4. Bölüm
Sanırsın hıncı vardı yağmurun yeryüzüne karşı. Kin tutmuştu insanoğluna. Önüne kim gelirse onu boğazlayacakmışçasına yağıyordu. Hızla ilerleyen bir kurşun gibi atmosferi delip geçiyordu. Şehrin tamamını kara bulutlar esir etmişti bünyesine. Yağmurun oluşturduğu sular, sokaklarda bulduğu bütün boşlukları dolduruyordu, her yer benim dercesine.
Yağan yağmurun altında dakikalardır oturuyordu İlayda. Dizlerini birbirine kilitlemişti. Baştan aşağıya sırılsıklam olmuştu. Karanlığın içindeyken siyah giysileriyle kamufle olmuştu adeta. Islanan saçları aşağıya doğru akıyordu. Birkaç tutam da yüzüne yapışmıştı ama onlara dokunmuyordu. Hareketsizdi. Öylece boşluğa doğru bakıyordu. Nefes almasa şayet bir ölüden farkı yoktu.
Sağ elini yumruk yapmış dizinin üzerine kenetlemişti. Elinin kenarından birkaç tel saç, aşağıya doğru salmıştı kendisini. Arkadaşına aitti. O eliyle sımsıkı tuttuğu saç telleri Hatice'ye aitti.
Olduğu yer, oturduğu o soğuk zemin... Hatice'den son haber alınan yerdeydi. Daha doğrusu, ona ait telefonun bulunduğu yerdeydi. Arkadaşının belki de son kez umutlandığı, belki son kez nefes aldığı... Kendisini onaylamak istemezcesine kafasını iki yana salladı hafifçe. Hatice defalarca bıçaklanmıştı. Katil onu başka bir yerde öldürmüş olmalıydı. Bu çıkmaz sokakta ona ait kana rastlanmamıştı. Üstelik cesedi şu an bulunduğu konumdan çok uzaklarda bulunmuştu.
***
Otobüsün en arka koltuğuna oturmuş dışarıda yağan yağmuru izliyordu Efe. İşten çıkmıştı. Eve her zamanki gibi otobüsle gidiyordu. Bir arabaya sahipti ama işten çıkınca kafası allak bullak olduğu için işe kendi arabasıyla gidip gelmemeyi tercih ederdi. Bazen kafası o kadar bunalıyordu ki, incelediği cesetleri yaşıyormuş gibi hayal ederdi. Bazen önündeki koltukta seyahat ettiklerini veya hemen yanında oturduklarını gözünde canlandırırdı. Veya sokakta geçerken onlarla göz göze geldiklerini...
Belki de öyleydi. İncelediği tonla ceset yaşıyorken bir zamanlar; onlarda hala nefes alıp, etrafta koşuştururken belki de onlarla karşılaşmıştı. Bazen sorgulardı kendi kendini, "Neden adli tıp?" diye. İlk başlardaki hedefi bu değildi çünkü. Gerçi hayat bizi istediğimiz yere değil, kendi istediği yere çekerdi bir mıknatıs gibi.
Bu tarz düşüncelerle birlikte başını cama yasladı ve yağan yağmuru izlemeye devam etti. Beş, on dakika kadar daha yağan yağmurun büyüsünü izledi. Otobüsün yavaşlamasıyla kafasını camdan kaldırdı. Oldukları durakta indi.
Siyah renkteki çanta boy şemsiyesini, siyah sırt çantasından çıkarıp açtı. Yürümeye başladı. Çok değil, belki beş veya on saniye... Etrafına baktı. Yanlış durakta inmişti. Bakınmaya devam etti çevresine. Aslında yanlış otobüse bile binmiş olabilirdi. Daha önce buralara geldiğini hatırlamıyordu. Yani yıllarca otobüsün camından izlediği yerler, caddeler, binalar böyle değildi. "Daha önce gelmiş miydim ki buralara?" diye düşünmeye başladı. Belki de Tekirdağ'a ilk geldiği zamanlarda merakına yenik düşüp uğramıştı buralara. Sonrasında o kadar zaman geçmişti ki unutmuştu buraları.
Yürümeye başladı. Telefonu açıp nerede olduğuna da bakabilirdi ama yapmak istemedi. Nedenini tam olarak anlayamamıştı ama içindeki bir his bu dürtüyü bastırmıştı. Efe'yi başka bir yerlere çekiyordu bu tuhaf durum. Efe de buna karşı koymadı. Sadece yüreğini dinledi ve yürümeye devam etti.
Birkaç dakikalık bir yürüyüşün ardından binaların arasına daldı. "Neden burası?" diye sordu kendisine ama sorusu cevapsız kaldı. Telefonunu cebinden çıkarıp flaşı yaktı. Çıkmaz sokağa girdiğini fark etmeden önce biraz ileri de birisinin yerde oturduğunu fark etti. Oturan kişinin sırt kısmını görüyordu. Aşağıya doğru sarkan saçından dolayı onun bir kadın olabileceğini düşündü.
Ağzını açıp bir şeyler demek istiyordu ki oturan kişinin konuştuğunu duydu.
"Yağmurun altında durmamam gerektiğini söyleme bana," dedi kız.
Efe bir anlığına zihninin okunduğunu düşündü. Sonrasında bu cümleyi kızın tahmin edebileceği fikri beynine yerleşti. Kim böyle bir durumla karşılaşsa aynı cümleyi kurardı.
"Bana herhangi bir konu da yardım edemezsin!" dediğinde bu sefer İlayda, Efe oldukça şaşırmıştı. Çünkü o an kızın yardıma ihtiyacı olduğunu hissetmişti ve yardım fikri de oldukça mantıklıydı.
"Zihnini okuyamam! Bana izin vermediğin sürece zihnine giremem ama duygularını anlarım," dedi kız. "Çıkmaz sokağın ortasında, şiddetle yağan yağmurun altında bir kadının ne yaptığını düşünüyorsundur muhtemelen. İçindeki acıma duygusu oldukça kabarık. İnsanlara yardım etme isteğinse oldukça fazla! Dikkatli olmazsan harcarlar seni! Bu dünya iyileri pek sevmez!"
"Ama günün sonunda herkes iyiliğe muhtaç," dediğinde yavaşça kıza yaklaşıp elindeki şemsiyeyi onun başının üzerine uzatmıştı. Şu an kendisi yağan yağmurun altında ıslanıyordu.
"Şemsiyeyi bana tutmana gerek yok! Yağmur bana zarar vermez. Aksine beni güçlendirir!"
Efe söyleneni yapmadı ve şemsiyeyi kızın başında tutmaya devam etti.
"Fazla iyi bir insansın, Bu dünya senin gibi insanlara göre bir yer değil. Yüreğin ne kadar hassassa o kadar acı çekmeye mahkumsundur!" dedi yumruk yaptığı elini kalbinin üzerine koyarak. Bu sözü ondan ziyade Hatice'ye söylemişti belki. Belki de kendi kalbine fısıldamıştı. Ardından, "Neden onca yer içinde burası?" dedi sessizce, hesap sorarcasına, umutsuzca...
Efe, İlayda'nın söylediği son sözün kendisi için olmadığına kanaat getirdi. Zira: Oldukça içten, üzüntülü ve adeta sessiz bir yakarıştı. Hesap soruyordu adeta. Ama kime soruyordu bu soruyu? "Sormamda bir sakıncası yoksa eğer," dedi ve yarım bıraktı cümlesini, birisinin tamamlamasını arzularcasına.
"Arkadaşım," dedi İlayda. Sesi titreyerek boğazından zor çıkmıştı. Aklındakini söylemeye çalışmak oldukça bunaltmıştı kendisini. "Bu çıkmaz sokakta bulunmuştu telefonu. Kayıp ihbarını verdikten birkaç saat sonra burada bulmuşlardı. Aradan geçen günlerdeyse," dediğinde yutkundu. Ya konuşmaya ara verecekti ya da ağlamaya başlayacaktı. O da susmayı seçti elinde kalan sükunetle.
"Başın sağ olsun," dedi Efe. Kızdan herhangi bir tepki gelmedi. Zaten Efe de herhangi bir cevap beklemiyordu.
"Tıpkı senin gibiydi. İyi birisiydi. Olabildiğince insanlara yardım ederdi. Sevgi dolu bir veterinerdi. Kendi maaşıyla sokak hayvanlarının bakımını üstlenirdi." dedi İlayda. "Onun da yüreğinde bir acısı vardı. Küçük yaştayken kardeşini kaybetmişti. O acı sende de var! Kimin yasını tuttuğunu bilmiyorum ama senin de yaran var."
Efe vücudunun soğuduğunu hissetti. Bu his, yağan yağmurla alakalı değildi. Bu soğukluk içinden geliyordu, dışarıdan değil. "Arkadaşının adı neydi?" diye sordu bir anda. Konuyu değiştirmek istiyordu. Kendi yaralarından uzaklaşmak istiyordu.
"Hatice," dediğinde İlayda, Efe'nin yüzü düştü. Suç işlemişçesine bir duygu hakim oldu bedenine. Hatice'nin cesedini incelediği kadın olabileceği geldi aklına. Ardından bir ürperti doğdu içine. O anlarda bu değişimi fark edemeyecek kadar içine dönmüştü İlayda.
"Burada yağmurun altında kalman hiçbir işe yaramayacak!" dedi Efe, kendisini toparlamaya çalışırcasına.
"İşte orada yanılıyorsun!" dedi ve gözlerini boşluktan çekti. Yumruk yaptığı eline verdi tüm dikkatini. "Elimde Hatice'ye ait birkaç saç teli tutuyorum. Bir kişinin en güçlü duygularında yaşattığı hatıraları görebilirim. İster sihir de buna ister büyü! Bana büyücü de, cadı de veya deli! Ne ad koyarsan koy umurumda değil! Emin olduğum bir şey varsa şayet bu işi yapmakta oldukça iyiyim." Araya giren birkaç saniyelik sessizliğin ardından konuşmaya devam etti: "Bana yardım etmek istersen şayet, kafamdan şemsiyeyi uzaklaştırabilirsin!"
Efe söyleneni yaptı. Şemsiyeyi kızın başının üzerinden aldı ve kapattı. "Ne yapacaksın?"
"Arkadaşımın katilini bulup onu kendi ellerimle öldüreceğim!"
Efe birkaç saniye sessizce dikilmeye devam etti ayakta. Ne yapacağına karar verme konusunda sıkıntı yaşıyordu. Bir şey yapamayacağına kadar verdi en sonunda. Yavaşça yere eğildi. Şemsiyeyi kızın yanına bıraktı ve tek kelime etmeden çekip gitti. Bir an arkasına dönmek istese de bir işe yarayacağını düşünmediğinden ötürü bu davranıştan vazgeçti.
İlayda uzaklaşan ayak seslerini ninni dinlercesine dinledi. Uyumaya direnen bir bebek gibi içindeki duygulara yenik düşmemeye çalıştı ama yapamadı. Sesler bitince yumruk yaptığı elini iyice bastırdı kalbine. O an yağmur şiddetini daha da arttırdı. Öyle bir bozdu ki hava, sanırsın intikamını alıyordu İlayda'nın. Her bir damla, alev püskürtürcesine yağıyordu.
Göz kapaklarını sıkıca kenetledi birbirine. Zihninde oluşmaya başlayan görüntülerle gözyaşlarına engel olamadı daha fazla. Sıcacık alevler yanaklarından aşağıya doğru akmaya başladı. Elini o kadar sıkıyordu ki tırnaklarını derisine geçirdi. Canı yansa da hissedemedi. Hissetse de umursamadı. Elinden akmaya başlayan kan, gözyaşlarına karışıp yağmuru kırmızı boyadı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top