8. Bölüm
Hatırlamıyordu, eve kadar arabayı nasıl sürdüğünü.
Yağmur vururken arabanın ön camına, sileceğin sildiği yağmur damlalarına takılmıştı gözü. Beyninin kontrolünü kaybetmiş gibiydi. Zihninde dolaşan görüntüler, dikkatini esir almıştı. Elleri titriyordu direksiyonu çevirirken. Neyse ki yollar tenhaydı. Diğer türlü bir kaza yaşanma olasılığı çok yüksekti.
Peki neydi o aklını esir eden görüntüler? Çocuğun formasına dokunduğunda, onun anılarıyla bağ kurduğunda... Kulaklarında bir oğlana ait çığlıklar ağıt yakıyordu. Kulak zarı deliniyordu adeta.
Beyninin içinde atan çığlıkları bastırmak istiyordu, uyumak istiyordu. Bu yüzden olabildiğince hızlı bir şekilde eve sürmüştü arabayı. Eve geldiği gibi kendisini yüz üstü yatağa bıraktı İlayda. Saatlerce yürümüşçesine ağrıyordu ayaklarının altı. Ağlamaktan kıpkırmızı olan gözlerini sıkıca yumdu. Kafasını yastığa gömdü. Kalbinin hızlı temposu vücudunu dondururken derin derin nefes alıp verdi defalarca.
Sakinleşemiyordu. En yakın arkadaşı nasıl öldüyse o şekilde ölmüştü cenazesine rastladığı çocuk. Bunu hatırladıkça göğsü ağrımaya başlıyordu. Sağ elini yumruk yapıp yatağa vurmaya başladı. Katilin yüzüne vurduğunu düşünerek yaptı bunu. Hıncını alamayınca yastığı sıkmaya başladı iki eliyle. Aklında, çocuğun ölüm anı dolaşıyordu. Durduramıyordu bu görüntüleri. Olmuyordu, engelleyemiyordu.
***
Öğlen güneşi vuruyordu yeryüzüne. Bu sırada oğlan, arkadaşlarıyla birlikte futbol oynuyordu geniş sokakta. Topu bir arkadaşının ayağından aldı. Eskimeye yüz tutmuş lacivert kramponuyla ileriye doğru koşuyordu. Kendi takımındaki arkadaşına pas atacakken attığı top, kaldırımın kenarına park edilmiş arabanın yan aynasına denk geldi. Ayna, beş metre kadar uzağa savruldu. "Şimdi sıçtık!" dedi çocuklardan birisi. Çocukların şaşkınlıkları sürerken aracın sahibi uzaktan bağırmaya başladı: "Ne yapıyorsunuz siz!"
Çocuklar bir o yana bir bu yana kaçmaya başladı. Hepsi başka bir tarafa gitmişti. Oğlan da ara sokaklardan birisine girmişti. Nefes nefese kalmıştı. Sırtını duvara yasladı ve alnından akan ter damlalarını elinin tersiyle sildi. Olayı babasına nasıl anlatacağını düşünüyordu. Babasının zor zamanlar geçirdiğini biliyordu. Onu kızdırmak, isteyeceği son şeydi. Kendisine bağırmasına tahammül edebilirdi ama onu hayal kırıklığına uğrattığını görmeye katlanamazdı.
Annesinin kanser tedavisi onları maddi sıkıntılara düşürmüştü. Toplanmaları biraz zaman alacaktı. Bu süre zarfında uslu bir çocuk olmaya karar vermişti. Hatta babasına söz vermişti. Derslerine çalışıp günün birinde ailesini gururlandıracak bir iş sahibi olacaktı. Bugünse yaklaşmakta olan sınavlarına çalışmak yerine arkadaşlarının aklına uyup dışarıda top oynamıştı.
Kendisini suçlu gibi hissediyordu. Aslında hissettiği duygudaki , "gibi" fazlaydı. Kendisini suçlu gibi hissetmiyordu. Kendisini suçlu hissediyordu. Ve beyninin bir köşesi ona suçlu olduğunu haykırıyordu adeta. Uslu bir öğrenci olup derslerine çalışmalıydı. Yaramazlık yapmayı bırakmalıydı. Geleceğin futbolcusu olmayı düşlese de bunun uğruna okulda, dışarıda bir şeyleri kırmaktan vazgeçmeliydi. Daha dikkatli olmalıydı. Bu düşüncelerle birlikte kalbi hızla atarken telefonu çaldı. Elini cebine götürdü ve telefonu eline aldı. Ekrana baktığında annesinin aradığını gördü. Şaşkınlıkla açtı telefonu.
"Fatih!" dedi annesi.
"Anne!" dedi çocuk özlemle, içindeki buruklukla ama bir terslik de hissetmiyor değildi.
"Oğlum neredesin? Gel hadi eve!"
"Anne sen, sen," dedi. Dili tutulduğu çocuğun. Sözlerinin devamını getiremiyordu. Gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı bile.
"Ne oldu annem ağlıyor musun? Kim üzdü seni? Annene gel de kocaman sarılayım sana!"
"Sen," dedi çocuk. Aklında dolandırdığı kelimeleri söyleyemiyordu. Korkuyordu, yutkunurken acı veren geren gerçeği haykırmaya. "Sen, annem öl... Anne!"
"Kabustu o oğlum. Uyandığında yanındaydım ya! Ben ölmüş olsaydım nasıl benimle konuşuyor olurdun değil mi? Rüyanda öldüğümü gördün ve çok korktun anlıyorum seni. Ama ben hayattayım, yaşıyorum. Gel hadi eve. Gel de iyice bir sarılayım oğluma! Hem sana en sevdiğin yemekleri hazırladım. Köfte ve patates kızartması yaptım. Eğer hemen gelmezsen hepsini baban yer bak. Çabuk gel!" dedi. Sesi neşeliydi kadının. İnsanın zihnini hipnoz etmek istercesine büyüleyiciydi.
"Tamam, geliyorum," dedi ve soluklandı. "Anne," dedi ama sözlerinin devamını getiremedi.
"Efendim oğlum," diye karşılık geldi telefondan.
"Seni seviyorum," dedi ve birden ağlamaya başladı. Öyle içten söylemişti ki sanki bir daha asla söyleyemeyecekti. Bir daha asla fırsatı olmayacaktı sanki.
"Ben de seni seviyorum oğlum. Geç kalmadan eve gel hadi."
Telefonu kapatmasının ardından eve doğru yürümeye başladı Fatih. Eve giderken aynasını kırdığı arabanın sahibini gördü. Adam arabasına yeni bir ayna takıyordu.
"Ayna için özür dilerim. Arkadaşlarla top oynuyorduk. Söz veriyorum bunun parasını ödeyeceğim," dedi Fatih. İki elini önünde birleştirmişti. Başı, öne doğru biraz eğilmişti. Mahcuptu ve bu her halinden belliydi.
Arabanın sahibi gülerek oğlanın yanına geldi. Elini onun omzuna koydu. "Boş ver oğlum. Önemli değil. Biz de küçükken neler kırdık o topla! Neyse üzülme sen koş eve git hadi! Annen özlemiştir seni!"
Adama teşekkür etti ve arkasına döndü. Eve doğru koşuyordu ki bir ses duydu. Bir köpeğe aitti bu ses ve oldukça acıklıydı. Etrafına baktığında hiç köpek göremedi. Sonra aklına şu geldi: "Buralarda hiç köpek olmazdı ki!"
Duyduğu köpek sesiyle kendisine geldi. Etrafa baktığında karanlık bir sokaktaydı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Birkaç saniye öncesinde güneş parıl parlıyorken şimdi karanlığın içine hapsolmuştu dünya. Ve bu durum bir anlık göz kırpışla sona erdi.
Etraf yeniden aydınlanmıştı. Yeniden evinin bulunduğu caddedeydi. Etrafına baktı. Her yer aynıydı. Kaldırımın belirli yerlerinde ağaçlar, kırık kaldırım taşları, eskimiş asfalt... Hatta sitelerdeki daire sayısını bile saydı ve hepsi aynıydı ama az önce... Ne olduğunu kavrayamamıştı. İçinde huzursuzluk filizlenmişti o an da. Birkaç adım atarak ilerledi ama bu sefer isteksizdi.
Belki gitmemeliydi eve. Durdu. Gözlerini yaşadıkları siteye çevirdi. Belki de uzak durmalıydı oradan. Peki ama neden? Neden birden yanlış bir şeyler olduğunu hissetmeye başlamıştı? Az önce yaşadığı şey neydi? Halüsinasyon mu, peki neden? Buna ne sebep olmuştu?
Çalan telefonla irkildi bir an. Cebinden telefonunu çıkarıp arayanın kim olduğuna baktı. Annesiydi. Annesi arıyordu. Telefonu açmadı. Telefon son ses çalmaya devam ederken kafasını yavaşça çevirdi. Bugün aynasını kırdığı arabaya doğru baktı. Arabanın sahibi ortalıkta görünmüyordu. Hatta çevrede kimse yoktu. Bu durumu garipsemeye başlıyordu ki bir arkadaşını gördü. Daha doğrusu hoşlandığı kızı...
Kız, oğlandan bir yaş daha büyüktü. Uzun sarı saçları ve anime çizimlerini andıran büyük, kahve gözleri vardı. Üzerine dizlerinde biten bir elbise giymişti. Elbisenin pembe rengi, pembe yanaklarıyla ahenk yaratıyordu. "Fatih," dedi o tatlı sesiyle.
Oğlan kuşkulu bir şekilde kıza bakıyordu. Kız da otuz iki diş gülümseyerek, "Ne yapıyorsun?" dedi. Yerinde durarak sevimli sevimli bir o yana bir bu yana dönüyordu. Kakülleri de sağa sola havalanıyordu.
"Ne istiyorsun?" dedi oğlan. Sesi sert çıkmıştı bir anda. Kızdan kısa olduğu için kafasını biraz yukarıya kaldırmıştı.
"Sadece seninle biraz vakit geçirmek istediğimi söyleyecektim."
"Şu ergenlere ne oldu? Onların yanına gitsene!"
"Neden bana bu kadar sert davranıyorsun? Ben onlarla değil seninle takılmak istiyorum."
Oğlan sessiz bir şekilde kaldı. Birkaç saniyenin ardından telefonu yeniden çalmaya başladı.
"Açmayacak mısın telefonunu?" dedi kız.
Oğlan telefonuna baktı. Annesi arıyordu, yeniden
"Hadi açsana telefonunu anneni meraklandırma!" diye konuşmaya devam etti kız.
"Ne telefonu? Arkadaşlarımla maç yapacağım zaman telefonu yanıma almam, evde bırakırım," dedi oğlan. Eline baktığında telefon kaybolmuştu. "Rüyadayım değil mi?"
Çalan telefonunun sesi artmaya başladığında daha da huzursuzlandı. Kaçıp gitmek istiyordu olduğu yerden. "Uyanmak istiyorum," dedi.
O anda gördüğü ne varsa yeniden kayboldu. Etrafına baktığında karanlık, kuytu köşe bir yerdeydi. Çevresine göz gezdirdiğinde biraz ileride kanlar içinde kalmış bir köpek görüyordu. Ve başka bir köpek de acılar içinde öldürülüyordu. "Köpeklerin ölmesi gerek. Seni uyutabilmek için bana acı lazım. Aslında onlarca insanı aynı anda kontrol edecek kadar güçlendim ama bu güçlerimi hançerden çıkmak için harcayacağım. Anlayacağın senin için onların acılarından ne elde edersem onu kullanacağım," dedi Fatih'in beynindeki bir ses.
"Kimsin?" dedi Fatih titrek sesiyle. Kafasının içinde bir kıkırdama duydu sadece. Bir kadına ait rahatsız edici bir kıkırdama...
Etrafına bakmaya başladı. Bir kadın arıyordu, az önceki sözleri söyleyebilecek birisi... Ama yoktu.
Duyduğu su sesiyle kafasını ölü köpeklere çevirdi. Oradaydı. Köpekleri öldüren kişi ayağa kalkıyordu. Yerlere savrulan kandan kaldırmıştı dizlerini ve Fatih de oluşan sesi, su sesi sanmıştı.
Katilin kendisine doğru dönüşüyle bir parıltı gördü. Katilin elinde yeşil ve iri bir bıçak bulunuyordu. Dikkatini bıçağa vermişken duyduğu ayak sesleriyle yeniden katile çevirdi bakışlarını. Adamın kendisine doğru gelişini izledi. O sırada beynindeki ses, "Anneni ne kadar özlediğini görebiliyorum. Bu yüzden seni onun yanına göndereceğim," dedi. "Seni hemen uyuturdum ama," bir kahkaha attı ve devam etti: "Şu an o kadar korkuyorsun ki! Bu bana ne kadar iyi geliyor tahmin bile edemezsin! "
Kaçacak yer aradı Fatih. Gözleriyle her tarafı taradı. Bulamadı. Geriye doğru attı adımlarını. Geriye gittikçe artık gidebileceği bir yer kalmadı. Sırtı, soğuk duvara tosladı. Tir tir titrerken bedeni, katilin kendisine yaklaşmasını izledi sadece. Korkudan ne yapacağını bilememişti. Gözlerini dahi kırpmıyordu ve bu sırada katilin yüzünü ezberlemişti. Katilin bir buçuk iki santimlik siyah sakalları, kafasının üst kısmının kel oluşu, kocaman kahve hayır siyah gözler, ince dudak, kırışmış alın, bitişik kaşlar... Orta boylu ve zayıf oluşu...
"Uyu da seni annene götüreyim," dedi kafasının içindeki ses. "Hayır!" dedi çocuk, direniyordu kendisine verilen komuta. "Hayır!" O sırada kendisine yaklaşan adama bir tekme attı. Tekme adamın hançeri tuttuğu sağ eline geldi. Bu sefer de katil çocuğun üzerine atladı. Yumruk atmayı denese de çocuk, işe yaramadı. Adam, Fatih'in boğazına sarıldı. Göründüğünden daha güçlüydü katil ya da daha güçlü olduğu yalanına inanmıştı.
Fatih'i boynundan tuttuğu gibi on, on beş santim yukarıya kaldırdı. Fatih nefes alması güçleştikçe debelenmeye başladı. Yaptıkları bir işe yaramasa da debelenmeye devam etti. İki eliyle birden adamın kolunu sıkmaya başladı. Tırnaklarını geçirdi adamın koluna. Ve en onunda beyninde yankılanan, "Uyu!" sesine yenik düştü.
Gözlerini yeniden açtığında el ve ayak bileklerinden bağlanmıştı. Etrafına baktığında karanlık dışında pek de bir şey göremiyordu. Göz kapaklarını kapattı. Yoğun rutubete eşlik eden çürümüş kan kokusuna bile aldırış etmedi. Kabus gördüğünü düşünmek istiyordu sadece ama yaşadığı her şey gerçekti.
Ve ardından...
***
"Şimdi işin bitti!" dedi İlayda kendi kendine. Katilin yüz hatlarını gözünün önüne getirdi tekrardan. Gerekirse bütün şehri aramayı kafasına koymuştu bile. Beyninin içine kazıdığı kişiyi bulacaktı. Bunun için günler, aylar ve yıllar harcamaya hazırdı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top