çok zor geliyor yokluğunda güze boyun eğmesi* - [xvi.]

Günlerimin birbirine benzemeye başladığını görmek üzücü aslına bakarsanız. Her gün mezardan farksız evimden çıkıyorum, aramaları görmezden geldiğim gibi aynaya bakmadan kapıyı kapatıyorum. Asansör aynasına bile bakmıyorum, kapının dışındaki camlardan bile kendimi izlemiyorum, arabaların yanından geçerken, mağazaların önünden geçerken, sokağın ucunda kalan o yuvarlak aynayı da geçerken.. Hiç. Kendime. Dönüp. Bakasım. Gelmiyor.

En son Serhan'la konuştum, bir daha buluşuruz demişti, onu bekliyorum. Beni uzun zamandır görmemiş birine kendimle ilgili ucu kırık gözlemler anlatmak için sabırsızlanıyorum. Sürekli gördüklerimle ise mantıksız bir biçimde az bir iletişim kurmayı tercih ediyorum. 

Hamit beyle de öyle, Peri abla, Sueda, babam, ablam...

Hayatımı dolduran insanların çoğunun iş yerimden olması aslında.. Evet bu da üzücü bir ayrıntı. Anormal değil ama. Herkesin bitmek tükenmek bilmeyen bir hevesle kendisine döndüğü bir dünyada sürekli küçülen hayatların arasında benimki çok da göze çarpmıyor artık. 

Kafeye girerken kendimi yorgun hissediyorum. Gece erken de uyumuştum aslında, niye böyle oldu diye kendimi sorgularken personel odasına, dolabıma ve en son kasa arkasına yollanıyorum. Kafamda bitmek bilmeyen soruların arasına "Beni ne yormuş olabilir"i de ekledim ya bravo bana. 

Derken Hamit bey geliyor, dün gelen ürünlerin son kullanma tarihini kontrol edip etmediğimi soruyor. Kafa sallıyorum, tabii, diyorum ama kendimden emin de olamıyorum. 

Ne hissettiğimden ne düşündüğümden asla emin olamadığım bir zaman diliminde yaptığım işi bile defalarca kontrol eder hale geldim. Halime üzülmüyorum değil. Halim hal de değil aslına bakarsanız.

Serhan'la en son Hasret'i konuşmuştuk ya. Orada takılı kaldı kasetim ve sardım sardım ilerletemedim. Bundan dolayı emin olmama hissi daha bir boğazıma dizildi ve ben tekrar ürünleri kontrol etme gereği duydum zihnimde. Oraya doğru ilerlerken gözüme bir şey takıldı.

Biri.

Sarı saçlarına toka geçirmiş, cam kapıdan girmek üzere olan Hasret.

Gözlerim ayrıldı. Üstümü başımı düzeltme hissiyatı belirdi içimde.

"Tarihleri kontrol etmem lazım... Tarihler, tarihler!" diye sayıkladım faydası olacakmış gibi. Beni görüp görmediğinden emin değildim. Gittim dolaba, o dağınık zihinle. Benim için geldiği ne belliydi?

Hamit bey ilgilenirdi.

Kaybolmalıydım ortadan ve şu kontrol meselesi iyi bir bahaneydi.

Dolu kafamla indim depoya. Can sıkıntısı, merak, yürek çarpıntısı, kavuşma arzusu... Adlandırabildiklerim bunlardı hislerimden. Ama hangisi ne kadar baskındı emin değildim. 

Baktım sıra sıra ürünlerin tarihlerine, geçmiş olan yoktu hiç. Derin bir nefes aldım. Yukarıyı düşünmemeye çalışıyordum. Burada biraz daha oyalanmayı düşündüm. Ne kadar oyalansam o kadar...

Birinin adımı seslendiğini duydum.

"Cahit!"

Hamit beyin sesiydi. 

"Cahit, bir müşteri seni soruyor, işin bitince gel!"

*-*-*-*

Garipti. Onunla karşı karşıya otururken garip hissediyordum. Benimle bir şey konuşacağını söylemişti. Ve gördüğüm kadarıyla o da garip bir ruh halindeydi. Gözlerinde kararsız bir ifade vardı.

"Nasılsın?" diye sordu, mavi gözleri hüzünlü de duruyordu.

"İyiyim," dedim. Gözlerimde hangi ifade gizliydi onu düşündüm. "Sen?"

Konuşurken önüne baktı. "İyiyim ben de.." "Benim seninle konuşmak istediğim bir şey vardı.."

"Konuşurken gözlerime bakarsan istediğin şeyi konuşabilirsin.." dedim. Onun gözlerini indirmesini eskiden de sevmezdim, şimdi de sinirlerimi bozmuştu bu durum.

Bu söylediğim ona bir şey hatırlatmıştı ki aydınlandı yüzü, kaldırdı kafasını. "Peki.." dedi, gülümsemedi ama gözlerindeki hüzün yok olmuştu. Onu öyle görünce benim de kalbime bir şeyler oldu. 

Sesli bir şekilde yutkundum. Hasret ise tane tane konuşmaya başladı.

"Ben, geçen gün karakoldan çıkarken karakola doğru gelen birini gördüm. Tanıdık gelmişti yüzü, ama çıkaramadığım için yürümeye devam ettim. Sonra biri kolumdan tuttu. O kadın..."

Odaklandığım başka bir ayrıntı vardı, "Karakolda ne işin vardı?" diye sordum kaşlarım çatık.

"Gerçekten şu an odaklandığın nokta bu mu Cahit?"

Adımı onun ağzından duymak kalp sağlığım için çok tehlikeliymiş. Ben bu cümleden onu anladım. Ama ses de etmedim, konumuz bu değildi çünkü.

"Tamam.." dedim ikiletmeden. "Kimmiş o kadın?"

"Şu geçen gün kafede seni ö..." devamını getirmedi ama ben anladım.

"Ha. Evet." dedim. "Neden durdurmuş seni?"

"Beni görünce ağlamaya başladı. Senin şikayetçi olman, onu mahkemeye vermen... Hayatını mahvetmiş." dediğinde sadece ona baktım. 

"Her neyse, ben bunları onu haklı bulduğum için değil bana gerçekten çok yalvardığı için anlatıyorum. Kadın evliymiş." dediğinde kalakaldım.

"Ne?" dedim. "Feride evli miymiş?" Onun adını biliyor olmam hüznü gözlerine getirdi tekrar. Gözlerini uzunca yumdu. 

"O kadın uzun zamandır müşterimiz.." diyerek düzelttim ama onun canı sıkılmıştı çoktan. Onun can sıkıntısı benimkini de sıkmıştı. Of, dedim. Neydi bunun sebebi? Aşk mı zaaf mı? Derin bir iç çektim. Şu an bunun sırası değildi hiç.

"Kadın.." dedi konu değişimine izin vermedi. "Mutsuz bir evlilik geçiriyormuş, burada gelip bir şeyler yiyip içmek ona huzur veriyormuş. Sonra, senin ona ilgin olduğunu düşünmüş.. Aslında buna inanmak istemiş. Çünkü boşanamıyormuş da..." dedi, sesimi çıkarmadan onu dinlemeyi sürdürdüm. 

"Öyle işte." dedi sonra. "Bunları sana iletmemi istedi."

"Neden gelip kendisi söyleyemedi?"

"Bilmiyorum.." dedi ve sustu. 

"Peki," dedim ben de. "Soruma cevap vermedin?"

Alnı kırıştı. Mavi gözlerine endişe ve merak yayıldı. Kaşlarını çattı. Ezbere bildiğim her mimiğini tekrar görebiliyor olmanın mutluluğu içinde izledim onu. Bunun bile beni mutlu edişi...

Sanırım Serhan'ın dediğine geliyorsun, değil mi Zarif?

"Hangi soru?"

Bunun adı zaaf mı diye sordum yine kendime. O bana soru sorarken ben de bunu kendime sordum. Zaaf bu kadar boşluk bırakır mıydı? Sevgi ve özlem kadar etkili bir duygu muydu zaaf?

"Karakolda ne işin vardı?"

Gözlerinde anlayamadığım bir ifade vardı. "Neden merak ediyorsun?" diye sordu.

Lafı çevirdim. "Herkes her gün karakola uğramaz. Sen de gittiğine göre demek ki önemli bir durum oldu.." dedim.

Kaşlarını indirdi. "Normal bir merak o halde.." dedi, gözlerini gözlerimden ziyade boşluğa dikti. 

Kafamı salladım.

"Biliyorsun babamın işyerinde çalışıyorum..." diyerek konuya girdi. Ama sesi düşmüştü sanki. 

Kafamı salladım yine, o devam etti. "Bir müşteri, gelip çalışanıma hakaret etti. Ben de onunla birlikte gidip şikayette bulundum."

"Babanın kulağına giderse..." dedim, derin bir nefes verdim. Babası, babasının hayata bakışı Hasret için epeyi önemlidir. Hasret normal ölçüde ayak uydurmaz babasına. Bundan değil miydi ki birçok insanın da lafına kulak vermeyi alışkanlık haline getirmiştir ve sevdiği adam dahil hayatındaki birçok güzelliği böylece kurban etmiştir.

"Giderse gitsin." kestirip attı beni, gözlerini de önüne çevirdi. "Zaten bu işi de yapmak istemiyorum." 

Gülümsedim hafiften. "Bahane olur diyorsun.." dedim. 

Gözlerini yine gözlerime çevirdi. "Neden olmasın?"

Onca zaman sonra onunla yeniden böyle konuşabilmek garipti. Hikayemiz bitti sanmıştım, çünkü o öyle istemişti. Ve ayrılığın üzerinden epeyi zaman geçtikten sonra tekrar karşıma çıkmış olması... Dediği gibi, belki bir şeyler değişmişti?

O an bu değişimin var olmasını öyle istedim ki. 

Geriye dönme arzusu bütün bedenimi işgal etmişti. 

Ama öyle eski bir geriye dönüş istemiyordum. Bir şeyler değişmeliydi. 

Mesela Hasret olsun. Hayatımda olsun. Yanı başımda. Ama eski haliyle değil, olması gerektiği gibi olsun. Kendi kararlarını verebilsin ve kulak astığı şey aklı ve kalbi olabilsin, beni de umursasın. Beni kurban vermesin, sevgimizi havada bırakmasın. Birilerinin olmaz deyişiyle değil de kendi çare bulamadığı zaman olmaz desin.

Ama Hasret olsun. Olsun.

Zarif, bu zaaf değil. Bunu sen de adın gibi biliyorsun.

*eskitilmiş yaz - geceler şimdi

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top