11. Bölüm
Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.
Düzenlendi.
Elime aldığım çilek dolu kase ile taşlığa kızların yanına koridorlarda sallana sallana iniyordum. Aşağı indikçe şen şakrak gülüşler ve müzik sesleri kulaklarımda yankılanmaya başlayınca daha çok meraklanıp hızımı artırdım. Eğlence mi var? Taşlığa varana kadar çilekleri bitirmiş kaseyi bir kenara koyup saçlarımı ve elbisemi düzeltmeye başlamıştım.
Kızların oturup toplandığı alana ayağımı attığım gibi müzik durdu. Raks eden kızlar yavaşlayıp durdu ve hepsi bana bakmaya başladı. Yutkunup nefesimi tuttum. Nasıl bir tepki vereceğimi kestirmeye çalışırken bir gurup kız gülüşerek yanıma geldi ve ben kollarımdan tutup sedirlere çektiler. Müzik ve dans devam ederken kızlar önümüzdeki boş masayı doldurmaya başladı.
Nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum ama en sonunda bende gülmeye başladım. Kızlardan esmer olanı gülerek söze girince dikkatimi ona verdim. "Benim adım Melike." dedi ardından diğerleri devam etti "Ben Esma."
"Ben Elif."
"Bende Zehra." Hepsinin adlarını öğrendiğimde simaları ile aklıma kazımaya çalıştım. En sonunda bende "Memnun oldum kızlar bende Hilal." dedim hepsine tebessüm ederek.
"Padişahımız ile geldiğini duyduk, anlatsana Topkapı sarayı nasıl, oradaki harem nasıl?" diyen Melikenin ardından Zehra "Ya paşalar?" demesi ile taşlıkta kıkırtılar yükseldi.
"Ya Padişahımızın gözdeleri? Olaylı mı onların kat?"
"Valide sultanımız ile aran nasıl?"
"Silahtar Hüseyin ağayı gördüm geçen ahh nasıl yiğit nasıl yakışıklı.. Var mı sevdiği?"
"Hünkarımız ile çok mu yakınsınız?"
Biri susuyor diğeri devam ediyordu ardı ardına sorular beynimi derlerken ben bu hallerine gülmeden edemiyordum. Demek Hüseyin'de gözün var ha? Kızı süzmeye başladın aslında güzeldi ve sorusundan sonra kıpkırmızı olmuştu. Bir anlık yükseliş ile söylediği belliydi.. Bütün cariyeler başımıza toplanmış benim ağzıma bakıyordu. Onlara cevaplarını bildiğim bazı sorularına cevap verdim.
"Paşaları daha görmedim bu konuda bir şey diyemem ama silahtarı hep görüyorum.. Bildiğim kadarıyla sevdiği yok tüm benliği ile hünkarımıza hizmet ediyor." kızların iç çekişleri ve hüzün dolu fısıltılarından sonra devam ettim.
"Gözdeler katında pek olay olmadı ben oradayken ama haremdekilerin aralarında sinsi yılanlar var benden söylemesi.." sırıtarak verdiğim cevaba hepimiz güldük.
"Saray çok büyük ve görkemli.. Bahçesinde bin bir tür çiçek ve ağaç olan cennetin yer yüzündeki hali diyebilirim. Sarayın içinde değerli taşlar ile süslenmiş kapılar var bu kapılar hanedan soyuna ait olanların hususi dairelerine ya da odalarına açılıyor. Yüzlerce odası var her oda ayrı büyülü... Bazı dairelerin terasları denizi görüyor.. Tüm İstanbul ayaklarınızın altında sanki. Ben deyim bin siz deyin iki bin insan o saraydan ekmek yiyor.." Şerbet'imden içerken kızların iç çekişlerini güldüm.
"Peki hünkarımız? Anlatsana onu?"
"Sultan Ahmed.. O çok güçlü, kudretli, zeki, yetenekli ayrıca vicdanlı ve iyi kalpli bir adam. Onun yanındayken dünya yıkılsa bile kılınıza dahi zarar gelmez.. Deniz gözlerine bakarken boğulursunuz ama ölüm o kadar tatlıdır ki kurtulmaya çaba dahi vermezsiniz.."
"Sen besbelli aşık olmuşsun hatun!" aralarında gülüşüp devam ettiler "Sultanımızın gözdesi misin?" arkadan gelen soru ile başımı iki yana salladım. "Hayır."
"Yani sende bizim gibi cariye misin?"
"Değilim, o konular bir hayli karışık."
"Aman Gözde olsa ne olur? Sultanımızın gönlünün Sultanı olmuş gözde ne yazar?" kahkahalar yükseldi ve havadan sudan sohbetler açıldı. Hep beraber gülerek ve kaygısızca vakit geçiriyorduk. Yaklaşık 1 saat sonra iki kalfa yanımıza geldi. "Ders saati kızlar haydi sıraya geçin."
"Hangi dersler?" dedim merakla.
"Bugün dikiş nakış ve şiir dersi var."
"Hepiniz aynı anda mı giriyorsunuz?"
"Yok iki bölüme ayrılıyoruz. Sen de bize katıl istersen? Öğlen yemeğine kadar vakit öldürürsün hem."
"Bana uyar." gülerek ayağa kalktım ve rast gele bir gruba girdim taşlıktan tek sıra halinde çıkarken diğer grup başka bir koridora geçti. Anın verdiği heyecan ile titriyordum çok garip bir histi başka zamanın insanları ile konuşmak onlarla bir şeyler yapmak. Kendimi sanki bir film setinde hatta bir müzede gibi hissediyordum. Her defasında bu sefer alıştım desem de yine bozguna uğruyordum.
Koridorlar boyu yürüdükten sonra bir kapını önünde durduk. İçeri yavaş yavaş girerken güneş tüm odayı sarmış bize altın ışığını bahşetti. Yerde sırayla küçük masalar vardı kızlar inci taneleri gibi dizilince bende boş bir yere oturdum. Kızlardan biri ayağa kalktı ve dolabı açıp büyük bir kutu çıkardı. İçinden nakış malzemeleri ve mendiller çıkarıp dağıtıyordu. Herkesin mendili önceden başlandığı için yarımdı. Kalfa yanıma gelip bir kumaş ve onu sabitleyecek tahta verdi ardından iğne ve çeşit çeşit iplik verdi. "Daha önce nakış yaptın mı?" Dedi anlayışla.
Yapmıştım aslında, sanat ve kültür merkezlerinde sık sık Osmanlı sanatlarına uğraşırım ebru, nakış gibi. Yani elim yatkındı en azından. Başımı olumlu anlamda sallayıp "Yaptım." dedim kadın memnuniyetle gülüp "O zaman ne istiyorsan dikmeye başla." deyip uzaklaştı ve kendi masasına oturdu. Arada kalkıp kızlara yardım ediyor ardından eserlerimizi inceliyordu.
Ben mendile mendil bana bakarken buna son verip kumaşı tahtaya sabitledim ve elime iğne ve kahverengi iplik alıp bahar ayını yansıtan bir şeyler dikmeye başladım. İki saat içerisinde nakışı yarılamıştım.
"Bugünlük ders bitti kızlar." Perdesi beyazlamamış teyzeler gibi 'Aaa!' sesleri yükseldi sınıftan. Ciddi kalmayıp düşünceme güldüm ve eserime gururla baktım. Hay maşallah ne maharetli bir hatunum, annem görse alnımdan öper.
Belki gözlerim bunun yüzünden şaşı kalacak, olsun, belki parmaklarımı uyuşmaktan kesecekler olsun! Buna değer! Daha bitmediği için "Ben bunu yanıma alacağım." dedim, kadın benim öğrencisi olmadığımı bildiği için olumlu anlamda başını sallayıp beni taktir etti. Sınavdan yüksek aldığımda yaşadığım sevinci yaşıyordum tam şu an.
Koridordan koridora süzülürken her yerimin oturmaktan tutulduğunu hissettim. Esneme hareketleri yaparak ilerlerken bir odanın önünde durduk. İçeri girince yine yerde küçük masalar ile karşılaştım. Boş bir yere geçip etrafı incelemeye başladım. İki cariyeyi yanına çağırıp iki düzine kağıt verdi. Kızlar herkese iki kağıt vermeye başladı.
"Sağ ol." diyerek kağıtları inceledim. Biri boş diğerinin üzerinde Osmanlıca yazılar vardı.
"Bugünkü dersimizin konusu padişah ehl-i şiirlerin eserleri." Yani aynı zamanda şair olan padişahların. Merakla kadını dinlemeye başladım. "Osmanlı devletinin her padişahı farklı uğraşlar ile uğraşırdı ve uğraşıyor. Her insan ruhunu farklı uğraşlar ile dinlendirir. Kimi musiki, şiir, resim ile, kimi ise kitap okuyarak. Peki siz?" Kızlar birbiri ile fısıldadıktan sonra tek tek sesler yükseldi.
"Musiki ile."
"Doğa, çiçekler ile."
"Raks!" Kızın verdiği cevap ile kıkırtılar yükseldi.
"Sessizlik!"
"Şiir okumak beni yatıştırır."
"Bende musiki dinlemeyi severim." Tek tek cevaplar verildi ve odadaki herkes aynı anda bana döndü. "Peki sen?"
Dizi izlemek demek isterdim ama diyemeyeceğim için düşünmeye başladım.
"Yazmayı çok severim."
"Şiir mi?"
"Fark etmez. O an nasıl hissedersem öyle yazarım. Bazen heyecan dolu bir hikaye. Bazen aşk hikayesi.. Bazense dediğiniz gibi şiir yazarım." Herkes merakla konuşmaya başladı "Hikaye mi? Çok heyecanlı! Bize de yazar mısın Hilal hatun?"
"Lütfen?"
"Gece hep beraber okuruz! Lütfen!"
"Sessizlik kızlar! Çok güzel.. Yazın gayet iyi demek?"
"Evet. Kendimi bildim bileli yazı yazarım."
"Nasıl da bilgili.. Hünkarımızın onu neden gözünden bile sakındığı belli hatun hem güzel hem zeki hem de eğlenceli, on parmağında on marifet var!" Kıkırtılar daha çok yükselince kalfa çıldırdı ve ciyaklamaya başladı. "Sessiz! Sessiz!" "Şşt!" Kahkahalar arasında susturmaya çalışıyorlardı.
"Tamam yazarım. Nasıl bir hikaye olsun?"
"Aşk!"
"Heyecan!"
"Hayır aşk!"
"Heyecan!"
"Kızlar tamam sakin hem aşk hem heyecan verici bir hikaye yazarım."
"Peki arkadaşınız yazarken sizde kağıtları doldurun. Hadi konuşmayı kesin!" Elime mürekkep ve demir uçlu kalemi alıp batırdım ve yazmaya başladım.
*
"Bugünlük ders bitmiştir yarın kaldığımız yerden devam edeceğiz."
Son cümleyi de yazıp başımı kağıttan kaldırdım kızlar merakla kağıda bakıyordu. Gülerek ellerimi ile üzerini örttüm. "Bitmedi daha." diyerek mürekkep ile kalemi yerine kaldırıp kağıtları elime aldım ve uyuşan ayaklarımı tutarak ayağa kalktım ardından kızların peşine takıldım.
Yanıma Melike gelip gülerek konuşmaya başladı. "Şimdi yemek yiyeceğiz ardından kafalar ile ayrılıp temizlik yapacağız." başımı olumlu anlamda sallayıp ilerlemeye devam ettim taşlığa varınca masalara dizilmiş yemek dolu tabaklarla karşılaştım. Herkes gruplara ayrılarak oturdu.
"Hilal! Buraya gel!" beni çağıran kızlara gülümseyip yanlarına İlerleyip mindere oturdum.
"Anlat bakalım buradaki dersleri sevdin mi?" meraklı sorusu ile düşünür gibi davranıp "Evet." dedim tebessüm ile. Bizim dönemdeki ölüm niteliğindeki derslerden bin kat daha kolay ve naifti. Çorbadan içmeye başladığımda arka masada olan konuşmaya kulak misafiri oldum.
"Ya kızlar yemin ederim gördüm hayaleti! Gecenin yarısında bembeyaz bir kadın koşuyordu koridorlarda! Kesin bu sarayda ölen cariyelerden biriydi!"
"Saçmalama hayalet diye bir şey yoktur!"
"Aynen korkutma bizi sonra uyuyamıyoruz!" Bahsettikleri hayaletten ilk başta korksam da onun ben olduğumu hatırlayınca gülmeye başladım.
"Ama gördüm diyorum!"
"Rüyadır o rüya!" ardından kahkahalar yükseldi. Kızlar ile arkamızı dönüp kızlara baktık.
"Ne oldu Nilüfer hatun?" dedi merakla Melike.
"Gül tutturdu hayalet gördüm diye ona gülüyoruz."
"Hayalet mi?"
"Evet bunlar bana inanmıyor ama çok korktum iki gün kendime gelemedim Melike!"
"Olabilir Vallahi geçen kalfalar konuşurken işittim yıllar önce merhum şehzadelerden birinden gebe kalan bir cariyeye kaideler icabı düşük yaptırmışlar ardından şehzadenin geleceği için onu buraya sürmüşler kız acısına dayanamayıp kendini taşlığın giriş kapısını çarşafla asmış!" Yan masada olan kızın hararetli konuşmasına el jestleri de eklendi. İşaret parmağı ile kapıyı işaret edince çığlıklar kopuldu.
"Ve daha niceleri yaşanmış bu sarayda.." diye fısıldadı.
Olur mu olur..
"Bööhh!" Arkadan bağıran bir kız ile irkilince çığlık attım, ödüm koptu! İçeride benimle aynı anda çığlıklar kopunca kalfalar ve ağalar söylene söylene içeri girdi.
"Yahu bunlar çocuk mu yoksa cariye mi? Hep senin yüzünden Derya kalfa, kızlara hep yüz veriyorsun! Bak şunlara ciyak ciyak koca sarayı ayağa kaldırdı melunlar püü!"
"Yahu ağam benim ne suçum var? Sen biliyor musun benim sırtımdaki yüklerin sayısını? Burada cariyeler diğer tarafta saray işleri! Aaa!" Bu hallerine gülerken kendimi kız yurdunda gibi hissettim. İç çekip moralimi düşürmeden devam ettim gülmeye.
"Şşt! Sessiz! "
"Atarım vallahi hepinizi zindana!" Kendimizi sakinleştirip yemeğimize devam ettik.
Arada havadan sudan sohbetler ettik demek çok isterdim ama tek yaptığımız gıybet oldu. Yemekten sonra bazı ağalar içeri girip sofraları topladı.
"Ben hikayeleri tamamlamak için daireme çıkacağım akşam dan önce yine gelirim kızlar."
"Tamam Hilal hatun, bekliyoruz."
Koridorlarda kuş edasıyla süzülürken aklıma bu zamana gelmeden önceki bir anım takıldı. Ayaklarım yavaşlarken yüzümde dehşete düşmüş bir ifade yer aldı. Daha önce hiç hatırlamadığım belki de varlığını dahi unuttuğum bu silik anılar aklıma hücum ederken ben serzenişe uğramıştım. Bunca zamandır bilinç altımın derinliklerinde saklanan bu anı her şeye bir cevap olabilir miydi?
"Hilal!" koridorda adımın yankılanması ile arkamı sıçrayarak döndüm. Hala kulaklarım yaşadığım şok ile uğuldarken nefes almayı unutmuş gibi ciğerlerim sıkışıyordum. Kafam allak bullak olmuştu..
"Hüseyin! Ödümü koparttın!"
"Af edersin.. Ne yapıyorsun burada?"
"Daireme gidiyordum asıl sen neden saraydasın? Yoksa hünkarımız burada mı? Ona bir şey mi oldu!"
"Yok telaşlanma hünkarımız gayet iyi benim sarayda halletmem gereken bazı işler vardı o yüzden geldim."
"Haa.."
Haa mı?
Mal.
"Ne işiymiş bu?" dedim gülerek.
"Devlet işleri."
"Anladım." "Ha bu arada hatunlar seni anlat anlat bitiremiyor silahtar! Bu ne şan şöhret? Sarayda hünkarımız dan çok sen dillerde sin?" Dediklerim ile yanakları kıpkırmızı oldu. Utandı!
"Var mı sevdiğin? Ona göre umutlansınlar."
"H-Hilal hatun! Bunlar ulu orta yerde konuşulacak şeyler değil. Mahrem!"
"Yaa! Utandın! Demek var birisi!"
Padişahın silahtarı ile asker arkadaşınmış gibi konuşman? İntihar sebebim.
"Tamam, tamam kusura bakma abarttım." deyip tebessüm ettim.
Hüseyin sesini düzeltip "Benim gitmem gerek." dediğinde gülümsedim ve "Peki görüşürüz!" dedim. Genç adam benim bu hallerime hala dehşetle bakmaya devam ederken ben hızla koridorda İlerleyip gözden kayıp olunca gülerek yoluma devam ettim. Merdivenlerden çıkarken elbisemin eteğini tutuyordum aman düşüp bir yerimi kırmak istemem.. Odama varınca içeri girdim ve kendimi yatağa attım. Yumuşaklığın tadını çıkartarak bedenimi dinlendiriyordum. Yemekten sonra uyku tatlı olurdu ama bir o kadar sağlıksız. Ama en sonunda keyfim ağır basınca yatakta esneyerek rahat bir pozisyon aldım.
Aman sağlık keyfimden önemli mi be..
Uykunun tatlı kollarına kendimi teslim ettiğimde yüzümde bir tebessüm ile uyuya kaldım.
*
"Hocam yazdığınız son makale tüyler ürperticiydi. Nasıl bu kadar sürükleyici yazabiliyorsunuz." Burak'ın arka sıradan sesi tüm sınıfta yankılandıktan sonra hepimiz ona katıldığımızı beyan eden cümleler kurduk.
Şemsettin hocamız gülerek başını salladı "Sizde merak uyandırdığım için keyfim yerine geldi doğrusu. Güzel hatırlattın Burak. Size hazırladığım ödev de benim makalem gibi. Ben Yeniçeri ocağı makalesini herkesin anlayacağı dilde her yaşın merakını kazanacağım bir şekilde yazdım. Sıra sizde. Bu proje ödevinde yazacağınız konuyu kura ile seçeceksiniz. Metnin uzunluğu 300-350 kelime arası olacak fazla uzatmaya ziyan yok. Onun dışında makale yazım stili geçerli." Profesör biraz durup masasına göz attı ve aradığını bulmuş gibi çekmeceyi açtı ve içinden bir şey aldı elini yukarı kaldırdığında elinde siyah kumaş bir torba olduğunu gördük.
Ön sıradan sırayla tek tek herkes seçimini yapmaya başladı arada ne çıktığına dair sesler duyuyorduk.
"Divan toplantısı! Ohoo bol bol terim araştırmam gerek! Zeynep notlarını verir misin lütfen?"
"Kanuni Sultan Süleyman! Hocam 350 kelime bana anca Süleyman'ın doğumuna yeter ya!"
"Bostancılar! Yahu 300 kelime çok bile!" duyduğum ironi ile istemsizce kahkaha atınca bir kaç çocuk bana baktı.
"Ayşe Hafsa Sultan!"
"Padişahların kaftanları? Moda tasarım mı okuyorum ağabey bu ne?"
Bir süre sonra sıra bana gelince merakla hocamın yanına gittim ve elimi torbaya sokup karıştırdım elime gelen ilk kağıdı almak yerine en dipten aldım. Kağıdı hızla çıkartıp açtım ve gördüğüm ad ile nefesimi tutmak zorunda kaldım.
Bu kadarı da tesadüf değil! Her yerde karşıma çıkıyordu! Sanki kalbim ondan başkasını çekemezmiş gibi..
Sultan Ahmed Han
Tebessüm ederek profesöre baktım. Adam şaşkınlıkla "İnanamıyorum Hilal.. Yine mi Ahmed? Nasıl bir şey bu hep bir birinizi çekiyorsunuz." dedi hayretle sonra durup devam etti. "Değiştirmek ister misin?"
"Asla! Yani hayır hocam." deyip yerime geçtim.
O benim kaderimdi.
Beş yaşımdayken kütüphanede kafama düşen kitapta da onun şiirlerini barındırıyor, 20 yaşımda çektiğim kurada da o çıkıyordu. Şans mı? Değil.
Eğitim hayatım boyunca tarih derslerinde onun hakkında projeler, sunumlar, araştırmalar yaptım. Hep o çıktı karşıma.
*
Kapımın şiddetli bir şekilde çalması ile uyandım. Gözlerimi açamaz halde yatakta kıvranmaya başladım. İstemiyorum. Uyanmak istemiyorum! Sıcacık yatağı bırakma düşüncesi bile buz gibiydi! Yastığa daha çok sarılırken kapının arkasından kız sesleri geliyordu. Dikkatimi verince sesleri ayırabildim. Bugün sohbet ettiğim kızlardı.
"Hilal!" seslenmeleri ile homurdanıp kulaklarımı kapattım. Bir rahat vermediniz yahu.
"Dairesinde değil mi acaba?"
"Hayır odasından çıkmamış."
"Uyuyordur belki? Rahatsız etmeyelim ya?" Hah aferin sonunda beni anlayan birisi! Üşenmesem alnından öpeceğim! Ona karşı bir kız ciyaklamaya başladı. "Ne uykusu yahu hava daha yeni karardı!"
"Rahatsızlanmıştır belki?"
"Ayy hayalet bir şey yapmış olmasın?"
"La havle ve la kuvvete kaç kere diyeceğiz hayalet diye bir şey yoktur diye."
"Hilal!" Sürünerek yataktan çıktım ve kapalı gözlerim ile kapıya ilerledim. Bu yolda kah düştüm, kah başımı vurdum ama yılmadım, kapıya vardım. Kilidi açıp kapıyı açarken bile gözlerim kapalıydı.
"Aah! Hayalet!"
"Saçmalama hatun!"
"Böh!" diye bağırıp tek gözümü açtım. "Ne oldu kızlar? Dünyanın sonu mu geldi?"
"Sen uyuyor muydun?"
"Şekerleme diyelim biz ona.." diye mırıldandım.
"6 saat?"
"Hı?"
"Günaydın Hilal!" deyip gülmeye başladılar. Gözlerimi açıp kendimi silkeledim ve sonunda uyandım. "Olmuş mu o kadar ya?"
"Akşam yemeği için çağırmaya geldik hem hikayeyi de okursun?"
"Tamam, tamam sağ olun ben hazırlanıp geliyorum." dedim. Kızlar gülerek uzaklaştığında kapıyı örtüp karanlık odaya göz attım. Mumları tek tek yaktıktan sonra aynanın karşısına geçip kendimi süzdüm ardından odanın köşesindeki küçük çeşmede elimi yüzümü yıkayıp kendime geldim. Kaftanım kırış kırış olduğu için değiştirmeye karar verdim. Bordo kırmızı bir kaftanı giyip üzerine aynı renkte parıldayan tüllü ince bir yelek giydim. Saçlarıma özensiz sıkı bir örgü örüp kurdele gibi olan iple ucunu bağladım ve arkama bıraktım. Takıları çıkarıp yerine koyduktan sonra sade bir şekilde odadan çıktım koridorun sonuna gelince aklıma gelenler ile U dönüşü yapıp geri odaya döndüm ve kağıtları alıp koşar adım uzaklaştım.
Aşağı taşlığa inene kadar tek tük çalışan ile karşılaştım. Meşalelerin yanma sesleri ve babetlerimin zemini dövme sesi hariç ses yoktu. Aşağı kata varınca boğuk ama yüksek sesleri takip ettim ve kendimi taşlıkta bulunca kızlar tarafından çekiştirilip sofraya geçtim.
"Getirdin mi?" diyen kıza karşı gülümsedim ve "Evet. Şimdi mi oku-" dememe kalmadan kız dehşetle bağırdı. "HAYIR! gece oku lütfen." ani ses yükselişi ile yerimden sıçradım ve hafifçe yutkundum. Hatuna sahip çıkalım..
"Peki.." diye mırıldandım ve kızlarla beraber yemeğe başladım. "Bu arada Hünkarımız saraya teşrif etti." dedi aralarından birisi. "Ne zaman?" diye mırıldandığımda ona merakla bakıyordum.
"Bir, iki saat önce galiba." dediğinde başımı olumlu anlamda salladım. Uyku sersemliği ile "Beni sordu mu?" diye mırıldanınca kız gülerek "Hıı saraya gelmeden ulak yolladı Hilalim ne yapıyor diye." cümlesine kahkaha atması ile kendi saçmalığımı fark ettim.
"Sordurmuş diye duydum. Kalfalar odanda olduğunu söylemiş ama başka bilmiyorum.'' diyen Zehra ile gülen herkes sustu.
"Ay belki sen uyurken dairene girdi?" diyen kıza bir başkası "Yaa.." diyerek tepki verince onun bu haline yine güldüler.
Resmen kız yurdu...
"Saçlarını okşamıştır?" diyen kıza başımı iki yana salladım ve "Yok ya.. Gelse uyanırdım?" diye mırıldandım. "Tabi canım tabi yarım saat kapını tekmeledik ruhun duymadı."
Yemekten sonra sofralar toplandı ve kızlar beni hazırladıkları oturma köşesine çekti. Köşeye oturduğum gibi herkes önüme geçti. İlk sayfayı elime alıp okumaya başladım. Kızlar hikaye boyunca kah güldü kah ağladı bazıları ellerini sopa alıp kılıç niyetine dövüşmeyi başladığında olaya kalfalar el attı.
"Bu bizde kalabilir mi?" diye soran kızlara "Tabii ki de." deyip kağıtları uzattım ve yan masada gözüme kestirdiğim lokma tabağını elime alıp kıtlıktan çıkmış gibi yemeye başladım.
"Hilal hatun?" ağzıma attığım lokmayı çiğneyip tuttuktan sonra ayağa kalkıp kalfanın yanına gittim. "Efendim?"
"Sultanımız sizi bahçede bekliyorlar."
Kızların çığlıkları bitince başımı olumlu anlamda sallayıp odama çıktım. Hızla pelerinimi ve çarşafımı alıp giydim ve bahçeye uçtum. Evet uçtum. Ceylan gibi seke seke koridorlardan geçtim. Bahçeye çıkınca gözlerimi etrafta gezdirdim ve uzaktan gelen ışığa yaklaşırken sesler yükselmeye başladı.
Duyduğum kahkaha ile bende güldüm, Ahmed'in sesi bu. Adımlarımı hızlandırıp çardağa varınca tüm askerler aynı anda arkasını döndü. Ahmed beni görünce gülerek ayağa kalktı ve yanıma geldi.
"Hilal? Nasılsın?"
"İyiyim ya sen?"
"Ben de.. Neler yaptın bugün?"
"Bir sürü şey Ahmed!" Derken çardağa doğru ilerliyorduk Silahtarı görünce el salladım. Ve yine onun şaşkın bakışlarına sırıtmadan edemedim.
Üçümüz çardakta otururken Ahmed'e ve Hüseyin'e hevesle bugün yaptığım her şeyi anlattım. İkisinin şarap içtiğini görünce yutkundum. Canım çekmişti doğrusu.. Buraya geldim geleli ilk defa alkol görüyordum. Çanak sürahi ve bardağa koyup içiyorlardı.
Bende istiyorum desem hoş anlaşılmazdı o yüzden sesimi çıkarmayıp kuru yemişe yoğunlaştım. Onların bugün yaptıklarını dinlerken bir süre sonra muhabbet dışı kaldım. Hüzünle sırtımı arkama yaslayıp parmaklarım ile oynamaya başladım. Sıkılmıştım doğrusu..
Elimin üzerine koyulan el ile başımı heyecanla kaldırınca Ahmed ile göz göze geldim. "Değil mi Hilal?"
"Ne?"
Gülerek devam etti. "İstanbul'a dönme vakti geldi diyorum. Bir hafta oldu neredeyse." Buradaki güzel anıları geride bırakma hissi ile iç çekince Ahmed merakla bana eğildi. "Neyin var senin?"
"Ben buraya çoktan alıştım Ahmed. Çok güzel günlerdi."
"Sık sık geliriz yine. Sana söz."
"Geliriz değil mi?"
"Geliriz."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top