5. Bölüm

Ayakkabılarını çıkarmadan eve attı kendisini. Kapıyı kapatırken elindeki anahtarı bir köşeye fırlattı. Holün ışığını yakıp banyoya doğru ilerledi yavaşça. O kadar ıslanmıştı ki kıyafetlerinden su dökülüyordu açık kahve parkelere. Evin içinde yağmur yağıyordu adeta. Ama bu yağmur bir tek İlayda'nın üzerindeydi.

Banyoya girdiğinde aynayla göz göze geldi. Birkaç adım daha yaklaştı o cam parçasına. Gözlerine daha yakından baktı. Solmuş teninde gözlerindeki kırmızılık, kanı andırıyordu adeta. Fazlasıyla ağlamıştı o sokakta. İçinde ne varsa akıtmıştı ama hala ağlamak istiyordu. Belki de daha içinde yağdıramadığı gözyaşları vardı. Bu yüzden hala acı çekiyordu.

Gözlerini aynadan çekip küvete yöneltti. O soğuk mermerden yapılma küvete oturdu. Kendisini geriye bırakıp dizlerini göğsüne doğru çekti. Öylece durdu birkaç dakika boyunca. Islak kıyafetleri ve kırmızı gözleriyle durdu öylece. Oturdu sadece. Başka bir şey yapmak geliyordu içinden. Yapabilse nefes almayı dahi kesecekti o an için.

Tuhaf bir his sarmıştı benliğini. Yanlış bir şey yapmış gibi, suçluymuş gibi... Belki de o gün Hatice'yi hiç yalnız bırakmamalıydı. Beyninde, o kaybolduğu günden beri bu düşünce dönüp dolaşıyordu. Lakin nereden bilebilir ki, o günün sonunda arkadaşının öldürüleceğini? Her halükarda içinde filizlenmeye başlamıştı suçluluk tohumu. Ve o tohumun hızla büyümesine engel olamıyordu.

Elini güçlükle kaldırıp suyu açtı. Küvetin içi soğuk suyla dolmaya başlarken kendi bedenini biraz daha yasladı suya. Su, tamamen küveti doldurduğunda suyu kapattı. Kafasını suya gömmekten hiç çekinmedi. Suyun altında birkaç saat durdu öylece.

Gece üçe yaklaşırken zaman, oturma odasına doğru giriş yapmıştı. Üzerinde mavi renk pijamaları ve ıslak saçına sardığı beyaz renkte havlu duruyordu. Onca süre suda kaldıktan sonra kendisini biraz daha rahatlamış hissediyordu ama gözlerindeki ağlamaktan oluşan kızıllık hala tazeliğini koruyordu.

Mavi ve deniz temalı oturma odasından birkaç adımla mutfağa geçti. İnsana huzuru aşılayan o renk burada da varlığı hissettiriyordu. Çöken bünyesini kendine getirmek umuduyla buzdolabını açtı. İçerisinde bulunanlara göz atınca pek de iştahı olduğunu hissetmedi. Yine de bir şeyler yemek için zorladı bünyesini. Biraz peynir, biraz zeytin... Klasik bir kahvaltı gibi...

Zar zor boğazından geçmişti lokmalar. Yeme işini halledince bulaşıklara tezgahın üzerine kaldırdı. Ardından kendisine biraz su ısıttı. Bir kavanozun içinde duran kurumuş papatyalardan bit tutum aldı eline.

Odasına gitti elindeki bir fincan papatya çayıyla. Bilgisayarını açıp yeni bir Word dosyası oluşturdu. Dosyaya bir ad koymak için düşündü birkaç saniye. Sonrasında büyük harflerle CİNAYET yazdı. Ardından açtığı dosyada teker teker klavyedeki tuşlara dokunmaya başladı.

***

Evdeydi. Her zamankinden farklıydı sanki ev. Öyle hissediyordu. Garip hissediyordu. Yanlış bir şeyler olduğunu sezmişti sanki. İçindeki hisse karşı oturma odasına doğru ilerledi. Orada, anne ve babasının arasında Anıl'ı gördü. Önce o kadar sevinmişti ki! Onu yeniden görebilmişti. Küçük kardeşini yeniden görebilmişti ama sonra... Onun gözlerine bakmıştı. Mavi olması gereken gözleri kahverengiydi. O Anıl değildi. O saniye içindeki sevinç kırılmıştı ortadan ikiye. Rüya gördüğünü düşünmüştü. Başka ne olabilirdi ki? Ölen kardeşi nasıl hayatta olabilirdi ki?

***

"Nasıl rüya görüyor olabilir!" diye haykırdı birden İlayda. Sokağın ortasında nasıl rüya görüyor olabilirdi ki! Gerçi işin aslını çok yakında anlayacaktı. Kafasındaki soru işaretiyle yazmaya devam etti.

"Belki rüya değil de bir çeşit halüsinasyon görmüştü," diye ekledi. Oysa bu zamana kadar Hatice'nin böyle bir durumu olduğunu bilmiyordu. Belki de son zamanlarda psikolojik olarak çökmüştü. "Hayır!" dedi kendi kendine. "Eğer kötü hissetseydi bunu hissederdim. Bunu anlardım," dediğinde bir anda ağlayacak gibi oldu. Derin bir nefes alıp kafasını iki yana salladı. Kendisini toparladı yani en azından ağlamadı. Papatya çayından bir yudum aldı. Yudumundaki sıcaklığın boğazını rahatlatmasına izin verdi lakin pek de işe yaramadı.

***

Rüya gördüğünü anladığında gerçeğe döndü. Hatice kaybolduğu çıkmaz sokaktaydı. Eline telefonunu aldı. Sonra zihninde bir ses duymaya başladı. Ses, yeterince güçlü olmadığından bahsediyordu. Ardından aklında yankılanan ses, Hatice'ye uyumasını söyledi. O da uyudu.

***

"Zihinde nasıl ses duyuyor ki?" dedi İlayda. Üstelik o ses nedense kendisine tanıdık gelmişti. Konuşması değil ama o kıkırdarken ki ses tonu bir yerden tanıdıktı.

***

Yoğun rutubet kokusuyla uyandı. Gözlerini yeniden açtığında karanlığın içindeki loş ışık kendisini fark ettiriyordu. Etrafta olanları pek de iyi görememişti. Sadece duvardaki borular dikkatini çekmişti. Sayıları azdı ve oldukça kalınlardı.

Bir odadaydı ama oda boştu. Işığa çevirdi gözlerini. Işık, odanın köşesine konumlandırılmış fenerden geliyordu. Etrafa biraz daha göz gezdirdi ama herhangi bir pencere göremedi. Sadece bir kapı duruyordu hemen ilerisinde.

Olduğu yer o kadar tozluydu ki birkaç defa hapşıracak gibi oldu lakin tuttu kendisini. Neden burada olduğunu, nasıl geldiğini bilmiyordu. Korkuyordu. Bunu kalbinin hızlı çarpışından anlayabiliyordu.

Birkaç saniye içinde beyninde kaçması gerektiği fikri koşuşturmaya başladı. Kalkmaya çalıştı. Çırpındı ama elleri ve ayakları bileklerinden bağlanmıştı. Sağına ve soluna baktığında çarmığa gerilmişçesine bağlanmıştı. Elleri bir masanın sağ ve sol bacaklarına bağlıydı. Ayak bilekleriyse duvardaki borulara...

Kalkmak için direndi. Parmaklarıyla ipleri çözmeye çalıştı, olmadı. Bunlar işe yaramayınca masayı hareket ettirmeye çalıştı fakat bu girişimi de başarısızdı. Masa çok ağırdı ya da Hatice güçten düşmüştü.

Birkaç damla sıcacık yaş aktı gözlerinden. Dişlerini sıktı. Biraz daha denedi kalkabilmeyi, ipleri çözebilmeyi, masayı hareket ettirebilmeyi. En sonunda direndiği yaşlara yenik düştü. Gözleri neredeyse hiç görmüyordu artık ama kendisine yaklaşan adamı görebilmişti. Kapının gıcırtısını duymuştu. Oldukça ağır hareket ediyordu kapı. Tahtadan değil de metalden yapılmış gibi...

Ortamın sessizliğinde yankılanırken ayak sesleri, korkarak adama çevirdi kafasını. Tam olarak ayırt edememişti adamın yüz hatlarını. Gözyaşları engel olmuştu katili görmesine. Sadece suratını kaplayan sakalları olduğunu fark edebilmişti.

Hatice yalvarmaya başlamıştı. Bir şeyler söylüyordu ama ne dediği pek de anlaşılmıyordu. Ağlaması, kelimelerini sönümlüyordu.

***

"Bırak beni!" dedi İlayda. "Ne olursun bırak beni!" Sesi Hatice'nin ki kadar baskın olmasa da acısı aynı tondaydı. Onun yaşadığı korkuyu hissetmese de biliyordu. Sanki onun yerine bir daha söylemişti bu cümleleri.

***

Adama yalvarırken yine kafasında bir ses duydu. Ses, "Özgürlüğüme ilk adımımsın!" demişti. Sonrasındaysa, "Senin için geleceğim!" diye eklemişti ama sanki bunu Hatice'ye değil de başka birisine söylüyordu. O sırada bir hançer gördü adamın elinde Hatice. Yeşil bir hançerdi. Karanlıkta dahi, "Ben buradayım!" diyordu adeta. Sonrasında...

***

Cümlenin devamını getiremedi. Sonraki kısımlarını yazamazdı. İçi el vermedi. Parmakları hareket etmeyi bıraktı. O hançer defalarca Hatice'ye saplanmıştı. Onun acı dolu çığlıklarını işitmişti kulaklarında İlayda. Onun çektiği acıyı hissedemese de, zihninde yankılanıyordu hala çığlıklar. O yüzden yine akmaya başlamıştı gözyaşları. Durduramıyordu içindeki yakarışları.

Bilgisayarın kapağını sertçe kapattı. Kafasını masaya koydu. Birkaç saniye nefes alışverişini dinledi. Kendisini çaresiz, bir işe yaramaz ve en kötüsü de suçlu hissediyordu. Kafasındaki havluyu eline alıp yüzünü kapattı birkaç saniye. Boğazını yırtarcasına bağırmak istiyordu ama yapmadı. Hiçbir işe yarmayacaktı çünkü. Havluyu masanın üzerine bırakmakla yetindi. Ardından kafasını yeniden masaya koydu.

Zihninde yankılanan görüntüler o kadar ağır gelmişti ki bünyesine, bir de arkadaşının o acılara nasıl katlandığını düşünmek istemiyordu. Aklına gelince o çığlıklar canı yanıyordu. O yemyeşil hançerin nasıl kırmızıya boyandığını...

Bilgisayarın kapağını kaldırdı ve yazmaya devam etti: Cinayetin işlendiği yerden emin değilim ama insanlardan uzak olmalı. Hatice'nin çığlıklarını duydum. Yani kalabalıktan uzakta, tenha bir yerde öldürülmüştü. Etrafta hiç pencere yoktu ya da göremedi. Büyük ihtimalle bir bodrum katıdır. Aldığı o iğrenç koku... Eski ve terk edilmiş bir yerdir herhalde. Bir de o borular var. Oldukça geniş ve çok sayıda boru... Fabrika! Eski terk edilmiş bir fabrika!

"Bu fabrika nerede?" dedi birden. Parmaklarını klavyenin üzerinden çekmişti. Nerede bulabilirdi ki eski terk edilmiş bir fabrikayı? Başka ipuçları olsun isterdi ama elinde sadece bunlar vardı. Ve ne biliyorsa onları da az önce bilgisayara kaydetmişti. Aklına yeniden o sahnelerin gelmesindense bir Word dosyasında tutmanın daha iyi olabileceğini düşünmüştü. Yazmak onu rahatlatıyordu, bir nebze de olsa.

İnternete girip Tekirdağ'da ve yakındaki şehirlerde terk edilmiş bir fabrika veya ona benzer bir yapı aramayı düşündü. Nedense bu düşünce içine sinmemişti. Belki de bir işe yarayacağını düşünmüyordu. Belki kimsenin haberinin bile yoktu o yerden. Ya da yanlış yerlere bakıp zaman kaybetmek istemiyordu.

Beyninde dönüp dururken düşünceler birden "O hançer!" dedi yerinden sıçrayarak. "Rüyamda gördüğüm hançere ne kadar da benziyor!" diye geçirdi içinden. Sırtını iyice yasladı sandalyeye.

"Rüyanda gördüğün bir hançer mi arkadaşını öldürdü?" dedi içindeki ses. Saçma bir rüyaya göre mi katili bulacaksın!" diye devam etti. Bunun üzerine aklında şu gerçeklik parıldadı: Yapmayı öğrendiği büyüleri de rüyasında öğrenmişti.

İlk zamanlar rüyalarının gerçeklik payını hep sorgulardı lakin zaman geçtikçe umursamamaya başlamıştı. Lisedeyken kırtasiyede gözünü kestirdiği siyah kapaklı bir defter satın almıştı. O deftere ne zaman garip rüyalar görse yazardı. Ve bazen yazdıklarıyla kimsenin inanamayacağı şeyler de yapardı. Normal bir insan olmadığını daha küçükken anlamıştı aslında. Bunu suyun altında saatlerce nefes almadan kalabildiğinde anlamıştı. Bazen geçirirdi içinden, "Adımı boşuna İlayda koymadılar," diye. Tabi bu gerçekleri herkesten saklamıştı. Ailesinden ve hatta en yakın arkadaşından bile.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top