olsun sen de biliyorsun beni, artık geç kalamam* - [xix.]

Eski bir hikayede, kendi yarasını kendi elleriyle açan, yarayı büyüten bir adamın kalbinde sonradan bir çiçek büyüdüğünü okumuştum. Yazarını hatırlamıyorum, belki de okumamış duymuşumdur, belki de şimdi uydurmuşumdur. Ama içimizde bir yerlerde, yarayla yüzleşmenin yarayı iyileştirdiğine dair büyük bir giz var ve ben bunun sırrından öte yaranın sırrına odaklandım. 

Hasret bizim kafenin kapısından içeri girdiği vakit karşımda oturan avukat hanıma baktım. Beni rahatlatmak ister gibi gözünü uzunca yumdu ve gülümsemeden baktı. 

Yaklaşıyordu. Sarı saçlarını tepeden topuz yapmış, narin cildine pek de bir şey sürmemişti. O her haliyle güzeldi bana göre. Eskiden de öyleydi, şimdi de. Ona yeniden bakma cesaretini edinmemiş olsam böyle düşünür müydüm bilmiyorum. Ama güzeldi işte. Hep güzel.

Kalbimin kırıklığına rağmen onun güzelliğini görebiliyordum.

Geldi selam verip oturdu. 

Kalbimin atlı koşusunun arasında ona gülümsemeye çalıştım. "Hoş geldin Hasret.." dedim, "Bu hanımefendi Gülnur hanım, Feride'yle olan davamızda bana avukatlık yapıyor.."

Elini uzatarak gülümsedi. "Memnun oldum.."

Gülnur da uzandı, el sıkıştılar. "Hoş geldiniz Hasret hanım.."

"Nasılsın?" dedim ona, üstümdeki heyecanı ve sıkışıklık hissini atmak istiyordum. 

"İyiyim," dedi ama ben o gözlerde sadece hüzün gördüm. 

Gülnur konuştuğumuz gibi, direkt konuya girdi. 

"Benim başka bir görüşmeye daha gitmem gerekiyor," deyip hafifçe güldü. "Direkt başlasak olur mu, uygun mu size?" Hasret kafasını sallayarak, "Tabii, sorun değil.." dedi, o ara gözleri gözlerime değdi. 

Ben de bundan cesaret alarak, "Sorun yok, sen bakma bize, başla." dedim.

Gülnur derin bir nefes aldı ve gülümsedi. "Peki..." dedi. Yönünü tamamen Hasret'e çevirdi. "Hasret hanım bana Cahit beyin o gün yaşadığı olayı dışarıdan bir gözle anlatabilir misiniz?"

*-*-*-*

Gülnur gittikten sonra Hasret'ten biraz daha kalmasını istemiştim. "Kahve yapacağım sana." demiştim. Bu, ikimiz arasında eski bir ritüeldi. Benim ona kahve yapmam, ısmarlamam, garsonun getirdiği kahveyi tepsiden alıp onun önüne benim koymam ve onun genişçe gülümseyerek teşekkür etmesi.. Asla sekmezdi, her seferinde kalbim çarpardı ve ikimiz de bu muhteşem andan tam bir doyum alır, birbirimize sevgiyle bakardık.

Şimdi de aynı şey olacak mı, merak ediyordum. Kalbimin bunca hengamesinin arasında içeride açıkça fark edebileceğim bir kırgınlık vardı hala, hissedebiliyordum. Ama büyük bir yanım deli gibi onu yanımda istiyordu. Yamacımda, hayatımda, burnumun dibinde... Arada kalma hissinden sıyrıldığımı hissediyordum. Hissettiğimin zaaftan öte bir şey olduğunu kabul ettiğimden beri bu böyleydi. 

Zaaftan öteydi, ama aşk kadar kuvvetli miydi bilmiyordum. 

Kahveyi bol köpüklü yapmayı becerene kadar iki defa denedim. Sueda bu çabamı gördüğü zaman epeyi şaşırdı. "Abi.." dedi, "Az önceki kahve de gayet güzeldi."

"Onu sen al.." dedim kahveyi tepsiye yerleştirirken. "Tadından eminim ama köpüklü olsun istedim." 

Hasret'in oturduğu masaya yürümeye başladım sonra, elimde tepsi, aklımda bi' dolu düşünceyle. Hiçbir şey dökülsün istemiyordum. Ne kahve, ne düşüncelerim.

Kalbimin hıncahınç koşturmasına zaten hiç değinmiyorum. Demek ki, dedim yürürken. Pek de bir şey değişmemiş.

Kahveyi yavaş hareketlerle sağ selim bir şekilde masaya bıraktığımda derin bir nefes aldım. Hasret beni izlerken bu mizansen gerçekleşebilmişti ya, başka bir şey istemezdim. 

O teşekkür etti, ben onun karşısındaki yerime oturdum. 

"Geldiğin için teşekkür ederim.." dedim. 

Gözlerindeki ifade mutluluk ifadesiydi. "Rica ederim.." dedi, "O gün benim için olduğu kadar senin için de zor bir gün oldu, bunu biliyorum.." 

Kafasını öne eğdi. Evet, o gün epeyi zor bir gündü. O arkasını dönüp gidebilmişti ama ben burada kalmıştım. Ve hissettiklerim, karmaşıklık, anlamsızlık, hissizlik, dopdolu bir kalp yangısı.. Hepsi tek celsede tepeme çökmüşlerdi. 

Derin bir nefes aldım. "Aslında olayı mahkemeye taşıma niyetim yoktu ama sen onun bir de evli olduğunu söyleyince..." dedim, ifadesiz bir biçimde gözlerine baktım. "Vazgeçemedim."

Hafifçe güldü ama bu gülüş, komediden arta kalan bir gülüş değildi. Acı vardı. "Oysa o bu ayrıntıyı bana.. seni vazgeçirmek için vermişti." dedi.

Bir şey söylemeden ona baktım sadece. Beni tanıyordu, aslında bunu bekliyordu. Yaptığımın doğru olan şey olduğunu adı gibi biliyordu. Feride onu rica minnet yanıma gönderdiğinde, karşıma kararsız bakışlarla çıktığında bile... Biliyordu.

"Günlerin nasıl geçiyor? Eskiden buralarda kullandığın vakti artık nerede değerlendiriyorsun?"

"Uykuda.." dedi. "Bilirsin uykuyu neredeyse her şeyden çok severim." 

E o zaman burada ne işin vardı diyesim geldi ama demedim. Çünkü bu dediği, küçük çaplı bir itiraftan başka bir şey değildi. Kalbimin göğsümü dövmeye başladığını hissettim. Demek ki uykusundan benim için feragat... 

Dur bir dakika.

Zarif, bunu bilemezsin.

"Buraya geldiğin zamanlar epeyi uykusuz kaldın o zaman.." dedim.

Kafa salladı. "Yoo, pek sayılmaz. Keyfim gayet yerindeydi."

Ona uzunca bakmak istedim. Ne demem gerektiğini düşünmeden, kendimi ve onu ürkütmeden sadece ona bakmak. 

"Hala kalbimi acıtıyorsun." diye bir cümle çıktı bir anda, dudaklarımın arasından. Acı, dedim o an. Böyle aniden fırlayabilir miydi tutulduğu yerden?

"O acıyı söküp atmak için elimden geleni yapmak istedim.." dedi gözleri dolarak. "Ama sanki..." Acıyla güldü yine. "Geç kalmıştım biraz.."

Kafamı salladım. 

"Evet..." dedim. Gözlerindeki acının yanına binlerce duygu ilişti. Dolan gözünün birinden bir yaş süzüldü ben cümleyi bitirmeden önce. 

"Neredeyse geç kalıyordun.."

Bunu söylememin ardından gözlerinde gördüğüm sevincin yaralarıma iyi geldiğini hissettim.

*dediler ki - duy beni

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top