10. Bölüm

Telefon alarmının çalmasıyla kapanması bir oldu. Bütün gece uyuyamamıştı zaten İlayda. Öylece, hiçbir şey yapmadan yatakta uzanmıştı saatlerce. Yorgundu bedeni, özellikle de zihni.

Yorgun bedeni yatağın üzerinde uzanmaktaydı. Umutsuzca bakan gözlerini tavana dikmişti. Yapmak istediği şey zihnini çökertiyordu. Kafasını boşaltmalıydı belki. Belki de bir an önce katili bulmalıydı.

Eli, hemen yanı başındaki telefona gitti. Çalmaya başlayan alarmı kapattı. Sonrasında yeniden gözlerini tavana dikti. Normla şartlarda yataktan kalkıp elini yüzünü yıkardı. Ardından kahvaltısını yapıp hazırlanır ve evden çıkardı. Şimdiyse işler değişmişti. Bugün evden işe gitmek için değil katili bulmak için çıkacaktı.

Ayağa kalktı İlayda. Odadan çıkarken gardırobun aynasına takıldı gözleri. Berbat gözüküyordu. Dün eve geldiğinde üzerini değiştirmemişti ve aynı kıyafetlerle duruyordu. Biraz daha yakınlaştı aynaya. Yüzünün rengi solmuştu. Gözaltlarının morarmaya başlamasıyla kendisini cesede benzetmişti. Başka zaman olsa bu tabire gülerdi ama dün oğlanın cenazesi... Kafasını iki yana salladı. Böyle yapınca düşüncelerinin de aklından düşmesini istemişti ama olmadı. "Katili bulacağım," dedi kendine kısık bir sesle.

Banyoya gidip lavaboya doğru yöneldi. Musluğu açtı. İki avucuna birden doldurduğu suyu yüzüne attı. Ardından bir kez daha ve bir kez daha... Kendisini iyi veya ayakta durabilecek gibi hissetmiyordu. Lavabo tezgahına dayadı ellerini. Derin derin nefes aldı. Durdu ve tekrar baktı gözlerine. Hem Hatice'nin hem de öldürülen çocuğun çığlıkları aklına geldi bir an. İstemsizce ağlamaya başladı. Belki de buna ihtiyacı vardı. Yargılanmadan, susturulmadan, saklamaya çalışmadan ağlamaya...

Kendisini biraz daha iyi hissetmek için küvete koydu bedenini. Ardından buz gibi suyu açtı. Tenine değen her damla ruhuna bir nebze de olsa ferahlık veriyordu. Suyun altında uzun süre kalmaya niyeti yoktu. Yapması gereken önemli bir iş vardı çünkü. Ufak bir duşun iyi gelebileceğini düşündü ve birkaç dakika boyunca akan soğuk suyun altında kaldı.

Duştan çıkınca odasına gitti. Gardırobu açtığında eline ne geçtiyse onu giydi. Nedense baştan aşağıya siyah giyinmişti. Renkli giyinmeye pek hevesi yoktu. Saçlarını bir havluya sarıp sadece suyunu almakla yetindi. Kurutmakla uğraşmayı düşünmüyordu.

Saçına sardığı havluyu yatağın üzerine fırlatıp odadan çıktı. Vestiyere doğru ilerledi. Üzerine bir ceket ve çantasını da alıp kapıdan dışarıya çıktı. Koridorun sessizliğinde yürümeye başladı. Asansörün gelmesini beklerken, "Şimdi nereye gidiyoruz?" diye soru içindeki ses.

Bir planı yoktu. Daha doğrusu mantıklı bir planı yoktu. Mahalle mahalle dolaşıp katili aramayı düşünüyordu. Yani en azından katili görebileceği mahallelere bakabilirdi. Karanlık, kuytu köşe yerler... Olayların en çok meydana geldiği yerler...

Düşünceleri arasında kaybolurken asansör hala gelmemişti. Düğmeye bastı. Bir kere ve bir kere daha... Bir sinirle asansöre tekme atacaktı ki son anda vazgeçti. "Merdivenlerden inerim!" dedi sinirle ve merdivenlere doğru yöneldi. Hızla ikişer üçer indi basamakları. Bu sırada ıslak saçları da bir o yana bir bu yana savruluyordu.

Apartmandan çıkmasıyla arabasına doğru attı adımları. Sırt çantasından anahtarını çıkarıyordu ki o sırada arkasında bir ses duydu: "Katilin yüzünü gördün!"

İlayda gözlerini fal taşı gibi açtı. "Bu kim ve katili gördüğümü nereden biliyor!" diye düşünürken derin bir nefes aldı. Ne yapmalıydı? "Bir şey duymamış gibi yapıp arabaya mı binsem?" diye düşündü. Bu seferliğine kaçabilirdi ama arkasındaki kişi kendisini ya rahat bırakmazsa! Üstelik aklına şöyle bir soru düştü: Hangi katil? Sonuçta ülkede yüzlerce belki de binlerce katil vardı. Aynı zamanda kendisi olay yerinde değildi. Cinayet işlenirken orada değildi. Sadece birilerinin anılarına bakıp işlenen cinayeti görmüştü. Bu yüzden hiçbir şey olmamış gibi arkasına döndü. "Pardon, bana mı dediniz?" dedi. Karşısındaki kişi donuk bakışlarıyla sessizce durmaya devam etti. İlayda da sözlerini tekrarlama gereği duydu. "Pardon, bana mı seslendiniz?"

Bir anda kendisine geldi. Gözlerini kapatıp açtı birkaç defa. "Evet, İlayda sizsiniz değil mi?" dedi Efe. İki eli ceketinin cebindeydi ve İlayda'dan yaklaşık iki metre uzaklıktaydı.

"İlayda benim ama başka bir İlayda'yı mı arıyorsunuz? Sizi tanımıyorum!" dedi İlayda. Karşısında duran erkeğe baktığında bir yerden tanıdık geldiğini fark etti aslında. Saçlarının şekli, göz rengi, yüz yapısı... Bir yerlerden gözü ısırıyordu. Üstelik adamın sesi de kendisine yabancı değildi ama onu nereden hatırlıyordu.

"Hatice ismi tanıdık geliyor mu?"

Efe'nin bu sorusu üzerine İlayda onun üzerine doğru hamlede bulundu. Efe bir an tırstığından dolayı ellerini cebinden çıkarıp göğüs hizasının hemen üzerine kaldırdı. Bir adım geriye doğru attı. Kız ile arasında mesafe kalmasını istiyordu.

"Hatice'yi nereden tanıyorsun!" diye fıçımla sordu İlayda.

"Biraz sakin olursan açıklayacağım."

Bu söz üzerine İlayda kendisini toparlamaya çalıştı. Biraz daha sakinleşince, "Dinliyorum," dedi.

"Hatice'yi yani onun otopsisini yapan doktor benim!"

İlayda bir anlığına şoka uğradı. İçine soğukluk üflenmiş gibi titredi ama kendisini toparlamaya çalıştı. Doktorun neden kendisini görmeye geldiğini anlamlandıramadı. "Yani! Neden buradasın?"

"Aslında... O gün yağmurun altında yapmaya çalıştığın şey... Hani bir katili büyüyle bulacaktın." dedi Efe. Söylerken sözcüklerinin ne kadar saçma olduğunun farkına vardı ama sözler çoktan ağzından çıkmıştı.

İlayda'nın aklı yeni yeni yerine geliyordu. Adamın sesi oradan tanıdık geliyordu. Peki ama yüzü? Adamın yüzünü nereden hatırlıyordu? "O gün kafam yerinde değildi. Biraz da içmiştim ve ne zaman içsem kendimi büyücü zannederim."

"Peki," dedi Efe. "Şimdi ne diyeceğim?" diye geçirdi içinden. "Gelirken ne diyeceğini prova yapmıştın Efe! Aynılarını söyle gitsin!" diye kendisine temkinde bulundu. Aklında kendi kendisine senaryolar kurup provalar yapmıştı ama onun katili gördüğünü hissetmişti bir an da. Daha doğrusu kıza odaklanınca onun neden böyle aceleci davrandığı zihninde canlanmıştı. Bir düşünce, bir tahmin alev atmıştı beyninde.

Efe'nin derin sessizliği İlayda'ya tuhaf gelse de, "Müsaadenizle," deyip arabanın kapısını açtı. Adamdan kaçmak gibi bir fikir yüklenmişti beynine.

"Katili bu şekilde bulamazsın!" dedi Efe. Telaşla söylemişti ve söylediğine de pişman olmuştu.

"Ne istiyorsun!"

"Katili aramaya gideceksin ama onun yüzünü bilmen onu bulabileceğin anlamına gelmez. Köşe bucak onu arayamazsın!"

"Katili arayacağımı nereden biliyor? Katilin yüzünü bildiğimi nereden biliyor?" diye geçirdi içinden İlayda. "Bak eğer izin verirsen delice saçmalıklarını kendine sakla ve ben de işime gideyim!"

"Islak saçlarla mı?"

"Evet ıslak saçlarla!" dedi İlayda. Karşısındaki kişide bir gariplik seziyordu. Tuhaftı ama nedense kötü birisi olduğunu da düşünmüyordu. Yine de ondan uzaklaşmak fikri beyninde dört dönüyordu.

İlayda arabaya binmek üzereydi ama hala Efe çenesini açamıyordu. "Birçok kişi öldü!" dedi en sonunda.

İlayda bakışlarını arabadan Efe'ye doğru yöneltti.

"Umurunda olmayabilir ama birçok kişi öldü. Önce Hatice ve ardından başka insanlar... Hepsi acı içinde öldüler ve aynı katil tarafından! Katil bulunmazsa daha fazla insan ölmeye devam edecek!"

"Katilin aynı olduğunu nereden biliyorsun?"

"Vücutlarındaki izler ve hangi noktadan darbe uygulandıysa hepsi aynı! Üstelik kullandığı bıçak özel bir bıçak. Bir tür," dediğinde İlayda lafa girdi: "Yeşil bir hançer!"

"Evet! Yani hançer olduğu kısmına hemfikirim ama rengi hakkında bir şey söyleyemem," dedi ve durdu Efe. Şimdi karşısındaki kişiyi kışkırtmanın tam zamanıydı. "Ayrıca cinayet aletinin rengini nereden biliyorsun?"

"Pardon anlayamadım?"

"Cinayet aletinin yeşil renkte olduğunu nerden bildiğini soruyorum. Yani katille," daha cümlesini bitiremeden İlayda söze atladı. "Ne! En yakın arkadaşımı ben mi öldürdüm!" Sesi adeta deprem etkisi yaratmıştı. Birkaç pencerenin açıldığına şahit oldu.

"Öyle demiyorum ama cinayeti gördüğünü söylüyorum. Ya o öldürülürken oradaydın ya da gerçekten büyücüsün!" dedi Efe.

"Evet büyücüyüm!" dedi İlayda kısık bir sesle. Biraz doğru söylüyor, biraz da dalga geçiyor gibiydi. "Ve haklısın. Eğer izin verirsen bir adet katil bulmam lazım!"

"Katili bu şekilde bulamazsın!"

"Niye bu kadar umurunda bu katil!" dedi ve anında durdu İlayda. Kendisi katili neden bulmak istiyordu? En yakın arkadaşını öldürdüğü için... Peki ya karşısındaki kişi? "Ya onun da en yakınını öldürdüyse!" diye geçti içinden. "Bak üzgünüm!" dedi Efe'ye doğru.

"Ne için?"

"Yani katile bu kadar kafayı takman, benim büyücü olduğuma inanman..."

Efe anlamsız gözlerle kıza bakıyordu.

"Katil de senin bir yakınını öl, yani," dedi ve devamını getiremedi. Sözcüklerinde bazen boğazı tıkayabileceğini o an yeniden hatırladı.

"Yok, hayır! Yani katil yakınımı falan öldürmedi!" dedi Efe. "Öldürebileceği bir yakınım yok zaten," diye geçirdi içinden.

"O zaman? Niye katile takıntılısın?"

"Takıntılı değilim. Sadece," dedi ve bir anlığına kafasını sağa çevirdi. Sonra yeniden kıza baktı. "Katil bulunmazsa çok daha kötü şeyler olacakmış gibi hissediyorum."

"Sadece bir his için mi bir büyücüyle konuşmaya geldin?"

"Evet!"

İlayda istemsizce güldü. Hatta kahkaha atmaya bile başladı. Kendisini durduramayınca düşmemek için arabaya yaslandı. "Birçok kişiyi öldürdüğünü söylemiştin ama hani büyü yapabildiğime inanacak kadar çaresiz kalacağını da düşünmek istemiyorum. Polisler zaten onu arıyor!"

"Pekala," dedi Efe. "O zaman bu görüşmeyi hiç yapmamışız farz et. Ve katile ait bir deri parçası senin işine yaramaz. Katili sokaklarda aramaya devam edebilirsin!"

"Ne var dedin?"

"Niye sordun? Bir önemi yoktur sanırım elimde katile ait deri parçasının olması!" Şimdi istediği noktaya geldiğini hissediyordu. Kalbi son sürat atıyordu. Oldukça strese girmişti. Oysa aklında gerçekleştirdiği bütün konuşma daha kolay olmuştu.

Elini uzattı İlayda. "Tanışmadık değil mi? Benim adımı zaten biliyorsun, ya sen?"

Şimdi ne yapmalıydı Efe? Kızın kendisiyle bir bağ kurmaya çalıştığını anlamıştı. Buna izin verirse kendi anılarını görmesinden korkuyordu. Ama oysa o anılarını dahi kendisinden saklıyordu. Üstelik İlayda'nın yağmurlu günde söyledikleri aklına gelmişti. İzin verilmediği sürece bir başkasının zihnine giremiyordu. Derin bir iç çekti Efe. "Zihnine girmene, anılarıma bakmana izin vermiyorum," dedi beyninde.

Derin bir nefes aldı. İlayda'nın uzattığı eli tuttu ve, "Efe," dedi sadece.

İlayda saniyelerce Efe'nin elini bırakmadı. Bir el sıkışma için oldukça uzun bir süreydi. "Görebileceğim bir anısı yok. Sanırım anılarını saklıyor," diye içinden geçirdi. "Keşke zihnine girebilseydim. Bana birazcık izin versen olmaz mı? Karşımdaki kişiyi daha yakından tanımak isterim," diye devam etti içindeki konuşma ama Efe'nin zihnine giriş izni alabileceğini zannetmiyordu.

Efe'nin elini bıraktı. "Sanırım sohbet uzayacağa benziyor. Konuşmanın geri kalan kısmını burada değildi benim evimde yapsak olur mu?"

Bu teklife olumlu anlamda kafa salladı Efe. "Olur," dedi ama hiç de gitmek istemiyordu. Aklındaki senaryo daha farklıydı. Şimdiyse ilk başta katilin yüzünü gördüğünü söylediği için neler olmuştu. Gerçi öyle demese de işlerin nasıl ilerleyeceğini asla bilemezdi.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top