ne ateş var ne de duman amma, tutuşur alevler* - [xviii.]

Hasret

Tükendiğimi gördüler. Yemin ederim, hepsi sırayla gördüler bunu. Bana uzattıkları ellerle yavan cümleler söylediler, ben de onlara güvendim. Güvendiğime pişman oldum ama, oldu işte bir şeyler. Güvenmişim.

Şimdi bir kafedeyim. Daha doğrusu yoldayım, zamanında güvenip aklımı bile emanet ettiğim eski "dost"larımdan biri, Yağmur beni çağırmıştı. Daha doğrusu iş çıkışı annemi araya koymak suretiyle emri vaki bir şekilde buraya gelmemi sağlamıştı. 

İnsanları kırmanın kendimi hiçe saymak olduğunu düşünürüm her zaman ama bu da yanlış. Birilerini kırmamak uğruna hep kendimi yaralarım çünkü. Yani Hasret, kalkıp gelmeyiver. Meşgulüm de, yorgunum de...

Girdim kafenin içine.

Göz gezdirdim masalarda teker teker. Bir kafa kalkmış beni bekliyor, el sallıyordu. Baktım o. Saçlarını boyatmış, sarı yapmış saçlarını. Yüzünde de öyle neşeli bir ifade vardı ki. İşte o ifade beni boğup boğup duvarlara atıyordu.

İstemeyerek de olsa onun oturduğu masaya doğru yürüdüm. Suratımdaki ifadeyi zorlamadım, olduğu gibi bıraktım. Ne hevesli görünüyordum ne de tiksiniyordum. 

Geldiğimi görünce ayağa kalkıp kollarını açtı, sağ elimi uzatıp kucaklaşmadan kaçındığımı gördüğündeyse tüm neşesi soldu. Şaşkın ve buruk bir tavırla elimi sıktı. Bunu da önemsemeden kibarca gülümsedim, rahatsız hissettiğimi bildiğim halde ceketimi çıkarmadan oturdum koltuğa. Sandalye diyemezdim çünkü buna, bildiğin pofuduk bir koltuktu. 

"Hoş geldin..." dedi o da oturup. İfadesi solgun ama sakindi. "Ceketini çıkarsana.." 

"Yok.." dedim, "Böyle iyiyim."

"Pekala, sen bilirsin." deyip eline menüyü aldı. "Ne içeriz?"

Bir şey demeden onu izledim. Birazdan.. dedim kendi kendime. Zaten kararı ikimiz için verecek.

"Limonata içelim ya, yanına da ekler." dediğinde içimden alayla gülümsedim.

"Çay alacağım ben." dedim, kafasını menüden kaldırıp gözlerime baktı. "Limonata severdin.." dedi şaşkın bir ifadeyle.

"Sen iç," dedim.. 

İkiletmeden garsonu çağırdı. Limonata, çay ve ortaya ekler istedi. Ben ekleri de sevmezdim ki. 

"Birlikte hep bunları söylerdik.." dedi garson gidince. 

Telefonumu çıkardım çantadan. "Sen söylerdin, ben de sesimi çıkarmazdım. Tuğba da sever miydi bilmiyorum.."

"Sen sevmiyor musun?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Ekşi şeylerden hoşlanmam pek.." deyip gülümsedim, gerçekten gülüşümde hiçbir dert tasa yoktu. "Başka tatlıların yanında ekler de tercihim değildir." 

"Ne istiyorsan söyleseydin keşke.." deyip o da telefonunu çıkardı. Bu cümleyi öylesine söylediğini adım gibi biliyordum.

"Hadi fotoğraf çekinelim.." Telefonunun ekranını kendisine ve bana doğru çevirip ekrana doğru gülümsedi. Ekrana ruhsuz bir ifadeyle baktığımı gördüğü halde yapıyordu bunu.

Sakin bir şekilde ona "Yağmur napıyorsun?" diye sordum.

"Fotoğraf..." dedi, cümlesinin yarısı boğazında kaldı. 

Acıyla güldüm. "Beni niye çağırdın?"

"Ben..." "Görüşmek..." hala asılıydı cümleler. Havada.

"En son bitirdik biz.. Ne çabuk unuttun?" diye sordum. Sesini çıkarmadan bana baktı. "Aşkıma, sevgime, nefretime, hayatıma müdahalenizden bıkmıştım hatırlamıyor musun? Ne sen ne de Tuğba... Umurunuzda değildi. Karşınıza geçip hayatıma burnunuzu soktuğunuzu söyledim ama güldünüz. Bazı şeylere duygusallıktan karar veremediğimi söylediniz, gittiğim tedavileri bahane ettiniz. Özür dileyeceğinize bir de kendinizi savundunuz ben de sizi hayatımda istemediğimi söyledim. Bitti orada, bitti. Ne diye annemi araya sokuyorsun? Biz arkadaş falan değiliz artık, ne istiyorsun benden?"

Gözleri dolmuştu. "Tuğba'yla görüşmüyoruz artık.."

Sesimi çıkarmadan onu bekledim. Bu sessizce "Eee?" demekti, konuşmazsa da kalkıp gidecektim. 

"O da bana aynısını söyledi.." dediğinde kaşlarımı biraz indirdim. "Hayatına, kararlarına fazla müdahale ettiğimi, bu yüzden seni de kaybettiğini.. Ama artık buna dayanamadığını.." Yanağından süzülen yaşı hızla sildi. 

"Saçlarımı görüyor musun?" 

Ses çıkarmadım.

"Benim için mükemmel bir örnektin. Güzel olan her şey sendeydi ve ben de sadece... kıskançlık yaptım sanırım. Kendimi belli etmek istedim, sen varken siliktim çünkü." dedi ve sustu. 

Güldüm. "Bu kadar mı?" 

Bu kez sesi çıkmayan oydu.

"Arkadaşlık adı altında hayatımın içine ettin..." Boğazımın dolduğunu hissediyordum. "Ama hata bende.. Buna ben izin verdim."

Kafamı pencerelerin olduğu tarafa çevirdim. "Benim iyiliğimi düşünüyorsun sanıyordum... Ama sen sadece durumları eşitliyormuşsun."

"Hayır." dedi bunu duyunca. "Ben.."

Ona baktım. "Yaptığın bundan fazlası değildi." "Yalnızdın, ilişkilerin kötü gidiyordu, benimkine el atıyordun. Şimdi düşünüyorum da.. Ne zaman yalnız kalsan bir şekilde ben de Cahit'le kavga ediyordum. Dolduruyordun beni. Yoktan sebeplerle. Ailenle sorunlar yaşıyordun, bize geliyordun sonra. Günlerce kalıyordun, giderken de mutlaka beni babama karşı kışkırtıyordun, kardeşlerimin cümlelerini farklı imalarla bana postalıyordun. Bak, diyordun, sen fark etmedin ama seni böyle görüyorlar... Mahvoluyordum. Nasıl bu kadar salakmışım da göremiyorum diyordum. Ama bak... Şu an hayatımda sen yoksun ve hayatımda problem de yok! Ama..." Yanağıma bir damla yaş inceden süzüldü. Gözlerimde daha fazla tutamıyordum yaşları. "Ama Cahit de yok."

*-*-*-*

Ondan önce çıktım kafeden. Benim çıkışmamın ardından zaten pek konuşmadık da. Gitmem gerektiğini söyleyip çıktım ben de. Tüm masaların üstüme üstüme geldiğini hissetmiştim. Sanki orada oturan tüm insanlar bir anda kalkıp üzerime yürüyecekti.

Yürümeye koyuldum. Ceketime sarınıp çantama abanarak yürüdüm. Çalacaklardı sanki varlığımı bir anda. Oysa rehinden yeni almıştım onu. Bedel olarak Cahit'i vermiştim. 

Dudaklarım titriyordu, şu an Cahit olsa dedim içimden. Sarılıp ağlaşsak. Affetse beni, kızsa ama affetse. 

Öyle ihtiyacım vardı ki ona. 

Telefonumun çaldığını duydum çantamdan. Gözümün yaşını yutup durakladım. Açtım çantayı, çıkardım telefonu. 

Baktım o arıyor..

Cahit.

Allah'ım keşke başka bir şey dileseymişim, demedim o an. Gülümsedim.

*emircan iğrek - ali cabbar


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top