1ZKS 🌙 Gizli Geçit
YEDİLER 1: Zamanın Kilitlendiği Sandık
Kitaplaşma süreci için bölümler kaldırılmıştır.
Bölüm 8: ''Gizli geçit...''
...
"Ne oldu?" diye fısıldadı Murat.
"Adam kayboldu."
Murat hemen adamın gittiği yöne baktı. Karşılarında, kolonların arkasında kalan büyük, mermer kaplamalı bir duvar vardı, katın sonuna gelmişlerdi. Siyah ceketli adam etrafta görünmüyordu ancak buradan başka gidecek yeri yoktu. Burası çıkmaz alandı, tek çıkış ancak ve ancak gizli geçit olabilirdi.
"Nasıl kayboldu?" dedi Murat şaşkınca.
Alperen boş duvarı işaret etti. "Geçit buradan olmalı..."
Murat şakaklarını kaşıdı, dudaklarını istemsizce kemirmeye başlamıştı. Geçidi bulmak istiyordu ancak bulduktan sonra gelecek sorumluluktan hiç hoşnut olmamıştı. "Ne yapacağız?"
Alperen başını ileriye doğru salladı. "Dümdüz duvar, bir kapı ya da geçilecek bir alan olmalı." Alperen, duvara doğru ilerledi ve mermer kaplamanın hemen önünde durdu. Murat'ta, etrafına bakınıp herhangi bir insan ya da güvenlik görevlisi tarafından dikkat çekip çekmediklerini kontrol etti. Telefonundan gelen titreşim ile hemen ekrana baktı.
"Ölmediğinizi belirtmek için arada mesaj atın." Mesaj Zülal'dendi. Murat hemen yanıt yazdı. "Geçit bulduk... İkinci kat, mihrap üstü..."
"Hey, şuna bak!" diye seslendi Alperen, basit bir 'gel' işareti ile onu yanına çağırdı. "Şuradaki kırılmayı görebiliyor musun?"
Alperen, telefonunun ışığını belli bir noktaya tuttu. Mermer, ışıklandırmanın etkisiyle o kısımda hafif içe çöküyormuş gibi görünüyordu. Yerden yaklaşık 160 santim yükseklikte, ancak bir elma boyutunda bir çöküktü. Fazla belirgin değildi, bu yüzden Murat'ta kendi telefonunun ışığını yansıtarak kırılmayı daha açık hale getirdi.
"Ayasofya'nın tavanları, önceden yansıma gücü kuvvetli olan mozaik ile kaplıydı. Pencereden vuran ışıklar ile içerisi son derece aydınlık olurdu ancak şimdilerde aşınmış, mozaikler dökülmüş. Yani o zamanlarda bu kırılma daha belirgindi, şimdi tamamen gizlendi."
Murat göğsünü şişirdi. "Yani Ayasofya zamanla daha da gizemli bir hal alıyor," dedi, Alperen'in cümlesini tamamlayarak.
"Peki, bu çöküntü ne işe yarıyor?" dedi, arkadan bir ses. Murat adeta yerinden zıpladı ve hızla arkasına döndü. Zülal, büyük gözlerini sevimlice kırpıştırarak bakıyor, heyecandan ayak parmakları üzerinde sallanıyordu. Alperen genç kıza karşı elini uzatıp kısaca kendini tattı. Zülal'de hafifçe tebessüm ederek elini sıktı. "Bende Zülal..."
Kısa süren merasimin ardından bakışlar yeniden duvara döndü. "Kırılma geçidin anahtarı olabilir," dedi Alperen.
"Tamam, öyleyse deneyelim," diyerek duvara dokunabilmek amacıyla, iki oğlanın omzunun üstünden duvara doğru uzattığı eli hızla yakalanıp geri çekildi.
"Sakin ol kızım! Kim bilir ne ile karşılaşacağız!
"Ama geçmeden bilemeyiz ki..." Zülal'in sevimli gülümsemesi Murat'ın çatık kaşlarına çarpıp soldu. "İyi tamam, siz halledin beyler," diyerek geri çekildi ve etrafı kolaçan etmeye başladı. Alperen soluklanıp ilgisini kaybetmiş numarası yapan kıza seslendi, "Biz ikimiz içeriye girelim, sende burada kalıp arkamızı kolla, savaşçılara geçitlerden birini bulduğumuzu söyle. Peşimizden bir başkası gelirse bizi haberdar edersin, fark edilmemeye çalışacağız."
Zülal hemen onaylayıp yanlarından uzaklaştı. Murat ve Alperen yeniden duvara doğru döndü. "İyi de, ileride ne olduğunu bilmiyoruz. Ya başımıza bir iş gelirse?" diye söylenen Murat'a karşılık oldukça basit bir cevap verdi Alperen.
"Bu yeni bir şey olmaz... Yani en azından bizim için."
Murat kaşlarını çatıp Alperen'e baktı. Alperen, mirası devraldığından bu yana pek çok göreve çağrılmış ve her birinden başarıyla, kuvvetle ayrılmıştı ancak bu zamana kadar hayatta kalmış olması; Murat'ın ilk görevinde ölmeyeceğine dair bir garanti vermiyordu ve bu, genç savaşçı için oldukça ürpertici bir engeldi. "Yüreğime su serpiyorsun," diyerek boğazını temizledi Murat.
"Hadi, acele edelim. Silahını hazır tut, belki de geçidin hemen ardındalar..." deyip elini ışığın kırıldığı noktadaki belli belirsiz çöküntüye yasladı Alperen. Elini duvara bastırdığında, duvar bir sakız gibi içeriye çöktü. Aynı anda, ayakları altındaki zemin, bir kaydırağı andırır gibi büküldü ve iki genç, aniden öne doğru yalpaladı. Bu sırada duvar, bir saniyeden kısa bir sürede yok olarak iki genci diğer tarafa savurdu.
Duvarın neredeyse içinden geçmelerinin ardından ayakları altındaki zemin düzelse de, dengelerini sağlamaları bir hayli güç oldu. Yüz üstü kapaklanmaktan son anda kurtulan gençler hızla dikelip etrafta neler olduğunu inceledi.
Burası duvardaki küçük meşale ile zoraki aydınlanan oldukça dar, karanlık bir tüneldi. Duvarları nemli tuğladan, yerler ise tıpkı daha önceki dehliz taşları gibi aşınmış taştandı. Yolun oldukça sık kullanıldığı, oluşan ayak izlerinden hızlıca anlaşılabiliyordu. Tünel biraz ileride kıvrılarak aşağı doğru iniyor ve bir yerden sonra eğimin artması ile basamaklar başlıyordu. İleride, katları aşıp derinliklere inmelerini sağlayacak bir merdiven vardı.
İki genç hemen arkasına döndü ve geride ne bıraktıklarına baktı; arkalarındaki duvarda tuğladan yapılmaydı. Üzerinde, tıpkı kapıyı andıran yarım elips şeklinde bir çerçeve vardı. Çerçevenin şeritleri, tuğlayı özenle kazımışlar gibi bükülüydü ve ışık kırılmaları ile kızıl renkte parıldıyordu. En üst hattında, yarım daire şekli üzerinde Arapça harflerle bir tılsım asılıydı.
"Kapılar gizli kalsın, düşmanlar uzaklaşsın..." diye mırıldandı Alperen.
Murat'ın bakışları ona doğru döndü. "Arapça biliyor musun?" diye sordu, Alperen onu başı ile onayladı. "Savaşçı olduktan sonra öğrendim. İlerde sende fark edersin ki, tarih ve tılsımlı sözler daima karşımıza çıkacak. Tabii dünyevi alemde karşılığı olmayan tılsımlarda mevcut, onları okumam mümkün değil."
Murat anladığını belirten bir mırıltı çıkardığında merdivenlere doğru ilerlediler. "Ne zamandır savaşçısın?"
"3 yıl olmak üzere... İlk zamanlar bende senin gibiydim." Merdivenler oldukça dik ve dar olduğu için tek sıra halinde inmeye başladılar. Meşaleler birbirinden oldukça uzak konumlandırılmıştı. Yetersiz ışık, zaten kaygan olan zemini daha da tehlikeli hale getirdiğinde adımlar yavaşladı. Düşmemek için duvarlardaki çıkıntılardan destek alıyorlardı.
"Eminim benimkinden daha kolay geçmiştir. Hele Kapadokya'da ki halimizi görmen gerekirdi, küçük dilimizi yutacaktık..."
Alperen kaşlarını havalandırdı. "Demek Kapadokya'da devraldın," dedi. "Orada devralanı çok duydum, çağrının çok kuvvetli olduğunu söylediler. Bir kere orayı görmek isterdim."
Murat şaşırdı, söylediği sözlere nazaran yeraltı şehrinde gördükleri lahitlerden başka lahitler olacağını hiç düşünmemişti. Aslında, tüm savaşçıların aynı yerde devraldıklarını düşünüyordu şimdiye dek. "O lahitlerden başka yerlerde de mi var?"
Alperen başını olumlu anlamda salladı. "Lahit değil, miras masaları... Savaşçıları çağırmak için Türkiye'nin kilit bölgelerine kurulmuş Miras masaları var. Onlar bizim DNA'ları-mızı eşleştirip soydan olan kimseleri belirginleştiriyor. Masalar sayesinde Yediler ile görüşüp mirası kabul ediyoruz. Yediler'in oluşturduğu manevi bir boyuta geçiş yapabilmemizi sağlıyorlar, bu yüzden savaşçılar dışında kimse oraların varlığından haberdar olmaz."
Murat, şaşkınlığını gizleyemedi. Daha önce tahmin etmişler lakin sırrına bir çare bulamamışlardı; şimdi onların damarlarındaki kanı kontrol ettiklerini anlamıştı. Masalara uzandıklarında hissettiği titreşimin DNA'larını tarttığı ve bu sebeple de yalnızca üçünün Yediler'i görebildiği gerçeği şimdi daha algılanabilirdi.
"Manevi bir boyut mu?" diye sordu Murat.
"Fark etmedin mi? Dünya'dan diğer âlemlere geçiş yaparken zamandaki çatlaklar akışı durdurur."
Murat, bir saniyeden bile kısa süren anın diğer arkadaşları tarafından neden fark edilmediğini şimdi anlıyordu. Zaman gerçekten durmuştu çünkü o an kendi boyutlarında değillerdi.
"Yani boyut mu atlamıştık? Yediler hangi bu boyutta değil mi?"
"Onlar diledikleri boyutlara gidebiliyorlar, asri bezevenleri kuvvetli."
Murat anladığına dair birkaç mırıltı çıkarsa da, aslında bunun olağanüstü şeyler olduğunu düşünüyor ve içten içe hayretle söyleniyordu.
"Peki ya sen nerede devraldın?" diye sordu merakla. Miras masalarının nerelerde olabileceğine dair tahminler yürütmeye başlamıştı; Dünya'daki kilit noktalardan kastı neydi?
Tünelde neredeyse 7 metre aşağıya inmişlerdi, burada merdivenler daha da kayganlaşıyordu ve kusursuz değillerdi. Alperen, Murat'ın sorusuna cevap vermek üzereyken Murat'ın aniden ayağının kayması ve geriye doğru sendelemesi bir oldu. "Allah!" diye bir nida yükseldi dudaklarından. Bağırışı dar alanda yankı yaparken Murat zorlukla ayağa kalkmaya çalıştı. Tutunduğu meşale direği elleri arasından kayıp yere düşünce, Alperen hızla uzanıp kızgın demiri yakaladı. Diğer elinin işaret parmağı dudakları üzerine kapanırken Murat'a sessiz olmasını işaret ediyordu. Murat adeta nefesini tutup, neler olduğunu anlamaya çalışırken Alperen merdivenlerin aşağısından bir ses duyduğunu işaret etti.
Murat'ın o an tek düşünebildiği şey korku dolu nidasının duyulmuş olabileceğiydi. Öyleyse merdivenleri alelacele geri tırmanması gerekecekti. Alperen elini duvara yaslayıp kıvrımlı merdivenlerde başını aşağıya doğru eğdi ve aşağıda nelerin olduğunu görmeye çalıştı. Alan o kadar sessizleşmişti ki, yanan meşalelerden yükselen alevlerin titreşimleri dahi rahatlıkla duyulabiliyordu. Alperen karanlıkta kalan yerde gözlerini gezdirse de bir şey göremedi. Başını geri çekip nefessizlikten morarmak üzere olan Murat'a baktı. "Sessizce inelim," diye teklifte bulundu. Murat başıyla onaylayınca da daha yavaş bir şekilde aşağıya inmeye başladılar. Merdivenlerin sonuna geldiklerinde, çoktan Ayasofya'nın iki katını geçmiş ve yeraltına inmişlerdi. Burada yine koyu renkli tuğlalarla kaplı küçük bir dehliz vardı. Meşaleler sönmüştü, alan karanlıktı ancak hemen karşılarında kalan, duvara gömülmüş metalik kapının parıltısı kendisini açıkça belli ediyordu.
"Daha ne kadar ineceğimizi merak ediyordum," diye fısıltıyla soludu Murat. Eğilip biraz önce takıldığı sırada incittiği bileğini ovalamaya başladı. Alperen "Devam edelim," diyerek birkaç adım attığı sırada, sağ ve sol taraftan aniden bir patlama sesi duyuldu. Kurşunların silahın kabzasından sıçrarken ki oluşturduğu küçük kıvılcımlar karanlıklar ardına gizlenmiş kimseleri kısacık bir an görünür hale getirdiğinde, iki genç refleksle yere eğilip başlarını siper ettiler.
"Ne oluyor!" diye haykıran Murat, bedenine isabet eden kurşunlar ile acıyla yere kapaklandı. Gözlerini sımsıkı kapatıp sırtında ve göğsünde duyduğu acıyla sızlandı.
Karanlığa gizlenmiş, kapıyı korumakla görevlendirilmiş simsiyah giyimli iki adam açığa çıkarak iki gence yaklaşmaya başladılar ve silahlarını ileriye doğru çevirip ateş etmeye devam ettiler. Özellikle hedef aldıkları Alperen'e doğru yaklaşırlarken Alperen, gözlerini usulca kısıp adamların hareketlerini süzdü. Sağ tarafından yaklaşan adamın tek elini beline attığını fark ettiğinde aniden doğruldu ve döndüğü gibi sağındaki adama doğru atıldı.
Yüzüne doğrultulmuş silahın hedefinden kurtularak adamın bileğini yakaladı ve silahın kabzasını çekiştirdi. Adamın karnına attığı tekmenin ardından dizini kırmasını fırsat bilerek yükseldi, ayağını adamın bedenine yasladı ve bir kuvvetle takla atarak adamın bedeninin arkasına düştü. İkisinin de bırakmamakta ısrar ettiği silah, şimdi başlarının arkasında, bükülmüş bileklerin arasında tavana ateş ediyordu. Diğer adam, telaşla ateş etti ancak kurşun, Alperen'in bedeninin önüne siper ettiği adamın omzuna saplandı. Adam acıyla sızlanırken Alperen dönüp onu ittirdi, yalpalayan adam birkaç adımla diğer adamın üzerine düştü. Diğer adam, üstüne düşen yaralı adamı itekleyip silahını kaldırdı ve yeniden ateş etti. Silahlarında susturucu takılı olmasına rağmen kurşunların duvarlara çarpması sonucu çıkan kuvvetli sese engel olamıyorlardı. Alperen kurşunlardan kaçmak için eğilip karanlığa doğru geri geri adımlar attı. Meşalelerin söndüğü karanlık alan bir perde misali Alperen'i gizlerken adam ısrarla ateşe devam ederek karanlığa doğru yürüdü. Genç savaşçıyı göremiyordu lakin kurşunlarını harcamaktan çekinmedi. Ardı ardına ateş etti, silahından çıkan kurşunlar, küçük parıltılar ile dehliz duvarına çarpıp düştü. Sonunda adamın kurşunları bitip, şarjörünü yenilemeye karar verdiğinde gözleri de pür dikkat karanlığı tarıyordu. Biraz sonra karanlıktaki hareketlilik telaşla gerilemesine ve kemerinden çıkardığı şarjörü düşürmesine neden oldu. Alperen havalandı ve dizini kırdığı gibi adamın suratına geçirdi. Adamın başı kuvvetle geriye doğru savrulurken Alperen döndüğü gibi tekme savurdu. Göğsüne aldığı son darbe ile adam sırt üstü yere düştü.
Diz üstü çöküp adamın göğüs kemiğine iki güçlü yumruk vurarak onun diyaframın hasar olmasını ve dolayısıyla da aldığı nefeslerin zehir olmasını sağladı. Omzundan yaralı olan adam koşup Alperen'in suratına tekme savurdu. Alperen acı ile geriye doğru sendeledi. Adam tekrar tekme savurmak için ayağını kaldırdığında bir hışımla ayaklandı ve darbesini havada yakaladı. Kaval kemiğine attığı tekme ile sendelemesini sağladı, dirseğini çenesinin altına geçirdi. Adam aniden silahını kaldırdığında, ateşlenmiş barut kokusu Alperen'in gözlerinin hemen önünde bitti. Silahın namlusu Alperen'in yüzüne dönmüş bir halde silahı çekiştirmeye başladılar. Silah ateşlendi, kurşun gencin kulağını sıyırıp geçti. Alperen, ayağını adamın bacaklarının arasından geçirerek dizinin ardına bariyer kurdu; silahı adamın yüzüne çarptığı gibi bedeninin geriye doğru bükülmesini sağladı. Adam, acıyla ellerini gevşetince de silahı kavradığı gibi adamdan sıyırdı ve dönüp kabzası ile adamın başına vurdu. Adamın bedeni sola doğru düştü.
İki adamda karanlık zeminde hareketsizce kaldığında, Alperen derin soluklar alıp yerde acıyla kıvranan Murat'a döndü. Hemen yanına geldi ve yere çöktü. Murat'ı sırt üstü döndürüp kurşunların nerelerine isabet ettiğine baktı.
Murat acıyla inliyor, ellerini karnına dolamış bir şekilde kan kaybettiğini söylüyordu. Gözlerinden yaşlar düşmesine ramak kalmıştı. "Vuruldum lan!" diye biraz korku, biraz telaşla bağırdı. Alperen gözlerini devirip ayağa kalktı.
"Kalk, bir şeyin yok. Bende yerde kıvranınca gerçekten ölüyorsun sanmıştım." Murat, ellerini göğsüne bastırmış bir şekilde başını kaldırdı, şaşkınlıkla Alperen'e baktı.
"Vuruldum diyorum, vuruldum!" diyerek bedenini işaret etti. "Kurşun zırha isabet etmiş. Zırhlarımız kurşungeçirmez, yani gerçek anlamda vurulmadın. Biraz daha sessiz olmayı başarırsan devam edeceğiz," diyerek kalkmasını işaret etti.
Murat dudaklarını büküp üstünü hızlıca yokladı. Gerçekten de tişörtündeki deliğin aksine zırhında hiçbir şey olmadığını fark etti. "Ah!" diye mırıldanıp ayağa kalktı ve üstünü silkeledi.
"Canım yok yandı," diyerek birkaç saniye önceki kıvranmalarına kulp bulmaya çalıştı.
"Alışacaksın, zırhın değmediği yerleri korumayı öğrenmelisin. Aksi halde gerçekten vurulursun." Alperen tuğla duvarlar arasına gömülmüş olan kapıya doğru ilerledi. Kapı, oldukça sağlam görünen ve üzerinde ve çevresinde hiçbir şeyin olmadığı sade bir metal duvardı. Üzerinde belirgin bir giriş alanı olmadığından dolayı, gizli bir bölmesinin olabileceğini düşündüler. Ellerini tuğla duvarlar üzerinde gezdirirken, Murat'a da adamların üstünü kontrol ederek bir anahtar olup olmadığına bakmasını söyledi.
Murat yerde yatan adamların yanına geldi. Yüzlerinin bir kısmı örten maskelere rağmen onların Türk olmadığını rahatlıkla söyleyebilirdi. Adamlardan birisinin göğsünden sızan kanı gördüğünde irkildi. "Kaşla göz arasında sularını çıkarmışsın," derken bir nebze de şaşkınlık akıyordu dudaklarından.
"Zırhın bahşettiği gücü kullanmayı öğrendim," dedi basitçe. Elleri taş zemin üzerinde gezinirken sık sık havalanan tozlardan dolayı öksürüyordu. Murat ise eğilip hareketsizce yatan adamların ceplerini kontrol etmeye başladı. Adamların telefonlarını buldu lakin kilitlerini açamadığı için onları geri bıraktı.
"Kan kaybından ölmezler değil mi?" diye sordu ancak cevap alamadı. Biraz sonra ise omzu yaralı olan adamın boynunda yeşil renkli bir ip olduğunu fark etti. İpi tutup çektiğinde, ucunda ince uzun bir kartın asılı olduğunu gördü.
"Buldum," dedi, kartı hızla adamın boynundan kurtarıp Alperen'in yanına geldi. Elindeki kanlı kartı gösterip, telefonlarının ışığını kullanarak kartı okutabilecekleri bir boşluk aradılar. Alperen kapının sağ tarafındaki çıkıntıları kontrol ederken Murat'ta diğer tarafı kontrol ediyordu. Biraz sonra parmak uçları arasında hissettiği bir boşluk ile kartı oraya sokuşturuverdi. Kapıdan bir tıslama sesi geldi, ardından sessizce iki yana açılmaya başladı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top