Bölüm 2 "Sivilce"
Bölüm 2 "Sivilce"
Pekala. Aslında bu işi anlatmak için yedi yıl öncesine gitmek gerekiyor.
Yıl 2013. O yıl benim liselere giriş sınavı SBS'nin son sınavına hazırlandığım dolayısıyla bir hayli stresli ve sıkıntılı geçen zamanlarım. Sınavdı, sonuçlardı, tercihlerdi derken o yaz kafam bayağı bir doluydu.
Ağustos ayı gibi tercih sonuçlarım belli oldu ve üst tercihlerimden bir Anadolu lisesine yerleşmiştim. Acayip rahatladığımı hatırlıyorum bir de İkbal teyzenin kızı en yakın arkadaşım Sude'yle de aynı okuldayız ki değme keyfime. Okulda arkadaş bulma, çekingen durma tavırlarına hiç girmeyeceğim bebekliğimden beri tanıdığım kız Sude.
Eylül ayının ilk haftasında öğlene doğru bizim kapı çaldı. Tombulca, kısa sarı saçlı bir kadın üst kata yeni taşındıklarını oğlunun burada üniversite kazandığını onu yerleştireceklerini söyledi. Bizim hemen üstümüz olduğu için de bu hafta biraz gürültü olabilir kusurumuza bakmayın diyordu. Annem tabi ki eli boş gitmeyi uygun bulmadı ve hemen çay demleyip kek, börek yaparak yukarı kata çıkardı.
O hafta boyunca bu taşınma işi devam etti, annem yukarı taşınan çocuğun annesiyle hemen samimiyeti kurmuştu kadın da zaten İstanbul da yaşadıkları için ve Ankara'da kimseleri olmadığı için tek oğlunu burada bırakmakta bir hayli zorlanıyordu.
Gerçi bu meşhur oğlanı o eylül ayının sonuna kadar da göremedik biz.
Okuldan eve geldiğim bir gün salonda Sevim teyze'yle karşılaştım İstanbul'a dönmeden önce son kez annemle konuşuyormuş.
"Hoşgeldiniz."
"Sende hoşgeldin kızım. Annen söyledi okula yeni başlamışsın sende. Alışabildin mi? Arkadaşların var mı?"
Sırt çantamı yere bırakıp kendimi de kanepeye bırakıveriyorum. Omzumu silkerek "Alıştım ki hemencecik. Zaten en yakın arkadaşım Sude de var bütün okulu ilk günden gezdik şimdiye her yeri biliyorum bile. Dersler biraz garip geldi ama. Çok ders var Sevim teyze"
Sevim teyze benim heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmamı gülümseyerek dinlerken kapı çaldı. Ben bir an da artan ders sayımı aynı heyecan ve sıkıntıyla anlatırken içeriye uzun boylu, kırmızı sweatshirtlü bir çocuk girdi.
Hani böyle zaman durur, her şey bir film şeridi gibi gözlerini önünden kayar, o içeri girdiğinde her şey parıldamaya, kalbin hoplamaya başlar ya?
Ha işte o bende hiç de olmadı.
On dokuz yaşında ki Alper ince, uzun, dal gibi bir çocuktu. Liseden çıkar çıkmaz saçlarını uzatmaya başlayan o ergenlerden biri olduğu ensesi ve favorileriyle birleşen saçlarından belli oluyordu. Yanakları ve çenesinde sivilce izleri vardı. Özellikle tam çenesinin ortasında sakallarının arasından bile belli olan bir sivilce vardı ki... böyle ucu beyazlaşmış, etrafı kıpkırmızı olmuş... kemik gibi yüzünde acayip dikkat çekiyordu.
Ben ergenliğimi biraz şanslı geçiren bir çocuktum. Benim de abimin de sivilceleri ya da cilt problemleri pek olmamıştı. Biraz siyah noktayla geçiriyordum ergenliğimi o yüzden bu kadar büyük sivilceleri görmeye pek alışık değildim.
Alper tek başına gelmemişti, iki arkadaşıyla birlikte gelmişlerdi muhtemelen evini gösterecekti çocuklara.
Ne zaman kıpırdansa ,bir şey dese ... tövbe estağfirullah direk o beyazlaşmış sivilceye bakıyordum.
Bu saçma bakışlarım o denli fark ediliyordu ki Alper arkadaşlarının yanında rahatsızca yerinde kıpırdanmaya başlamıştı. Sevim teyze annemle mutfağa gidince benim bakışlarımın kıskancından iyice rahatsız olup bana döndü ve hafif çatık kaşlarla üstümü gösterdi.
"Sen istersen üstünü değiştir formanla kalmışsın böyle."
Zaten alık alık çocuğun yüzüne bakıyorken tamamen yüzünü bana çevirip konuşunca bakışlarım yine o çenesinde ki beyaz uçlu sivilceye kaydı. Iyice sinirlerim bozulmuştu sanki o bana bir şey dememiş gibi konuyu dakikalardır sinir olarak baktığım şeye çektim.
"Şunu sıksana artık."
Alper çatık kaşlarını daha da çatıp biraz da anlamayarak bana baktı. "Neyi sıkayım?"
Bu sefer elimle kendi çeneme vurdum. "Şunu diyorum sık artık Allah aşkına! Resmen içeride bir koloni kurmuşlar şuna baksana kafam kadar olmuş. Sık da o da kurtulsun sende."
Sözlerim Alper de bomba etkisi yarattı. Abartıyorsam ne olayım çocuk resmen kıpkırmızı oluverdi. Kulaklarına kadar yanmaya başladı. Yeni arkadaşları ellerini hızla ağızlarına götürüp güldüklerini belli etmemek için çabalarken kıs kıs sesleri karşı koltukta ki bana kadar geliyordu. Alper hiçbir şey demedi kızardı bozardı iki dakika sonra da arkadaşlarını da alarak annesine eve çıkacağını söyleyerek aceleyle evden çıktı.
Ben o an çok anlam verememiştim bu kadar kızmasına. Yani niye yeni tanıştığım çocukla böyle konuştuğumu da pek anlamamıştım ama o an ki kafamla çok üzerinde de durmadım açıkçası.
Tanışma hikayemiz pek parlak olmadığı için sonrasında iki yakın arkadaş olacağımızı hiç mi hiç tahmin etmemiştim. Üniversiteye yeni başlayan on dokuz yaşında bir delikanın liseye yeni başlamış on beş yaşında ki ergen bir kızla böyle güzel bir arkadaşlık kurması bugün hala çok inanılmaz gelir bana.
Bütün gece doğru düzgün uyuyamadım. Sabahın altısında daha fazla yatakta yatmaya tahammül edemeyerek ayağa kalktım. Uf bi de Eskişehir meselesi var canım hiç gitmek istemiyor bütün gün evde oturup yatağa çapraz yatarak depresyona girmeyi düşünüyordum. Akşam annemden de izin almayı unuttum zaten. Cansu'ya bizimkiler izin vermedi mi desem ki? Gerçi bu sefer de annemi arar daha kötü olur.
Aradan yarım saat geçince salondan tıkırtılar duyup bende fırlıyorum odadan. Abim üstünü giymiş çıkmak için hazırlanırken yandan bana bakış atıyor.
"Hayırdır? Tatil de bu saatte kalkmazsın sen."
Omuz silkerken bir omzumu da duvara yaslayıp umursamaz gözükmeye çalışıyorum. Çalışıyorum diyorum çünkü dünden beri sanki içimde tuhaf bir duygu var ne oturmama ne sabit durmama izin veriyor, kafası kesilmiş horoz gibi gezeleyip duruyorum evde.
"Hiiç, uyku tutmadı çok sıcak bu gün."
Abim aynanın karşısında saçlarına şekil vermeye çalışırken ağzını aça aça kocaman esniyor. Yüzümü buruşturarak yanında geçip mutfağa hareketlendim. "Iyy ağız ağız değil Mariana* çukuru mübarek."
"Kaşınma Derya ! "
Mutfağa girdiğimde aklıma gelen fikirle geri dönüp abimin yanına gidiyorum. "Abi bir şey sorucam sana."
Abim koyu renk saçlarının ucunu düzeltmeye çalışırken pek de beni dinliyormuş gibi gözükmüyordu. "Bizim buralarda kiralık ev falan var mı biliyor musun?"
Abim eline biraz daha jöle alıp saçlarına yedirirken bir kez daha yüksek sesle "Abii!" diyorum. Abim aynadan kaşları çatık bir şekilde bana bakarken "Ne bileyim kızım ben mahallenin muhtarı mıyım?" diye çemkiriyor.
"İşe giderken falan gördün mü hiç? Satılık, kiralık ne bileyim işte belki gözüne çarpmıştır diye dedim."
"İşim gücüm yok kafamı kaldıırp fellik fellik camlara bakıyorum zaten. Emlakçı mıyım ben ne işim olur evle, çerle çöple." Abimin hemen her gün olduğu gibi bu gün de tersinden kalktığı belliydi de benim de çok düzümden kalktığım söylenemezdi.
"Haklısın aslında acaba Akın abiye mi bi sorsam ki?" Benim içimden söylediğimi düşündüğüm bu söz mırıltı gibi çıktığından abim aksi aksi bana döndü. Yüzünde tiksinir bir ifade vardı.
"Şu dangalağa abi deme diye kaç kere söyledim sana! Ondan abi değil bahçeye korkuluk olmaz ayrıca ne bu sabah sabah ev derdindesin sen?"
Abimin kuşkulu ve sinirli gözlerle bana baktığını görünce paniklememeye çalışarak hemen bir yalan uyduruveriyorum. "Ne olacak ya bizim sınıftan kızlar bu yıl eve çıkacaklarmış da ben de dedim belki bizim buralarda vardır."
"Beytepe'den bura en az bir saatlik yol ne işleri varmış Dikmen de? "
Abimin kızgın yüzüne bakarken daha fazla kuşkulandırmamak için omuz silkip "Aman iyi be öylesine bir sorayım dedim zaten." diye konuyu kapatmaya çalışıyorum.
Hödük abimin dediği doğru bu işi bir emlakçıya sormak gerek. Bu emlakçı da bu işle bizzat ilgilenen Bozoğlu Emlak olmalı.
***
Abim çıkar çıkmaz hemen Cansu'yu arıyorum.
"Hayret hazırlandın mı sen?"
Normal koşullarda hemen her yere geç kalan ve bütün arkadaşlarımı en aşağı yarım saat bekleten biri olarak bu soruyu sorması makuldu tabi.
"Yok Cansu ya biizmkiler izin vermedi abimi biliyorsun uyuzluk çıkardı yine ben gelemiyorum kanka. Onu haber vereyim dedim."
"Zahmet etmişsin canım ya ne gerek vardı haber verdin? Trene bir buçuk saat kalmış haber vereyim diyor. Olmaz öyle şey hem sen ben Ebru okul açılmadan son kez bi Eskişehir'i gezicez akşamına döneriz işte."
Anlamıyorsun Cansu hayat memat meselesi bu. Gidemem.
"Napayım canım izin vermediler işte. Siz bensiz gidin artık."
Sesimi sonlara doğru hafiften kısıp iç çekince Cansu'nun peşimi bırakacağını sanıyorsam yanılıyordum cidden.
"Olmaz hep birlikte gidicez. Sen kapat şimdi ben halledeceğim o işi."
Herhangi bir şey söylememi beklemeden telefonu çat diye kapattı. Of ama ya annemi arayacak bu şimdi.
Mutfağa fırlayıp kahvaltı hazırlayan annemin yanına koştuğumda annem kızgın gözlerle bana bakıyor.
"Günaydın hanım ağa. Bu gün erken kalkmışsınız kahvaltınızı yarım saat içinde hazırlıyorum efendim."
Annemin kızgınlık ve kinaye dolu sözlerine karşılık "Anne bir dur ya şimdi Cansu arayacak seni-" dememe kalmadan annemin telefonu mutfak tezgahının üstünden acı acı çalışıyor.
Ben derdimi doğru düzgün anlatamadan Cansu'yla konuşan annem onun ısrarlı ve insanı bezdiren tavrı karşısında yenilgiye uğruyor ve akşam yedi trenine yetişmemiz koşuluyla gitmemize iizn veriyor.
Hayır ya. Bu gün gidemem. Olaylar iyice rayından çıkmadan bizim sokaktan hatta bizim mahalleden Alper'i def etmem gerek.
Tam çıkmak üzereyken annemin mutfaktan bağırdığını duyuyorum.
"Derya, gelirken Tanınmış Helvacı'dan bir kilo met helvası al, abin yaz helvası seviyor yarım kilo da ondan al."
Alayım anne alayım benim burada kalbim güp güp ediyor sen bana helva diyorsun. İstemeye istemeye ayakkabımı giyerken bu Eskişehir gezinin şimdiden burnumdan geldiğini hissediyorum.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top