Bölüm 5 "Kiralık Ev"
Yıldız Sokağı
Bölüm 5 "Kiralık Ev"
Eylül ayına girmemize rağmen anlamsız derece de bir sıcak var Ankara'da. Yatakta birbirinin üstüne attığım bacaklarım terlediği için ayırıp, bıkkınlıkla yüz üstü dönerek panda gibi yuvarlanıyorum yatakta. Attığım yalanlar ve Alper'in gelecek olma ihtimali düşündükçe daha da terlememe neden oluyor.
Sevim teyze için ayarlanmış evleri göreceğim diye sevinerek çıktım dükkandan da ben nasıl kızları ikna edeceğim şimdi? Alper'i bilmiyorlar, benim yıkık ergenlik anılarımı bilmiyorlar, attığım yalanların Akın abiye kadar vardığını bilmiyorlar. Nasıl yarın için çağıracağım şimdi? Hele bunları bilmediklerini bilirlerse bu sefer beni uçururlar. Cansu'nun ilk okul aşkından tuttun da Murat'la olan her bir konuşmasını bile bildiğimiz düşünülürse onlara böyle bir şeyi anlatmadığımı öğrenirseler aramızın belki de hiç düzelmeyecek kadar bozulacağını hissediyorum. Bir de nedense... anlatmak istemiyorum kızlara bu durumu...
Yatakta ters tarafa doğru yuvarlanıp yüzümü saçlarımın arasına gömdüğümde aklıma istemsizce yine Alper'le ilgili anılar doluşuveriyor.
Benim liseye başladığım Alper'i arkadaşlarının yanında rezil ettiğim sivilce anımızdan sonra Alper resmen benden köşe bucak kaçtı desek yeridir. Gerçi kaçmaya çalıştı demek daha doğru olur. Annem sağolsun çocuğun kaçmasına izin vermiyordu ki.
" Sizin gibi bir ailenin burada olması içimi nasıl rahatlatıyor bilemezsin. Lemancığım Alper önce Allah'a sonra da size emanet. Arada bir bakın e mi?"
Alper'in devir teslim töreniyle anneme teslimin bir beyanı olan bu sözler elbette ki Leman Hanım için çok önemliydi. Anneme emanet edilmişse biri... bitmiştir.
O noktadan sonra Alper'in " Beşinci cadde senin Tunalı benim gezeceğim Ankara'nın altını üstüne getireceğim!" gibi bir düşüncesi varsa çoktan vedalaşması gerektiğini anlaması gerekiyordu.
Annem haftada en az iki akşam Alper'i akşam yemeğine bize çağırıyordu. Başlarda benden de pek hoşlanmadığı için gelmek istemese de bunun kendi kararı olamayacağını anlaması çok uzun sürmedi. Annem bir kaç telefon görüşmesiyle durumu Sevim teyzeye aktarınca Alper mecburen sık sık bize gelmeye başladı. Ilginç bir şekilde hödük abimle de iyi anlaştılar. Neredeyse taban tabana zıt iki insan söz konusu PES atmak ve bilgisayar oyunları olunca saatlerce vakit geçirebiliyorlardı.
Bu süre zarfında Alper benden itinayla kaçıyordu. Pek yüzüme bakmıyor, hiç konuşmuyor ve sinir bozucu laf atmalarımı umursamaz bir tavırla görmezden geliyordu. Ama iyi haber: çenesinde ki o beyazlamış sivilceyi ertesi gün sıkmış ve temizlemişti.
Böyle köşe kapmaca oynayarak dört aya yakın zaman geçti. Şubat ayına girip birinci dönem sonuna yaklaştığımızda kafamı dönem ödevlerinden kaldıramıyordum. Hemen her derste verilen ödevlerin teslimleriyle uğraşırken ne saçma bir uğraşsa o ara ajanda tutmaya merak salmıştım. Sanki on dokuzuncu yüzyılda yaşıyoruz. Hayır senin neyine ajanda tutmak. Bu saçma ajanda merakım yüzünden de edebiyat dönem ödevinin teslim tarihini karıştırmıştım. Ödevi hazırlamıştım ama ben bir gün sonra teslim edilecek sanıyordum. Hocayla konuşmak ihtimal dahilinde bile değildi. Adamın okulda ki lakabı "Kırpık" dı. Asla hiçbir öğrencisine tam not vermemesi, çok kısıtlı not vermesinin yanında bence kötü saç traşının da etkisi vardı bu lakabı almakta. Çok problemli bir hocaydı teslimi geciktirmesi söz konusu bile olamazdı.
Abimi aradım, tabi ki işinin olduğunu Ostim'den eve gidip sonra okula gelemeyeceğini söyleyerek kapattı hödük herif. Hemen annemi aradım epey bir söylense de sonunda kabul etti.
Etti etmesine de ödevi Alper'le yollayacağını söylemedi bana.
Dersin sonlarına doğru görevli bir öğrenci elinde dönem ödevimle içeri girince üstümden yük kalktı resmen. Çocuk gitmeden de küçük bir notu bana verdi.
"Annen dersten sonra da seni eve götürmemi istedi. Nöbetçi öğrenci masasında bekliyorum. -Alper"
Kağıdı okuyunca anlamsız bir şekilde kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Ders nasıl bitti, ben ne zaman hazırlandım aşağıya indim hatırlamıyorum. Benden bucak bucak kaçan çocuğa da niye böyle hissettim onu da bilemiyordum. Nihayet aşağıya indiğim de Alper nöbetçi masasına yaslanmış bekliyordu.
Kıyın kıyın yanına gittim. Bu kadar heyecanlandığım için kendime de epey kızmıştım doğrusu.
Bildiğim sivilceli Alper işte.
Üst kat komşumuz.
Abartmaya gerek yoktu.
Ben aksi aksi söylenmeye başladım. "Annem seni mi gönderdi? Zahmet olmuş. Beklemeseydin. Ben kendim giderim, zaten her gün kendim dönüyorum ne gerek varsa."
Alper gözlerini devirmemek ve ters bir şey söylememek için kendini tutarak başını başka tarafa çevirdi. "Leman Teyze öyle söyledi."
"Evet nota yazmıştın zaten annemin istediğini. Gerek yoktu ama onu söylüyorum."
Benim kinayeli ve kızgın sesimi duyunca daha fazla tahammül edememiş olacak ters ters bana baktı.
"Eve gidince iletirsin annene tamamsan gidelim artık."
Sude o gün gelmemişti okula. O yüzden hazırdım ama yine de heyecanlanmış, o kadar yolu birlikte yürüyecek olmak garip bir telaş vermişti, bu da beni iyice aksileştirmiş ve moralimi bozmuştu ki homurdanarak sırt çantamı düzelttim.
Okuldan çıkıp karşı yola geçene kadar hatta ondan sonra da hiç konuşmadık aramızda epey mesafe bırakarak yürüyorduk. Ben neden sonra duramayıp yine laf attım.
"Sana da zahmet oldu liseli komşunun ödevini getirmek için o kadar yol geldin."
Alay eder sesimi duyunca Alper bana dönüp dik dik baktı. "Teşekkür etmeye mi çalışıyorsun? Hayır niyetin buysa epey kötü gidiyorsun söyleyeyim."
"Öyle mi? Nasıl gitmemi istersin peki?"
Alper önüne dönerek derin bir iç çekti. "Hiçbir şey istemem Derya. Leman Teyze istedi ben de getirdim o kadar."
Bu büyüklenir tavrı ve vakur edası beni epey sinirlendiriyordu. Bize geldiği zaman da ne zaman bir şey söylemeye çalışsam sanki benden onlarca yaş büyük, görmüş geçirmiş bir adam gibi cevap verir, beni iyice sinirlendirirdi. Niye sinirlendiğimi o zaman pek anlamasam da şimdi daha iyi anlıyordum. Alper'den etkilenmeye başlamıştım ama onun bu büyümüş tavrı bana kendimi çok küçük hissettiriyordu. Beni ya görmezden geliyor ya da küçük bir çocukmuşum gibi davranıyordu. Bu da ben de Alper'e karşı bir agresiflik yaratıyordu.
"Peki gardiyan bey nasıl isterseniz."
Benim kıkırtımı duyunca öfkeyle yolun ortasında durup bana baktı.
"Sen bana gardiyan mı dedin?"
"Evet. Böyle asık suratınla başımda dikilip eve kadar bıraktığına göre bence güzel bir tanım oldu."
Ben sırıtmaya başlayınca gözlerini kısıp yürümeye devam etti. "Ben gardiyansam senin de suçlu olman lazım. Bak bu da güzel bir tanım oldu çünkü ağzından çıkanı kulağı duymayan, ukala, kendini beğenmiş bir çocuksun sen."
Söyledikleriyle bir an da kan beynime sıçramıştı resmen. Öfkeyle hemen karşılık verdim. "Sensin o! söylediklerinin hiçbiri değilim ben. Çocuk hiç değilim! Yüzü Türkiye fiziki haritası gibi olan senken neden çocuk ben oluyorum? ! "
Bak düşündükçe bile utanıyorum bu söylediklerime. Nasıl bir aymazlıkla çocuğun yüzüne böyle şeyler dedim hala şaşarım. Muhtemelen gizliden gizliye duymaya başladığım hoşlantıdan dolayı Alper'in söyledikleri çok ağrıma gitmişti.
Öfkeyle tekrar bana döndü. "İşte tam da bundan bahsediyorum. Sen ne kadar kendini bilmez bir kızsın! Ne hakla insanların dış görünüşleriyle dalga geçebiliyorsun? Hiç mi karşında ki insanın gururunu kıracağını, onu insanların hele ki yeni tanıştığı arkadaşlarının önünde rezil edeceğini düşünmüyorsun? En nefret ettiği özelliğiyle arkadaş ortamında adının çıkacağını hiç mi düşünemiyorsun? Bu lanet olasıca sivilcelerden benim de nefret ettiğimi ve tiksindiğimi hiç ama hiç anlayamıyor musun gerçekten?"
Gittikçe artan bir ses tonuyla en sonda da bağırarak söyledikleri bu gün bile kulağımda çınlar. Alnının tam ortasından geçen damar belirginleşmiş ve hafif bir sinir kriziyle baş göstermişti. Işte o zaman ilk tanıştığımızda yaptığım sivilce gafının onun için ne kadar kötü bir etki yarattığını anlamıştım. Benim jeton daha yeni düşmüşken Alper biraz daha öfke ve sinirle yüzüme baktı sonrasında pişman olmuş bir yüzle kafasını çevirdi "Eve az kaldı gerisini kendin gidersin." diyerek aksi yönde benden uzaklaşmıştı.
***
Elimde telefon Cansu'nun adına dokunurken gerginim biraz. Beşinci çalıştan sonra ancak açabildi.
"Vay sen beni arar mıydın ya?"
Hala Eskişehir'in tribini yiyordum anlaşılan. Aradan iki gün geçmesine rağmen tribe devam ediyorsa ben bunlara Alper'i anlatsam okul kapısından sokmazlar beni.
"Ararım tabi Cansucum niye aramayayım ayıp ediyorsun ama."
"Ya bırak Allasen. Cansucum falan kesin bir şey isteyeceksin."
İki buçuk yılda birbirimizi bu kadar iyi tanımamız biraz rahatsız edici olsa da fazla üstünde durmayarak pat diye konuya giriyorum.
"Yarın bize gelsenize."
"Niye ki? Daha yeni görüştük ya kızım."
"Ölüyorum hasretinden Cansu. Yataklara düşmeden gelmen lazım. Ya gelin işte annemler mantı açtı yeriz biraz da alışveriş yaparız benim almam gereken bir şeyler var okul açılmadan."
"Ebru'nun bir akrabasının oğlu burada okul kazanmış onunla görüşecek yarın. Ben de Murat'la küsüştüm çıkamam."
"E daha iyi işte kafan dağılır."
"Olmaz geçen gün biz küsken arkadaşlarıyla halı saha maçına çıkmış burnundan getirdim şimdi ben aynısını yaparsam çenesinden bin yıl kurtulamam."
İkisininde gelemeyecek olması panikletiyor beni.
"Salak mısın sen Cansu? Ne diye ergen ergen triplere giriyorsun arkadaşlarıyla görüştürmemek ne?"
"Öyle tabi kızım. Bu erkeklerin ipini fazla salarsan sonra ara ki bulasın. Zaten o gevşek halı saha arkadaşlarını hiç sevmiyorum. Hiç birinin sevgilisi yok."
Sevdiğin insanın boynuna görünmez bir ip bağladığını düşünmek dahası onu ölümüne sıkarak yanında tutabileceğine inanmak benim ilişki anlayışıma hiç mi hiç uymuyor. Nefes alamadığım ona da nefes aldırmadığım bir ilişki olacağına hiç olmasın daha iyi.
"Onu bunu bilmem Cansu yarın en geç dokuz buçukta burada oluyorsun."
"Bi de sabahın köründe mi geliyorum?"
"Evet, zaten Murat öğlene kadar uyur o zamana kadar dönersin evine. Hadi kapatıyorum. Gelmezsen olacaklardan ben sorumlu değilim."
***
Annemle kahvaltıyı hazırlarken kapının çalmasıyla hızla yerimden fırlıyorum. Ekşi bir surat ve bön bakışlarla Cansu karşımda dikiliyor.
"Nerde kaldın ya?"
Ayakkabısını çıkarırken o da bana çemkiriyor. "Geldik işte kızım. Kargalar bokunu yemeden ne bu böyle anlamadım ki."
Çantasını çıkarttırıp hemen masaya doğru ittiriyorum.
"On beş dakikan var Cansu hadi hemen bir şeyler ye."
"Niye ya Leman teyzem ne güzel sofra hazırlamış. Oo kızartma da var."
Cansu annemin yanına gidip konuşmaya başladığı zaman onları ayırmak epey zaman alır. Keşke Ebru gelseydi ya bunun çenesi düşük.
"Biraz erken gelseydin uzun uzun kahvaltı yapardın canım."
"Anlamadım ki ne acelemiz var ? Sen hayırdır canım? Alışverişe sabahın köründe gitmezsek olmuyor mu?"
Annem Cansu'yu görünce hemen başlıyor söylenmeye. "Sorma kızım. Tuhaf tuhaf huylar edindi bu kız."
"Bu okulda da böyle Leman teyzeciğim. Eserikli biraz."
"Halasına çekmiş bir şey tutturunca illa ki onların dediği gibi olacak.Halası da böyle sevimsiz biraz."
Annem çayları doldurmak için mutfağa gidince kaşlarını çatıp yeşil biber kemiren arkadaşıma dönüyorum.
"Alışverişe sonra gideceğiz ondan önce bir işimiz var."
"Neymiş o işimiz?"
"Geçen gün gördüğün Akın abi var ya?"
"Şu kumral yakışıklı abimiz?"
Nerden abin oldu acaba? "Evet o abimiz. Onların bir emlakçı dükkanları var bir arkadaşım için ev gezdirecek bize."
Cansu anlamadığı her halinden belli bir yüz ifadesiyle bana dönüyor. "Hangi arkadaşın için? Ne evi?."
"İşte senin için ev bakmaya gidiyoruz."
Cansu'yu kandırmanın iki yolu vardı. Ya gerçeği anlatacaktım ve Alper'in ev bulamaması için gittiğimizi söyleyecektim ki burada benimle gelmek yerine ortalığı birbirine katmayı tercih ederdi ya da evi kendisi için aradığımızı söylemesi için ona yalan söyleyecektim. Bu yalan da ancak benim bir erkek için ev baktığımı sanmasıyla mümkündü.
"Ne evi kızım? Senin kafa iyice gitti Derya. Biz bu öğrenci halimizle ne evi değiştiriyoruz?"
"Şimdi ben bir arkadaşım için ev bakıyorum ama o arkadaşımın adını veremediğim için sizin adınızı verdim."
Kızartmayı ekmek arası ağzına tıkıştırırken göz kırparak " Hangi arkadaşmış o Derya Hanım? Kim için ev bakıyorsun sen?" diye soruyor.
İşte bu noktada Cansu'yu inandırmanın tek yolu erkek bir cinsiyeti araya sokmak. "Cengiz buralardan ev bakıyormuş da ben de işte emlakçı parası olmadan Akın abiye bir sorayım dedim. Akın abi mahalleden, eğer dersem şimdi erkek bir arkadaşım için ev bakıyorum diye annemler falan yanlış anlar. Ben de kız arkadaşlarım için ev bakıyoruz dedim o da yarın gelin birlikte bakalım dedi."
Tek solukta hızlı hızlı anlattığım bu yalan üzerine Cansu'nun gözleri büyüdü pis pis sırıtarak bir şeyler söyleyecekti ki annemin gelmesiyle ayağına tekmeyi bastım.
***
Saat onu çeyrek geçe Cansu'yu kızartmadan ve sofradan zar zor ayırdım. Koşa koşa Akın abilerin dükkanına giderken tık nefes kalmış arkadaşım arkamdan bağırıyordu.
"Ciğerim çıktı be dur biraz. Azıcık bekleyiversin ne olacak?"
Adamı zaten hayali arkadaşım ve tutulmayacak bir ev için uğraştırıyorum bir de bekletemem Cansu.
"Hani sen Cengiz'den hoşlanmıyordun? Çocuğu iki kez reddettin şimdi noldu da koştura koştura ev bakıyoruz?"
"Hoşlanıyorum demedim ki zaten. Sadece bir kaç kere mesajlaştık çok da itici birisi değilmiş yardım isteyince ben de edeyim dedim. Hem üst sınıfta belki notlarda falan yardımı olur diye düşündüm."
"Sanki çok yardıma ihtiyacın var da! Geçen sene üç atmış ortalamayla bitirdin sen. Az önce aceleye getirdin ama bu Cengiz mevzusunu soracağım sana."
Akın abilerin dükkanına yaklaşınca Cansu'ya dönüyorum. "Akın abinin yanında da böyle imalar yapma Cansu. Bak yanlış anlar gidip Neriman teyzeye falan söyler ordan bütün mahalle duyar. Sen Ebru'yla taşınacaksınız gibi evlere bak, kiraları falan sor sonra zaten bütçelerini geçiyormuş der kapatırım ben konuyu. Amaç buralarda öğrenciye kiraya veren ev sahiplerini bulmak."
Sağlı sollu yalanları yolluyorum valla.
Akın abilerin dükkana girdiğimiz de Akın abiyi masanın arkasında bilgisayar da dikkatle bir şeylere bakarken görüyoruz. Bizi görünce yerinden doğruluyor.
"Hoşgeldiniz."
"Hoşbulduk Akın abi. Biz biraz geç kaldık kusura bakma çok beklettik mi?" Akın abi masadan arabanın anahtarını ve telefonu alıp bize doğru gelirken Cansu'nun mırıldanmalarını duyuyorum. "Vallahi çok hoş bulduk hemde. "
Ben karnına dirsek atıp kapıya yönelirken Akın abi de yanımıza geliyor. "Benim işim de yeni bitti zaten bekletmediniz." sonra bakışlarını Cansu'ya çeviriyor. "Sanırım sana ev bakacağız?"
Cansu'ya dönmüş bakarken Cansu hemen elini uzatarak otuz iki diş sırıtıyor. "Merhaba tanışmadık ismim Cansu ve evet bize ev bakacağız Akın Bey."
Akın abi bir anda resmileşerek fazla heyecanlı arkadaşıma gülümseyerek elini uzatınca ellerimi havaya kaldırıp neden Allahım neden Ebru değil de Cansu burada diye ağlayasım geliyor.
Akın abi arabasını kapının önüne getirdiğin de hızla inerek içeri geçerken bize eliyle arabayı gösteriyor. "Siz geçin ben bir dosyayı alıp geleceğim."
Cansu gözlerini arabadan ayıramayıp dik dik bakıyor. "Oha oha ...arabaya bak. Allahım! arabaya bak Derya! ." Ben kolundan sürükleyip arabaya doğru götürürken bu gün ne gibi rezillikler yaşayacağımızı düşünmeye başlıyorum. Kendimizi koltuklara atıp kapıyı kapattığımda sinirle Cansu'ya dönüyorum.
"İçine şeytan mı girdi senin? Bi rahat dursana Cansu. Akın abiyle abimin arasını biliyorsun bak böyle yaparsan-"
"Adamın Volvo XC60'ı var kızım! Bu arabanın fiyatını biliyor musun sen? En az yedi yüz bin vardır. Dükkan falan dedin de bunlar ne kadar kazanıyordur sence?"
Hey Allahım ya! "Ne bileyim ben ne kadar kazanıyorlar. Allah aşkına rezil etme beni! Senin sevgilin var ayrıca."
"Ya bırak şimdi Murat'ı. Adamın kalçalarını gördün mü? Kaptan Amerika mübarek sımsıkı. Bi de takım elbisesini giymiş salına salına geziniyor Volvo'suyla. Renkli göz, uzun boy, sıkı kalçalar ve son model Volvo. Allahım bir erkekten istediğim her şeyi paket anlaşmasıyla sunmuş gibi Derya. Duramıyorum yerimde."
Cansu gülerek arabanın sağını solunu kurcalarken ellerimle yüzümü kapatıyorum.
"Bezelye tanesi kadar beynin olduğunu ben bu zamana kadar nasıl anlamadım acaba?"
"Sus be!"
Akın abi dosyayı alıp sürücü koltuğuna oturduğunda dikiz aynasından ters ters bana bakıyor. "Hem emlakçınız hem de şöforunuz yaptın Derya."
Kusura bakma Akın abi de ne yapayım bizim mahalle de senin arabanda ön koltuğa mı oturayım? Abim görse, birinden duysa olacakları düşünemiyorum bile. "Cansu'yu yalnız bırakmayayım dedim."
Cansu hemen atlayıveriyor. "E ben geçeyim bari ayıp olmasın."
Şaşkınlıkla Cansu'ya döndüğümde kulağıma eğilip "Bu arabaya rüyamda bile oturamam kanka. Kusura bakma şu ön panele biraz bakınayım." diye fısıldıyor.
Amip bu kız. Yemin ediyorum amip.
Yol boyunca arabayla ilgili saçma sapan bir milyon soru sormasının üzerine Akın abi Cansu'ya dönüyor.
"Bakıyorum da arabalara meraklısın."
"Genel olarak SUV araçlara biraz merakım var özellikle Volvo ama işte uzaktan uzağa bir sevgi benimki. Karşılıksız. Karşılığının olması da imkansız. "
"Niye imkansız olsun? Okulun var mesleğin var çalışmaya başlayınca sende alırsın bu kadar dert etme."
Cansu cevap vermek yerine Akın abiye hayran hayran sırıtınca tutamadım kendimi. Öne doğru eğilip Akın abinin koltuğunun arkasından kafamı uzattım.
"Pardon da Akın abi sen yeni mezun bir mühendisin Volvo XC60 alabileceğini mi sanıyorsun gerçekten?"
Akın abi uzun zamandır sessiz durduktan sonra bir anda çıkışım karşısında hafifçe kaşlarını çatıyor.
"Çalışmaya başladığınız an olmayabilir ama zamanla alabilirsiniz neden olmasın? Ben hemen mi aldım sanıyorsun?"
Hah aynı şey sanki!
"İyi de sizin zaten bir arabanız vardı sen onu satıp modelini yükselttin ayrıca babandan kalan bir işin var. Bizim hemen iş bulacağımız bile belli değil şimdi bununla sıfırdan bir araba almak aynı şey mi?"
Akın abinin gözleri kısılıp, aynadan bana bakarken nedense bakışları karşısında ürperiverdim. Neden çenemi tutamıyorum ben? Ne diye adama çemkiriyorum şimdi?
"Baba parasıyla ahkam mı kesiyorum Derya? Bunu mu demeye çalışıyorsun?"
Böyle pat diye söyleyince arabada buz gibi bir hava esiyor. Hayır öyle demek istemedim tabi ki. Aslında Akın abinin çalışmaya başladığı son altı yılda emlakçı dükkanından yatırım danışmanlığına evrildiklerini, işlerini çok daha büyüttüklerini de biliyorum.
Sessiz geçen bir dakikadan sonra kafamı sallayarak konuşmaya başladığımda lafımı kesiyor. "Geldik. Önce bir eve bakalım kira için ev sahibiyle konuşuruz Mustafa abi tanıdıktır."
Herhangi bir şey söylememe izin vermeden arabadan inince ben de mecburen iniyorum.
***
Yaklaşık iki evi gezip üçüncüsü için yola çıkarken Akın abi bizimle pek ilgilenmeden sürekli telefonla görüşüyor. Muhtemelen Alper'in evi için yaptığı telefon görüşmelerini dinlerken pek bir şey anlayamıyorum haliyle. Şu telefondan bir ayrılsa bakacağım hangi ev sahipleriyle görüşüyor. Belki ortalığı karıştırıp işi bozabilirim ama adam bırakmadı telefonu.
Üçüncü evi gezerken Cansu abartılı mimiklerle evi beğenmemeye başlıyor. "Ev de tek banyoluymuş, koridoru ne kadar uzun böyle? Uzun koridor da hiç sevmem. Tünel gibi git git bitmez. Kuzeye mi bakıyor bu ev? Isıtması zor olur...Sabah güneşini nereden alıyor demiştiniz? "
Allahım bu kız vur deyince öldürmek zorunda mı gerçekten? Kaş göz hareketleriyle durmasını tembihlemeye çalışıyorum ama nerdee... Anlamıyor ki.
Akın abiyse bize bakarak gülmekle meşgul. Cansu'nun taşkınlıklarını komik buluyor galiba, benim çıkışlarımıysa biraz garipsediğinden eminim. Adamla yıllardır neredeyse hiç konuşma sonra bir anda pat diye karşısına çıkıp bir de laf sokup dur. Bu hareketlerime ben bile anlam veremiyorum ki. Alper iyice sinirlerimi bozdu. Neden Ankara'ya atandı ki ? onca şehir varken neden Ankara?
Benim iç isyanlarımı Akın abinin telefon görüşmesi kesiyor. Kiminle konuşuyorsa belli ki telefondakinin istediği bir şey yanında yok olacak telefonu kapatıp bize dönüyor.
"Siz evi biraz daha gezin benim arabadan bir şey almam gerek sonra da çıkarız olur mu?"
Cansu uykudan ve yorgunluktan gözlerini ovalarken konuşuyor."Olur olur. Zaten bu evi pek beğenmedim ben."
Akın abi alayla gülerken eliyle koridoru gösteriyor. "Uzun koridor değil mi?"
"Evet evet hiç bize göre değil."
Akın abi gülerek "Anlıyorum." deyip arabaya gitmek üzere evden çıkıyor. Onun çıkmasıyla birlikte panter gibi atılarak tezgahta unuttuğu telefona atlıyorum.
Cansu şaşkın şaşkın bana bakıp ne yapıyorsun dese de onu kapıya yolluyorum. "Gelirse hemen haber et... Hadi Cansu alık alık bakma yüzüme."
"Sen bi şeyler karıştırıyorsun ya neyse..."
Ekran kilidini kapatmamış olması dahası hala kapanmamış olması mucize resmen. Sonunda tek bir şey de olsa benim istediğim gibi oldu bu gün. Hemen whatsapp konuşmalarına giriyorum. Girmemle birlikte Alper Sarnıç ismini görmem bir oluyor. E bunlar günlerdir konuşuyorlarmış!
Hemen Akın abinin Alper'e yolladığı evlerin fotoğraflarını ve iletişim bilgilerinin ekran görüntülerini alıyorum. Bir gözüm de kapı da, benim avare arkadaşımın gözcülük yeteneklerine güvenemem şu an. Fotoğrafları çektikten sonra telefonumu cebime sıkıştırıp hemen tezgahtan uzaklaşıyorum.
Bizim apartmanın kapısına geldiğimiz de arabanın arka koltuğunda yerimde kıpırdanıyorum. Yol boyunca konuşan Akın abi ve Cansu'nun konuşmalarına pek kafamı veremedim. Aklımda ev sahiplerine yapacağım manipülasyonları düşünmekle meşguldüm. Akın abi dört ev göstermiş, Alper ikisini beğenmiş. O iki evi ne yapıp edip mutlaka suistimal etmem lazım.
"Her şey için teşekkür ederiz ben Ebru'ya da söyleyeyim kiraları falan. Ona göre haber veririz size."
"Bu semtte size gösterebileceğim en makul kiralar bunlar Cansu. Bütçenizi geçeceğini tahmin etmiştim dün Derya'ya söyledim ama o zaman beni yanlış anlamıştı." Bu sırada aynadan bana bir bakış yolladı. "Bir kaç arkadaşımla görüşürüp başka bir semtten size daha makul ve okulunuza daha yakın evler bulabiliriz. Ev arkadaşınla görüş ihtiyaç olursa bana haber verebilirsiniz."
Cansu da benim gibi aranmayan ev için Akın abiyi uğraştırmaktan utanmış olacak huzursuzca yerinde kıpırdanıp gülümsüyor. "Çok sağolun zahmet verdik size de. Tekrar teşekkürler. İyi günler. "
Cansu arabadan inip hızla bizim eve doğru ilerleyince ben de yavaşça inip Akın abinin karşısına geçiyorum.
Ne garip bir durum oldu bu böyle? Konuşmamın yasak olduğu, esasen benim de konuşmak ve görüşmek için bu zamana kadar hiçbir çaba göstermediğim Akın abiye karşı tuhaf bir suçluluk hissediyorum. Hem dün dükkanda ki sözlerim ve davranışlarım hem de bu gün araba da söylediklerim nedense biraz daha uygunsuz geldi gözüme.
Bi de adamın telefonunu karıştırıp mesajlarına baktım ya. Huzursuzluğum iyice belli olurken karşısında bön bön dikilmemden rahatsız olan Akın abi kaşlarını kaldırarak bana bakıyor.
"Teşekkür ederim Akın abi. Sabah sabah bizimle uğraştın."
"Önemli değil. Biliyorsun, babadan kalma işim bu benim."
Benim sözlerimi onun ağzından tekrar duyunca kafamı kaldırıp yüzüne bakıyorum. Dudaklarında yalandan bir gülümseme olsa da bakışları hızlıca etrafta geziniyor.
"Niye öyle dedin ki şimdi? Hem abimde babadan kalma hatta dededen kalma işi yapıyor."
"Selim'le adımın aynı cümlede geçmesi bana sadece hakaret olur Derya."
Hey Allahım!
"Yani biz de sizin gibi aileden gelen mesleği devam ettiriyoruz demek istiyorum. Beni yanlış anlamanı istemem."
Sonunda bakışlarını eğip yüzüme bakıyor.
"Üniversite okumamış olmam ve babadan kalma işle meşgul olmam çalışmadığım, çabalamadığım ve o arabaya binmeyi hak etmediğim anlamına gelmez."
Of beni çok yanlış anlamış. Dahası yanlış anladıklarının onu kırdığını da fark ediyorum. Ah salak Derya adamı doğru düzgün tanımıyorsun, o da seni tanımıyor. Tabi ki sözlerini yanlış anlama ihtimali var. Onu yıllardır uzaktan tanıyor olman birbirinizi bildiğiniz anlamına gelmez ne diye adamla böyle kırk yıllık arkadaş gibi konuşursun zaten? !
"Tabi ki gelmez. Ben de öyle demek istemedim ki zaten. Sadece yeni mezun biri için işlerin zor olduğunu söylemeye çalışıyordum amacım senin durumuna konuşmaktan çok bizim çaresizliğimizle ilgiliydi. Yeni mezun bir gıda mühendisinin çok fazla seçeneği ve kazancı olmayabilir diye."
Akın abi bir süre yüzüme bakıp samimiyetime inanıp inmamaya karar verirken derin bir nefes çekip özür diledim. Kendisi pek bilmese de bu özür aynı zamanda iki gündür adamı türlü yalanlar söyleyip kandırarak saçma sapan zahmete soktuğum içindi. Bir de telefonunu karıştırıp müşterilerinin bilgilerini çaldığım için.
"Özür dilerim Akın abi. Kendimi doğru ifade edemedim sanırım ya da birbirimizi pek tanımadığımız için kötü bir niyetle söylemediğimi bilemezdin tabi. Yine de üzgünüm."
Kafasını sallayıp özrümü kabul ederken gülerek arabayı gösterdim. "Araba cidden güzel bu arada. Kaç yakıyor demiştin? "
Arabasına doğru giderken gülerek "Şansını zorlama istersen Derya." dediğini duyuyorum. Valla günlerdir ne denli şansımı zorladığımı bilsen şaşardın Akın abi. Arabaya binmeden hemen önce durup bana bakıyor.
"Şimdi düşündüm de cidden zahmet oldu. Geçen gün getirdiğin böreklerin pateteslisinden ve kıymalısından birer tepsi yollarsan ödeşmiş oluruz."
İki tepsi börek mi açayım şimdi? E yuh ama! Ya ben bu adamla konuşmaya başlayınca neden abimle konuşuyormuş gibi hissediyorum ya? Aynı huysuzluk ve gıcıklık ikisinde de mevcut.
"Az oldu istersen yanına bir de baklava açayım?"
Bana küçümsür bir tavırla bakıp dudak büküyor. "Onu becereceğini pek sanmıyorum. Börek yeterli. Öğleden sonra getirirsin sabah işim var biraz."
Oldu canım. Çay da demleyeyim? Allahım yay gibi geriyor bu adam sinirlerimi!
Neyse bu ev işini de kazasız belasız hallettiğimize göre seninle de muhtemel bütün ilişkim de bitecek Akın abi. Nasılsa bir daha ne görüşmemize ne de konuşmamıza gerek yok iki tepsi böreği de yapıvereyim canım ne olacak?
***
Tekrar merhaba ^-^ Umarım hikayenin gidişatından memnunsunuzdur. Eğer takip ediyorsanız vote ya da yorumlarla kendinizi belli edebilir misiniz? Ona göre hikayeyi burada paylaşıp paylaşmayacağıma karar vereceğim ^.^ Hepinizi öpüyorum kendinize iyi bakın ^-^
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top