7. Bölüm


 Neden yapıyordu bunu? Neden gidiyordu oraya? O da bilmiyordu cevabını. Bilseydi gidebilir miydi hiç tanımadığı birisinin cenazesine? Ama dur diyememişti içindeki fısıltıya Efe.

Arabayı bulduğu ilk yere park etti ve yürümeye başladı. Ceketinin cebine sakladı ellerini. Sağa sola baka baka attı adımlarını. Gözleri marketlerin ve mağazaların tabelaları arasında dolaşıyordu. "Kamelya Sitesi," diye mırıldandı kendi kendine. Telefonunu cebinden çıkarıp konum bilgisini gözden geçirdi. 100 metre sonra sola dönecekti. Yaklaşık iki dakikalık yürüme mesafesindeydi gideceği yer.

Kendisine belirtilen rotaya uydu. Karşıya geçip sol tarafa dönmüştü ki cadde boyunca akan insan selini fark etti. Kalabalığın içine girmeden ilerledi yol boyunca. Elindeki telefonun titremesiyle aradığı yere geldiği onaylanmıştı.

Durdu birkaç saniyeliğine. Her yaştan insanı görebiliyordu etrafta. Özellikle çocukları görünce içinde bir burukluk oluşmadı değil.

Yaklaşık beş dakikanın sonunda bir araç yaklaşmaya başlamıştı. Cenaze arabasıydı gelen. Aracın gelmesiyle, ölen oğlanın babasının feryatları yükselmişti kulaklarda. Bu seslere başkalarınınki de eşlik ediyordu aslında.

Efe birkaç adım geriye çekildi insanlardan. Yakınlarda, boş bir kaldırımda bekledi sessizce. Dakikalarca dikildi ayakta, bir heykeli andırırcasına. Başka ne yapabilirdi ki! Gidip teselli mi verecekti çocuğun ailesine? Zaten ailesi de parçalanmıştı kısa zaman önce. Oğlanın annesi vefat etmişti ve bir tek babası kalmıştı geriye. Şimdi de adamın yanına gidip anlamadığı duygular için, "Acınızı anlıyorum," mu diyecekti Efe? Ağzından kelimeler çıkamazdı öyle. Efe'nin yapabileceği bir şey değildi bu. Üstelik gidip adamla konuşsa bile: oğlunun acısını yaşlara boğan gözlere baktığında, iki dudağın arasından fısıltıyla çıkan titreyen sesi duyduğunda ne olacaktı? Akşam vakti gözlerine uyku girmediğinde kendisini kim teselli edecekti?

Uzaklaşmaya başladı gözlemlediği kalabalıktan. Neden oraya gittiğine bile anlam veremiyordu. Kısa süre önce otopsi işlemlerini tamamladığı çocuğun cenazesini niye görmeye gitti ki? Neden?

Oysa daha önce bunu hiç yapmamıştı. Bu zaman kadar otopsi işlemlerini yaptığı hiçbir insanın cenazesine gitmemişti. Yapma gereği de hissetmemişti ama şimdi bir şeyler farklıydı sanki. Beyni bir cevap veremese de yüreği gelmesini söylemişti.

Siyah ayakkabılarına dikti gözlerini. Yerdeki bir taşı oynatmaya başladı ayağıyla. Daralmıştı ruhu. Üşüdüğünü hissetti. Biraz daha sokuldu üzerindeki cekete. Ensesine çarpmaya başlayan yağmur damlalarıyla birlikte gözlerini gökyüzüne çevirdi. Gri bulutların altında devam etti adımlarını atmaya. Başını öne eğince hüzünlü gözerini kapadı kafasındaki siyah kep şapka.

***

Kısa bir süreydi. Sadece birkaç saniyeliğine baktı cesede Şebnem. Bakışları öyle acılı, öyle ıstıraplıydı ki... Gözlerinde hüzün bulutları dolaşmaya başlamıştı bile. Teninin rengi solmuştu. Bir anlığına üşüdüğünü dahi hissetti. Oysa alışıktı otopsi odasının soğukluğuna. Gerçi o da biliyordu bu soğukluk dışarıdan değil içeriden geliyordu. Duyguları üşüyordu derisinden ziyade.

Şebnem'deki bu değişimi fark etmişti Efe. Anlıyordu da neden böyle olduğunu. Kendisi de çocuk cesedi görmekten oldukça rahatsızlık duyuyordu. Dışarıda top oynaması, haylazlık yapması gereken bir çocuğu vücudunda açılmış yara izleriyle görmeyi kim isterdi ki?

"İstiyorsan bunu bana bırak. Tek başıma yapabilirim. Veya için rahat etmeyecekse Rıza'nın da yardımını isteyebilirim," dedi Efe.

"Hayır. Gerek yok!" dedi Şebnem. Sesi buz tutmuş gibiydi.

"Bunu yapamayacaksan seni suçlamam!"

"Sadece," dedi ve ofladı bir an. "Benim de iki tane oğlum var. En küçüğü bundan üç yaş büyük!" Yüreği dayanmıyordu. Orada kendi oğlu olduğunu düşündü bir anlığına. Göğsünün sıkıştığını hissetti o vakit. Elleri üşürken göğüs kafesi alevler içinde yanıyordu adeta.

Zeminin beyazlığına kaydı gözleri. Aklını başına toplamalıydı. Çocuk ölmüştü ve onun için yapabileceği tek şey: katilinin yakalanmasını sağlamaktı.

"Şu an bu çocuğu görmektense eski kocamı doğramayı tercih ederim," dedi.

Efe'nin boşluğuna geldi. Bu sözün üzerine istemsizce kıkırdadı. Böyle bir cümle duymayı beklememişti.

"Ne var!" dedi Şebnem. Gözlerini Efe'ye çevirdi ve ardından devam etti: "Sende kocanı aynı yatakta başka bir kadınla bassaydın aynısını yapmak isterdin!" Kısa süreli bir sessizliğin ardından, "Üzerinden beş yıl geçse de hala onu boğmak istiyorum!" dedi ve gözleri bir anlığına cesede kaydı. Konuşmaya başladığında sesi daha kısık çıktı. "Üzüntüyü ancak öfke bastırıyor."

Kendisini biraz daha topladığını hissedince dikkatini cesetteki yaralara verdi. "Geçen seferki cesetlerle aynı!" dedi Şebnem. "Seri katil işi olduğu belli ama acaba katil kurbanlarını neye göre seçiyor? Birbirini tutan herhangi bir olgu yok! Ne cinsiyet, ne yaş aralığı ne de, ne biliyim saç göz rengi... Öldürülenlerin sadece iki ortak noktası var: İlki aynı veya benzer cinayet aletiyle acı içinde öldürülmeleri! İkincisiyse aynı katil tarafından öldürülmeleri. Acaba kurbanlarını rastgele mi seçiyor? Bu konuda sen düşünüyorsun?" dedi ve gözlerini Efe'ye çevirdi. "Efe!"

Efe dalıp gitmişti. Daha doğrusu transa geçmiş gibiydi. Bu durumun başlangıcı Şebnem'in ağzından, "acı içinde," kelimelerinin çıkmasıyla eş zamanlıydı. Gözü hançerin açtığı yara izlerine takılıydı Efe'nin ve öylece onlara bakıyordu. Nedeni öğrenmek istiyordu. Katilin kurbanlarını öldürme sebebini öğrenmek istiyordu.

"Efe!" dedi yeniden Şebnem.

"Acıdan besleniyor," dedi kısık sesle Efe.

"Evet acı içinde öldüler! Ama neden?"

"Hayır! Belki de katil onların acılarını istiyordur!"

"Sadistin teki olduğu belli. Yani onların çığlıklarından, kıvranmalarından zevk alıyordur," dedi Şebnem. Yüzünü buruşturdu. Aklında bir katil oluşuvermişti birden. Kurbanların nasıl öldüğünü zihninde canlandırınca bir irkilme geldi bedenine. "Nasıl bir ruh hastası bunu yapar ki!"

"Acıdan beslenecek kadar aç bir ruh!" dedi Efe. Gözleri hala hançer yaralarının üzerindeydi.

Elini Efe'nin önüne getirip şıklattı parmaklarını Şebnem. "Uyan artık!"

Efe anlamsız gözlerle Şebnem'e baktı.

"Bu durumuna alışkınım ama bazen korkutucu oluyorsun!"

Efe'nin anlamsız bakışlarıyla birlikte Şebnem konuşmaya devam etti: "Neyse işimize dönelim. Bakalım bu cerrahı bulabileceğimiz bir ipucu var mı?"

"Cerrah olduğunu zannetmiyorum."

"Peki sence bunu yapan kim?"

"Kimin öldürdüğünü değil kimin öldürttüğünü bulmalıyım," dedi içinden. Neden böyle düşündüğüne kendisi de anlam veremedi. Sonra boş verdi. Ne önemi vardı ki?

"Bilmiyorum," dedi. Çocuğun yüzüne bakmadan vücuduna bakmaya başladı. Katili bulabilecek bir ipucu arıyordu. Zihninin her köşesinde bu düşünce yankılanıyordu. Ve birden gözleri çocuğun sağ eline kaydı. Gözbebeklerini, çocuğun işaret parmağının üstündeki tırnağa kadar kaydırdı.

***

İki eli cebinde yürümeye devam ediyordu kaldırımda. Cinayetlerin aynı kişi tarafından işlendiğine emindi. Yine de bu, içindeki tuhaf duyguyu açıklamıyordu. Yıllardır öldürülen ve ölümü şüpheli bulunan insanların cesetlerini inceliyordu ama bu sefer durum farklıydı. Ruhunun bu olayın içine çekildiğini hissediyordu. Sanki olaylar bir dizi cinayetten öteydi. İşlenen bu cinayetler birer ölümden daha fazlasıydı. Fırtına öncesi sessizliğin temsiliydiler.

Peki katil neden cinayet işliyordu? Bu sorunun cevabını düşündükçe başı ağrımaya başlıyordu. "Sen dedektif değilsin!" diyordu kendi kendine ama yine de içinden bir ses katili bulması gerektiğini fısıldıyordu.

Nedensizce bu sese kulak vermişti. Katili bulmalıydı. Bunu nasıl yapacaktı? Katili nasıl bulacaktı? O sırada parmaklarının arasındaki plastik parçasını sıkıca tuttu. "Gerçekten onun dediğine inanacak mısın?" diye sordu kendisine ve nedense inanıyordu. O yüzden avucunun arasındaki şeyi, katile ait deri parçasını çalmıştı. Eğer delil çaldığı öğrenilirse başı oldukça büyük bir belaya girecekti. Katil damgası yemese de katili korumaya çalışıldığı düşünülecekti. Yine de bu riske girmişti. Karanlık sokakta, yağmurun altında oturup sırılsıklam olan kıza güveniyordu. Hislerine güveniyordu. Sonuçta bu hisleri onu ne zaman yanılttı ki?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top