♢♢♢♢♢♢ 1 ~ ön okuma
Bir kez, bir daha ve bir kere daha.
Nefes alıp vermek erişebildiği tek fiziksel histi. Algısal yoksunluğun içerisinde sinir hücreleri beynine sadece göğüs kafesinin söndüğünü iletiyordu. Daha sonra akciğerleri sıcak havayla şişerken kayıp duyuları birer birer döndü: Göz bebekleri, göz kapaklarının perdeleyemediği yoğun kırmızı ışıkla küçüldü. Yosun kokusu burnuna doldu ve tepeden tırnağa vücuduna yayıldı. Yanağı pürüzlü ıslak zemine gömüldü, diline kum değdi, tuzluydu. Sessizlik ise ağır taş gibi yerinde kaldı.
Kendi nefesi kulağına fısıltı gibi çalındı. Elinin arkasını ağzına götürdü, alnı yay gibi gerildi ve bir derin soluğun ardından gürültülü bir şekilde hapşırdı. Yaşaran gözlerini başparmağıyla üstünkörü kurulayıp yeni çağa açtığında, uçsuz bucaksız bir mavilikle karşılaştı.
Gün, güneşliydi. Gezegenin anne yıldızı ışıklarını her kum tanesine, her su parçasına çarpıyor ve kendisini milyonlarca kez yansıtıyordu. Ufuk çizgisi iki maviliği birbirinden ayırıyordu. Lekesiz göğün altındaki deniz sudan bir çarşaftı. Her kıvrımında tonlar değişiyor, parıltılar ve gölgeler geziniyordu. Sahile vurmadan önce donakalan dalga, köpüklerini havada bırakmıştı.
Elini bir uzatsa ulaşabilecek kadar yakın olduğu halde, kara deliğin içinde yer değiştirememe kuralından dolayı sulara dokunmasına olanak yoktu. Bu yüzden İskender denizin aydınlık manzarasını izlemekle yetindi.
Şaşkın aklı önceki çağın son anlarını canlandırdı: Ölü ormanı. Külleri. Alışıp sonra kaybettiği insanları. Her şeyin bitmesine en az birkaç hissedilen geceleri daha olduğunu. Ansızın gelen mumu, alevler çağı alıp götürürken Musa'nın bir ağaca yaslanmış uyuyor olduğunu.
Farkındalık kemiklerinde büyüyen ve etini parçalayan bir diken oldu, denize dönük başı öylece kaldı ve kıstığı gözleri uzaklara daldı. Eski çağ bitmişti. Eski çağın evreni içindekilerle birlikte silinmişti, anladı.
"Hayır." diye fısıldadı.
Şakaklarındaki uzamış tutamlara parmaklarını doladı. Sanki yaşadıkları beynindeki bir bozukluktan kaynaklanıyormuş ve bu yolla düzelecekmiş gibi saçlarını asıldığında, hapşırık gibi engelleyemediği bir dürtü boğazını zorladı. Canhıraş bir çığlık denizin üzerinden geçip uzaklara yol aldı.
"Hayır!"
Çağın hemen başında üzerindeki uyuşukluğu atmış ve ayağa kalkmıştı Hayat. Hiçbir düğüm yoktu zihninde. Dingin ve huzurlu hissediyordu. Dalgaları dinleyebilmek için geriye doğru yürüyordu. Bir adım attı, bir daha ve bir kere daha. Epey uzaklaşmıştı ki İskender'in sesini duydu ve başını, sağ ayağının kumsalda bıraktığı izden kaldırdı.
Karşısındaki zayıf, pek zayıf bedenin gerçek olduğunu düşünmek güçtü. Kıyafet niyetine giydiği paçavralar asıl rengini griye kaybetmişti. Yüzünü ikiye bölen derin çizik irin dolu sarılıklarla çevrelenirken yeni yeni uzayan sakalları kurumuş kan izlerine karışmıştı. Dehşetle yutkunan Hayat, sesi olmasa onu asla tanıyamayacağını düşündü. Suların önünde diz çökmüş bu zavallı adam, ona "Sahibinin yanına dön!" diyerek yol veren o mağrur asker miydi?
Seslenmek için ağzını açtı fakat ses telleri titremeyi reddetti. Ela gözleri tek bir noktaya hareketsiz bakarken dili damağı kurudu. Sağ elinin parmakları gevşek bir yumruk şeklinde içe dönüktü. Bir ayağı hafifçe öndeydi, sanki attığı adım yarıda kalmış ve zamanla birlikte donmuştu.
Arkasında birinin var olduğuna ilişkin sezgi, sayrılıkla "Hayır, hayır..." diye sayıklayan İskender'i dalgınlıktan kopardı. Nerede olduğunu kavradı ve çevresine bakındı, bu sayede bir yabani çalı gibi duran Hayat'ı ayırt etti. Adamakıllı şaşırmıştı, alt dudağı düşmüş ve ağzı aralanmıştı. Tepeden tırnağa süzdükten ve hayal görmediğini kesin olarak anladıktan sonra vücudunu çevirdi ve adım adım yaklaştı. Karşı karşıya durdular, aralarında tek kurallı bir oyun varmış gibi birbirlerinin gözlerinin içine baktılar.
Bunu ilk bozan İskender oldu.
"Hayat?" dedi, sesi karşılaştıkları andaki gibi yumuşaktı. "Patlamada orada mıydın?"
Diğeri, "Patlama mı?" demeden önce dudaklarını yummuş ve ağzının içinin yeniden ıslanmasını beklemişti.
Uzun saçları kuruyan kanla birlikte elbisesine yapışmıştı. Kalbinin olduğu hizada, tam ortada kumaş yırtılmıştı, altından taze deri görünüyordu. Beyaz renkli iyileşen bölge, kararıp kalınlaşmış eski deriyle çevrilmişti ve buradan yapraksız ağaçları andıran yanık izleri tüm vücuduna yayılıyordu. Boynuna, yanaklarına, ellerine...
"Haberin yok demek." dedi. "Peki, seni bu hale getiren ne?"
Avuç içlerini açtı, vücudundaki ateşten geriye kalan izler el çizgilerinde yoğunlaşıyordu. Kıvılcımlar, diye düşündü ama nasıl açıklayacağını bilmiyordu. "Ben..." dedi ve sustu.
"Hayat." dedi İskender bir kez daha. "Sen insansın."
"Ne?" dedi kız, böyle bir tepkiyi beklemiyordu. İnsanlık ona artık ilk kez işittiği bir masal gibi yabancıydı.
"Yaralanmışsın." dedi. "Acı çekmişsin. Kazadan veya diğer insanlardan kendini koruyamamışsın."
Uyumsuz bir gülümseme kızın dudaklarında belirdi. Önceki çağın başında bu cümleyi duyabilmek için her şeyini feda edeceğini düşündü, fakat dünya dönmüş ve artık bir şeyler değişmişti. Yine de askerin itirafı içinde kalan az bir miktar kızgınlığı da su gibi eritti.
"İnsan olmayı istedim." dedi. "Hatta ayrılırken bana 'Sen nesin?' diye sorsaydın, büsbütün bir insan olduğumu iddia ederdim."
Elini kaldırdı ve parmağını İskender'in yüzündeki kılıç yarasına sürdü. Asker kaşlarını çatıp başını geriye çekse de Hayat'a engel olmadı.
"Fakat değilim, kendimi kabullendim."
Eğer kıvılcımların onu yakmasına hazır olsaydı yarayı iyileştirmeyi denerdi. Yeterince güçlü hissetseydi, ikisinin de sağlıklı ve mutlu olduğu son güne odaklanır, kötü zamanların izlerini silerdi.
"Ben bir robotum." dedi. "Asıl kimliğimi sevdim."
"Hayat." dedi asker onun etli, yumuşak elini tutup indirerek. "Sana kim olduğunu dikte eden sözlerin, bu ben de olsam, seni değiştirmesine izin verme." Giysisindeki yırtığı izledi, kız nefes alıp verirken o da genişliyor ve daralıyordu. "Sen insansın. Bunu hissedebiliyorum."
Ela gözlü kız bir daha ve bu sefer burukça gülümseyerek zamanın tek yöne giden bir ok olduğunu söyledi. Kara deliğin içinde her ne kadar farklı şartlar olsa da dışarıdaki evren sistemli ve acımasızca işlerdi.
Boynunu arkaya doğru büktü ve dengesini koruyabilmek için bacaklarını açtı. Gökyüzünün tepe noktasına, bebek mavisinin en koyusuna bakışlarını çevirdi. Başka etkilerden kesilerek odaklandığı tek düşüncenin bedenini ele geçirmesine izin verdi.
Vecde kapılmak, vücudunun iradesini üst beyninden alıp derin bilincine verdi. Sağ ayağı kıvrıldı, baş parmağı kumun üzerinde kaydı ve yere çizgi çizdi. Bacağı bir balerin estetiğiyle hareket ederken ritmik sesi bazı rakamlar okuyor, zamanın neresinde olduklarını bulmaya çalışıyordu.
İlkin onu dehşet içinde seyreden asker, kelimeleri işitince eğildi ve rakamları parmağıyla yere çizerek not aldı. Galaktik takvim verisi olduğunu zannettiği bu ifadeyi hesap yaparak alışık olduğu takvim sistemine çevirmeye çalışıyor, diğer yandan Hayat'ın tek ayak üzerinde döndüğünü ve diğer ayağını gramofon iğnesi gibi kuma sürdüğünü seçiyordu.
Hesabını hata yapma ihtimaline dayanarak tekrarladı. Sonucun değişmediğini ortaya çıkardığında yazdığı son sayıya hayal kırıklığıyla bakakaldı. Onu dalgınlığından çıkaran ani bir ses oldu, kız dansını bitirmiş ve yere yığılmıştı.
Hesaplarının üstüne basıp sıçradı. Kumların üzerine çizilmiş yuvarlak, Kuzey Kutbu merkezli Dünya haritasını fark ettiğinde nutku tutuldu ve çizgileri daha yakından inceledi. Denizler alçaktı, karalar yüksek, çöller düzlük, dağlar engebeli. Heykel titizliğindeki haritada nehirler bile ince çizgiler olarak yer almıştı, Hayat ise boylu boyunca Asya tarafına uzanmıştı.
Haritanın çevresinden dolaştı İskender. Kumlara oturdu ve yatan bedenin saçlarına dokundu, adıyla çağırdı onu.
Ela gözleri, kirpiklerinin arasından incecik belirdikten sonra "Beni güçsüz düşürdü." dedi kız ve adamın, "Seni ne güçsüz düşürdü?" sorusunu yanıtsız bıraktı.
"Anlattığın bazı şeyleri hâlâ hatırlıyorum. Doğduğun yerdeyiz. Nerede doğmuştun? Mısır'da, İskenderiye'de..."
Asker başını salladı ve sözlerinin devamını dinlemeye hazır olduğunu belli etti.
"Hangi yılda olduğumuzu da öğrendim." dedi ve aynı anda biri ölçtüğü tarihi, diğeri de hesapladığını söyledi.
Milattan sonra 415.
"Hayat!" dedi. "Eğer bir annen ve baban olsaydı, nasıl tanışmalarını isterdin?"
"Anlamsız bir soru." dedi diğeri, güldü. "Gerçi bir zamanlar mutlaka bir ailem olduğunu ve oradan kaçırıldığımı iddia ediyordun. Yani..." Düşündü. "Nasıl tanışmış olurlardı biliyor musun? İkisi de laboratuvarda çalışan mühendisler olurdu. Birisi insansı robot projesi üzerinde çalışıyor olurdu, diğerinden gen örneği alırdı, kendi genleriyle bu örneği sanal ortamda birleştirir ve çocuğunun nasıl birisi olacağına bakardı. En sonunda projeden vazgeçer ve gerçek bir insan meydana getirirlerdi, o da ben olurdum."
"Bana kızacaksın ama..." dedi adam, "Bir yerlerde senin hâlâ insan olduğuna inanmak istiyorum."
"İnsan olmamı neden bu kadar istiyorsun?" dedi kumları yavaşça parmaklarının arasından geçiren ve derisinde oluşan serin, garip histen zevk alan Hayat. "Robot olarak da insanlıktan pek bir eksikliğim yok. Zekâ seviyelerimiz uygun. Duygularını anlıyorum, paylaşıyorum."
"Ruh." dedi asker.
Bu kelimeyi işiten kız bir an için titredi. "Ruh tam olarak nedir?" dedi.
"Ruhun ne olduğunu ancak Allah bilir, ancak ne olmadığını söyleyebilirim." dedi. "Madde ya da enerji değildir. Beyindeki kimyasal tepkimeler değildir, duygular ya da düşünceler değildir. Ölçebileceğimiz bir şey değildir, hatta gözlemleyebileceğimiz bir şey de. Benzetme yapmak gerekirse... Bir kelimenin harfleri bedeni, anlamı ise ruhudur."
"Benim ruhum yok mu?" dedi kız. "Ben niye varmış gibi algılıyorum, yani..." Yutkundu, doğru kelimeyi seçip seçmediğini anlamaya çalıştı. "Öyle seziyorum o halde?"
Gerçekler ve temennilerin karıştığı bir noktadaydı asker, insanlığa "ruh" kavramı hakkında çok az şey öğretildiğine inanırdı, bu yüzden cevap vermedi. Düğümü ne kadar çözmeye çalışırsa, o kadar karışacaktı.
"Annem ve babam burada tanışmış." dedi, dramatik bir konu değişikliğiyle. "Bu şehirde."
"Özlemişim." dedi kız, gülümsüyordu, ela gözleri bulutsuz gökyüzündeydi.
"Neyi?"
"Anlattığın hikâyeleri." Kum ile suyun birleştiği sınır yükselip alçalıyordu. "E, sonra ne olmuş? Nasıl tanışmışlar?"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top