12. Bölüm
Efe'nin gitmesinin ardından yavaşça kapattı kapıyı. Yorgun adımlarla içeriye doğru yürüdü ve bir anda koltuğa attı kendisini. Ölü gibi boylu boyunca uzandı koltukta. Boş gözlerle tavana bakarken aklındaki düşünceyi susturmaya çalışıyordu. Artık katili bulabilecek bilgilere erişebilirdi ama korkuyordu. Katille yüzleşmekten değildi korkusu. Görmemesi gerekenleri görmekten korkuyordu.
Katilin, insanları öldürüşünü görmeyi arzulamıyordu. Üstelik kim bilir kaç kişiyi öldürmüştü ve öldürmeye devam ediyordu! Katilin kimliğini öğrenmeye çalışırken başka gerçekleri öğrenmek ürküyordu ruhunu. Katili, katil yapan travma dolu anılarla karşılaşmak şu an için isteyeceği en son şeydi. Sonuçta kimse melek veya şeytan değildi dünyaya geldiğinde. Hepimiz küçük birer insandık öncesinde. Lakin yaşadıklarımız şekil veriyordu içimizdeki dünyalara. Herkes ölünceye kadar kavruluyordu hayat ateşinde. Belki kimsenin özünü değiştiremezdin ama bu onu kül edemeyeceğin anlamına gelmiyordu işte.
Ağrımaya başlayan başıyla göz kapaklarını daha fazla açık tutamadı İlayda. Birbirine kenetledi kirpiklerini. Öğleden sonra iki civarında uyanabilmişti ancak. Yarım yamalak aldığı uykunun ardından doğruldu koltukta. Ağrıyan başını bir sağa bir sola eğdi önce. Ağrının çenesine doğru akmasıyla birlikte fark edebilmişti dişlerini sıktığını.
Ayaklarını yere koyup dirseklerini bacaklarının üzerine koydu ve öne eğildi. Gözleri, sehpanın üzerindeki küçük poşetteydi. Katilin anılarına bakma fikri aklına gelince kalbine sancılar nüksetmişti. Bir insan durup dururken katil olamazdı sonuçta. Bu da diğer her şey gibi bir sürecin sonucuydu, en azından çoğu kişi için.
Peki neydi bir insanı katil yapmaya iten güç? Gördüğü haksızlık karşısında duyduğu nefret olabilir miydi mesela? Şiddeti normal bir şeymiş gibi mi görüyorlardı? Öyle mi öğretilmişti onlara? Belki de o kadar çok yandı ki canları zamanında, sonrasında acıma duygusunu kaybettiler. Sonuçta bir insan, taktil duyusunu kaybettiğinde dokunduğu ateşin kendisine zarar verdiğini anlayamaz. Aynı şekilde ateşle başkasına zarar verdiğinin de farkına varamaz.
İşte bu yüzden korkuyordu İlayda. O anılar içinde katilin küçükken gördüğü işkencelere, insanlar tarafından itilip kakılmalarına, ötekileştirilmesine şahit olmaktan korkuyordu. "Sadece cinayetin işlendiği yere bakacaksın!" dedi kendi kendine. Gerçi o da biliyordu ki olay yerine bakacakken kim bilir öncesinde hangi anıları aşması gerekecekti.
Bir bellekte istediğin dosyayı bulmak için dosyanın ismini ve uzantısını bilmek yeterliydi, peki ya insan beyni? Birbiri içine girmiş milyonlarca doküman içinde kaybolmamak mümkün değildi. Yapabileceği en yeni şey, taze anılara bakmaktı. En son ne yapmış, nerelere gitmiş... Bunlara bakarken eski birkaç anıya rastlamaya da hazır olmalıydı. Bir hatıranın eski olması, adeta yeniymiş gibi insan zihnine hükmedemeyeceği anlamına gelmiyordu çünkü.
Kendi kendine temkinler vermeye başladı İlayda. Bu noktaya kadar gelmişti artık. Katili bulmadan asla vazgeçemezdi. Poşete uzanmak için ayağa kalkıyordu ki birden başının dönmesiyle koltuğa bıraktı kendisini. Katili bulmaya o kadar kafasını takmıştı ki kendisini ihmal etmeye başlamıştı.
Birkaç dakika kadar koltukta oturdu. Kendisini biraz daha iyi hissedince ayağa kalktı. Mutfağa gidip buzdolabını açtı. Yiyebileceği çeşit çeşit gıda ürününün arasından hiçbir şey çekmiyordu canı. Kapattı kapağı. Birkaç saniye bekledi öylece ardından guruldamaya başlayan karnıyla birlikte kapağı yeniden açtı.
Bir şeyler atıştırmasının ardından yeniden oturma odasına geçti. Sehpanın üzerinde duran poşeti eline alıp banyoya doğru ilerledi.
Her zamanki gibi yaptığını yaptı. Küveti suyla doldurdu. Üzerini çıkarmaya dahi tenezzül etmeden girdi suya. Kafasını suya gömüp baş ağrısının geçmesini bekledi. Birkaç dakika sonra kafasını sudan çıkardı. Kendisini biraz daha iyi ve güçlü hissediyordu. Elinde tuttuğu poşeti açtı ve deri parçasını avucunun içine aldı.
Gözlerini sıkıca yumup yeniden suyun altına daldı. O sırada katilin anılarını görmeye başlamıştı. Onun işlediği cinayetleri görebiliyordu. Hatice'yi takip edişini görebiliyordu. O an çığlık atmamak için ağzını sıkıca kapattı diğer eliyle. Gerçi çığlık atsa da suyun içindeyken ne kadar duyulabilirdi?
Katilin gözlerinden bakarken dünyaya, etrafın biraz bulanık olduğunu fark etti. Sokaktan geçen arabaları gördüğünde ya da upuzun binalar... Bir sarhoşun yahut uyuşturucu bağımlısının zihninde olduğunu düşündü. Bu düşüncesi uzun sürmedi. Zar zor da olsa gördüklerine tahammül edebiliyorken bir şey dikkatini çekmişti. Katilin kafasının içinde bir ses vardı. Bu ses, arkadaşının ve öldürülen oğlanın anılarında duyduğu sesle aynıydı. "Aileni geri getirebilmem için o şeytanı yakalamalıyız," diyordu ses. Görüntüler bulanıktı belki ama duyulan ses oldukça netti.
Katil, Hatice'yi sırtına alıp biraz ötedeki bir arabaya götürmüştü. Aracın ne rengi belliydi ne de modeli... Plakasındaki sayılar dahi okunmuyordu, bulanıktı.
Arabanın arka kapısı açıktı ve içeriye kızı bıraktı katil. Kendisi de ön tarafa binip arabayı çalıştırdı.
Adamın arabayı sürdüğü yola baktı İlayda. Gittiği yerdeki tabelalara baktı ama nedense tabelalarda bir şey yazmıyordu. Adamın anıları bulanıktı. Ayrıntılar silinmiş gibiydi ya da hiç var olmamışlardı belki. Katilin anılarından bir şey bulabileceğini hissetmiyordu artık. Yine de biraz daha uğraştı. Diğer işlenen cinayetlere baktı. Katilin, kurbanlarını gözetlemesini seyretti. Onunla birlikte takip etti öldürülecek insanları. Ve hatta onunla birlikte öldürdü onları. Göz alıcı yeşil hançerle öldürdü onları. Katilin, elinden akan kanı yıkamasını bile defalarca izledi onun gözlerinden. Artık anılara bakmayı bırakmaya çalışsa da becerememişti ilk başta. Bir korku filmi izliyordu adeta televizyonun başında. Görüntülerden o kadar rahatsız olmuştu ki kumandayı bulup televizyonu kapatamıyordu. Yine de kendisini toplamaya çalıştı. Kafasını sudan çıkardı.
Gördüğü kandan midesi bulanmaya başlamıştı artık. Elleriyle küvetin kenarına tutundu ve kafasını dışarıya verdi. Kusacak gibi olduysa da kendisini kısa sürede topladı. Yeniden boylu boyunca uzandı suda. Gözlerinde kandan başka renk gözükmezken nedensizce katilin iyi birisi olduğu düşüncesi beyninde dört dönüyordu. Derin bir nefes aldı oflayarak.
Birkaç dakika öylece bekledi suda. Katilin geçmişine biraz daha bakmak istiyordu. Bu sefer katil olmadan öncesini görmek istiyordu. Orada insanın tüylerini diken edecek anılarla karşılaşır mıydı? Sanmıyordu. Zaten öyle bile olsa az önce izlediği dehşet görüntülerinden sonra başka bir şeyden korkabileceğini sanmıyordu.
Ve şimdi biraz daha gömdü kendisini suya. Biraz daha geçmişe doğru gidiyordu. Tıpkı bir evde, duvarlara asılı fotoğrafları incelemek gibiydi bu yaptığı.
Sobanın ısıttığı küçük bir ev görüyordu anıda. Orada, karısı ve küçük kızıyla birlikte mutlu bir aile tablosu görüyordu. Perdeler çekiliydi, büyük ihtimalle akşam vaktiydi. Koltukların arasına yer sofrası hazırlanmıştı. Sininin üzerine koyulmuştu tabaklar. Hepsinin önünde bir tas tarhana çorbası duruyordu. Sofranın ortasında bir salata... Ve üçünün de yüzünde bir gülümseme...
Sonraki anılarda gözünün önünde karısına ve kızına araba çarpmasını izliyordu adam. İzlemek de denmezdi buna. Anlık bir gelişmeydi. Henüz güneş batmamıştı ama hava oldukça serindi. Adam yolun karşısına geçmişti ve bir markete gitmişti. Kendisine ve eşine birer şişe su ve kızına da meyve suyu almıştı. Tam marketten çıkıp karşıya geçecekti ki hızla gelen bir araba kaldırıma çıkıp kazaya sebep olmuştu. Ve o an can vermişti eşiyle kızı.
Mahkeme günü geldiğinde adamın tir tir titreyen ellerine verdi dikkatini. Katilin verdiği ifadeyi dinlerken zor duruyordu oturduğu sandalyede. Gözlerini ellerinden kaldırıp karşısına dikti. Orada üç tane sert bakışlı avukat görüyordu. Eşini ve kızını öldüren kişinin az cezayla kurtulacağından adı gibi emindi ne yazık ki!
Tabi bütün hatıraları acıklı değildi. Karısıyla evlendiği zamanı gördü mesela İlayda. O anki mutluluğu paylaştı onunla. Ve orada gördü adamın ismini. Tam da imzasını atacağı yerde yazılıydı, "Cüneyt KARADEMİR"...
Mesela Cüneyt'in kızıyla ilk selamlaşması da görmüştü. Bir hastane odasında almıştı kucağına onu. O iki tane küçücük eli kocaman öpmüştü.
Ardından başka anılara da baktı İlayda. Adam, elinden ne kadar geliyorsa insanlara ve hayvanlara yardım ediyordu. Bütün komşularıyla içten bir şekilde selamlaşıyordu her sabah. Neredeyse herkes seviyordu onu ve o da herkesi...
Saniyeler içerisinde baktığı onca anıda hiçbir kötülük görememişti İlayda. Adamın yani Cüneyt'in katil oluşunu anlamlandıramıyordu bir türlü. Elindeki tek kanıt, o duyduğu ses...
Katil, cinayetlere başlamadan önce yeşil bir hançerle ilgili rüya görmesi rastlantı olamazdı değil mi? Gördüğü yeşil hançerle cinayetlerin işlenmesi bir tesadüf olamazdı. Ya da rüyasında gördüğü diğer kişinin Efe olması... Her şey bir rastlantıdan öte gibi hissediyordu. Sanki önceden de bir hayatı vardı ve şimdi de o hayatın devamını yaşıyordu İlayda.
Ve artık neler olduğunu anlamak için aradaki bu bağı çözmeliydi. Hatta daha öncesinde katilin hançeri nasıl bulduğunu öğrenmeliydi. Çünkü işlerin o hançerin bulunmasıyla başladığını hissediyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top