüşlülüğü ile Türkiye Cumhuriyetini dönemin en saygı duyulan ülkelerinin arasına getirdi. Herkes ona saygı duyuyor, aradan yüz yıl geçse bile. O her neslin kalbinde yaşayan bir Ata."
Kısa bir sessizlikten sonra Ahmed gülümseyerek başını salladı. Daha sonra yine kesinleştirmek istermiş gibi sordu. "Ve sen talebesin?" Öğrenci demek istedi.
"Evet. Üniversitede tarih bölümü okuyorum."
"Yani bu dönemlerde olacak ya da sizin zamanınıza göre olmuş olayları biliyorsun?"
"Evet, lakin tarih her zaman kağıtlara geçmemiş Ahmed. Bizim zamanımızda geçmiş hakkında bir çok boşluk var."
"Beni de önceden tanıyordun o zaman!" sırıtarak sorduğu soruya gülümsedim.
"Ahmed ben seni Kâlû Belâ'dan beri tanıyorum." deyip elini tuttum.
"Kendimi bildim bileli kalbimde, aklımda sen varsın. Ben bunca yıl geçmişin sayfalarından seni okudum canım yana yana..."
"Hilal aklım almıyor." dedi bir kez daha hayranlıkla.
"Ahmed benimde almıyor lakin ben buraya yüce Rabbimin gücü ile geldim. Geçmişe, zamanı delip olmuş bitmiş zamana geldim! Tayyi zaman yaptım ben Ahmed!"
Saatlerdir anlatıyordum hiç bıkmadan usanmadan aynı şeyleri belki 10 defa ardı ardına anlatıyordum. Ahmed merakla ve ilgiyle dinledikten sonra yine şok geçiriyor ve inanamayarak dona kalıyordu...
"Mucize misin sen?" Şefkatle kulağıma fısıldadığı söz ile gülümsedim. Elleri saçlarımda keşfe çıkmış gibi gezerken dudakları alnımı bulmuştu.
"Alışmam zaman alacak Hilal... Ama bana anlattığın için teşekkür ederim artık aramızda sır filan kalmadı."
"Beklerim Ahmed."
Ahmed birden gülerek beni kendinden uzaklaştırdı ve sırıtarak konuşmaya başladı "Demek bu yüzden bana hemen tanıştığımızın üçüncü günü ilan-ı aşk yaptın? Beni önceden tanıdığın için?"
Hayır... Yanlış anlaşılmayı düzeltmek için kaşlarımı çattım ve savunmamı dile getirdim. "Hayır Ahmed. Ben seni tanımıyordum ama seni seviyordum. Hala seviyorum o ayrı gerçi ama ben daha önce hiç görmediğim, konuşmadığım, dokunamadığım tarihi bir adama aşıktım. Tüm benliğim ile o adamı seviyordum. Ama tanımıyordum.. Kitaplarda kişisel anlamda çok bilgi yoktu zaten o yüzden ben sadece seviyordum. Ama buraya geldiğimde ben seni tanıyıp daha çok sevmeye başladım. Hayat arkadaşım, duam olduğunu ilk görüşte anladım."
Ahmed parlayan gözleri ile gülüp parmakları ile kaşlarımı düzeltti ve yanaklarımı okşayıp alnımı öptü. "Tamam tamam sakin, anlıyorum seni."
"Hem bana diyene bak? Ben seni en azından nefes almaya başladığımdan beri seviyorum. Ya sen? Sen nasıl 3 gündür tanıdığın kızın aşkını kabul edip aşkını itiraf ettin?" Parmak uçlarımda yükselip yeniden kaşlarımı çattım ve gözlerimi kıstım.
Ahmed dudaklarını bastırıp kaşlarını kaldırdı ve bakışlarını ben hariç her yere dikti.
"Ahmed!"
"Hığ?" homurdanışına şaşkınlıkla güldüm ve abartarak onun taklidini yaptım. "Hığ mı?"
Parmakları ile yeniden kaşlarımı düzeltti. "Çatmasana şu kaşlarını çok korkunç oluyorsun. Tamam şaka şaka sakin ol."
Gevşek gevşek sırıttıktan sonra yüz ifademi görünce kendine çeki düzen verdi. Bir an sakin ol koçum benim diyecek sandım! Sinir bozukluğu ile gülüp başımı iki yana salladım.
"Aslında sana tuhaf gelebilir ama ben seni görünce hiç yabancılık çekmedim Hilalim.. Belki de dediğin gibi Kâlû Belâ'dan beri birbirimizi tanıyoruzdur.."
Belki de...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top