2. Bölüm
Yeni bölümle Merhaba ♥
Oy ve yorumlar az ama ilerledikçe çoğalacağına inanıyorum ♥ Lütfen değerli düşüncelerinizi benimle paylaşın ve oylarınızı eksik etmeyin ♥
Bölüm şarkısı : Crush - Beautiful (Türkçe anlamını dinlemeniz tavsiye edilir.)
Tüm hazırlıklar tamamlanmıştı ama ben hala çok gergin hissediyorum. Karnıma saplanan krampları derin nefes alıp yatıştırırken saatime baktım. Yarım saat sonra burası dolacaktı ve umarım bu çalışmamın karşılığını alırdım.
"İkramlar neden hala masalarda değil?" Cansu telaşıma gülümseyerek eliyle garson arkadaşları gösterdi. "Başlıyorlar koymaya Duru Hanım. Her şey çok iyi ilerliyor." Deyip içime su serptiğinde ona teşekkür ederek serginin her yerini yeniden dolaşmaya başladım. Sanki hiç bilmiyormuş gibi ilerliyor, her tabloyu yeniden görüyormuş gibi heyecanlanıyordum.
"Her şey harika gözüküyor." Diyen ses ile arkamı döndüğümde Eylül'ü gördüm. Yetişmesine o kadar sevinmiştim ki bunu ona karşı da yansıttım ve koşarak ona sarıldım. Annesi Özlem teyze yine bacağını kırmıştı ve onunla ilgileniyordu. Evde onu tek bırakacak kimse olmadığı için gelemeye bilirim demişti ama şuan karşımda duruyor ve mutluluğuma mutluluk katıyordu.
"Gelemeyeceksin sandım." Deyip ondan uzaklaştım ve giydiği siyah elbiseye hayranlıkla baktım. Askılı ve sade bir elbise tercihi ve ombre saçlarını dalgalı yapmasıyla harika gözüküyordu.
"Gelmez olur muyum? Hem burada ki ikramları kontrol etmem lazım hem de kardeşimin yanında durmam lazım. " Elimden tutup beni döndürürken yüzünde ki gülüş genişliyordu. "Şu haline bak ne kadar da güzel olmuşsun."
Elbiseme yeniden baktım; bej rengi ve saten bir elbise tercih etmiştim, saçlarımı ise kısa olduğu için içeriye doğru düzleştirmekle yetinmiştim.
"Sen de öyle." Dedim ve hızla ilk sormam soruyu en sona sakladığım için yüzümü astım. "Özlem teyze nasıl? Kime bıraktın? Nasıl geldin?" diye ardı arkası kesilmeyen sorular sordum.
Eylül kahkaha attı. "Tabii ki de babama." Deyip gözlerini devirirken gülmesi son bulmuyordu. "Adamı resmen gezisinden ettik."
"Zübeyir amca şimdi çok üzülmüştür geziden döndüğü için." Dediğimde Eylül başını hayır anlamında iki yana salladı. "Zaten gezi beklediğinden sıkıcıymış. Annem dönmek için harika bir bahane olmuş. Annemle dalga geçerek daha çok eğlenecek anlaşılan."
Annesi ve babasının ilişkisine hayrandım. Hayatımda gördüğüm en iyi çiftlerden biriydi Özlem teyze ve Zübeyir amca. Heyecanlarını, çocuk ruhlarını hiç kaybetmemişlerdi birlikte çok fazla eğleniyor ve birbirlerini çok seviyorlardı. Deli dolu anıları bizi fazlasıyla güldürüyor ve eğlendiriyordu.
"Zübeyir amcaya eğlence çıktı desene." Dediğimde Eylül başını sallayarak beni onaylayarak etrafa baktı. "Umarım bugün şef kıyafetlerimi giymek zorunda kalmam." Dediğine ona doğru döndüm.
"Hayır, bugün çalışmak yok, ikramlarımı sizin cafe yapıyor diye tüm gece mutfakta olmana izin veremem."
"Merak etme, öyle bir şey olmayacak." derken bir yandan da masaya konulan ikramlara bakıp kendince bir şeyler mırıldanıyordu.
Telefonumdan saate baktıktan sonra etrafımda bir tur döndüm. Henüz gelen ve giden hiç kimse yoktu. "Sedat ve Utku yetişir mi?" diye sordum.
Eylül gülerek benimle birlikte sergi de dolaşmaya başladı. "Utku elbette yetişir ama Sedat ve Sinem den emin değilim. Malum karısı hamile olduğu için arabayı 50 de kullanıyor. Utku altı saatlik yolu gelir ama onlar yarım saatlik yolda tıkanabilirler canım."
"Zavallı Sinem." Gülmemi durduramadan ekledim, "Keşke yürüyerek gelseler eminim ki daha hızlı olur." Dediğimde kahkaha sesimiz mekanda yankı yapıyordu.
"Oo, güzellerime bakın yahu."
"Utku." Dedi Eylül koşarak bir aydır göremediğimiz Utku'nun üzerine atladı ve ona sıkıca sarıldı. "Nerelerdesin baş belası çocuk."
"Eeei işlerim bitmiyor ki.İiç mimar olmak kolay falan mı sanıyorsun sen." Deyip bana doğru yürüdü ve sıkıca sarıldı. "Kendisinin kafesi var ya rahat tabi."
"Eh, en azından ben yiyerek güzel paralar kazanıyorum." Deyip dilini çıkarttığında gülüşmelerimiz çoğalmıştı.
Utku kendi etrafında dönerken göz bebekleri büyüyordu. "Burası ne kadar harika olmuş Duru. Resimlerden gözlerimi alamıyorum." Derin nefes alarak bakışlarını bize çevirerek uzun süre baktı, "Ama asıl harika olan sizsiniz. O kadar özledim ki sizi, bir daha arayı bu kadar açmayacağım."
"Şuna her limanda başka birisi ile takılıyorum desene." Dedim göz kırparak sinsi bir şekilde gülümsedim. Utku söylediğimden utanarak, "Saçmalama." Diye çıkıştı.
Kırmızı olan yüzüne biz gülerken o eliyle alnını ovalıyordu. "Biliyorsunuz nişanlım tarafında aldatıldığımı öğrendiğimden beri kızlardan kaçıyorum." deyip kendi acısını dalgaya aldı, her zaman yaptığı gibi. Utku'nun bakış açısı bu yöndeydi acılarını ti ye aldığı zamanlar daha iyi hissettiğini söylüyordu.
Bana her zaman, 'Gözünde büyüttüğün her şeyin sorumlusu sensin onu büyükten küçüğe çevirmek senin elindeyken durma, yap.' Der ve bu söylediği sözü de kendisi çok iyi bir şekilde yapardı. Bu yüzden acılarıyla hepimizden daha iyi bir şekilde savaşabiliyordu.
Eylül gülüşünü bozup ciddi ses tonuyla konuşmaya başladı. "Sen neden kaçıyorsun, bir kilo mandalinanın içinden bir tanesi çürük çıktı diye gerisinde kalan onca mandalinayı kimse çöpe atmıyor."
Utku gülerek Eylül'ün yanağını sıktı. "Bak sen ciddi olunca ben korkuyorum." Derken tek kaşı havaya doğru kalktı. "Hem bana diyene bak. Sen de çok mandalina seçiyorsun ben bir şey diyor muyum?"
"Güzel mandalina yemek istediğim için."
Utku onun saçlarını dağıtarak söylendiğinde, Eylül isyan eden bir şekilde bağırıyordu. "Kocaman adam oldun be, utanman olsun. Bu saç için otuz beş dakikamı verdim." Diyerek ondan kurtulmak için kaçıyordu.
"Hala çocuk gibisiniz." İkisi de bana doğru döndüğünde başımı belli belirsiz salladım. "Kavganız bile aynı."
"Biz geldik." Seslenen sesin sahibine baktığımızda Sinem ve Sedat'ı gördük.
"Vay be kim derdi ki Sinem gibi bir prensesin Sedat gibi bir ayıya bakacağını."
Eylül susması için Utku'nun kafasına yapıştırdığında hepimiz kıkırdamaya başladık. Sinem tanıdığımız en kibar insanlardan birisiydi belki de psikolog olduğu için ama prenses olduğu doğruydu. Siyah saçlarına hiç boya bile değmemişti, belirgin yüz hatları ve karakaş kara gözüyle parıldıyor ve dikkat çekiyordu.
Onu iki yıldır tanıyorduk ve bizim ekipte sevilen biri olmuştu. Sinem psikolog olduğu için hepimizin hayatına dokunmayı başarmıştı. Bu yüzden acılarımız için ondan hep destek alıyorduk hem de ücretsiz bu dünyanın en harika şeyi olabilirdi. Tabii ben de düğün fotoğrafçılıklarını yapmıştım, pastalarını ise Eylül hazırlamıştı. Oturduğu evi ise Utku dizayn etmişti.
Şimdi düşününce asıl kazançlı olan oymuş...
"Vay gençler." Dedi Sedat hepimize tek tek sarılırken sıra bana gelmişti. "Harika olmuş her şey." Dediğinde belinde ki silahı fark ederek kaşlarımı çattım.
"Neden silahını yanında getiriyorsun?"
"Canım ben polis olduğum için, yanımda taşımam gerekiyor. Her an her şey olabilir." deyip böbürlenerek ekledi. "Hem bu silahla böyle havalı girişler yapmak için yıllarımı verdim."
Sinem yüzünü ekşiterek, "Hayatımız hep böyle geçiyor; her an her şey olabilir." Kocasını şikayet eder gibi anlatırken hepimiz gülüyorduk.
Utku, Sedat'ın eline omzuna koyup sıktı. "Dua et polis olmanı boyun kurtardı ama hala benden kısasın."
Hepimizin gülüşü birbirine karıştığında davetliler de artık gelmeye başlıyordu. Bizimkileri kendi halinde bırakarak gelen herkesle ilgilenmeye başladım. Kapıdan girdikleri anda yaşadıkları şaşkınlık stresimi biraz olsun azaltıyordu. İnsanların arasında geçerek bizimkilerin yanına gidip soluklanmayı düşünüyordum ama bana doğru yürüyen Ali Bey ve eşi Mine Hanım ile bizimkilere sadece uzaktan bakabildim.
"Duru Hanım." Dedi Ali Bey artık eşiyle birlikte tamamen karşımda duruyordu. "Bu harika gecede bizi de görmek istediğiniz için teşekkür ederim." Dedi ve elimi tutup kibarca öptü.
"Asıl bu akşamınızı bana ayırdığınız için ben sizlere teşekkür ederim. Yine harika gözüküyorsunuz." Diye eklediğimde ikisi de bana gülümseyerek bakıyorlardı. Ali Bey bir işletme sahibi ve tablolara aşık bir adamdı, kendisi ile işletmesinin fotoğraf çekiminde tanışmıştık. O günden beri de bazı işleri ortak yürütmeye başlamıştık. Çekim için ilk bizim kapımızı çalan değerli müşterilerimizden birisiydi.
"Bu sergi o kadar harika ki..." İç çekerek etrafa yeniden göz gezdirdi. "Bizi daha ne kadar şaşırta bilirsiniz. Bilmiyorum."
"İnşallah daha da iyisi olur."
Karısı Mine Hanım içten bir şekilde elini omzuma koyarak sıktı. "Hayatım henüz o kadar gençsin ki, bu sergilerden daha da iyileri senin olsun." Deyip bana göz kırptı.
Onlarla kısa sohbetler ederken Ali Bey, tanıdık birisini gördü ve bizden özür dileyerek başka birilerin yanına gitti. Mine Hanım kocasının gitmesini fırsat bilerek dibime iyice yaklaştı.
"Duru Hanım. Sizden bir şey istesem acaba ayıp mı olur?" diye sordu ellerini birbirine kenetlemiş merakla yüzüme bakıyordu.
"Hayır, lütfen söyleyin."
"Ali'nin memleketi Zonguldak, orada doğmuş ve belli yaşa kadar orada yaşamış. Sürekli oraya olan özlemini ve anılarını bana anlatır. Bu serginizde gezerken bir tane tablo sadece Zonguldak'a aitti. Onu almayı o kadar istedi ki az kalsın açık arttırma başlatacaktı." Deyip güldüğünde ona eşlik ettim ve cümlenin sonunu merakla beklemeye başladım.
"Lafı fazla uzatmayayım. Aynı tablodan bizim içinde bastırmanız mümkün müdür?" Kibarlığın vücut bulmuş haliyle gözlerime bakıyordu.
Üzgün bir şekilde başımı olumsuz anlamda salladım. "Maalesef." Dedim üzüntümü sesime yansıtarak. "Burada ki fotoğraflar tek bir kişiye ait olmak üzere satışa çıkartılıyor."
Mine Hanım da hayal kırıklığı yaşamasına rağmen bana buruk bir gülümseme ile baktı, "Öyle mi?" diye sordu ve dik omuzlarını düşürdü. "Çok üzüldüm."
"Üzülmeyin." Gülümserken onun için yapabileceğim güzel bir jest aklıma geldi. "Sizin için Zonguldak'a ait olan başka bir fotoğraf seçebilirim. Böylece sadece sizde bulunan bir adet fotoğraf olur."
Mine Hanım irileşen gözleriyle ellerimi tutarak bana hayranlıkla baktı. "Gerçekten mi?" diye sordu heyecanlı sesiyle. "Çok teşekkür ederim." Çantasını açarak içinden bana kartını uzattı. "Bana buradan ulaş ve haberleşelim, olur mu?"
"Tabii." Dedim kartı elimde tutarken. "Siz hiç merak etmeyin."
Gece yavaşça sona eriyordu ve ben yorulduğumu daha iyi anlıyordum, konuşmaktan ve herkesle ayrı bir şekilde ilgilenmekten yorulmuştum. Misafirlerin çoğu giderken sergide yavaşça kapanıyordu. Yorgunluğumu atmak ve ayağımda ki bu işkenceli topukludan kurtulmak istiyordum.
Bizimkilerin yanına doğru yürüyerek onların sohbetlerini kestim. "Evet, Utku uzun zamandır aramızda değil bence bugün harika bir kutlama yapabiliriz." Beni onaylayan kafaları görerek gülümsedim.
Sedat gülerek masada duran kurabiyeyi ağzını attı. "Evet, harika olur. Hem kafamız da dağılır bence harika bir fikir." Elleriyle alkış yaparken Eylül ona vurarak ağzında ki bitir diye kızıyordu.
"Harika, nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda Sinem araya girdi. "Çok üzgünüm ama annemlere sözüm var bu gece orada kalacaktım." Deyip Sedat'a baktı. "Biliyorsun yarın akşam kardeşimin sözü var. Şimdiden gitmem lazım."
"Hayır, lütfen." Diye ısrar etsem de ısrarlarım olumsuzlukla sonuçlanmıştı. Önceden ayarlanmış hiçbir planın önüne geçilmiyordu.
"Bir daha ki sefere ben de olurum. Şimdilik siz süper dörtlü takılın. Çok da dağıtmayın." İşaret parmağını bize doğru salladığında geçen aylarda içerek onların evini darmadağın ettiğimizi bize yeniden hatırlattı.
"İşte ona söz veremeyiz." Eylül suyundan bir yudum alarak bakışlarını Sedat ve Utku'nun üzerinde gezdirdi. "Bunlarla hayat çok zor." Eylül'e katıldığımı belli ederek başımı evet anlamında salladım.
"O zaman seni bırakayım ben karıcığım."
Sinem hızla başını hayır anlamında salladı. "Ay yok saçmalama buradan bizim ev on beş dakika taksiyle giderim." Dediğinde Sedat hızla güldü.
"Beni ikna edeceğini sanıyor ya çok gülüyorum." Deyip karısının elini tuttu, "Çıkmadan beni bekleyin." Deyip gözüm üzerinizde işareti yaparak gittiler.
Sedat gelene kadar ben de yarım kalan tüm işlerimi tamamen hallettim. Sergi de tamamen kapandığında artık rahat bir nefes almıştım. Bu yorucu günün en güzel yanı yaptığım bir satışlar gibi beğenilen tablolarım olmuştu. Elimde kalan on beş tablo vardı onun haricinde çoğu tablo satılmıştı. İnanılmaz ilgi ve övgüler tüm yorgunluğuma değdiğini hissediyordum.
Kıyafetlerimi değiştirdikten sonra, nihayet spor ayakkabılarıma kavuştum. Tüm gün dolaşmaktan, konuşma yapmaktan o kadar yorulmuştum ki ayaklarımın sızladığını ve çenemin fazla gülmekten ağrıdığını hissedebiliyordum.
"Duru Hanım." Başımı kaldırarak Cansu ile göz göze geldim. Yorgun gülümsemesi ile bana baktı. "Ben çıkıyorum, istediğiniz başka bir şey var mı?" diye sordu.
"Hayır." Deyip ayağa kalktım ve ona sarıldım. "Bugün tüm gün koşturdun, teşekkür ederim." Dediğimde Cansu utanarak başını öne doğru eğdi. "Güzelce dinlen."
"Teşekkür ederim."
Eylül ve Utku dışarıda beni beklerken yanlarına giderek derin bir nefes aldım.
"Ne akşamdı ama." Dedi Eylül sırtımı sıvazlayarak. "Çok iyi bir şey başardın."
"Evet." Utku ona katıldığını belli ederek başını salladı. "Seninle gurur duyuyoruz."
Onlara sarıldığımda kendimi daha güçlü hissediyordum. "Oooo. Bensiz grup sarılması mı?" Sedat koşarak bize katıldığında benim başıma öpücük kondurduğunda gülümsüyordum. Sarılmamız son bulduğunda boş bir şekilde kaldırımın üzerinde durmuş birbirimize bakıyorduk.
"Eeee, nereye gideceğiz?" diye sordu Eylül hevesli bir şekilde olduğu yerde sağa, sola sallanmaya başladı.
Çantamdan kalp şeklindeki anahtarlığı çıkarttığımda hepsinin gözlerinde ki hüznü görebiliyordum. Sedat'ın gözleri kızarmaya başlamış, Utku hızlıca başını önüne eğmiş, Eylül ise içli bir şekilde nefes alıyordu. Ben onların bu halini izleyerek zor bir şekilde yutkundum ve havada ki anahtarlığı yavaşça indirdim.
"Uzun zaman oldu birlikte orada oturmayalı." Mırıldanmamla birlikte ağlamamak için direniyordum.
"Beş ay." Dedi Utku boğazını temizleyerek, "Beş aydır o eve gitmedim." Deyip cebinden anahtarlığını çıkartarak bir tane anahtarı tutarak bize gösterdi. "Ama hep burada."
"Ben iki hafta önce oradaydım." Dedi Eylül buruk sesiyle. "Kendimi kötü hissettiğimde orada olmak bana huzur veriyor."
Sedat gözünde biriken yaşı hızla sildi ve ağlamasını sesine asla yansıtmamaya özen gösterdi. "Ben arada bir uğruyorum."
"Ben de oradan çıkmak istemiyorum." Dediğimde hepsi bana sarılmıştı, titreyen sesimle devam ettim. "Oradan çıktığım her an kendimi güvende hissetmiyorum."
"Gidelim." Utku benim başımdan öperek, bana sıkıca sarıldı. "Yine yeniden hep beraber olalım." Dediğinde yanağımdaki yaşı sildim ve boğazımda biriken yumruyu yutarken başımı evet anlamında salladım.
**
Evin kapısını Utku açtığında lavanta kokusu burnumuza dolmaya başlıyordu. Hep birlikte içeriye girdiğimizde her yer bıraktığım gibiydi, tertemiz. Benim de iki evim vardı işte. Birisi burada, diğeri ise iş yerimin yakınındaki evimdi.
Kerem'in babası beni çok severdi, bu yüzden bu evi bana bırakmış sonra da arkasına bile bakmadan kaçar gibi yurt dışına gitmişti. Bu evde ki anılar gözlerimin önüne geldikçe yaşamam ve normale dönmem zor olduğu için başka bir yer kiralamak zorunda kalmıştım. Burası da artık hepimizin gizli bir sığınağıydı. Ama ne kadar iki evim olsa da her zaman gerçek evim burasıydı ve bunun değişmesini istemiyor ve buna izin vermiyordum.
Kapıyı kapattığımda hepimiz bir tane koltuğun üzerine oturduk. İlk beş dakika boyunca hiçbirimizin ağzından bir kelime çıkamadı. Herkes başka köşeye dalmış bir şeyler düşünüyordu ağzımızdan çıkan her kelime birimizi yaralayacak ve biz ağlayacaktık.
"Onu çok özledim." Dedi Eylül dayanamayarak gözyaşlarını akıttı. "Onu o kadar özledim ki." Başını iki yana salladı. "Neredeyse beş yıl oldu ama ben hala inanamıyorum."
Sedat, Eylülün sırtını sıvazlayıp gözlerinde ki yaşı sildi. "Hiçbirimiz inanamıyoruz." Dediğinde daha fazla tutamadığım gözyaşlarımı akıttım.
"Çok zor." Dedim titreyen sesimle bakışlarımı yere sabitledim. "Bazen delireceğimi düşünüyorum. Her bu eve girdiğimde o günün kabus olmasını istiyorum. Burada her uyuduğumda yanımda onun uyuduğunu hayal ediyorum. Onun sesini duyuyorum bana sürekli sadece iki saat diyor."
Utku beni kollarının arasına aldığında ağlamam şiddetleniyordu. "Yapma Duru. Güçlü durmak zorundasın." Başımdan öperken vücudu kaskatı olmuştu, ağlamamak için büyük savaş veriyordu. "Bunları ne kadar zorluklarla atlattığımızı hatırlıyor musun?"
"Evet, çok deniyorum. Ama ben Kerem'i unutamıyorum, onun mezarına gidemediğim bir gün bile kendimi suçlu hissediyorum. Beş yıl..." deyip derin nefesler almaya çalıştım. "Ama her anımız o kadar taze ki. Hiçbirini unutamıyorum. Unutmak istemiyorum. Bunu bize yapmak istemiyorum."
Sedat ayağa kalkıp dizlerinin üzerine çöktü ve ellerimi tutup öptü. "Güzelim, biz yanındayız. Hep yanında olacağız biz seni bırakmayız."
Dikelmeyi başardığımda hepsine tek tek baktım. Sesim de ki öfke büyürken kaşlarım çatıldı. "Bunun bir kumpas olduğunu biliyorsunuz, değil mi?" diye yeniden sordum.
Eylül kuruyan dudaklarını ıslattı ve oda diğer yanıma geçip oturdu. "Duru yapma artık şunu. Bu bir kazaydı."
"Değildi. Uçurumun tepesinde Kerem'in ne işi vardı? Kerem öyle yerlere hiç gitmedi bile."
"Alkol almış."
"Almaz." Diye acıyla haykırdım. "Onu tanımıyor musunuz? Ne olur tanıyorum deyin. Ne zaman Kerem alkolü arabada aldı? Babasıyla ne kadar kavga ederse etsin yapmadı. İntihar eder gibi uçurumun kenarına gidiyor. Yoldan çıkmadı ya da trafik kazası olmadı birisi onu oraya götürdü ona tuzak kurdular."
"Delil yok." Sedat üzgün sesiyle gözünde ki yaşları sildi. "Bak ben de bir yıldır polisim ve polis olmak için iki yıl eğitim aldım her şeyi gördüm çok çalıştım. Delil olmadan hiçbir şey yapamazsın. Arabada ondan başka el izi bile yoktu."
"Hem arabada alkolde bulundu."
"O içmedi, içmez. Bunu yapmaz."
Eylül elimi sıkıca tutarak nefesini sesli bir şekilde dışarıya verdi. "Kahve içer misiniz?" Konuyu kapatmak istemeleri beni daha da sinir ediyordu.
"Sizi neden inandıramıyorum." Deyip ayağa kalktım ve öfkeyle hepsine bakmaya başladım. "Yıllarca size inandıramadım." Deli gibi bağırırken gözlerimden sıcak yaşlar akıyordu. "Kerem bana bunu yapmazdı. O beni seviyordu, alkol alıp araba kullanamazdı. Biz yarım kalan yapbozu yapacaktık, birlikte okula gidecektik. Bana söz verdi ya söz verdi diyorum, iki saat dedi ya iki saate geleceğim dedi. Sensiz beş saat yapamam dediğim adamdan beş yıldır ayrıyım. Beş yıldır benim yaram kabuk tutmuyor. Ben beş yıldır onun kıyafetlerine sarılıyorum. Kendine gel Duru, sakin ol Duru, önüne bak Duru, ölenle ölünmüyor Duru. Ben öldüm ama ben öldüm, Kerem'in cenaze namazı onun için değil bizim için kılındı. Biz onun tabutunu boş taşıdık lan boş tabut taşıdık. Cesedi bile bizimle değil cesedi denizde kayboldu ve ben denize giremiyorum ben yüzemiyorum ben korkuyorum."
Utku ayağa kalkıp bana yaklaşmaya çalıştığında onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum ama o inatla bana yaklaşarak beni sıkıca tuttu. "Tamam güzelim, tamam. Biz sana inanıyoruz. Eylül su getirir misin?" dediğin de Eylül hıçkırıkları ile koşarak mutfağa doğru gitti.
"Sakin olmamız lazım önce güzelim, derin bir nefes alır mısın?" diye sorduğunda başımı iki yana doğru sallıyordum.
"Biz inanıyoruz, lütfen bir kendine gel." Deyip omuzlarımdan tuttu ve beni hafifçe sarstı. Eylül suyu bana içirdiğinde biraz daha rahatladığımı hissedebiliyordum.
Utku'nun yardımı ile yerime oturduğumda Sedat gözlerinde ki yaşları silip bana üzgün gözleri ile bakıyordu. Sakinleştirici ilacımı içtiğimde kendimi daha iyi hissediyordum. Sinirim sakinliğe karıştığında o gece uzun süre muhabbet ettik.
Eskileri yad ettik yaşadığımız komik anılardan bahsettik, Kerem den bahsettik. Bazen güldük, bazen ağladık. Artık ne on beş ne yirmi yaşındaydık. Hepimiz yirmi beş yaşında koca insanlardık. Zaman bize acımadan bizi büyütmüş ve bizim buna hazır olup olmadığımızı sormamıştı bile. Bir sabah uyandığımda yirmi beş yaşındaydım ve bunu kabullenmek istemiyordum. Ruhum gibi her şeyimin on beş yaşında kalmasını istiyordum.
Herkes evlerine dağıldığında ben yine tek başıma kalmıştım, buradan gitmek istemiyordum. Kerem'in evinde onsuz oturmamın beşinci yılıydı ve sanki ben o daha dün buradaymış gibi hissediyordum. Elimde ki kırmızı şarabı parkenin üzerine koyup ayağa kalktım. Salonda bulunan odanın kapısına baktım, burayı anı odası olarak adlandırıyordum çünkü gerçekten de öyleydi.
Bu odada sadece fotoğraflar vardı içinde Kerem'in, benim ve beşimizin olduğu fotoğraflar her yerdeydi. Çamaşır asmış gibi fotoğrafları tek tek asmış, her birini mandallarla tutturmuştum. Sadece bu kadar değildi bir duvarın tamamı da aynı şekilde fotoğraflarımızla doluydu. Hepsi anılarla birikmiş ve çoğalmıştı Kerem'in bebekliği, küçüklüğü, büyürken ki tüm evreleri. Bizimle olan her anı bu odada saklıydı.
"Kerem." Diye mırıldandım ve onun artık ezbere bildiğim fotoğrafımı elime alıp, "Bana senden başka kimse iyi gelemez." Deyip başımı yukarıya doğru kaldırıp ciğerlerimi nefesle doldurdum. "Beni duyuyor musun sevgilim, görüyor musun?" diye sordum.
"Sana yapılanları nasıl gün yüzüne çıkartacağım bilmiyorum, ailen senden sonra başka ülkeye gitti. O kadın kaçtı, o kadını bulamadım ben Kerem. Özür dilerim sevgilim senin acını geçirmeye çalışırken bunları yapamadım."
Fotoğrafı elimden bırakmadan anı odasından çıktım. Merdivenleri yavaşça çıkarak Kerem'in odasına girdim, odaya bakarken yanağımdan akan yaşı elimin tersiyle sildim. Gülümsemeye çalışarak komodine yaklaştım, üzerinde duran mavi parfümü elime alarak boynuma sıktım. Kerem'in kokusuyla tanıdığım bu kokuyu içime çekerken yatağa uzandım. Fotoğrafı karşıma alarak bakarken elimle fotoğrafı seviyordum. "Kırk yılda geçse ben bu yatağa seninle girmek istiyorum, uyumadan önce senin resmine bakmak istiyorum. Sana kavuşacağım günü bekliyorum." Deyip fotoğrafa öpücük kondurup yorgun gözlerimi kapattım ve kendimi uykuya teslim ettim.
**
Sabah kendi ofisime geçtim ve çalışanlara selam verip odama doğru yürürken yanıma Cansu'yu çağırdım. Odama girerek derin bir nefes alarak yerime oturdum, dünkü halimi üzerimden silmek zorundaydım ve öyle yaptım. Yüzüme gülümsememi koyarken odanın kapısı tıklandı. Cansu içeriye girdiğinde gülümseyerek bilgisayarımı açtım.
"Keyifler ne durumda?" Neşeli sesimle ona bakarken o da bana gülümseyerek bakıyordu. Elinde ki not defterini düzeltip derin bir nefes aldı.
"Harika." Deyip eliyle arkamda ki dolabı işaret etti. Onun gösterdiği yere bakarak beyaz orkidelere hayranlıkla baktım.
"Siz gelmeden, on dakika önce geldi." Kimden geldiğini tahmin edebiliyordum, Caner... Yeniden önüme dönerken Cansu'nun bir dakika bile solmayan gülüşü büyüdü.
"Dünkü sergi harikaydı. İlk sergiden bile daha fazla satış oldu."
Keyifle gülümseyerek onun sözlerini onayladım. "Üçüncü sergi için kendimi şimdiden hazır hissediyorum."
"Buna çok sevindim."
"Şimdi Cansucum. Ben bir resim seçeceğim ve sana yollayacağım. Tablosunu hazırlarsın ve güzel bir hediye paketinde mailine yollayacağım adrese teslim edersin."
Cansu anlamış şekilde başını salladı. "Tabii Duru Hanım." Odadan çıkmak için yürürken durup bana doğru döndü. "Limonata ister misiniz?" diye sordu.
Gülüşüm genişlerken yumruk yaptığım elimi havaya kaldırdım. "Harika." Diye bağırdım. Cansu gülerek odadan çıktığında ben de resim seçmelerine başladım. On beş dakikanın sonunda resim seçmiş ve ayarlamalarını bitirmiştim. Resmi, Cansu'ya yolladığımda gerisi onda olduğu için rahat bir nefes aldım. Limonatamın son lokmasını yuttum ve Zonguldak klasöründe biraz daha dolanmaya başladım. Orada tanıştığım küçük çocukları hatırlayıp gülümsüyordum.
Yaklaşık bir ay önce oradaydım ve gezdiğim en güzel yerlerden birisiydi. Şelalesi, müzesi beni etkilemeyi başarmıştı. Küçük çocukları çektiğim resme baktığımda kendi kendime gülüyordum. Hepsi kendini çektirmek için etrafımdan ayrılmıyordu ve sürekli kendilerine bakmak istiyorlardı. Baktığım resmi kapattığım anda geri açmıştım. Çocukların çaprazında uzaktan bakan bir sima dikkatimi çok fazla çekmişti.
Resmi daha da büyüttüm ve pikselini daha iyi görmek için arttırdım. Elimi kalbimin üzerine koyduğumda delirdiğimi düşünüyordum. Elimle kafama vurdum, gözlerimi ovaladım ama o hala oradaydı. Bu tanıdık sime gözlerime bakıyordu. Kerem... diye mırıldandım kalbimin ağzımdan çıkacağını hissediyordum.
Bu nasıl mümkün olabilirdi? Kendime birçok soru soruyor ama hep cevapsız kalıyordum. Başka fotoğraf aradığımda bir kere daha gördüm. Oradaydı bu Kerem'di... Gözlerimi sıkıca kapattım ve bir süre öyle bekledikten sonra yeniden baktım. Yanağımdan süzüle yaşı silerek telefonu elime aldım tam Eylül'ü arayacaktım ki vazgeçtim.
Yarım saat boyunca her açıdan incelediğim resim kalbime ağrının dolmasına sebep oluyordu. Ya Kerem'e benzeyen birisiyse? Ya sıradan biriyse? Fotoğrafı kapatarak geriye doğru yaslandığımda gözümün önünden gitmiyordu. Fotoğrafı yeniden açtım bu delilikti, elimle bilgisayara dokunarak resmi biraz daha büyüttüm. İşte, oradaydı... Öğrenmemin tek yolu vardı ve ben bunu öğrenmeden asla rahat etmeyecektim. Bu akşam için uçak bileti aldım, oraya ne amaçla gittiğimi kimseye söylemeyecektim, söyleyemezdim çünkü hepsi delirdiğimi düşünecekti. Benzerlik olduğuna beni inandırana kadar asla susmayacaklardı. Benzerlik bu kadar net olabilir miydi? Olamazdı.
Fotoğrafı kendi telefonuma attığım gibi ayaklanıp odamdan çıktım. Cansu'yu bulduğumda bana endişeli gözlerle bakıyordu. Daha demin ki güler yüzümden eser kalmamış ve panik içerisinde karşısında duruyordum.
"Cansu." Dedim vücudumun titremesine engel olmaya çalışarak. "Ben birkaç gün olmayacağım. İşler şuan çok yoğun değil ve önemli bir şey olursa beni arayabilirsin."
"Siz iyi misiniz?" diye sordu Cansu beni dikkatlice inceliyordu. "Bir sorun mu var?"
Hızlıca, "Hayır." Dedim ve sakin olmaya çalışarak gülümsedim, "Hayır, yok. Ben bir süre dinleneceğim. Fotoğraf çekimleri yapacağım." Dedim.
Daha fazla konuşmamak için onu zorda olsa geçiştirdim. İş yerinden çıkıp arabama doğru koşar gibi yürüyordum ki karşıma çıkan Caner ile arabama giden adımlarım yavaşladı. Gözlüklerimi gözümden çıkartıp sahte gülümsememi takındım. Kimseye gerginliğimi ve bu paniğimi yansıtmamalıydım.
"Caner." Dedim gülümseyerek, "Ne güzel tesadüf." Dedim.
"Tesadüf olmadığını biliyorsun." Dedi gülerek ona zor bir şekilde eşlik ettiğimde derin bir nefes aldı, "Sergiden erken ayrılmam gerektiği için gerçekten üzgünüm. Sergin çok ama çok başarılıydı, gördüğüm en dişli rakipsin." dedi. Beynim o kadar karman çormandı ki söylediklerini zor bir şekilde algılayabiliyordum.
Yüzüme düşen saçlarımı geriye attım. "Gelmen yeter, hiç önemli değil. Ayrıca da iltifatların için çok teşekkür ederim." Derken arabaya doğru adımlarımı hızlandırdım.
"Acelen var sanırım?" diye sordu meraklı bir şekilde.
Arabamın kapısını açarak çantamı gelişi güzel bir şekilde yan koltuğa attım. "Evet. Akşam uçağına yetişmem lazım, Zonguldak çekimleri yapacağım."
"Yeni gelmiştin oradan. Yine mi gideceksin, neden?"
Terlediğimi hissederek elimle başımı sildim. "Nedeni yok. Öylesine içimden geldi. Ani karar veririm, biliyorsun."
Caner gülümseyerek, "Evet... Pekala ne zaman dönersin?" diye sordu.
"Bilmem. Herhalde bir iki gün orada kalırım." Dediğimde kaşları yukarıya doğru kalkmıştı.
"Arayı çok açma." Deyip bana sarıldığında ondan uzaklaştım ve arabama sonunda bindim. Eve gidene kadar Eylül'e bahsettim bu Zonguldak işinden. Biraz ani gidişime anlam vermemişti ve sadece sakın çok kalma diye beni uyarmıştı.
Eve nasıl gittiğimi bavulumu nasıl hazırladığımı ve nasıl uçağa yetiştiğimi bilmeden gidiyordum. İnişime az kalmıştı ve uçağa bindiğimden beri elimde ki telefonu bırakamıyordum. Elimde ki fotoğrafa bakıyordum, bir insan bir insana bu kadar benzeye bilir miydi? Ancak tek yumurta ikiziyse benzerdi. Onun haricinde bu mümkün değildi.
İniş yaptıktan sonra ilk bulduğum taksiye bindim ve otelimin ismini söyledim. Taksi arabayı çalıştırdığında ben de elimde ki fotoğrafa yeniden ve yeniden bakıyordum ki annemin aradığını gördüm.
Güçlü bir şekilde yutkundum. Buğulu gözlerimi annem sanki görecekmiş gibi yok ettim ve gülen yüzümle telefonunu açtım.
"Kızım." Diyen annemin sesi ile güç buldum ve kendimi biraz daha iyi hissetmeye başladım.
"Annem neler yapıyorsun, nasılsın?" diye sordum en son iki hafta önce yanına gittiğimde görmüştüm annemi. İşlerimin yoğunluğundan dolayı pek yanına gidemiyordum çünkü Annem iki yıl önce teyzemin yanına Bursa'ya taşınmıştı.
Babam ise ben küçükken vefat etmiş, pankreas kanserinden dolayı. Çocukken sürekli babamı özlediğim için ağladığımı anlatırdı annem ve onunla aramın çok iyi olduğunu, komik anılarımızdan bahseder ve bundan asla sıkılmazdı.
Annem her zaman 'baban seni çok seviyordu ama kaderi böyleymiş' sözleri ile büyüttü ve her gün hem kendi için bir de babam için öperdi beni. Annem babamın eksikliğini hissetmemem için her şeyi yapmıştı. Eksik ama mutlu bir şekilde büyüdükçe bu acıya da alışmayı öğrenmiştim. Babamı az hatırlasam da çok büyük duygularımla seviyordum.
Kerem ile bu konuyu ilk konuştuğumuzda benim acımı, duygularımı çok iyi anlamıştı çünkü o da annesini kaybetmiş ve eksikti. Acılarımız aynıydı ve birlikteyken yaramızı çok güzel sarıyorduk, eksiklik hissini yok ediyorduk. Şimdi ise benim acımı en iyi anlayan kişi annemdi çünkü ikimiz de sevdiğimiz adamı kaybetmiştik. Ona gördüğüm şeyi anlatmak için yeltenmiş ama hızla vazgeçmiştim. Bu deliliği tek başıma yapmak zorundaydım.
"Ne yapalım, teyzenle börek yapıyoruz. Sen ne yapıyorsun güzel kızım. Ne zaman geleceksin?" diye sordu.
"Ben Zonguldak'tayım şuan. Bazı işlerim var." Deyip güç bir şekilde yutkundum.
Annem keyifli sesiyle, "Bana da iki fotoğraf at da durumuma koyayım." Dediğinde güldüm, kısılan gözümden yaşlar akarken başımı belli belirsiz sallıyordum.
"Tamam anneciğim, babamın mezarına uğradım bu sabah ektiğim çiçekler o kadar güzel açmış ki. Fotoğrafını atacağım sana."
"Allah razı olsun kızım senden, benim yerime de bol dua etseydin."
"Ettim." Deyip derin bir nefes aldım. "Anne ne zaman alıştın?" Diye sordum dayanamayarak. "Beş yıl oldu anne."
"Sen vardın. Ben alışmak zorundaydım. Henüz dört yaşında çok yaramaz bir kızdın. Bu yüzden alışmak zorunda kaldım ama güzel kızım benim hep düşünürsen geçmez, bırak kabuk tutsun yaran kanatıp durma güzel kızım."
"Kanatmayacağım anne, iyi olacağım. Sen varsın ve çok yaramazsın sürekli bana Cuma mesajları atıyorsun ve durumuna koymak için fotoğraf istiyorsun." Dediğimde gülümsüyordum ama yanaklarımdan akan yaşlara engel yine olamıyordum.
"Güzel kızım benim dikkat et."
Biraz daha konuşma yapmıştık sergim hakkında, soğuk aldığı için gelememişti ve ona tüm detayları anlatmamı istiyordu ve ben de öyle yaptım. En azından otele gidene kadar gördüğüm fotoğrafı sindirmeli ve kafamı başka yerlere çekmek zorundaydım. Sonrası ise sadece yarına kalmıştı, güneşin doğuşuna... İçimde bir şeyler yaklaştın diyordu ve ben bu yalan ya da gerçek olduğunu bilmediğim duyguya deli gibi inanıyordum.
Lütfen oyları ve yorumları unutmayın ♥
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi benimle paylaşın, bu şekilde büyüyebilirim ♥
Sevgiyle kalın
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top