56. Bölüm
Vote ve yorum atmayı unutmayın!
Wattpad'da tarihi kurgunun ilklerinden olan kitabım hak ettiği değeri görmüyor farkındayım. Bir bölümü bin küsür kişi okuyorsa 200 yıldız geliyor ve bu kalp kırıcı. Lütfen yıldıza basmayı çok görmeyin.
Size upuzun yaklaşık 7 bin kelimelik bölüm yazdım @EndleSs_Q 'nın isteği üzere, söz vermiştim güzeller güzeli okuyucuma.
Hayırlı Ramazanlar!
Herkese keyifli okumalar dilerim...
-
Sultan Ahmed Han
Özlemiyle yanıp tutuştuğum kadına gidiyordum, sonunda bitmişti ayrılık. Zaferle ayrılıyordum fethettiğim topraklardan... İtayla yarım adası ve çevresindeki adalarını galibiyet sonucu himayem altına almış orada bir düzen oturtturduktan sonra dönüş yoluna çıkmıştım. Ordunun büyük bir kısmı dönüş hazırlıklarını bitirip dönecekken ben ise önden ordunun bir kısmı ile payitahta dönüyordum.
Daha fazla bekleyemezdim zira, sevgilim ve bebeklerim beni bekliyordu. Onların doğuma şahit olmak istiyordum, Hilalin yanında olmak istiyordum. Böylesine zorlayıcı bir süreçte onlardan uzakta olmak bile aklımı kaçırmama sebep olurken onu doğumda yalnız bırakamazdım.
Atın dizginlerini sıkmayı kesip başımı sağıma çevirdiğimde dalgın bakışlarla ileriye bakan Hüseyin'i fark ettim. İstediğim gibi onu paşalığa terfi ettirmiş divandaki yerini ilan etmiştim.
"Hayırdın Hüseyin, nedir seni böyle düşündüren?" sessizliği bozan sesim ile yerinden sıçrayan Hüseyin buruk bir gülüş ile bana döndü.
"Melike hatun geldi aklıma hünkarım." derdini anladığım gibi dudaklarımda keyifli bir gülüş oturunca derin bir nefesle önüme döndüm.
"Sabret, döndüğümüz gibi düğününüz olacak."
"Biliyorum lakin insan engel olamıyor kalbine."
"O zaman vakit kaybetmeyelim de tez vakitte varalım payitahta Hüseyin!" onun bu haline seslice gülerken dizginleri kavrayıp atın hızını arttırdım ve koşturmaya başladım. Fazla vakit geçmeden Hüseyin de bana yetişince ikimiz de boş arazide yarışmaya başladık.
Hedefimiz limandı, bu gece varmış olurduk limana her şey yolunda giderse sonra da gemilerle deryalara açılacaktık.
Rüzgarın bir parçası olmuş çevremde ne var ne yoksa etkim altına aldığımda dudaklarımdaki tebessüm genişlemiş yerini mutluluğa bırakmıştı. Tam şu anda, içimden dolup taşan sevinç bir çok şeyi barındırıyordu.
Zafer, aşk, gurur...
Rahmetli babamın hayalini yerine getirmenin vermiş olduğu huzurla gülüyordum, sevdiğim kadına yeniden kavuşabileceğim için gülüyordum, tarihe bir imza daha attığım için gülüyordum.
Hilalin dediği gibi bu sefer ile yenilikler oluşmuştu, değişimler olacaktı... Lakin her şey yine benim kararlarım ile oluyordu, geçmiş ile şimdi arasında bir fark yoktu.
-
Hilal
Bir iz bırakmak istiyordum hayata, dünyaya. Dönüp baktığımda bunu ben yaptım demek istiyorum, bu benim eserim demek hatırlanmak istiyorum. İnsanların eserime baktığında akıllarında canlanmak yeniden yaşamak istiyorum. Unutulmamak, hala insanların kalplerinde var olmak istiyorum.
Bu hayalimi gerçekleştirmek için hikayeler, şiirler yazıyorum. Belki bir gün eski bir kitaplığın rafında yazdığım bir kitap bulunur sayfalarında dolandıklarında ruhuma ışık tutulurdu.
Ama asıl amacım bunların gerçekliğini ispat etmekti. Kendime tutunacak bir dal bırakıyordum, olurda bir fırtına çıkarda ben savrulmamak için.
Ya da yüzyıllar sonra bir müzede Ahmed'in beni resmettiği portresi sergilenirken anlamlı bakışlar ile görünmek istiyordum. 'Biri vardı, Sultan Ahmed'in baş hasekisi, karısı, sevdiği kadın. İşte bu o, dünyalara sığdıramadığı güzelliğe sahip sultanın resmi.' denildiğini bilmek istiyordum.
İnanmaya ihtiyacım vardı bunların gerçek olduğuna, delirmemek için.
Günler günleri kovalamış zaferle dönen Ahmed'i bekliyordum sarayımızda. Payitahta varmış olduklarının haberini almıştık dün bu da tez vakitte burada olacaklarının anlamını taşıyordu. Ulakların haberleri her ne kadar önceden, hızla getirdiğini bilsek de arada yine bir vakit vardı sayılmayan.
Hamamda önceden hazırlanan köşeme oturmuş yıkanırken cariyeler etrafımda dört dönüyor ne eksik varsa onu tamamlıyordu. Biten şerbetim yenileniyor, meyveler tazeleniyordu. Hamam sefası dediklerini yaşıyordum tam şu an. Çoktan yıkanmış şimdi ise keyifle sohbet ediyordum kızlarla.
"Sultanım bebekler hareket ettiğinde nasıl hissediyorsunuz?" dizlerimin dibinde bir çocuk gibi oturmuş aşağıdan beni hayranlıkla seyreden genç kıza gülümsedim. Daha on sekiz bile olmadığı o kadar belliydi ki...
"Çok farklı bir duydu, ağlamak istiyor insan üstüne bir de kahkaha atmak. Zira çok farklı duygulara sebep oluyor içinde olan canın hareket edişi... Hatta bak." en sonunda kızın elini alıp karnımın sağ tarafına götürdüm. Havlu olsa da çok net hissediliyordu o baskı.
Genç kızın gözleri anında fal taşı gibi açıldığında heyecanla gülmeye başlayıp yerinde kıpırdandı. "Kafası mı bu sultanım?" masumluğu ile dudaklarımdan bir kıkırtı firar ederken Melike de yanımdan gülmeye başladı.
"Sanmıyorum daha çok ayağı gibi hissediyorum." diyerek karnımı okşadım.
"Rabbim sağlıkla kucağınıza almayı nasip etsin sultanım." diyerek elini çektiğinde gülümsedim.
"Amin." Lalezar ve Melikenin aynı anda mırıldanması ile en son ben eşlik ettim.
"Çıkalım artık ben yoruldum." demem ile Melike başını olumlu anlamda sallayıp ayağa kalktı ve koluma girerek ayağa kalkmamda yardımcı oldu. Diğer yandan da Lalezar gelince hamamdan kolayca ayrıldım. Hamamın yanında bulunan odada paravanın ardında kıyafetlerimi giydikten sonra başıma kalın bir örtü örtüp paravanın ardından çıktım. Geriye kalan hazırlığımı dairemde yapacaktım.
Sarayın soğuk koridorlarından rüzgar estirerek ilerlerken dışarıda kar yağdığına şahit oldum. O an olduğum yerde duraksayıp pencereye yaklaştım ve demir parmaklık ardından dışarıyı seyretmeye başladım. Kar lapa lapa yağıyordu göz gözü görmüyordu adeta bu sene kış erken gelecekti belli ki...
İç çekerek bakışlarımı dışarıdan ayırdım ve yoluma devam ettim. Dakikalar sonra uzun koridorlar geçilmiş kendi hususi daireme gelmiştim. Has odayı üç gündür içeride temizlik ve şömine tamiri yapıldığı için kullanmıyordum onun yerinde kendi odamdaydım.
"Hangi kaftanınızı giymek istersiniz sultanım?" elinde kaftanlarım ile yanımda beliren Lalezarın sorusu ile elbiseleri inceledim ve içime sinmeyerek dudak büzdüm. "Bursa ipeklerinden dikilen kaftanlar geldi mi terziden?" diye mırıldandığımda Melike elinde istediğim kaftanlar ile yan odadan çıkageldi.
"Şimdi getirmiş kalfalar sultanım. Buyurun." yanındaki Esma hatunun eline kaftanların yarısını tutuşturup gözlerimin önüne serdiğinde bir çocuk gibi heyecanlanıp elbiseleri inceledim.
"Hangisini giyinsem acaba?"
Gözlerim lila rengindeki kaftanda takılı kalırken üzerine de mor ve altın renginde dantelli, parıltılı yeleği almaya karar verdim. Kaftanın kolları dirseklere kadar kumaştan oluşurken geriye kalan yanı tüllüydü. Elbisenin etekler çift kumaştan oluşuyordu böylelikle oldukça kalın ve kabarıktı. Karın bölgesi ise göğüs altından bollaşıyor karnımı nur topu gibi ortaya çıkarıyordu.
Elbisemin detaylarını düzeltirken ufak adımlar ile boy aynasının karşısına geçip divana oturdum. Saçlarım bir yandan kurulanırken diğer yandan pembe taşlı takılarım takılıyordu. Boynuma koku sürülürken gözlerime sürme çekilmiş dudaklarıma gül goncasından yapılmış ruj sürülmüş makyajım tamamlanmıştı.
Dakikalar sonra saçlarım kuruduğunda usulca taranıp dalgalandırılmıştı. Saçlarımı kesmeye kıyamıyordum, kalçama kadar uzamışlardı gür saçlarım. Başıma en son pembe taşlı taç ile lila renginde tülden örtü takılmış ve hazırlığım bitmişti.
Parmağımdaki evlilik yüzüğü zıt lacivert rengi ile göze çarparken istemsizce tüm dikkati üzerine.
Bu soğukta üşütmemek için yünlü çoraplarımı giyip üzerine pembe babetlerimi giyerek kombinimi tamamladığımda eteklerimi kaldırarak halime gülmeye başladım. Çok komik görünüyordu yahu!
Eteklerimi yeniden düzelttikten sonra hazır olduğuma emin olup dairemden çıktım cariyelerin eşliği ile.
"Dilrubah sultanımız ve Şah hatun saraya teşrif etmişler şimdi ise Valide sultanımızın dairesine geçmişler sultanım." Esmanın getirdiği haber ile gülümsedim ve başımı salladım.
Melike yanıma gelip sırtıma pembe kabanımı bırakınca teşekkür ederek üzerime giydim ve yoluma devam ettim.
"Haremden havadisler var mı Lalezar?" saraydan haber almak artık günlük gazete okumak gibi bir eylemdi benim için, divandan tut hareme kadar ne olup bittiğini öğreniyordum.
"Kıdemli cariyelerden Ayşe hatun ile Melek hatun bu cuma divan-ı hümayundan iki bey ile izdivaçları olacak. Haremden üç cariye Dilrubah sultanın sarayına gönderildi yeni vazifeleri icabı ayrıyeten gecen sene gelen cariyelerden onu acemilikten kalfalık rütbesine yükseldiler."n
Tek tek haberleri dinleyip kafamda tarttıktan sonra başımı sallayarak Lalezarı onayladım. "Ala."
"Sultanım, alakadar olduğunuz imarethaneye bugün istediğiniz gibi Hünkarımızın gelişi şerefine gidilip yemekler dağıtılacak." Melikenin hatırlattığı detay ile durdum.
"Hay Allah ben onu tamamen aklımdan çıkarmışım bugündü o değil mi? Çocuklar için hazırlanan sandıklar bitmiş miydi onları da gönderin."
"Dün akşam sandıkları yüklediler arabalara sultanım siz içinizi rahat tutun."
"Allah'ın izniyle bugünü de bir atlatalım vallahi rahatlayacağım."
Sonunda Valide sultan dairesine vardığımızda kapıdaki cariyelerle beraber koridorda bekleyen diğer cariyelerin hepsi anında eğilip selam verdi.
"Baş Haseki Hilal Sultan Hazretleri!" Kapıdaki kalfanın seslenişi ile kapılar açıldığında karnımı okşayarak içeri girdim. Ahşap zeminin çıkardığı gıcırtılara gülüşler eşlik ederken gözlerim sedirlere dizilmiş inci tanelerine takıldı. Üçü de gülerek dikkatlerini bana verince yanlarına ilerleyip Valide sultana doğru ardından Dilrubaha selam verip Valide sultanın soluna oturdum.
"Pekte güzel olmuşsun maşallah sana!" Valide sultan beni baştan aşağı incelediğinde dudaklarımdan bir gülüş firar etti.
"Gebelik çok yakıştı sana Hilal eline yüzüne nur inmiş gibisin maşallah." Dilrubah'ın gülerek söylediklerine Şah da başını sallayarak onay verdi.
"Kesinlikle, çok güzelleşti."
"Yahu benim gelinim hep güzeldi!" Valide sultanın çocuk azarlar gibi homurdanmasına gülerken içimi kemiren merak sonunda dile geldi.
"Validem, Ahmed ne zaman gelecek? Yeni bir haber var mı?"
"Yakındır Hilal, akşama kalmaz saraya varırlar elbet."
"Unutmadan validem, ben çeşmeler yaptırmak istiyorum yardıma ihtiyaç duyan bölgelere sizin için münasip midir?" Elimi tutan elini hafifçe sıktığımda başını salladı. "Münasiptir hatta Lale kalfaya söyle bizzat o alakadar olsun bu mevzuyla."
"Sağ olun validem, evlatlarımı kucağıma aldığımda ise bir imarethane yaptırmak istiyorum. Aynı sizin Hünkarımız Ahmedi kucağınıza aldığınız zamanki gibi."
İsteğimi işitmesi ile anında gözleri dolan valide sultan derin bir nefes aldı. "Unutmamışsın..."
Geçen yıl valide sultanın kendi yaptırdığı imarethanede yardıma gittiğimizde anlatmıştı bu hikayeyi o günden beri aklımdaydı bu iş.
"Çok mutlu olurum Hilal, hatta yapım aşamasında bende yardım etmek isterim büyük ve güçlü bir yer olmalı."
"Konusu açılmışken, Hünkarımız ile üzerinde çalıştığınız mektepler ne durumda Hilal?" Şah aylar önce Ahmed ile açtığımız dört eğitip yuvasını hatırlamıştı. Aslında daha fazla mektep yani okul açtıracağız ama bu dört yer daha yeni bitmiş inşaatlardı ve binalar oldukça büyük olduğu için diğer yerleri beklemeden açtırmıştık. Mekteplerde halktan çocukların gençlerin okuma yazma ve belirli dersler yanında yetenekleri ne üzerineyse neye meraklılarsa ona karşı eğitim veriliyordu.
Şimdilik İstanbul'da açılmıştı ama işlemler hızlandıkça payitahtın dört bir yanına açtıracaktık. Ahmede sadece tarihin politik bilgilerini vermiyordum ben. Eğitim ve geleceğe yönelik köklü değişiklikler için bilgiler de veriyordum. Evet bu dönemde az da olsa mektep vardı lakin gönderilenler ya erkek ya da zengin aile çocuklarıydı ki biz herkesin eşit olmasını istiyorduk. Eğitimlerinin sonunda alacakları diplomalar ile iş sahibi olmaları daha kolay olacaktı. Devrin en iyi eğitim sistemini kurmak istiyordu Ahmed, batının üniversiteler açması gibi bizde bunun peşinden gidecektik.
Bilime ve sanata değer veren bir padişahın yenilikleri tarihe altın harflerle geçilecekti. Bir çok bilimci bu okullarda eğitim verecek hem onlar hem de gelecek nesiller nasibini alacaktı.
Kültürümüzün güzelliği zamanın kurbanı olmayacaktı. Osmanlı yükselişini uzun yıllar sürecekti ve vakti geldiğinde cumhuriyet can bulacaktı bu topraklarda. O zamana kadar atılacak her adım ile gelecekte daha az kan dökülmesi sağlanacaktı. Avrupa'nın birinci dünya savaşında yaptıkları tekrarlanmayacak, kan akıtılmayacaktı.
Sadece Batı ülkeleri değil, dünyanın dört bir yanında yankılanıyordu Osmanlı imparatorluğu. Dostluklar kuruluyor, müttefikler ediniyorduk.
Vakit epey geçmiş atıştırmak amaçlı kurulmuş sofrada yemek yiyor sohbet ediyorduk. Çatalıma batırdığım ıspanaklı börekten büyük bir ısırık alırken tuzlu ayranımı da elime alıp sırasını bekledim. İştahım her zamanki gibi yerindeydi, özellikle sağlıklı olan ne varsa dozunda tüketiyordum. Gelecekte hamile bir kadının doktor kontrollerine gitmesi gibi bende her ay kontrolümü oluyor sağlıklı besleniyordum. Geleceğin teknolojisi olmadan sağlık durumlarını pek bilemesem de dua ederek içimdeki korkuları bastırıyordum.
Bu devrin bir karanlık yüzü de buydu. Hastalıklar...
Küçücük bebekler daha bir yaşına gelemeden hastalanıp vefat ediyordu bazen bizim için çok basit hastalıklardan bazense tedavisi muamma olanlardan. O yüzden geçmişte insanların bu kadar çok çocuk yapmasının bir nedeni de buydu...
O an düşüncelerim arasında içimde hareket eden bebeklerimi teskin etmek için elimi karnımın üzerine koyup usulca okşadım. İçimdeki sıkıntıyı onların iyiliği için hızla bir köşeye fırlatıp huzurla nefes aldığımda sakinleştiklerini hissettim.
Tabağımı bitirdikten sonra soyulmuş narımı yemeye başladım. Sırtımı sedire dayamış sofrada dönen muhabbeti dinleyerek narlarımı yerken çalınan kapı ile dikkatimi o tarafa verdim.
Kısa sürede içeri Lale kalfa girince ellerini önünde birleştirip gülen yüzü ile eğilip selam verdi. "Sultanım, müjdemi isterim Hünkarımız Has bahçeye giriş yaptılar."
Duyduğum haber ile anında derin bir nefes alarak şükrettim. "Allahım çok şükür!"
Yerimde heyecanla kıpırdanmaya başladığımda Dilrubah halime gülmeye başladı. Yahu senin kocan da geldi insan bir çıldırır değil mi?
Herkes sen mi Hilal?
Ahmed buraya gelene kadar narımı bitirmeye karar verdim ve kaldığım yerden devam ettim. Heyecandan yemeğe vurmuştum, yine. Cariyeler hızla sofrayı kaldırırken bizler girişte inci tanesi gibi dizilmiştik. En başta valide sultan ardından Dilrubah sonra ben ve Şah vardık.
"Ay heyecandan bayılacak gibiyim." diye mırıldandığımda Şah bana dehşetle baktı, sanki ölüyorum demişim gibi. Hızla dirseğimi tutup "İyi misin?" demesi ile gözlerim doldu. Ah hormonlar...
"Endişelenme lafın gelişi öyle dedim." diyerek güldüğümde yüzünde bariz bir rahatlamaya şahit oldum.
"Destur, Sultan Ahmed Han Hazretleri!" Koridorda yankılanan gür sesleniş ile dev ahşap kapılar açılırken hepimiz başlarımızı o tarafa çevirmiş ilgiyle gözlüyorduk yolunu. Yeri sarsan adımlarını hissetmeye başladığımda çevremdeki herkes, ben ve Valide sultan hariç eğilip selam verdi.
Kalbim boğazımda atıyor göğüs kafesim kırılacakmış gibi hissederken gözlerim onu gördü. Çarpıntı yapan kalbim ile titrek bir nefes alırken onun uzamış sakalları dikkatimi çekti. Sonra dolgun dudakları, derya gözleri... Onu görmediğim aylarda karizmasına karizma mı katmıştı bu adam yahu? O altın saçları dalga dalga geriye taranmıştı... Dik duruşu, heybetli bedeni ile insana bir kez daha iç çektiriyordu.
Karnımdaki hareketlenmeler ile ellerim karnımın çevresinde dönmeye başladığında gözlerim gözlerinde takılı kalmış özlemle gelişini izliyordum. Dudaklarında bir tebessüm can bulmuş, gözlerinde yıldızlar parıldarken ben ona bir kez daha aşık oldum.
Kokusuna hasret kalan ciğerlerim sızım sızım sızlarken derin nefesler alarak ona kavuşmaya çalışıyorlardı çaresizce. Hele ayaklarım... Yerimde zor duruyordum, tek bir boş anımda ona koşup sarılmak için zor tutuyordum kendimi.
Ahmed içeri tamamen giriş yaptığında olduğu yerde durup tek tek bize baktı sonra gözleri bende takılı kaldı. Sanki ilk defa görüyormuş gibi o merakla beni incelerken aklıma buraya gelişimin ilk günü geldi. O sokakta, silahtarın selam vermesi ile onun Sultan Ahmed olduğunu anladığım o an... Kalbim yine aynı duygular ile hızlanırken Ahmed önce validesinin elini öpüp sonra ona sarıldı. Usulca konuşulan cümlelerden sonra kardeşi ile hasret giderip bana geldi.
"Hilalim..." dudaklarından bir şiir gibi dökülen adımla gözlerim özlemle doldu. "Hoş geldin Ahmed, seni çok özledim!" titrek sesimin işitmesinin ardından hızla bana sarıldı. Karnıma özenle dikkat ederek beni kolları arasına aldığında sıkıca boynuna sarıldım. Kısa bir anlığına olsa da hasret giderdim ve kollarından ayrıldım.
Özlemle elini öptükten sonra o usulca alnıma bir buse kondurup karnımı okşadı ve dolan gözleri ile bir süre büyümüş karnımı izledi. Hasret gidermek için daha çok vaktimiz olduğunu ikimiz de biliyorduk ama bir türlü ayrılamıyorduk işte...
En sonunda Şah eğilip selam verdikten sonra bu ufak karşılama son buldu. Sedirlere geçtiğimiz vakit Ahmed'i valide sultan ile aramıza alıp oturduk. Kısa süreliğine de olsa oturup soluklanmış bir bardak su içmiş kısaca olan biteni anlatmıştı. Dakikalar sonra Dilrubah sesini düzeltip konuya girdi.
"O vakit akşama hepinizi sarayıma beklerim validem, biliyorsunuz yemek hazırlattığımı, gelin beraber hasret giderelim. Hünkar ağabeyim?"
Ahmed ile Valide sultan bakıştıktan sonra Ahmed başını sallayarak onayladı.
"Ben hazırlıklarla alakadar olmak için sarayıma döneyim o zaman. Hünkarım, validem..." Dilrubah selam vererek yanımızdan ayrılınca ardından Şah akşam görüşmek üzere selam vererek yanımızdan ayrıldı.
"Bizde müsaadenizle Validem akşama kadar dairemize çekilelim."
"Müsaade sizin Hilal."
Ahmed ayağa kalktığında elimi tutup kalkmamda yardımcı oldu ve benim eğilip selam vermemi bekledi. Valide sultan ile vedalaştıktan sonra Ahmed ile el ele dairesinden çıktık. Elini o kadar sıkı tutuyordum ki sanki uçup gidecek bir balonmuş gibi sahiplenmiştim. Sıcaklığını avuçlarımda hissedişim bedenimi titretirken o iç yakan bakışları ile beni seyrediyordu.
Rahat rahat birbirimizle özlem gidermek için dairemize kadar sabrediyorduk. Parmakları daha sıkı kenetlenirken bana hafifçe eğilip saçlarıma bir buse kondurdu. Tam o an buz kesmiş koridorlar onun bir dokunuşu ile alev alırken dudaklarımda birer tebessüm can bulmuş ardından göz yaşlarım yanaklarımdan usulca akıp gitmişti.
Ahmed parmaklarının uçları ile göz yaşlarımı silerken kaşlarını çatmış anlam vermeye çalışıyordu. "Nedir seni böyle ağlatan sultanım?" Tek bir kelimesine hıçkıra hıçkıra ağlamak isteyen yanım gün yüzüne çıkmak için çırpınmaya başladığında zorla yutkundum ve omuz silktim. "Mutluluk?"
Cevabım ile gözleri kısılana kadar gülmesi karnımda hareketlenmelere sebep olurken dudaklarımdan dökülen kıkırtı ile hızla elini karnımın sağ bölgesine götürdüm. Ahmed aralanan dudakları ile durduğu yerden beni izlerken avucunun sıcaklığını kalın kaftanların altından hissettim.
"Hilal!" Dehşete düşmüştü, herkes gibi o da bu mucizeye hayran kalmıştı. Nefesini tutmuş tüm ilgisi ile karnımı avuçları arasına alırken içeride babaları için heyecanla dört dönen bebeklerimizi her detayıyla hissetmek istiyordu.
"Hissediyorum, tekmeliyorlar değil mi! Acımıyor canın ama değil mi?"
"Bu seviyede acımıyor ama daha şiddetli vurduklarında çekilmez oluyor cidden." Gülerek bebeklerimizi babalarına şikayet ettiğimde Ahmed birden diz çöktü. Şaşkınlıkla ona baka kalmışken hızla etrafıma bakındım. Arkamızdaki cariyeler ve ağalar ne yapacaklarını şaşırmış daha çok eğilip hareket etmezlerken aklıma dönemin Joseon krallığı yani şimdiki Güney ve Kuzey Kore geldi, aslında çoğu Asya ülkesinde olan bir davranış olsa da eskiden izlediğim tarihi dizilerde. Kral veyahut Kraliçe gibi en üsttekiler diz çökme veya eğildiklerinde çevredekiler saygı anlamında o yüksek seviyeli kişi gibi daha çok eğilir ya da yere diz çökerlerdi.
Gelecekte net olmayan bir bilgi ise Osmanlıda nasıl eğilip selam verildiğiydi. Hiç bir yerde net bir şekilde şu şekilde selam verilir yazılmazdı, nereye kadar eğilirlerdi? Nasıl bir şekilde dururlardı yazmadı. Ve ben ise doğrusuna canlı canlı şahit olmuştum...
"Validenizin canını yakmayın sakın tamam mı evlatlarım? Sakin olun." Ahmed karnıma doğru fısıldaması ile dudaklarımdan bir kıkırtı firar ederken kendime daha fazla mani olamayıp kahkahayı patlattım. Başım geriye düşerken seslice gülüyor ellerimle dudaklarımı örtüyordum.
Derin nefesler alarak sakinleştiğimde dolu gözleri ile beni bıraktığım gibi dizlerinden seyreden Ahmed karşıladı. Dudakları aralanmış, gözleri hayranlıkla dolmuş gibiydi.
"Çok güzelsin."
Gözlerim duyduğum iltifat ile hızla açılırken utançla etrafıma baktım. Ahmed bu sırada ayağa kalkıp bir eli karnımdayken diğeri ile yanağımı kavradı. "Hele utanınca al al olan yanakların yok mu? Kalbimi derbeder ediyorlar."
"Ahmed..." Fısıltıyla adını dile getirdiğimde o gülerek bana daha çok yaklaşıp ellerini belime sardı. Alnı alnımda yerini alırken gülerek mırıldandı. "Hmm?"
Karşı çıkacak gücü kaybederken kollarımı boynuna sarıp ona teslim oldum. Bizi izleyen gözleri umursamadan ona sıkıca sarılırken gözlerimi huzurla kapamış kokusunu içime çekiyordum.
"Seni çok özledim." sessiz mırıldanışım sessiz koridorda yankılanırken Ahmed daha sıkı sarıldı. "Bende sevgilim, özleminle her gece yanıp kül oldum. Sonra sana olan aşkımla yeniden küllerimden doğdum ve Zümrüdüanka misali sana geldim."
Sadece bir iki cümlesi ile aklımı başımdan alabilmesine bir kez daha hayran kalırken orada daha fazla dikilmemeye karar verip dairemize ilerledik. Altın yoldan Has odaya geçerken bugün tamiratın bitişi ile üç günün ardından odamıza girdim.
İçeride yalnız kaldığımız an yeniden ona sıkıca sarıldım. Karnıma dikkat ederek sarılırken bir bütün olacak gibi dolanmıştık birbirimize. Sarmaşık misali...
Dudakları önce saçlarımda ardından yanaklarımda süzülürken sakalları ince ince tenime batmaya başlamış içimi mayhoş etmişti. "Ahmed." inler gibi adını fısıldadığımda dudakları dudaklarımı gülerek örtüp esiri aldı. Ayların özlemi ile yanan dudaklarıma su olup onları söndürürken ihtirasla yanaklarımı kavradı.
Ellerimi kollarından usulca boynuna çıkarırken ensesinden tutup onu kendime çektim. Parmaklarımın arasındaki altın saçlarını bir yandan okşarken diğer yandan daha fazlası için çekiştiriyordum...
Ahmed alt dudağımı iç çektirerek öptüğünde dizlerimin titrediğini hissettim. Yalpalar gibi olurken ellerimi yeniden kollarına indirip ondan güç aldım. Elleri yanaklarımdan belime inerken tüm sırtımı usulca okşamayı da ihmal etmemişti. Her yanıma dokunup iz bırakırken benden uzaklaşıp elimi tuttu ve yanan şöminenin karşısına divana ilerledi. Beraber divana oturduğumuzda Ahmed kollarını sıkıca bana sarıp bedenimi kendine çekti.
Sırtımı göğsüne yaslayıp bacaklarımı divana uzatırken onun yüzünü boyun girintimde hissediyordum. Derin derin nefesler alıyordu.
"Bu koku yeni mi?" sıcak nefesinin boynuma vuruşu ile söylediklerine içim huylanırken gülerek başımı salladım. "Evet, sevdin mi? Senin için sürdüm." Nazlı sesim ile kolları sıkılaşırken bedenimi kucağına doğru çekip yüzüme rahatça baktı.
"Çok güzelmiş, lakin ben senin kendine has kokunu yeğlerim sevgilim." boğuk sesi yutkunmama neden olurken aylardır uyuyan duygularım kış uykusundan uyanmış gibi capcanlı hayata karışmıştı. Bedenim karıncalanıyor ona daha çok yakın olmak istiyordum.
"Ahmed beni deli ediyorsun." düşünmeden söylediklerim ile dudaklarında o kendini beğenmiş gülüşü can bulunca seslince iç çektim. "Hele şu gülüşün yok mu? Can çekiştiriyor kalbime."
Gözlerim istekle dudaklarına kaydığında Ahmed gülerek yaklaşıp dudaklarıma kapandı. Kucağımdaki ellerimi boynuna sarıp yerimde kıpırdanıp daha yukarı çıktığımda onun dudaklarından bir inilti firar etti. Nelere sebep olduğumu bilerek gülüp daha sıkı sarıldım ve dudaklarının tadını hisseder gibi onları öptüm.
Elleri usulca belimde gezinirken dudakları boynuma inip sakallarını sürterek öpmeye başlamıştı. İç çeke çeke vakit geçirirken bende usulca saçlarını okşuyor özlemle öpüyordum altın tutamlarını. Dudaklarımda durmaksızın bir tebessüm dolanırken gözleri mutluluktan dolmuş binlerce şükürler ediyor onun varlığına şükran dolu dualar ediyordum.
Ahmed dakikalar sonra bedenimi usulca divanın boş kısmına yatırdığında başını karnıma yaklaştırıp elleri ile okşamaya başladı. İçimde hissettiğim hafif hareketlilik ile gözlerim daha çok dolunca göz yaşlarım usulca akıp gitti yanaklarımdan. Elimi Ahmed'in saçlarına koyup okşarken o karnımı dinleyerek içeride olan biteni çözmeye çalışıyordu.
"İki tane meleğimiz mi olacak şimdi bizim?" meraklı fısıltısı ile burnumu çekip bende fısıldadım. "Evet."
"Sizin genlerden geliyor bu." Bir süre sonra sessizliği bölmem ile Ahmed başını merakla kaldırdı.
"Gen? Nedir o?"
Gülerek dudağımı dişlediğimde Ahmed daha çok merakla baktı.
"Nasıl anlatsam ki... Şöyle anlatabilirim anne babadan çocuklarına geçen belirli bir karakteristiği taşıyan biyolojik birim yada nesilden nesle geçenlere denilir. Dilrubah sultanın da ikizleri var mesela demek ki sizin aile soyunuzda ikiz olan bir durum."
"Anladım..." diye mırıldanıp yeniden karnıma yattı ve iç çekerek "Gelecek çok garip." dedi.
Ahmed karnımı dinlediği süre zarfında bebekler bir çok kez içimde hareket edip tekme atmış, karnıma baskı uygulayarak dışa doğru küçük dağlar oluşturmuştu. Ahmed parmaklarını o yerlerde gezdirirken bu hareketlilik daha da çoğalmıştı. "Yavaş olun çocuklar canımı mı çıkaracaksınız yahu! Vallahi bu kas ağrıları dayanılmaz oluyor. Baksana resmen derim geriliyor!" Oturur pozisyona gelip üstüme başıma çeki düzen verdikten sonra dışarıya baktım.
"Hava kararıyor, hazırlanmaya başlayalım mı?"
"Olur, gel sana yardım edeyim." Ahmed ellerimi tutup beni kaldırdığında beraber dairedeki küçük odaya geçtik. Dolapları açıp ne giysem polemiğine girerken Ahmed beni izliyordu.
"Sen değiştirmeyecek misin kaftanını?" diyerek siyah kaftanını incelediğimde başını iki yana salladı.
"Peki madem."
Gözlerim yeni kaftanlarda dolanıyordu zira eskiler hamile bir kadına uygun değillerdi. Gözlerim zümrüt yeşili ipek kumaş bir kaftanda takılı kalırken üzerindeki altın rengi işlemeleri hayranlıkla inceleyip onu seçtim. Görünüş olarak ağır bir kaftandı. Yani oldukça asil görünüyordu. Elbisenin tülünü de alıp arkamı döndüğümde Ahmedi beni ilgiyle seyrederken buldum.
Etrafa utanarak bir bakış attıktan sonra ellerimdekini havaya kaldırdım. "Nasıl?" Ahmed geriye daha çok yaslanıp gülümsedi ve "Sana çok yakışacak." diye mırıldandı.
Heyecanla elbiseyle beraber paravanın ardına geçip üzerimdeki kaftanlardan kurtuldum, başımdaki tülü te çıkardıktan sonra yeşil kaftanın her katını ayrı ayrı giyindim. Dakikalar sonra hazır olduğumda elbisenin kabarık eteklerini tutarak paravanın ardından çıkıp sedire oturup beni bekleyen Ahmed'in karşısına geçtim.
"Nasıl olmuşum?" diyerek etrafımda dönerken o aralanmış dudakları ile öne doğru yaklaşıyordu. "Muazzam ötesi Hilal..." Ahmed iç çekerek ayağa kalkınca bana yaklaşıp ellerimi tuttu.
Dudakları alnıma bir buse kondurup geri çekildiğinde gülümsemeye devam ediyordu.
"O vakit takılarımı da değiştireyim sonra çıkabiliriz." diyerek aynalı masanın önüne geçtim ve taktığım takıları tek tek çıkarıp zümrüt takılarımı taktım. Yüksek katlı bir taç taktıktan sonra dalgalı saçlarımı geriye atıp tülü taktım ve gerdanımı onunla örtüp broş ile tutturdum.
Dakikalar sonra hazır olduğumda aynı kaftanın kabanını giyinip Ahmedle aşağı harem binasının çıkışına ilerledik. Taşlığın bulunduğu koridordan geçerken Ahmed tuttuğu elimi daha sıkı tutup bana gülümsedi.
"Destur, Sultan Ahmed Han Hazretleri!" kapı ağasının seslenişi ile taşlıkta kim var kim yoksa anında işini bırakıp sıraya dizildi ve selam verdi. Meraklı ve hayranlık dolu gözler çaktırmadan üzerimizde dolanırken Ahmed sakince ileriye bakıyor ben ise karnımı tutarak kızlara gülümsüyordum.
Gülüşümü gören kızlar daha geniş gülümserken başlarını selam vererek bir kez daha eğdiler.
Arkamızdan gelen konvoy ile avluya çıktığımızda Valide sultan ile karşılaştık. Valide sultan kendi faytonuna binerken biz Ahmed ile ayrı bir hanedan arabasına binmiştik.
Altın varaklı arabanın yumuşak sedirlerine oturduğum gibi geriye yaslandım. "Yoruldum." diye mırıldanırken Ahmed şaşkınca karşıma oturdu.
"Yoruldun mu? Ne yaptık ki?"
"Ahmed bu karın kaç kilo haberin var mı? Belim ağrıyor taşıyamıyor gibiyim artık. Yahu daha doğuma iki ay var bu karın daha büyüyecek nasıl dayanacağım ben?" Dert yanma saatim gelmişti, ve bunu dinlemeye nail olan kişi ise Ahmed olmuştu.
"O kadar mı zor?" Hüzünle çatılan kaşları ile öne eğilip karnımı okşadı. "Elimde olsa ağrılarını hafifletmek isterdim..." Karnımın üzerindeki elini tutup gülümsedim. "Sen geldin ya, sen bana şifa olursun sevgilim."
Yol boyunca Ahmed ile havadan sudan sohbet edip pencereden dışarıyı seyrettik. Halinden bir hayli memnun olan halk ve esnafı izlerken burnuma dolan taze ekmek kokusu ile arabayı durdurmuş fırıncıdan bir somon ekmek aldırmıştım. "Hilal yemeğe gidiyoruz gerek var mıydı buna?" gülüşünü zorla tutarak söyledikleri ile göz devirdim ve ekmeğin çıtır kısmından alıp yemeğe başladım. "Atıştırma amaçlı bu karnımı doyurmayacağım ki bir ekmekle, hem aç mı kalayım onu mu istiyorsun? Çok kilo aldın zayıfla mı diyorsun? Beni artık beğenmiyor musun Ahmed!?"
Ne ara ipleri koparmıştım bilmiyorum ama şu an elimde ekmek ile hüngür hüngür ağlıyordum.
Ahmed ise dehşetle beni izliyordu, şaşkın şaşkın ellerini havaya açmış konuşmaya çalışıyor ama bir türlü dilini çözememiş lafa girememişti.
"Bıktın mı artık benden? Beni artık sevmiyorsun değil mi..."
"Hayır Hilal, saçmalama lütfen?" Ahmed sonunda kendine gelmiş hızla yanıma oturmuş ellerimi tutarak beni teskin etmeye çalışıyordu.
"Sen benim her şeyimsin, hiç senden bıkar mıyım? Ben seni her halinle severim sevgilim çıkar aklından o vesveseleri! Seni her iki tarafta da seveceğim Hilal ve bundan asla bıkmayacağım."
"Şimdi sil bakayım o göz yaşlarını, gülümse... Sana gülmek yakışıyor sen hep gül tamam mı?"
Baktı ellerim dolu kendi silmeye başladı göz yaşlarımı sonra dudaklarıma bir buse kondurup saçlarımı düzeltti.
Biz böyle o duygu bu duygu derken arabalar çoktan Dilrubah sultanın sarayına giriş yapmıştı.
"Geldik galiba." diye mırıldanıp pencereye döndüğümde Ahmden çenemden tutarak beni kendine çevirdi ve dudaklarıma kapandı. Sert dokunuşları ile dudaklarımın şiştiğini hissederken o geri çekilmeye hiç hevesli değil gibiydi. Dışarıda ise çoktan bir takım sesler yükselmeye başlamıştı!
"Ahmed." dudakları arasına seslendiğimde belimi tutup kendine çekti. "Ahmed'in sana kurban olsun hatun!"
Ay deme öyle bende kalp var!
"Bizi bekliyorlar hadi..."
"Saraya dönebiliriz hemen şimdi."
Ben ne diyorum sen ne diyorsun be adam?
Azmış bu.
Aaa sus terbiyesiz denilir mi o öyle ulu orta yerde?!
Ulu orta? Hani nerede? Sen ve benim aramda bunlar Hilal, senin kafa iyice gitmiş baksana...
"Olmaz Ahmed hadi kırma beni..." Ahmed dudaklarımı izlerken seslice iç çekip güldü ve başını salladı.
Kapımızı açmak için uzandığımda Ahmed yerinden kalkıp kendisi kapıyı açtı ve arabadan inip elini uzattı. Binerken olduğu gibi inerken de yardımı ile dikkatlice indiğimde sarayın girişinde bizi karşılayan ailemiz ile karşılaştım.
Valide sultan çoktan arabadan inip Dilrubah ve Şahın yanına geçmişti, Dilrubah'ın kocası Mehmed paşa ise elleri önünde bizi bekliyordu.
Yanlarına emin adımlarla giderken valide hariç herkes Ahmed için eğildi.
"Hünkarım hoş geldiniz sefalar getirdiniz hanemize."
"Hoş bulduk Mehmed."
"Buyurun salona geçelim hünkarım, validem." Dilrubahın yol göstermesi ile hep beraber bildiğimiz yoldan saraya girdik. Cariyeler üzerimizdeki kabanları aldıktan sonra salona girdik.
Sıcak şöminenin ısıttığı salonda hepimiz sırayla sedirlere yerleştik.
Şöminenin olduğu köşeye büyük yer sofrası kurulurken salonun kapısında bir ağa belirdi. "Paşam." seslenişi ile Mehmed paşa ağaya bakıp elini gel manasında salladı.
Ağa elleri önünde koşar adım karşımıza geçip selam verdi. "Paşam, Avusturya elçisi Henri huzurunuza kabulü beklerler kendileri sarayın önündeler."
Hepimiz merakla birbirimize baktığımızda paşa da aynı merakla kaşlarını çattı. "Mesele neymiş?"
"Malumatım yok paşam lakin ellerinde çok mühim bir mektubun olduğunu söylememi istediler."
"Hayırdır inşallah akşam akşam..." Valide sultanın iç çekişi ile Ahmed seslice gülüp "Devlet işlerinin zamanı olmaz validem, bakalım elçi ne diyecekmiş neymiş bu mühim havadis. Çağır gelsin Mehmed."
Paşa Ahmedden onayını aldığı gibi ağaya işaret etti ve ağa yanımızdan uzaklaştı. Biz kadınlar olarak örtülerimizi düzelttikten sonra merakla beklemeye başladık.
Kim bilir nasıl görünüyordu, kıyafetleri, karakteri, lisanı... İçimdeki merak duygusu kabarırken Almanca sadece selam ve benim adım Hilal demeyi bildiğimi fark ettim. O an sanki sınava girecekmiş gibi hissettiğimde kendime göz devirdim saçmalama istersen sanki adam seninle konuşcaka.
Dakikalar sonra içeri tam bir Avrupai giyimi ile otuzlarında bir adam girince kaşlarımı kaldırdım. Ben daha çok elli yaşlarında göbekli bir amca bekliyordum. Bu adam oldukça genç ve hoş görünüyordu. Klasik mavi göz ve sarışın batılıydı. Gözleri maviydi ama içe çeken bir yanı yoktu, oldukça düzdü.
Adam emin adımlar ile karşımıza geçtiğinde elleri önünde eğilerek selam verdi.
"Padişah hazretleri, rahatsız edişimi mazur görün." Bozuk Osmanlıcası olmasına rağmen oldukça iyi konuşuyordu.
Garip yabancı aksanı ve kelimeleri düşünerek söylemesinden belliydi bu lisanı daha yeni yeni öğrendiği. Başımı soluma çevirip kızların tepkilerine baktığımda benim gibi çaktırmadan adamın analizini yaptıklarını fark ettim. Valide sultan ise dik başı ile adama dümdüz bakıyordu. Usulca Ahmed'e döndüğümde ise onu alaylı gülüşü ile buldum, bu gülüş öyle açık bir alaya ev sahipliği yapmıyordu. Üstüne alınanın onun gözlerinden fark edebileceği bir alaydı.
"Size mühim bir havadis getirdim lakin geç olduğu için önce paşa hazretlerine sunmak istedim, ben sizin de burada olduğunuzu bilmiyordum."
"Acelesi yok elbet vaktimiz olur bakmaya." Ahmed sessizliğini bozduğu an adam başını biraz daha eğdi.
"Hünkarım dilerseniz çalışma odamda bu meseleyi görüşebiliriz." Mehmed paşanın önerisi ile Ahmed başını salladı.
"Ama önce elçiyi ailem ile tanıştırmayacak mısın?"
"Bağışlayın hünkarım, Valide Zümrüt-Şah Sultan kendileri Hünkarımızın validesi olurlar. Dilrubah sultan kendisi benim zevcem ve hünkarımızın kız kardeşidir. Hilal sultan, kendileri hünkarımızın nikahlı eşi ve baş haseki sultandı. Şah sultan ise kırım hanlığının prensesi ve Valide sultanın yeğeni olurlar." Paşa tek tek bizleri işaret ederek elçi ile tanıştırdıktan sonra adam bir kez daha selam vererek eğildi.
Doğrulup gözlerini kaldırdığında ise bakışları bende takılı kalarak "Sizinle tanışmak benim için bir onurdur." dedi ardından tek tek herkesin gözlerine baktı.
Fazla bir konuşma geçmeden Ahmed ayağa kalkıp paşa ve elçi ile salondan ayrıldı. Salonda biz bize kalırken merakla Şaha döndüm. "Soracaktım vakit olmadı, Yavuz nerede?"
Şah hafifçe öne eğilip beni cevapladı. "Hünkarımızın verdiği vazifeyi yerine getiriyordu en son, lakin yemeğe yetişip eşlik edecekti."
"Ne vazifesi?"
"Vallahi bilmiyorum galiba seferden gelen ganimetlerle alakalı."
"Anladım, ee sizin evlilik nasıl gidiyor, yaramazlık yoktur inşallah?"
"Çok şükür her şey yolunda, gül gibi geçiniyoruz tabiri şıp oturur hatta." gülerek söyledikleri ile bende güldüm.
"Nereden çıktı bu elçi şimdi, akşam akşam olacak iş mi? Günler torbaya mı sıkıştı bekleyememiş mi sabahı." Baş köşeden valide sultan yeniden söylenmeye başladığında üç kız kıkırdamaya başladık. Tam huysuz bir anne gibiydi şu an.
"Haklısınız validem." diye mırıldanıp sofraya baktım. Bitmiyordu yahu, kur kur nereye kadar bin bir çeşit yemek vardı. Acıktım, keşte arabada ekmeği yeseydim zaten hatunlar elimden aldı palto ile en azından atıştırırdım şimdi. İştahla yutkunduktan sonra yavru kedi bakışlarımı sofradan çektim.
Ne uzun bir gündü ve hala da uzamaya devam ediyordu! Yemek yiyip uyumak istiyorum artık her yerim ağrıyor, şöyle Ahmed'e sıkıca sarılıp kolları arasında aylar sonra rahat bir uyku çekmek istiyordum...
Dakikalar sonra sofra ile ilgilenen kalfa Dilrubah'ın yanına gidip hazır olduğunu haber ettikten sonra diğer cariyeler ile biraz uzağa geçip beklemeye başladı.
"Hilal canın bir şeyler mu, aşeriyor musun?" Dilrubah'ın meraklı sorusu ile güldüm ve başımı salladım. "Her istediğim geliyor şükür, valide sultan mutfağının benden çektiği var daha geçen canım fıstıklı baklava çekti akşam akşam işe koyuldular." anlattıklarım ile ağzım sulanınca iştahla yutkundum. "Bak canım çekti yine!" kendimden bıkarak isyan ettiğim an Dilrubah şen bir kahkaha attı.
"Kaynanan seni seviyormuş bu akşam tatlı olarak fıstıklı baklava ve ayva tatlısı yaptırdım."
Bakışlarım valide sultana kayınca onun da kendini tutamayıp güldüğüne şahit oldum.
"Gerçekten mi?"
"Şanslı hatunsunuz sultanım." Şahın gülerek söyledikleri ile karnımı okşadım. "Evet iki tane şansım var değil mi mucizelerim?"
Bir süre sonra kapı açılıp içeri tepsi ile bir cariye girince merakla ona döndük. Tepside bir servis daha vardı. Geçip sofrada erkeklerin bölümüne yer açıp oraya yerleştirdi. "Nedir onlar?" Dilrubahın sorusu ile cariye işini bitirip yanımıza geldi. "Sultanım, paşamız elçi için sofrada yer açmamızı buyurdular."
"Yemek mi yiyecek bizimle?" Şahın şaşkın sorusu ile kız başını salladı.
"Hünkarımız davet etmişler."
Valide sultan iç çekerek başını iki yana sallarken salon kapısı aralandı. İçeri Yavuz girmişti. Her şeyden habersiz başını kaldırıp bu tarafa baktığında erkeklerden kimseyi göremeyerek sersemlemişti.
Daha sonra hızla yanımıza gelip selam verdi. "Valide sultanım..."
"Yavuz Çelebi geldin demek, aslanım ile Mehmed paşa Avusturya elçisi ile içerideler." Valide sultanın açıklaması ile Yavuz başını salladı. "Mehmed'in çalışma odasındalar istersen yanlarına gidebilirsin Yavuz Çelebi." Dilrubah'ın önerisi ile Yavuz başını sallayıp yanımızdan ayrıldı.
Bakışlarım Şaha kaydığında nasıl aşkla Yavuzu seyrettiğini gördüm. Düğün günü onu tehdit eden Selim bey ise ertesi sabah toparlanıp payitahtı terk etmişti. Hem ikaz edişim işe yaramıştı hem kendisi anlamıştı bu işin olmayacağını. O günden beri içi rahattı Şahın.
"Diyorum ki bahar olunca hep beraber Edirne'ye gidelim." Valide sultanın fikri ile dudaklarımda bir tebessüm belirdi. Biz Ahmed ile nikahtan sonra Edirne'ye gitmeyi planlamıştık ama kader bizi yine Manisa'ya götürmüştü.
"Çok güzel olur validem."
"Katılıyorum hep beraber vakit geçirmiş oluruz."
"Çocuklara da iyi gelir, bu arada Aysima ile Mustafa nerede Dilrubah?" Etrafa attığım bakışlardan sonra geri Dilrubaha dönmüştüm.
"En son uyuyorlardı, Hatice çocuklara baksana uyanmışlar mı diye?" kapı girişinde bekleyen cariye selam verdikten sonra aramızdan ayrılıp üst kata çocuklara bakmaya çıkmıştı.
Neredeyse iki yaşlarına gireceklerdi onlar da. İki yıl... Onlarla beraber bende bu var olmuştum burada.
Fazla zaman geçmeden iki cariye kucaklarında tatlı tatlı giyinmiş bebekler ile gelince dört kadın olarak yerimizde kıpırdandık.
Küçük Mustafa'yı kucağıma aldığım gibi onu bağrıma basıp mıncıklamaya başladım. Yengesi olarak ayrı teyzesi olarak ayrı seviyordum onları.
Mustafa karnıma ellerini dayayıp bu koca şişkinliği incelerken haline gülümsedim. "Kardeşler geliyor Mustafa, abi olacaksın!" demem ile ellerini heyecanla çırpıp gülmeye başladı. Dört dişi ile oldukça tatlı görünüyordu.
Biz bebekler ile tek tek ilgilenirken kapı açılmış içeri beyler girmişti. "Hatice çocukları al yemeklerini yedir." Dilrubah'ın isteği ile bebekler yanımızdan ayrılırken biz de ayağa kalktık.
"Sofraya geçelim artık ne dersiniz?" Valide sultanın sorusu ile anında gülümsediğimde Ahmed yanıma gelip belime sarıldı ve ilerlememde yardımcı olup sofradaki yerime oturmamda yardımcı oldu. Bir başa Ahmed diğer tarafa ise Valide sultan oturmuş bizlerde çevrelerine dizilmiştik. Ahmedin sağında paşa, solunda elçi varken elçinin yanında da Yavuz ve Şah vardı. Ben ise Paşanın yanında oturan Dilrunbah'ın yanındaydım.
Herkes sofrada yerini aldığında mühürlü gelen yemekler tek tek açıldı. Bu mühür yemeklerin çeşnici başı tarafından kontrol edişinin kanıtıydı.
Yemeğe başlamadan dua edip Ahmed'in başlaması ile yemeğe başladık. Cariyeler sofra boşaldıkça doldururken bizler leziz yemekleri afiyetle yiyorduk.
Mercimek çorbamı içerken yandan gülerek Ahmede baktığımda onun sert bakışları ile sol tarafa baktığını fark edince merakla o tarafa baktım ve bana bakan elçi ile karşılaştım. Elimdeki kaşığı sıkıca tutup geri çekildiğimde kulaklarımı Ahmed'in gür sesi doldurdu.
"Türk yemeklerini sevdiniz mi?" sorduğu sorunun kime ithaf ettiğini anlayan Henri hızla kendine gelip Ahmed'e döndü ve garip bir gülümseme ile başını salladı. "Evet alışmak zor oldu ama sevdim."
Esen soğuk rüzgarlar ve sessizlik eşliğinde yemeğe devam ederken Yavuz çelebi birden konuya girdi.
"İstanbul'daki konağınızın bir hayli tarihi eserler ile dolu olduğunu işittim. Bu merakınız nereden geliyor?"
Geleceğe yatırım yapıyor!
"Benim babamın heykel koleksiyonu vardı, küçükken çok merak ederdim ve dokumama izin vermediği için bu merak yıllarca içimde ukde kaldı. Ben büyüdüm ve artık kendi param ile koleksiyon yapabilirim düşüncesi ile bu kadar çok birikim yapıyorum."
"En değerli heykeller sizde o vakit? Bu hırsla kesin toplamışsınızdır."
Yavuzun cevabı ile adam kahkaha attı. Sarayın duvarları inlerken en sonunda başını iki yana salladı.
"Hala peşinde olduklarım var Yavuz Çelebi."
"Hangisi?"
"Semadirek Kanatlı Zaferi."
"Helen döneminin en önemli ve güzel örneklerinden biri lakin nerede olduğunu nereden biliyorsunuz? Efsanevi bir heykeldir bulan olmamıştır daha."
Kendimi tutamayıp konuya dahil olduğumda hala adamı anlamamıştım 1863 yılında Ege Denizindeki Semadirek adasında heykelin parçaları keşfedilmişti yani o döneme kadar tapınağın içinde duruyordu heykel. Hoş tarihten asla kesin bilgiler edinmemiştik, belki bu yüzyıllarda o antik kentler arasında bulunmuş ama kaderine terk edilmişti...
"Siz ilgilisiniz anladığım kadarıyla?" Bozuk aksanı ile kulaklarım kabarınca bakışlarımı çorbadan çektim. "Pek sayılmaz lakin bildiğim konular."
Adam bir anda parlayan mavileri ile yerinde kıpırdanınca herkes ona baktı.
"Bağışlayın sadece böylesine güzel bir hanımefendinin hele ki sanata ilgisi olan biri beni oldukça heyecanlandırdı."
Güzel mi? Ouu kelle gidiyor bu gece desene?
Dehşetle iç sesimi duyduğumda kast katı kesilip Ahmed'e döndüm. Adam pot üstüne pot kırıyordu.
"Karım, her konuda bilgilidir Henri." Ahmed'in baskın sesi ile bakışlar ona dönünce adam başını salladı ve yeniden yemeğine döndü.
Fazla vakit geçmeden adam bir çocuk gibi heyecanına yenik düşüp sessizliği yeniden bozmuştu.
"Peki Donatello'nun 'Davut' Heykelini bilir misiniz sultanım?"
Derin bir nefes aldığımda isteksizce kaşığımı bıraktım. Bir yemek yedirmedin be adam.
"Evet, 1440 yılında yapımı bitti ve bronz heykel, İncil hikayesini de tasvir ediyor aslında."
Yeniden bana soru sormasından kaçmak için yemeklere sığındım.
"Donatello'nun 'Davut' Heykelinin yaklaşık 100 yıl sonrasında da Michelangelo Davut Heykelini yaptı. İkisi de dönemin çok konuşulanlarından." Ahmed sakince konuyu devam ettirdiğinde heyecanla ona döndüm.
"Evet yapımı 1501 ile1504 arasında sürmüş." diyerek Ahmed'e eşlik ettiğimde parlayan gözleri ile bana bakarak başını salladı.
"Padişahım sizde çok ilgilisiniz sanata." devrik cümlesi ile istemsizce adama güldüğümde Şah ve Yavuz da bana eşlik ederek adama güldü.
"Hünkarımız kadar ufku geniş ve sanatkar bir hükümdar emin olun daha görmediniz." Mehmed paşanın iğneleyici ses tonu ile söylediklerine Henri'nin rengini attırırken adam yutkunarak başını salladı.
Son cümlelerden sonra herkes yemeğe kaldığı yerden devam etmişti. Normalde yediğimin iki katını yiyor yemeklere aşkla bağlanıyordum. Yahu ben üç canlıyım tabii yiyeceğim! Evet bu benim kendimi kandırma cümlemdi.
Önümdeki kavurmaya ekmeği bandığımda üzerimde hissettiğim gözler ile başımı uzun süre sonra yemekten kaldırdım. Yine yemeğe gömülmüş halime gülen Valide sultanı beklerken gözlerim beni beğeni ile süzen elçide takılı kaldı. İştahımın kaçması ile elimdeki ekmeği bırakıp mendil ile sildim ve Dilrubaha döndüm. Kulağına yaklaşıp sessizce fısıldadım.
"Bu adam canına mı susamış dik dik bakıp duruyor!"
"Bende fark ettim ve yalnız değiliz ağabeyim en baştan beri adamı izliyor. Sen sakinliğini koru."
Derin bir iç çekerek Ahmede baktığımda yüzünün öfkeden kızardığına şahit oldum. Uzun zamandır şakağında attığını görmediğim o damar ortaya çıkmıştı. Çatalı tutan eli o kadar sıkıydı ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu.
Belli ki olay çıkmasın diye şimdilik susuyordu. Ama Ahmed'i tanıyan herkes bu sessizliğin fırtına öncesi sessizlik olduğunu bilirdi. Kıskanıyordu beni, ve haklıydı da herif yavşağın ta kendisiydi. Ehem... Bit yavrusu olan. Yoksa ben hiç argo kelime kullanır mıyım?
Fark ettim de daha önce Ahmed beni bu denli kıskanacak bir durum yaşamamıştık. İlk defa böyle bir duruma düştüğüm için nasıl tepki vermem gerektiğini de bilmiyordum haliyle.
Hamilelik filan dinlemeden adamın başına şu porselenleri geçiresim vardı bir bitmediniz ya! Her devirde olmak zorunda mı böyle şeref yoksunu insanlar. Avrupalıların rahata düşkün olduğunu bilirdik de bu sınırı geçiyordu.
"Siz Hilal sultan, hiç resminizi yaptırmayı düşündünüz mü?"
O an içtiğim su boğazımda kalırken dehşetle Ahmede döndüm. Her an patlayacak bir bomba gibiydi sevgilim bu geceyi de atlatırsa iyi.
Ahmed kapalı gözleri ile derin bir nefes alıp çatalını bıraktı.
"Zevcemin güzelliğini resmetmeye cesaret eden karanlığa mahkum olur Henri."
Tehditkar cümlesi ile Henri anında önüne dönünce Dilrubah yandan yandan sırıtmaya başladı. "Eski elçi." diye fısıldadığında adamın geleceğini söylemiş oldu.
Yemek en sonunda bittiğinde etrafta kelle olmadığı için şükredecek hale gelmiştim.
Her ne kadar Ahmed'in böyle bir şey yapmayacağını bilsem de adamın anasından emdiği sütü burnundan getireceğini biliyordum.
Sedirlere geçtiğimizde Ahmed benim yanıma oturmuş kolunu omuzlarımdan atıp beni kendine çekmişti. Bu halimize Valide sultan dizi izler gibi izleyip keyif alırken Dilrubah ise Şahla gülerek bizim hakkımızda fısıldaşıyordu.
Sahiplenici erkek tutuşu!
Ne güzel kıskanıyor yiğidim!
Hoşt, kimin yiğidi, benim o iç ses kendine sahip çık.
Ben senim zaten? Manyak...
Hormonlar yüzünden Ahmed'i kendimden bile kıskanır hale gelmiştim yavrucağım ne yapsın elin adamı resmen çapkın çapkın bana yürüyordu. Benim başıma gelse bu kadar soğuk kanlı duramazdım vallahi aklını alırdım adamın.
Ahmed'in elini daha sıkı tutarken gerdanımı örten baş örtüsünde o parmak uçlarını gezdirdi. Sıcak parmakları tenime değmese bile varlığını hissettiriyordu...
"Ben artık müsaadeniz ile gideyim padişahım. Paşam, yemek için çok teşekkürler." Adam ayağa kalktığına Ahmed o keskin bakışları ile onu ateş hattına aldı. Başını eğip selam veren adama eli ile git hareketi yaparak fazla söze gerek duymadı. Elçi geri geri yürüyerek ta kapıya kadar ilerledi ve yeniden selam verip salondan çıktı.
"Hadsiz herif..." dudaklarımdan dökülen fısıltıyı sadece Ahmed duymuş o ufak sırıtması ile beni daha çok kendine çekmişti.
"Tatlılar nerede canım çekti baklavayı biliyorsun Dilrubah hadi..." yanımdaki Dilrubaha mızmızlanmam ile o kahkaha atmamak için eliyle ağzını kapatıp başını diğer tarafa çevirdi. Kendini toparlar toparlamaz cariyelerden tatlı servisini istedi.
"Tatlıları yedikten sonra bizde kalkalım Validem, epey geç oldu ayrıca yol yorgunuyuz değil mi Mehmed?"
"Sen nasıl arzu edersen Ahmed."
"Hünkarım bu gece sarayımızda sizleri misafir etsek? Yarın da beraber kahvaltı yapsak?" Mehmedin Dilrubaha bakarak söyledikleri ile Dilrubah da başını sallayıp devam etti. "Evet ağabey sizler için oda hazırlatmıştım zaten, hem bir de saraya dönüş yolu ile yorulmasın Hilal."
Dilrubah Ahmedi yumuşak yerinden benimle vurmuştu. Ahmed endişeyle bana baktığında gülümsedim. "Tamam o zaman, Validem sizin için de uygunsa bu gece burada kalalım."
Valide sultan da başını olumlu anlamda sallayınca burada kalmaya karar vermiş olduk.
"Lakin biz tatlıdan sonra kalkacağız, hem konağımız da yakın." Şahın dedikleri ile Dilrubah kaşlarını çattı. "Yahu sizde kalın ne olacak?"
"Yarın erken kalkacağız Dilrubah, başka sefere sizleri bekleriz."
"Peki madem bu seferlik kurtuldunuz."
Dilrubahın neşeli azarlayışı ile gülüşmeler havada uçuşmaya başladığında yemek boyunca olan o gerginlik uçup gitti. Rahatladığımı hissetmiştim.
Tatlıları beklerken sıcak saleplerimiz gelmiş sedirlerin önlerine ayaklı masalarda sofralar kurulmuştu. En sonunda baklavalar servis edildiğinde yeşilin ve sarının en güzel tonları ile karşılaştım.
"Bakın bu fıstık bir zümrüt, bu hamur ise altın. Bir mücevher kadar değerli benim gözümde bu tatlı!" Aşkla tabağı elime aldığımda ilk Ahmed ardından herkes şen bir kahkaha attı. Baklavayı ters çevirip şerbetli altını damağıma dayayıp tadını çıkarmaya başladım. Tam şu an doruğa ulaştım ve bulutların üstünde süzülüyorum!
"Çok güzel!"
"Senin kadar olamaz." Ahmed'in kulağıma fısıldadıkları ile yanaklarım kızarırken duyan olup olmadığına bakmak için etrafta göz gezdirdim ama herkes kendi halinde muhabbet ediyordu.
Ağzımdaki lokmayı gülen suratım ile yutarken Ahmed'e genişçe gülümseyip tatlıma devam ettim.
Tatlılar da bittikten sonra yatma vakti gelmişti. Önce Şah ile Yavuzu uğurladıktan sonra bizler Dilrubah'ın eşliğinde odalarımıza yerleşmiştik.
Dilrubah bize özel giysilerden verdikten sonra iyi geceler dileyip bizi odamızda yalnız bırakmıştı.
Boy aynasının önüne geçip takılarımı çıkarırken Ahmed çoktan üzerini değiştirmiş yanıma gelmişti. Başımdaki örtüyü de kenara koyduktan sonra onun yardımı ile kaftanı üzerimden çıkardım. Ahmed ellerini karnıma dolayarak arkadan bana sarıldığında yanağımı özlemle öpüp başını boyun girintime yasladı.
Elimde pembe gecelik ile kalırken Ahmed onu alıp usulca giymemde yardım etti. El ele yatağa ilerleyip soğuk yorganın altına girdiğimizde Ahmed bedenime sıkıca sarılıp sıcaklığı ile beni ısıtmaya başladı. Arkamdan sarılmış başını boynuma gömmüştü.
"Hilal, bu akşam o herifin yaptıklarını yanına bırakmayacağım biliyorsun değil mi?"
Başımı usulca sallayıp karnıma doladığı ellerini tuttum. "Çok güzelsin..." boynuma fısıldaması ile yüzümde güller açarken gözlerim çoktan yorgunluktan kapanmıştı. "Öyle güzelsin ki bir hükümdarın karısı olsan da sana bakmaya cesaret ediyorlar." kıskançlık dolu sesi tüylerimi ürpertirken bana daha sıkı sarıldı. "Hayatında görmediği güzelliği ona göstereceğim ben..." öfkeli fısıltısı odayı inletirken dudaklarını boynuma bastırdı.
"Benim sevgilime bakmak neymiş göstereceğim."
Dudakları usul usul boynumu öperken ona doğru dönüp dudaklarını esir aldım. Ahmed hafifçe yataktan yükselip dudaklarıma daha kolay hakim olduğunda iç çeke çeke öptüm o güzel dudakları.
Alev alev yanan dudakları önce ferahlık bırakırken ardından alev alev yakıyordu tenim. Dudaklarımın ardından çenemi esir aldığında batan sakalları ile güldüm. İçimi gıdıklıyordu adeta. Ufak öpüşleri yanaklarımı bulduğunda en sonunda alnıma bir buse kondurup yeniden bana sıkıca sarılarak yatağa uzandı.
"Sakallarını kısaltabilir misin?"
"Neden?"
"Batıyorlar..." yarım yamalak söylediğim kelimeden sonra uykunun kollarına düşmüştüm.
"İyi geceler sevgilim, rüyanda meleklerimizi görmen dileği ile. Seni bu dünyada her şeyden çok seviyorum, sebebi varlığım iyi ki beni seçtin, iyi ki bu ruhu kabul ettin."
*
Herkese merhaba! Nasılsınız? Bölüm nasıldı, beğendiniz mi?
Size bir iyi birde kötü haberim var, aslında kötünün de çıkış noktası iyi ama neyse.
Şimdi, biliyorsunuz final yapmayı yaklaşık 20 bölüm önce istediğimi belirtmiştim. Yazın final yapıyoruz!
Aman sakin kalp krizine gerek yok çünkü ikinci kitabı yazacağım! Bu seriyi iki kitaplık olarak en baştan beri planlıyordum zaten sonunda bu sene ilk kitabı bitirip ikincisine başlayacağım.
Nasıl hissediyorsunuz? Sorularınız var mı?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top