kendinden kaçan bir yalandım, seni gördüm inandım* - [xxi.]

Hasret

Telefonun ekranına bakıp durdum. Cevap gelmedi. Yazmadı. Sahiden, gördüğü halde hiç cevap yazmadı. Ama benim aklımda o soru döndü durdu. Ve? Ve ne?

İmaların arkasından gerçek bir cümle sarf edecekti de vaz mı geçmişti? Bilmiyordum. Peki ben cevabı almak için bunun üstüne gitmeli miydim? 

Bunu da bilmiyordum. Kendi kendime, bu noktada durmam gerektiğini söylüyordum sadece. Ne kadar merak etsen de dur. Ne kadar öğrenmeyi arzu etsen de sakinleş. Elinin yetmediği göklere bazen sadece bakmakla yetinirsin. Belki de Cahit böyle bir şeyi arzu ediyordu. 

Evet, hissiyatı vardı, hatta gözlerinden taşıyordu. 

Ama belki de Cahit, her şey böyle kalsın istiyordu. 

Gittiğim zaman açılan boşluk belki de çoktan herhangi başka bir şeyle dolmuştu, yahut öylece kalsın istiyordu.

Yatağımın üstünde ihtimaller üzerine kafa yorup dururken Sevgi girdi odaya. Birtanecik kardeşim. Adımları sessiz olsa da dikkatimi dağıtmıştı, geldiği yöne doğru bakıp gülümsedim ona. O da bana gülümsedi. "Düşünceli görünüyorsun," dedi.

"Öyleyim.." dedim lafı ikiletmeden. 

Hem düşünceliydim hem de... Beklentili.

Beklentili olmanın en büyük cehennem olduğunu söylemiş miydim?

"Neden öylesin?" deyip yatağımın karşısında duran yatağına sırtüstü yattı. Tavanı izlerken aslında o da düşünceli görünüyordu. 

"Umut etmemeye çalışıyorum ama olmuyor..." deyip ona bakmayı sürdürdüm. Kafasını bana çevirmeden gülümsedi. "Cahit.. Değil mi?"

Kafa salladım. Muhtemelen göz ucuyla da olsa görürdü bu hareketimi. 

"En son umut yok demiştin." dedi. Kafasını çevirip gülümsemeye devam etti. "Sonra ne oldu?"

*-*-*-*

Anlattıklarımın ardından Sevgi önüne bakmaya devam etti. "Haksız sayılmazsın aslında. Sanki var bir şeyler..." dedi. "Ama sabretmiyorsun."

"Sabretmiyor muyum?" diye sordum, kafa salladı. Yine bana bakmıyordu. Ama benim gözlerim ondaydı. 

"Belli ki zamanla olacak bir şey." dedi, kaldırdı kafasını nihayet. "Belli ki beklemeni istiyor... Tıpkı.."

"Tıpkı benim onu beklettiğim gibi." Cümlesini gayri ihtiyari tamamlamıştım. Önüme çevirdim bakışlarımı ben de. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun olacağından?" Sesime istemsiz bir hüzün oturmuştu. 

"Kıymet bilen insanlar kimseyi böyle muğlak bırakmaz. Emin ol.."

Öylece bakmaya devam ettim önüme. Bana göre ihtimali yoktu. Tabii ya, boşuna umutlanmıştım işte. Cahit'i öylece ortada bırakıp gittiğim zaman şerit gibi geçti gözümün önünden. Ona tek bir itiraz hakkı bile bırakmadan def ol git, sonra bir gün geri dön ve yerini aynı kontenjandan iste. Mümkün mü? Ben olsam affeder miydim?

Niye affedeyim?

"Abla..." dedi Sevgi. Onun sesiyle silkindim ama göğsüme oturan acıyı zaptedemedim yine. "Ağlıyorsun." dedi bu kez.

Uzatıp ellerimle yaşlarımı sildim. Burnumu çektim. İçimi çektim, bir şeyleri fark ediyor olmanın ağırlığı sinmişti bir anda üstüme. 

Bir müddet boşluğa bakıp derin bir nefes aldım. Ardından ona döndüm. "Eee" dedim, "Sen niye bozuk çalıyorsun?"

Üstelemedi. Gülümsemeye gayret göstererek bana baktı. "Ben niye bozuk çalıyoruuum..." diyerek başladı anlatmaya. 

Onu dinlerken gülümsedim. 

Canım kardeşim. Beni hiç yormazdı. Mesafe istediğimde mesafe verir, anlatma vaktimin gelmediğini hissedersem sessiz kalmaktan gocunmazdı. Tabii bu iş karşılıklıydı. Aynı toleransı sağlamıyorsan beklemen beyhudedir.

"Karşılıksız sevgi mağduru olmak kötü.." dedi. Gözlerine hüzün doldu, gülümsemeyi bıraktı. 

"Buna mağduriyet olarak bakman kötü değil mi?" diye sordum ben de.

Gözlerime baktı, anlamlı ama yaşla dolu bir şekilde. Bunu görür görmez onun yanına oturup kucakladım çelimsiz gövdesini. "Artık böyle bakamıyorum abla.." deyip başladı ağlamaya.

Onu susturmak için herhangi bir gayrette bulunmadım. Bıraktım, ağlasın diye. Biraz ağladı, biraz anlattı.

"Bir yerden öğrenmiş, öğrenir öğrenmez hayatına biri girdi. Tesadüf mü bilmiyorum ama bana bilinçli bir hareketmiş gibi geliyor. Bilerek aramıza duvar ördü. Ama ben ondan hiçbir şey beklemedim ki. Sınıf arkadaşıyız, arada selamlaşırız, sohbet edilirse fikir belirtirim, onun fikrine gülerim.. Bundan fazlasını beklemedim ondan. Ama sanki bana nispet edermiş gibi..."

"Öğrendiğini nereden biliyorsun?" diye sordum.

"Defterimin arasında ona bir not yazmıştım, vermemek üzere. Not orada kalmış, bu da ders notu için defterimi ödünç istedi, verdim. Çok sonra hatırladım defterin içindeki notu..." deyip iç çekti. 

"Yani böylece öğrenmiş oldu.."

"Öğrenmemiş olsa bile...." deyip sol elini göğsünün üstüne getirdi. "Gözümün önünde onun yanına bir başkasının gelmesi, oturması, ona gülümsemesi... Canımı yakıyor.. Düşünemiyorum bir de el ele tutuşsalar, sarılsalar..."

Kaşımı çattım. "Sadece yan yana mı oturuyorlar böyle? Gülümseyerek?"

"Evet.." dedi. 

"Belki de sadece arkadaştırlar.." dediğimde daha çok ağladı. 

"Değiller! O hiçbir kıza yakın olmayı sevmez. Üniversite birinci sınıfta da böyleydi şimdi de. Kaç yıldır aynı sınıftayız, bilmez miyim öyle olsa. İlk defa bir kızla yan yana geziniyor böyle." deyip bir nefes aldı. "Zaten..." dedi, "Ben onun bu tavrını sevdim en çok. Yerine göre davranmasını biliyor, cıvık muhabbetlerle işi yok, fikir belirttiğinde asla boş bir şey söylemiyor..."

"Canım benim..." deyip iyice sarıldım ona. Diyebileceğim hiçbir şeyin olmaması kötüydü, müdahale edemeyeceğim bir olayı dinliyor olmak.. Kötüydü. 

*cem yıldırım - bana yine sen gel

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top