-8-

Keyifli okumalar...

***

Giraj

Adımlarım ile kalp atışlarım senkronize bir hızda ses çıkarırken tam da hedeflediğim eylemden ismini alan Yükseliş Odası'na girip derin bir nefes aldım.

Volfram Kafesi'ne çıkan merdivenlere varmam on dokuz adım sürmüştü. Toprak rengine sahip volkanizmanın bir ürünü olduğundan neredeyse emin olduğum otuz basamaktan ilkine sağ ayağımı basıp bedenimi ilerlemeye teşvik ettim.

Çift kanatlı kapının sağ tarafında yer alan kırmızı, sarı ve yeşil renkli kuvarsların birbirine geçen şekilleri sol pazımdakinin aynısıydı. Tanıdık olana odaklanmak yerine sol taraftaki yazıya gözlerimi dikip basamakları tırmanmaya devam ettim.

Yeryüzünün dilinin konuşanlar.

İşte statü sınavından geçip başarılı olduğumda alacağım unvan buydu. Omurgamı dikleştirip kapının her iki paneline birer elimi dayayıp ittim. İçeri girdiğimde ilk dikkatimi çeken beyaz mermerle döşenmiş zemindeki kendi yansımamdı.

Başımı kaldırınca sınavın gerçekleşeceği yeri gördüm. Birbirinden cam duvarlarla ayrılmış, sarmal bir labirentin önünde iri yarı gövdeleri ile iki adam dikiliyordu.

İzin vermedikleri hiç kimsenin o odanın merkezine ilerleyemeyeceğini söyleyen bakışları ile gerilsem de bedenimi silkeledim. Kişilik çipimi gösterip filopilerinde statü sınavı için seçilmiş kişilerden biri olduğumu gördüklerinde geride kalacaklarını kendime hatırlattım.

Elbette buradaki varlıkları yalnıza basit bir tarama işleminden ibaret olamazdı. Korumakla yükümlü oldukları kişi için Yönetim Bölgesi'nden buraya gelmiş olmalıydılar.

Statü sınavını yönetecek olan dokumacıyı.

15.düzlemi yöneten kişiyi tam da ondan ayrılmak üzereyken ilk kez göreceğim fikrinin ironisine güldüm.

İfademdeki değişimi hoş karşılamayan iki adam bana sertçe bakarken, omzumda hissettiğim el ile irkildim. Başımı hızla çevirince öğreticilere has cübbesi ile dikilen uzun boylu adama baktım.

''Tüm dezavantajlarına rağmen yine de buraya geleceğini biliyordum.'' Bana 15.düzlem ile bağlantı kuramadığım gerçeğini ve seçimlerin istenmeyen sonuçlar doğurabileceğini anımsatan Öğretici Hans gülümsedi.

Başımı saygıyla eğdim. ''Yürüdüğüm yolun sorun olmadığını söylemiştiniz.''

Omzumdaki parmakları kasıldı. ''Öyle dedim.'' Derin bir nefes alıp bedenini dikleştirdi. ''O kapıdan geçmeden önce bilmen gereken son şeyleri sana söylemeye geldim.''

Tüm dikkatimi öğreticiye verip dinledim. Dudaklarını kapatıp omzundaki elinden beni özgür bıraktığında filopim son beş dakikanın kaldığını bildiren bir alarm sesi ile beni uyardı.

Geleceğe doğru ilerleyip iki korumadan sağda dikilen, diğerinden daha kilolu olanına sol bileğimi uzattım. Kişilik çipimi tarayıp cam duvardan labirentte ilerlemem için onay verildiğini bildirip arkadaşı ile geri çekildiler.

Arkama bakmadım. Tek hedefim ilerlemek ve ilerlemeye devam etmekti.

Daireler çizerek hedefime vardığımda beni bir adam, bir kadın ve simüle işlemi için bir koltuk karşıladı. Uzun sarı saçları başının tepesinde toplanıp ilk on düzlemde yaşayanların elde edebileceği fazlasıyla esmer yüzünü öne çıkaran kadın dokumacı olmalıydı.

Açık kahve tonunda gözleri soğuk bir inceleme ile bedenimde dolaşırken, oturduğu koltuktan kalkıp yanında dikilen adama emirler verdi. ''Uygun dozun ayarlanmasını sağladıktan sonra işlem için onu hazırla Tioti.''

Saygısını belli eden bir jestle başını eğen adam ''Elbette dokumacı.'' deyip zaman kaybetmeden harekete geçti. Odanın ortasında konumlandırılmış yumuşak dolgu malzemesinden zemine sahip koltuk yatık durumdaydı. Hemen yanında enjeksiyon işlemi için gerekli kapsüller ve Tutulma Günü gökyüzünde görünen renkli ışık şeritlerini andıran bir araya toplanmış kablolar vardı.

Tioti adındaki adam bana dönüp ''Koltuğa otur.'' dedi. Elinde tutuğu kapsül ile beni beklerken Sağlık Konutu'ndaki görevlileri andırıyordu. Onlardan biri miydi? Emin değildim.

Bana denileni yapıp bedenimin ağırlığı ile çöken koltuğa oturdum. Beni omuzlarımdan itip koltuğa uzanmama neden olurken gri neredeyse renksiz gözleri ile suratıma baktı. Dokumacıya cevap verirken kullandığı yumuşak tonun aksine kaba sesiyle konuştu.

''Ojusa ve Ukate adına, üç oluşumu kabul edip statü belirleme sürecini onaylıyor musun?''

Nabzım hızlanırken avuçlarımın içi terledi. Yutkunup Öğretici Hans'ın bana öğrettiği kelimeler ile cevap verdim.

''En Tepedeki Ojusa ve Çapadaki Ukate adına evet.''

Cevabım ile göremeyeceğim bir noktaya doğru ilerleyen dokumacının elini suratında gezdirdiğini gördüm. Görüş alanıma birkaç saniye sonra yeniden girdiğinde sol gözünün üzerine yerleştirdiği optik işlemciyi fark ettim. Ve neden sınav için yuvarlak cam duvarlarla çevrili bir odada olduğumu anladım. Cam sandığım yüzeyler aslında filopiler ile aynı işleve sahipti.

Dokumacının açık kahve gözleri duvarları hızla tarayıp benim göremediğim bilgilerime, tek gözüne takılı optik işlemcisi ile ilgiyle baktı. Uzanmak için zorlandığım koltuğa yönelip bana tepeden bakarken pürüzsüz cildinin koyuluğu beni büyüledi. Yaşamını 15.düzlemde geçirmediği belliydi.

Onun yanında hastalıklı bir solgunluğa sahip olduğumu fark etmek hoşuma gitmemişti. Dokumacının ince kaşları birbirine yaklaşırken, gördüklerinden etkilenmediğini hissettiren bir sesle konuştu. ''Değerini kanıtlamazsan yeryüzüne dönersin.''

Başarısızlığın bir seçenek olmadığını vurgulayan Ojusa'nın ilkesini bana hatırlatmasına gerek yoktu. Kendi kendime sadece ilerle dedim. Başaracaksın.

Sol kolumdaki işlemeye avucumu bastırıp benden istenen sözleri söyledim. ''Çapa bedenimi alsa da hazırım.''

Ardından olanlar çok hızlıydı. Renkli kablolar bedenimin farklı noktalarında tenimle buluştu. Rahat gri malzemeden yapılmış dolgulu koltukta hareketsiz kalırken ayak ve el bileklerime kayışlar bağlandı. Yeşil bir sıvının haznesinde yüzdüğü kapsül ile bana yaklaşan adam, başımı sola çevirip gergin boynuma kapsülü dayayıp enjeksiyon işlemi için mekanizmasını tetikledi.

Kısa bir an acı ile irkilip beni yerime sabitleyen kayışları çekiştirdim. Bilincim karanlığa gömülüp beni olduğum andan koparırken uyuşmaya başlayan dudaklarım ile mırıldandım.

''Yukarıya.''

***

Hina

''Hina.'' Bana yaklaşan bedenin her adımını izledim. Hedefine ulaştığında durup ''Burada ne arıyorsun?'' diye sordu.

Yalnız olmadığımı fark edince ilgisi benden Umbira'ya kaydı. İfadesi sertleşti. Zecrik'in ela gözleri yardımcı botanikçiyi süzerken gama ekseninden çıkan birinin konumunu fark eden Umbira eğilip selam verdi.

Ardından çatlayan sesi ile ''Geç kalmasam iyi olur.'' deyip izin istedi. Zecrik başını eğince ''İyi günler dilerim efendim.'' dedi. İkimizi baş başa bırakıp uzaklaşan cılız yardımcının sırtına baktım.

Neden yırtıcı bir hayvanın önüne atılmış et parçası gibi hissediyordum?

Zecrik sorusunu tekrarladı. ''Hina burada ne arıyorsun?''

Ona Diakmos Bahçesi'nden geldiğimi söyleyemezdim. Üstelik Zecrik kelimenin anlamını biliyordu. O gün beni öpmek istemesine şaşmamalıydı. Bir sevgili gibi gülerek uyanıp aşkımı itiraf etmek isteseydim, tek yapmam gereken aynı şekilde davranmaktı.

Gözlerimi etrafta gezdirip bir bahane ararken gerçeği biraz yalanla süsledim. ''Umbira bana boş ekseni göstermek istedi.''

Aynı rütbede olduğumuzdan ona ismiyle hitap etmemde sorun yoktu. Ama Zecrik'in yüzünde kendisinin elde etmek için çabaladığı şeyin bir başkası tarafından kolayca alınmasına karşı duyduğu kırgınlık var. Nedense ifadesi uzanıp ona dokunmak istememe neden oldu.

Aklımdan geçen düşünce ile parmaklarımı avucumun içine gömüp aceleyle konuşmaya başladım. ''Umbira'nın proje yöneticisi de Uzman Jeinan ve arada veriler için onu yolluyor. Bugün de bazı verileri kontrol ettikten sonra bana alfa ekseninde olduğum için şanslı olduğumu, kendisinin omega eksenindeki ofisine ulaşmak için epey uğraştığından bahsetti. Ardından konu bölgede boş bir eksen varken neden kullanılmadığına geldi. Ama ben eksenin yerini tarif ettiğinde anlayamadım.''

''Ve görmeye mi karar verdin?''

Boynum ağrıyormuş gibi ovuşturdum. ''Sabahtan beri çalışıyorum biraz hava almaya ihtiyacım vardı.''

O anda yorgunluğun izlerini yeni fark etmiş gibi kaşları havalandı. ''Bitkin görünüyorsun, yeniden Sağlık Konutu'nu ziyaret etmeni istemem.''

''O kadar da kötü hissetmiyorum.''

Kolumu tutup beni yönlendirirken ''Dinlenmelisin.'' dedi.

Hareket ederken beni de kendisi ile sürükleyince adımlarım birbirine karıştı. ''Hey nereye gidiyoruz?''

Ben geniş sırtına bakarken ''Madem buraya kadar görmeye geldin. Öyleyse görmelisin.'' dedi. Teta ekseninin kapısına varınca durup beni bıraktı.

''Burası gizli bir eksen, girişi yasak.''

Kişilik çipinin olduğu bileğini kaldırıp kapının yanındaki panele tarattı. Yüzey kırmızıdan yeşile dönünce hafif bir fıslama sesi ile kapı aralandı. Zecrik kapıyı itip açtıktan sonra içeri girip elini bana uzattı.

Muzipçe göz kırptı. ''Bir doktor için değil.''

***

Zecrik'in adımları sessiz koridorda yankı yaratırken teta ekseninin serin havasıyla kollarımdaki minik tüyler havalandı. Üç adım arkasında, geniş sırtına gözlerimi dikip ona eşlik ederken konuşmaya devam ediyordu.

''Buranın geçmiş zamanın izlerini taşıyan bir laboratuvar alanı olduğunu biliyor muydun?''

Soru ile zihnimdeki bilgileri tarayıp cevap verdim. ''Evet, geçmişte biyolog ve doktorların bir arada çalıştığı zamanlar olduğunu okumuştum.''

Zecrik başını çevirip bana bakarken gülümsedi. ''Devam etmemesi üzücü değil mi?''

Zecrik ile birlikte çalıştığım düşüncesi bir an beni sarıp hayallere dalmama neden oldu. Sürekli bana gülümseyen ve yardım eden bu çekici adamın oldukça ilgi çekici bir çalışma partneri olacağı kesindi. Yanaklarıma sıcaklık yayılırken gözlerimi kaçırdım.

Birkaç kapıdan geçip sterilize bir odaya vardığımızda cam kabinlerin ardında saklanmış çeşitli nesnelerin olduğu fark ettim. Merakla en yakındakine ilerleyip isim etiketine göz attım.

Rejenerasyon beşiği.

Kabinin arkasında yer alan gümüş renkli düzeneğe baktım. Metal bir plakanın üzerine yarım bir daire şeklinde ayrı bir kol yerleştirilmiş, enjeksiyon benzeri işlemler için onlarca küçük iğne bu kolun alt kısmına eklenmişti.

Çalışma prensibini tam olarak anlayamasam da ön kısmında kalan vakum tüplerinin içine gerekli solüsyonların konulduğu kesindi.

Dikkatimi çeken şeyi merak eden Zecrik yanımda dikilip öne doğru eğildi. Omzu omzuma sürtününce aramızda minik kıvılcımlar uçuştu. Ela gözleri bir an için dudaklarıma kayıp hemen geri cam kabine döndü. ''İlginç bir mekanizma değil mi?''

''Öyle.'' diye mırıldandım.

Kokusu burnuma dolunca bir adım geriledim. Öpüştüğümüz anki tadı dilime yayılıp parmaklarımda omuz kaslarını hissetmişim gibi miden kasılıp nefes alışverişim hızlandı. Sanki göğsümü döven kalbimin atışları dışarıdan da duyuluyormuş gibi telaşla kabinin çaprazında yer alan başka bir nesneye ilerledim.

Zihnimi olduğum ana odaklayıp önüme baktım. Birkaç saniye için gözlerimi yumup bekledim. Kuşandığım kararlılık ile kirpiklerimi aralayıp önümdeki kare şeklindeki solgun etikette yer alan yazıya baktım.

Altın nefes.

Bu bir maskeydi. Plastik yüzeyinin altında kare bir tüp alanı ve yüze oturması için geliştirilmiş lastikleri vardı. Düzlemi çeviren güneş panellerinin uygun kullanım koşullarını sağlanmadan önce burada yaşayan insanların ciğerlerinde basınç kaynaklı çöküşlerin yaşanmasını engellemek için tasarlandığı kesindi.

Doktor ve biyologların bir ürünü. Bunun için oksijen üretimi yapan diyatome benzeri organizmalardan yararlandıkları kesindi. Tıbbi yönünde sanırım alveol difüzyonu ile alakalı bir prensibe sahipti.

Zecrik mesafesini koruyarak ''Epitel hücrelerden salgılanan lipoprotein kompleksleri hakkında açıklayıcı bir konuşma istemiyorsan ilgini daha çok çekecek bir şey var burada.'' dedi. Eliyle işaret ettiği yere bakınca odanın diğer ucunda çeşitli bitki fosillerinin incelendiği bir platform olduğunu gördüm.

İlgimi çekmesi konusunda haklıydı.

Hızla bahsi geçen alana yönelip sarı, kırmızı, mavi ve yeşilin farklı tonlarında solmuş bitki örneklerine baktım. İçimde bilgiye aç ve çalışmayı seven yanım alev alıp ''Bunlardan bazılarının botanikçiler tarafından üretimi artık yapılamıyor bile.'' derken dudağımı ısırdım.

''Ekosistem Arazileri'nde onca bitkinin yer almasına rağmen mi?''

Böylesine basite alan bir yorum duyunca ona dönüp hoşnutsuzluk ile baktım. Ellerimi belime koyup onu azarlamak için dudaklarımı araladım. ''Bunu söyleyen sen misin? İlaç kapsüllerinin geliştirme çalışmaları o bitkiler sayesinde oluyor.''

Sivri çıkışımı beklemiyor olacak ki gözlerini kırpıştırdı. Ardından yüksek sesle kahkaha attı. ''Ah böylesine savunmacı bir yanının olduğunu bilmiyordum.''

Tek kaşımı memnun olmadığımı belirterek kaldırdım. ''Hayatım boyunca emek verdiğim şeyleri küçümsedin. Ne yapsaydım?''

Özür diler şekilde başını eğdi. ''Amacım asla bu değildi.'' İfadesinden sözlerinin beni kırmak için olmadığını anladım. Zaten Zecrik her zaman nazik ve anlayış doluydu.

Onun da bir zamanlar benim özrümü kabul ettiği gibi ''Affedildin.'' dedim.

Dudakları yeniden kıvrılırken bana bir adım yaklaştı. Elini kaldırıp parmak uçları ile saçımı okşadı. ''Birbirine karışmışlar.''

Dağılmış haldeki birkaç tutamı geriye çekince kaslarım gerildi. Telaşla ne kadar kötü durumda görünüyor olabileceğimi fark ettim.

Alfa ekseninden Diakmos Bahçesi'ne gidip geri dönmek saatlerimi almıştı. Ter içinde kalıp nefes almaya çalışırken topuzumdan kaçan saçları da kırışan kıyafetlerimi de görmezden gelmiştim.

Rahatsızca ''Dağınık bir buğday demeti gibi görünüyor olmalılar.'' dedim.

Ela gözlerini saçlarımdan ayırıp elmacık kemiklerimde gezdirdi. Ardından büyüyen gözbebekleri ile kahve irislerime odaklandı. Sert çizgilere sahip hatları gülümseyince yumuşayıp özel bir ifadeye büründü. ''Güneş ışınlarına benziyorlar. İnsanın hiç düşünmeden uzanıp o sıcaklığa dokunası geliyor.''

Yüzüm bahsi geçen güneş ışınlarından fazlasıyla nasibini almış gibi kızarırken yutkundum. ''Ah öyle mi?'' Bakışlarımı kaçırdım. ''Şey... teşekkürler.''

''Keşfetmek güzel. Sen-'' Alanda yankılanan sürtünme sesi ile Zecrik'in cümlesi yarım kaldı. Hızla dönüp gürültünün kaynağını bulmaya çalıştım. Sol taraftan çarpma ve adım sesleri gelince telaşlandım.

Kahretsin burada olmamam gerekiyordu.

Geldiğimiz yönden kaçmak ve saklanmak arasındaki ikilemimi kolumu tutan Zecrik'in eli bozdu. ''Sakin ol.''

Evet, demesi kesinlikle kolaydı. Teta eksenine giriş izni olmayan o değildi. Uzman Jeinan'ın projemin iptali için uygunsuz davranışlar listeme yeni bir çentik eklemesini istemiyordum. Zaten yeterince derdim vardı. Hem kim gelmişti ki? Başka bir doktor mu?

Zecrik diğer eli ile çenemi tutup ona bakmam için kaldırdı. ''Nefes al Hina.'' Sanırım o ara panik ile nefes almayı kesmiştim. ''Gelen her kimse açıklamayı ben yaparım.''

Bir an onun 11.düzlemdeki uzmanlar arasında en kıdemli olduğunu hatırlayıp derin bir nefes aldım. Kurtulabilirdim. Zecrik bana cesaret veren bir gülüş ile bakınca ben de ona gülümsedim.

''O açıklamayı gerçekten duymak isterim.'' Arkamdan gelen öfkeli sesi duyduğumda ise gülümsemem binlerce parçaya ayrılıp yeri boyladı. Omurgam gerilip kanım damarlarımda kısa bir an için korku ile donarken başımı çeviremedim.

Zaten bakmama gerek yoktu.

Gelen Repias'tı.

***

Bir adım geri çekilen ve selam veren Zecrik ''Dokumacı.'' dedi. Sonunda sinirlerim alev alıp kaslarıma gerekli mesajı iletmeyi başarmış olacak ki başımı çevirip içlerinde kızgın mavi yangınların olduğu gözlerin sahibine baktım.

Repias hoşnutsuz ifadesi ile ''Burada ne işiniz var?'' diye sordu.

''Eski çalışmaların içinde projem için teşvik edici bir dayanak bulabilir miyim diye bakmak istedim.''

Bir doktorun giriş izninin olduğu alanda öne sürdüğü bahane fazlasıyla yeterliydi. Elbette yanında ben olmasaydım.

Repias'ın aklından da aynı şeyler geçiyor olacak ki ''Elbette kendini adamışlığın takdir edilesi.'' dedikten sonra odak noktasını bana kaydırdı. ''Tabii yalnız olsaydın.''

Zecrik beni korumak ister gibi Repias ile aramda kendini konumlandırıp ''Bir biyolog görüşünün ufuk açıcı olabileceğini düşündüm.'' diyerek ilgiyi kendisine çekti.

Ağzımın içi kuruyup bedenime hafif bir titreme yayılırken sessiz kaldım. Ne diyebilirdim ki?

Sıktığı çenesi yüzünden boynundaki kaslar gerilen Repias ise ''Bir uzman,'' dedikten sonra tek kaşını kaldırdı. ''Görüşü ufkunu açabilirdi. Bir yardımcının ki değil.''

Zecrik kelimeleri ile bana kalkan oldu. ''Alanında fazlası ile başarılı ve kısa sürede yükselmiş, yeni fikirler üreten bir yardımcının fikrini almanın da bir uzmanınki kadar etkili olabileceğini düşündüm.''

Beni övdüğü noktadaki dik duruşu içimde bir şeylerin sıkışıp acımasına neden oldu. Yine aynı şey oluyordu. Repias ile Zecrik'in hareketleri zihnimde çatışıp farklı seçeneklerin sonuçlarını düşünmeme neden oluyordu.

Yükselen sesi ile Repias ''Kurallar ve unvanlar Zecrik!'' diye otoritesini ortaya koydu. ''Uyulmadığında kaos yaratan yankıları hesaplayamayacak kadar toy değilsin.''

Zecrik öne çıkıp kendisini savunmak istese de Repias'ın havaya kaldırdığı eli ile durmak zorunda kaldı. ''Ve sen Hina. Ne olursa olsun burası senin giriş izninin olmadığı bir eksen.''

Tırnaklarım avuçlarımın içinde izler bırakmak için kasılırken ''Özürlerimi sunarım efendim.'' dedim.

''Nedense hatalardan ders almayan bir yönelim geliştirmeye başladın. Geçen sefer Jeinan'ın önerisini görmezden geldiysem de bu sefer bir durum değerlendirmesi istemek zorunda kalacağım.''

Panikle soluğum kesildi. Zecrik'in beni yarı yarıya saklayan bedeninin arkasından sıyrılıp kendimi açığa çıkardım. ''Hayır, lütfen bu proje benim için çok önemli.''

Repias'ın gözleri kısıldı. Cümlesine başlarken Zecrik'e birkaç saniye baktı. ''Gereksiz olanları...'' Mavi gözleri beni yaktı. ''Önemli olanların önüne koymak senin seçimindi.''

Cümlesinde yatan ikinci anlamı yakalamamak için aptal olmam gerekiyordu. Repias'ı dinlemeyip her seferinde Zecrik ile bir arada bulunmam onu kırmıştı. Onu seçmem gerekirken Zecrik'in yanında dikiliyordum.

Gözlerimin arkası yanıp gözyaşları akmak için tehdit ederken ''Lütfen dokumacı.'' diyebildim. Mimiklerime yerleşen ifadeyi görünce bir an öfkesi ve kırgınlığı bocaladı. Bana yaklaşmak ister gibi bedeni öne eğildi ama yalnız olmadığımız gerçeği ile olduğu yerde durup dokumacı ile diğerleri arasında olması gereken çizginin ardında kaldı.

İfademi fark eden tek kişi Repias değildi. Zecrik öne çıkıp ''Benim fikrimdi.'' dedi. Dudaklarından dökülecek kelimeler ona sıkıntı veriyormuş gibi yüzü buruştu. ''Beni durum hakkında uyarıp kendisinin eşlik edemeyeceğini dile getirse de onu zorladım. Unvanım yüzünden beni reddedemedi.'' Başını dikleştirip en profesyonel duruşunu sergilerken ''Durum değerlendirmesine ihtiyaç duyacak bir hatanın olmadığını bir uzman olarak rahatlıkla onaylayabilirim.'' dedi.

Konuşması boyunca gözlerindeki düşmanlık ile onu ezmek istermiş gibi bakan Repias ''Öyle mi oldu?'' diye bana sordu.

Projemin iptal edilmesi ile Zecrik'in daha çok azarlanıp farklı cezalara maruz kalması arasında kalınca gerildim. Kendi emeklerimi büyütürken onunkileri aşağı göremezdim. Gerçekleri söylemeye karar vermiştim ki Zecrik'in hafifçe iki yana başını salladığını fark ettim. Ela bakışları onun hikayesine uymam için beni teşvik ediyordu.

Dudağımı sertçe ısırıp kan tadının ağzıma dolmasına neden olurken ''Evet efendim.'' dedim.

Repias bizi yalan söylediğimiz hakkında azarlamadı ya da daha fazla soru sormadı. Eliyle burun kemerini sıkıp iç geçirdi.

''Hemen ofise dön Zecrik. Senin ile ayrı bir konuşma yapacağız.''

Zecrik bedeninde geçen bütün gerilimle eğilip selam verdi. Bakışlarında beni ardında bırakmak istemediğini belli eden bir ifade olsa da itiraz edemeyip koridora çıktı. Adım seslerinin yankısı hızla azalıp beni Repias ile yalnız bıraktı.

Ellerimi kollarımın üzerine kenetleyip kendime sarıldım. Gözyaşları yanaklarımdan süzülürken olduğu yerde dikilmeye devam eden Repias'a baktım.

Gururlu duruşu ve buz kesmiş gözleri ile beni süzerken suçluluk ile tenim yandı. ''Özür dilerim.''

Sessiz kaldı. Bir an beni terk edeceğini düşündüm. Bu düşüncenin içimde yarattığı korku patlaması ile gözlerim büyüdü. Onu bırakamazdım.

Repias aramızdaki mesafeyi birkaç adımda aşıp eliyle suratıma uzandı. İşaret parmağı dudağımı sıyırıp acı ile tıslamama neden olurken ''Kanıyor.'' dedi. Tanıdık dokunuş ile hissettiğim acıyı görmezden gelip elimle elini yakaladım. Teninden yayılan sıcaklığına odaklanıp gözlerimi yumdum.

Kısa süre sonra boştaki eli belimi bulup beni kendine çekti. Başımın üzerine dayanan dudakları ile ''Hina.'' diye fısıldadı. ''Seninle ne yapacağım?''

Yanında olduğum her seferinde hissettiğim gibi bedenim ona çekilirken ''Beni bırakma.'' diyebildim. Bana yanımda kalacağını söylemedi ya da teselli cümleleri ile bedenimi gevşetmedi.

''Neden dediklerimin aksini yapıp duruyorsun?'' Yanağımdaki parmakları kasılırken sesi sertleşti. ''Neden her zaman yanında o adamı buluyorum?'' Belimdeki dokunuşu hafif bir okşamadan etime gömülen parmaklara evirildi. ''Neden beni başarısızlığa uğratıp duruyorsun?''

Olumsuz duyguları bedeninden bana akarken tenim buz kesti. ''Ben...ben buraya girmek istemedim.''

Beni tutan kollar geri çekilip uzaklaştı. Yüzünü çevreleyen dalgalı saçlarını çekiştirip bana tepeden bakarken ''Seni affetmekten yoruldum.'' dedi.

Damarlarımdaki kan çekilip kalbimin kırılmasına neden olurken ona uzandım. ''Repias.''

''Hayır!'' Bağırınca yerimden sıçradım. Bedenim içgüdüsel olarak büzülünce gözlerini yumup derin bir nefes alıp kendini sakinleştirdi. Sakin çıkan sesiyle ''Zamana ihtiyacımız var Hina.'' dedi.

''Ama-''

''Bu sefer hiç değilse sözümü dinle Hina.''

Dilimi ısırdım. Beni omuzlarımdan tutup geldiğim yöne çevirdi. Bedenimi itip ilerlerken karşı koymadım. Teta ekseninin giriş kapısı aralanıp sıcak hava yüzümü yalarken beni yalnızca binadan değil, kalbinden de çıkarıyormuş gibi hüzünle doldum.

Ellerini geri çekip kendisi girişin ardında kalırken ''Birkaç gün kafanı topla.'' dedi. Ben bedenimi çevirip ona bakamadan kapı kapandı. Parmaklarımı sert yüzeye koyup titreyen dizlerim ile dik durmaya çalıştım.

Sıcak yaşlar yanaklarımdan aşağı süzülürken hıçkırdım. Elimle ağzımı kapatıp daha fazla acının dışarı sızmaması için bastırdım. Boş bir uyuşukluk hissi beni ele geçirene kadar orada ne kadar dikildim bilmiyorum.

Acınası halimle olmamam gereken bir eksenin kapısında ağlarken kimsenin beni görmemesi büyük şanstı. Kendimi zayıf ve yenilmiş hissetsem de sonunda dik durmayı başarıp daireme yürüdüm.

Repias'ın da dediği gibi kafamı toplamalıydım.

***

Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top