-5-

Keyifli okumalar...

***

Giraj

Bütün gün aklımda dönen konuşmalar yüzünden odaklanma sorunları çektikten sonra sonunda özgürdüm. Oxva'nın yalnızca belli bir kesiminin kullanmasına izin verilen dört büyük kütüphaneden Oniks Kütüphanesi'ne giden koridorda ilerlerken damarlarım adrenalinle doluydu.

Atalarımın hala dünyada yaşadıkları zamanlarda ellerindeki güçleri tutmak için savaşlar verdiğinden bahsedilirdi. Toprak, kaynak ya da soyları için bunu yaptıklarını belirten kaynaklarda yer alan kelimeler şu an gökyüzünde süzülen şehirlerde yaşayan bizler için geçerli değildi.

Güç açlığımız ve yönetmek için uygun bulunan kesimin başarılı olması için konulmuş koşullar olsa da, birbirimize fiziksel zarar vermek yerine kişisel gelişimimizi kanıtlayarak bunu yapıyorduk. Aynı benim Oxva'ya girip Öğretici Hans'ın yalnızca seçili öğrencilere tanıdığı eğitim programına dahil olmam gibi.

Elbette mücadelemin her basamağında yeni bir zorlukla karılaşmam durumu benim için kolay hale getirmiyordu. Fakat fethetmeye yönelik açıklarıyla zafer için yol alan atalarım ile hedeflerimiz farklı olsa da adımlarımı hızlandırırken onlar gibi hissettiğime emindim.

Yeni bir gizemi daha keşfedecek, düzlemimde yaşayan diğer insanlardan bir adım daha öne çıkacaktım. Öğretici Hans'ın Jeoloji Denetim Birimi'ne dahil olarak statü sınavına girecek ardından 14.düzleme ayak basacaktım.

Yanaklarım gerilip dudaklarım bir gülümseme ile kıvrılırken boynumda atan nabzın hızlandığını hissettim. Avuçlarımın içi terleyip beni gergin ama heyecanlı bir ruh haline sokarken Oniks Kütüphanesi'nin girişindeki geniş, dökme demirden kapıya vardım.

Adını kapının hemen üzerindeki plakaya işlenmiş onikslerden alan bu kapı, en az Öğretici Hans'ın bize derslerinde anlattığı materyaller kadar değerliydi. Bu sebeple olsa ki Oxva'ya kabul edildiğimiz ilk gün bizi bu dört önemli kütüphanenin önünden sırayla geçirip dünya dilini fısıldayan bu kapıların süslerini görmemize izin vermişlerdi.

Elbette dokunmamız yasaktı. Zaten dokunmak isteyen biri için fazla yüksekteydi. Neredeyse yerden dört metre yukarıda olan plakaya parmak uçlarını bile değdirebilen bugüne kadar olmamıştı. Bu değerli taşları kütüphanelerin plakalarına yerleştiren kişinin ilk yönetici olduğunu okuduğum metni anımsadım.

İsminden ya da 15.düzlemin neden yeryüzü hakkında temel oluşturan bir sistemi benimsediğinden bahsedilmemişti.

Geçen gün Öğretici Hans ile yaptığım bilgilendirici gezi aklıma gelince taşları buraya yerleştiren kişinin de Ukate olduğunun farkına vardım.

Bir yöneticiden daha fazlası olan Ukate'nin hakkındaki gizemleri daha çok keşfetmek için teşvik edilmiştim. 14.düzleme yükselmek için verdiğim çabamı gören Öğretici Hans bana tek yönün yukarı olmadığını hatırlatmıştı.

Çapadaki Ukate.

Kütüphanenin ana meydanındaki tarayıcı ekranı boş verdim. Orada Ukate hakkında bir şey bulamayacağımı zaten biliyordum. Jeomiel'in bana gönderdiği mesajdaki gibi sol kanatta yer alan eski kaynaklara yöneldim.

Oniks Kütüphanesi'nin sağ kanadında yedi, sol kanadında beş koridor vardı. Yüzlerce kitabın ev sahipliğini yapan salonda direktiflere sahip olduğum için şanslıydım.

Sol tarafa doğru ilerleyip boyumun iki katı yükseklikteki rafların arasında yol aldım. Jeomiel mesajında ne demişti?

Sol kanat üçüncü sıra ile başla.

Beş koridordan hepsinin ortasında kalan üçüncüsüne girip coşkulu adımlar ile ilerledim. Birkaç metre sonra yuvarlak bir alana giriş yaptım. Elmas Salonu kadar geniş bir alana varacağımı düşünüp gerildiğim saniyelerin boşa olduğunu fark edince kocaman gülümsedim.

Burası yan yana masaların yer aldığı, boyumu geçmeyen rafların çift sıra halinde duvar diplerine dizildiği küçük bir odaydı. Aslında girişte yaratılan burası kocaman bir bilgi kaynağı hissi burada yoktu. Daha çok bir çalışma bölmesini andırıyordu. Yedi masa birbirine birer metre ara ile dizilmiş, her masanın ardına bir sandalye konulmuştu. Masanın genişliği beş sandalyeye sahiplik yapacak kadar uzun olsa da anlaşılan araştırma yapan birinin ferah bir kullanım alanına sahip olması istenmişti.

Kabaca etrafımda dönüp kaç raf olduğuna baktım. On iki.

Bu onlarca kitap anlamına gelse de binlercesinden iyiydi.

Pozitif bakış açımı kaybetmeden masalardan en yakın olanına yerleşip filopimden bir çizelge programı açtım. Okuduğum kitaplar hakkında kütüphanenin sahip olmadığı kaynak temelli arama sistemini kendim oluşturacaktım.

Böylece ilk sıraya uzanıp iki parmağımdan daha ince olan en üst raftaki kitaba uzandım. Yeşil cildinin üzerinde Dünya Tarihi Gizemleri yazıyordu.

O ve yanındaki dört kitabı daha kucağıma alıp masama geri döndüm. Saatimi kontrol edip Yaşam Alanı'na dönmeden önce ne kadar zamanımın kaldığını kontrol edip ilk kitaba uzandım.

Parmaklarım hafif pütürlü kapak üzerinde dolaşıp kapağını araladı. İlk sayfada yer alan kelimeler bana bakarken gülümsedim. ''Hadi başlayalım.''

Beş saat otuz sekiz dakika on altı saniye.

Tam tamına bu kadar zaman geçmiş ve ben filopime girdiğim onlarca kitaptan istediğim bilgiyi edinmeyi hala başaramamıştım. Gözlerimin arkasında batma hissi şakaklarıma ulaşıp canımı yakarken sinirle elimi masaya vurdum.

''Ukate'ye dair nasıl tek bir kelime bile olmaz.'' Masanın üzerinde kitaplardan yükselen kuleye bakıp homurdandım. ''Düşündüğümden çok daha zor.''

Başımı açık kitabın karmaşa halindeki yazıları ile dolu sayfasının üzerine dayadım. Alnım sayfanın serin dokusu ile buluşunca gözlerimi yumdum. Etrafımı çeviren kitaplıklarda tahminen iki yüzden az kitap vardı. Ve ben altmış iki tanesine göz atmayı başarmıştım.

Çocukluğumdan beri hızlı analiz etme ve algılama becerisine sahip olduğum için şanslıydım. Benim dışımdaki biri bu sürede ancak yarısı kadarını değerlendirebilirdi. İç çekip başımı kaldırdım. Açık sayfadaki sözlere bakışlarım kaydı.

Oksijen düzeneklerinde yer alan parametre değişimleri ile solunum sisteminin adaptasyonu için yapılan çalışmalar bulduğumuz en parlak fikirdi. Filtreleme ve uygun dozda salınım için belirlenmiş oranlar üzerinde hala geliştirme yapmamız gerekse de savaşabilmemiz için umudumuz olmuştu. Doktor...

Okumayı bırakıp burnumun kemerini iki parmağım ile sıktım. Düzlemlerin varlığı ortaya çıkmadan önce ya da çıkmasından sonraki uzak geçmişte atalarım hala evlerini geri alabilmek için çabalamıştı. İşleyişlerini pek anlayamadığım pek çok icat yaptıkları kesindi. Okuduğum kitaplar arasında en övgü ile bahsedilenleri doktor ve biyologların ortaya çıkardığı eserlerdi.

Elbette bu bilgiler şu an için bana yarar sağlamıyordu. İnsanlığın gelişimi ve geçmişte atalarımızın verdiği mücadelelere saygı duysam da, benim gibi hiç dünyada olmayan biri için bunlar uyku öncesi masallar gibiydi.

Bilinçli olarak varlığımı hatırladığım en eski anım ayaklarımın altındaki çimenlerin serinliğini hissederken başımı yukarı kaldırdığım ve gökyüzünde süzülen 14.düzleme baktığım andı. O zamanlar sanırım beş yaşındaydım. Bulanık da olsa gülen çocuklar ve şekerli bir şeyin kokusunu hatırlıyorum. Ve neşe ile dolu göğsümde deli gibi atan kalbimi.

Sanki o an hayattaki en önemli kararımı vermiş de yolumu belirlemişim gibi garip bir kararlılık hissinin silik anısıydı.

Geçmişim ve Öğretici Hans'ın temel olarak adlandırdığı kitaplardaki bilgiler, beni kaosun hüküm sürdüğü zihnimi görmezden gelmeye ittiğinde bedenimi geriye doğru savurdum. Sandalyemin iki ayağı üzerinde dengelediğim bedenimle bir elimi öne uzatıp masayı tuttum.

Başımı geri atıp gözlerimi açtım. Ters olarak gördüğüm dünya ve beynime hücum eden kan ile bedenimin ağırlaştığını hissederken gözüme bir kitap takıldı. Keşfetmeyi daha tamamlayamadığım kitap sırasının en alt rafında köşeye sıkıştırılmıştı. Avucumun içine sığacak kadar küçük ve inceydi.

İnceleme yaparken gözümden kaçırabileceğim kadar arkaya itilmişti. Bedenimi düzeltip yerçekimini yeniden hissederken gözlerim bir an için karardı. Kan akışının aksi yöne yönelmesi ile başımı tuttum. Yorgunluk ve bıkkınlık dolu halimden sıyrılıp ayağa kalktığımda başım dönmediği için sevindim.

Birkaç kararlı adımla kitabı gördüğüm sıraya varıp eğildim. Tam önünde dikildiğimde kitabın lacivert ve eski cildini gerçekten göremediğimi fark ettim. Demin sergilediğim akrobatik hareket olmasaydı es geçeceğim kitabı ellerimin arasına alınca neden dikkatimi çektiğini fark ettim.

Bu geçen gün Öğretici Hans'ın gelişim ve temeller üzerine nasihat verdiği sırada cübbesinin cebinden çıkardığı kitabın bir kopyasıydı.

Hızla uzanıp onu saklandığı yerden çıkardım.

Lacivert cildi aynı olsa da üzerindeki gümüş renkli harfler soluklaşmış, okunamaz hale gelmişti. Gözlerimi kısıp Öğretici Hans'ın elinde tuttuğu kitabın kapağında ne yazdığını hatırlamaya çalışsam da başaramadım. Uzun parmakları yazının çoğunu gizlemiş, açıkta bıraktığı anlamsız birkaç harf görebilmiştim.

Ellerimin arasında çevirdiğim kitabın sayfalarının kenarları orijinal renginden sarıya dönmeye başlamıştı. Belki de ilk kitap buydu. Sandığımın aksine Öğretici Hans'ta var olanın sonradan üretilmiş bir kopya olabileceği düşüncesi beni ele geçirirken heyecandan kuruyan boğazım ile kitabı sıktım.

Neden bilmiyorum ama içimde aradığım şeyin bu kitap olduğunu söyleyen bastıramadığım bir his vardı.

Ellerimle destek alıp doğruldum. Kitap ile kullandığım masaya dönüp filopimin ekranında yeni bir çizelge açtım ve kitabı araladım.

Gözüme ilk takılan şey Öğretici Hans'ın Volfram Kafesi'ne çıkan merdivenlerin bulunduğu alanda ortaya çıkardığı anıtın çizimiydi. Aynı detaylar ve isimler basit bir çizimin köşelerine işlenmişti. Ama burada eksik olan katlar vardı.

Çapa olarak adlandırılan dünyanın üzerinde süzülen son düzlem 15.düzlemdi.

Güncel gelişmelerin eksikliğini görmezden gelip sayfayı çevirdim. İşte o zaman kaşlarım çatıldı.

Ukate'nin 15.düzlemin yöneticisi olduğunu düşününce bu kitabın bir bilgi kaynağından çok raporların toplandığı bir günlük olabileceğini fark ettim. Parmak uçlarım ile harflere dokundum. Bu diğer kitaplardaki gibi bir baskı sistemi ürünü değildi.

Elle yazılmış, eğimli harflere sahiplik yapan sayfalar... Belki de Ukate bunu kendisi yazmıştı.

Aklımdan geçen fikirle önce gözlerim kocaman açıldı. Ardından eksileri ve artıları değerlendiren analitik bakış açımla saçmaladığıma karar verip güldüm. Böylesine özel bir bilgi ortalıkta keşfedilmek için bırakılacak değildi ya.

Yine de sabırsızlık beni ele geçirince yazılanları okumaya başladım.

Bugün yönetici ilan edildim.

Doğup büyüdüğüm ve adımlarım ile keşfettiğim dünya bir ölüm kapanına döndüğünde insanlığın kurtuluşu için bir araya gelen ekibin bir parçasıydım. Ojusa'nın gökyüzünün mavi sonsuzluğunu gösteren işaret parmağını da yüzünün aldığı hali de çok net hatırlıyordum.

Patlak kaşından sızan kan hala kurumamış, koşmaktan nefes nefese kalan bedeni dik durmak için bütün iradesini kullanırken sarı saçları suratına yapışmıştı. En çarpıcı olansa bağırarak ''Kurtuluş orada!'' diye haykırırken gri gözlerinde deliliği andıran parıltıydı.

İnsanların çoğunun Ojusa'nın o anda delirdiğini düşündüğünü biliyordum. Çünkü ben de onlardan biriydim.

Açlık ve mücadele ile geçen günlerden sonra bir araya gelebildiğimizde canımızı zor kurtarmıştık. Gezegeni ele geçiren parazitler için ayaklı yemeklerdik. Ve bizim avcı ile kafese kapatılmış avlar olduğumuzu fark etmemiz zaman almıştı. Ne kadar koşarsak ne kadar saklanırsak sonuç aynıydı, kaçacak yerimizin olmadığını çok geç anlamıştık.

Pes edip gururla ölümü kucaklayan yoldaşlarımın sayısını unutalı çok olmuştu. Ama hayatta kalanlarımız hala umuda tutunuyorduk.

İşte tam da böyle anlarda delilik ile dahilik arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu anlayamayacak kadar yorgun ve çaresizdik. Ojusa'nın anlattıklarını dinlemeye razı olan beşimiz bir masanın etrafında toplanmış, çizimler ve olası hesaplamalardan oluşan kağıt denizin ortasında kalmıştık. Ojusa ise hevesle bize planını anlatmıştı.

Dediğim gibi yorgunduk. Bu sebeple ona sırtını dönüp uzaklaşan çok kişi olmuştu. Son sığınağımız kalın kökler tarafından yerle bir edildiğinde hala yaşama tutunmak için direnen yoldaşlarımız ile yola çıkıp buraya kadar gelmeyi başarmıştık.

Fakat Ojusa'nın işaret ettiği yer insanlık için bir opsiyon olamazdı. Makinelerimiz ve geçici ulaşım kaynaklarımız olsa da kanatlarımız yoktu. İnsanlık toprakta yürümek, suda yüzmek için kabiliyetli olsa da havada süzülemezdi.

O gün göz ucuyla yakaladığım iki kişinin, o anda en yakın köklere doğru yol alacağını gözlerindeki sönmüş bakıştan anlamıştım. Darbelerden sersemlemiş ve çabalarımız tarafından mağlup edilmiştik. Yorgunduk.

Bu yüzden uzaklaşan adımlarına mani olmamış, seçimlerine saygı duymuştum. Hayatta kalmak da pes edip sonu kucaklamak da bir seçimdi.

Ama Ojusa ile kalanlarımız yorgunluktan çok çaresizliğimizi kuşanmıştık. O yüzden onu deli değil dahi olarak kabul edip kalan son umut kırıntımız ile inandık.

Ve o bize kurtuluşu sundu.

Yıllar önce yanında yer alıp her adımında onu desteklememin meyvesini bugün yönetici ilan edildiğim kutlama ile aldığıma inananlar vardı.

Belki de haklılardı. Bu pozisyonu aynı diğer yoldaşlarım gibi hak etmiştim.

Ojusa ve yoldaşlarımın her biri ile başardıklarımız mucizeviydi. Yok oluşun eşiğinde yeni bir başlangıç inşa etmiş, yeryüzünden Lipertia'nın yükselişi ile umudumuzu sevinç çığlıklarımız ile geleceğe haykırmıştık. İnsan doğasının var oluşunu sürdürme güdüsü bir noktada korkularımızı ve endişelerimizi yenmeyi başarmıştı.

Popülasyonumuzun artışı ile gökyüzünde süzülen ilk şehir olan Lipertia kapasitesini zorladığında yeni şehir Opias'ı inşa etmiş tüm zorluklara rağmen birbirlerine kenetlenen varlıkları ile yaşamaya devam etmiştik. Bu döngü başka bir şehrin inşası ve kenetlenme düzeneklerinin yenilenmesi, yaşamaya uygun atmosferik değişimler için çalışmalar arasında sürerken başardıklarımızla gurur duymuştuk.

Kurtuluş Günü olarak isimlendirdiğimiz dönüm noktasında Ojusa ile el ele veren bütün yoldaşlarım yeni inşa edilen şehirler ile yönetim için atanmış ve ayrılmıştı. Kendi krallıklarının hakimiyetini kazanan veliahtlar gibi hissederken çektikleri çileleri unuttuklarına emindim.

Benim de onlar gibi gururla dolmamı, kendi krallığımı yönetirken geçmişimi unutmamı beklediklerini biliyordum. Ben de kendi tasarladıkları çerçevelerin dışına çıkmamak için onlara ayak uydurmuş, yöneteceğim şehre Corbentianon adını verdiğinde Ojusa'nın yanında dikilmeye devam etmiştim.

Ne de olsa ben Kurtuluş Günü cesaretini kaybetmeyen Kıdemliler Meclisi'nin bir üyesi, Lipertia'nın yaşayan ilk sakini, Ojusa'nın en güvendiği Beş Parmak Danışmanları'ndan biriydim.

Ve şimdi Corbentianon'un yöneticisiydim.

Benim için yaptıkları kutlamada gururla dolmam gerekirken hissettiğim sadece endişeydi. Çünkü diğer yoldaşlarımın başarıları ile hak ettikleri şehirler, onları Ojusa'dan uzaklaştırmış var oluşumuzu tehdit eden sorunları görememelerini sağlamıştı.

Gökyüzünde yüzen şehirlerin onları yeryüzüne bağlayan bir çapası olduğunu unutmuştular.

İnsanlığın başlangıcından beri onu besleyen, büyüten ve saklayan dünyadan –evimizden- düşmanlarımız yüzünden kaçmak zorunda kalsak da hala ona bağlıydık. Bütün bu refah, düzen ve özgürlüğün kucağında yukarıya bakarken ona sırtımızı dönmüştük.

Müzik, dans ve yemekten bir ziyafetin ortasında dikilmiş, dile getirmem gereken yakıcı gerçekleri haykıramadığım için mutsuzdum. Yakında herkesin benim kadar mutsuz olmaması için ne yapabileceğimi düşünmekten günlerdir uykusuz kalmış, çözüm yolu aramıştım.

Ojusa'nın gökyüzünü işaret eden parmağı ile haykırdığı ''Kurtuluş orada!'' kelimeleri anlamını yitirdiğinde onun yerine sahneye çıkmam gerekecekti.

Ve ben yeryüzünü işaret edip bağıracaktım. ''Aşağıya bakın!''

Çünkü bakmazsak yakında yeniden yok oluşu kucaklayacaktık.

Sayfanın sonunda dağılan mürekkep yüzünden okunaksız olan iki kelimeyi anlayamadım. Fakat öğrendiklerim karşısında omurgamdan aşağıya soğuk bir ter damlası yuvarlandı.

Ojusa'nın ilk düzlemi nasıl kurduğu, devam eden süreçte nasıl diğer şehirlerin doğduğu ve yönetimi için nasıl bir yol izlendiği fazlasıyla çarpıcı bilgilerdi. Ama dikkatimin tamamını ele geçirip beni oturduğum yerde kaskatı hale getiren son kısımdı.

Bir noktada mükemmel çarklar düzenli dönüşlerini aksatmaya başlamış olmalıydı. Diğerlerinin farkında olmadığı ama elimdeki günlüğün sahibi olan kişinin anladığı bir tehlike vardı. Öğretici Hans'ın bana aşağıya bakmakla ilgili vurgusu aklımda kızıl harfler ile parladı.

Parmaklarımın arasında tuttuğum sayfaları süsleyen yazının Ukate'ye ait olduğundan neredeyse emindim. Başka olasılığı düşük bu ihtimalin gerçekleşmesi beni şaşırtması gerekirken tek düşünebildiğim ikinci bir yok oluş tehlikesinin kaynağıydı.

Böylesine pürüzsüz işleyen bir sistemi ne tehdit etmişti de Ukate yeryüzüne inmeye karar vermişti?

Cevaplar için sayfayı çevirip yeniden yazılanların içine gömülmem gerekiyordu. Bedenimi ele geçirip kollarımdaki tüylerin havalanmasına neden olan bir his ile sanki kulağıma biri ''Yapma.'' demiş gibi duraksadım.

Kafama iki yana sallayıp duygu durumumun Aylık Kontrol Günü'nden sonraki birkaç günde her zaman nasıl garip olduğunu kendime hatırlattım. Bu mantıksız geri çekilme güdüsünü bastırıp sayfayı merakla çevirdim.

Bulmayı beklediğim devam eden bir anının kaleme alınmasıydı. Fakat çizimler ve olası gönüllü listelerinden oluşan sayfalarca çizelge buldum. Kıdemli Meclisi'nin üyelerinin isimlerinin yazıldığı bir sayfada, isimlerin yanına sayılar yazılmıştı.

Tarihler, malzemeler, hareket planları gibi pek çok detay devam eden sayfalara işlenmişti. Sonunda yeni bir metne denk gelince başımı eğip okumaya başladım.

Diğerleri haberi iyi karşılamadı.

Panik herkesi ele geçirdiğinde Ojusa her zamanki lider pozisyonu ile onları dizginlese de gerçekleri kabul etmeleri kolay olmadı. Şehirlerimizi saran oksijen filtrelerinde atmosferik veri analizi yapan Hue, sonuçları Kıdemliler Meclisine sunduğunda hepsinin yüzüne yerleşen korkuyu tanıyordum.

Gezegenimiz etobur bitkiler tarafından ele geçirildiğinde gördüğüm dehşet ifadesi ile aynıydı.

Akıllarından geçen kelimeleri dudaklarından dökülmeden tahmin edebiliyordum. Çünkü o kelimeler bozuk bir ses kaydı gibi cızırtı çıkararak beynimde yankılanıyordu.

...Sonumuz geldi. Sonumuz geldi. Sonumuz geldi...

Toprakta ekinlerimizi büyütemiyorsak yapay gıdalar üretebilirdik, su kaynağımız yoksa bulutlardan yaralanıp yağmur panelleri ile elde edebilirdik. Hatta gezegenimiz ele geçirilip yeryüzü yaşanmaz hale gelince gökyüzünde süzülen şehirler inşa edebilirdik.

Ama nefes alamazsak ölürdük.

Ve biz ölüm ile yeniden yüz yüzeydik çünkü atmosferdeki oksijen azalıyordu.

Daha fazla karalama, plan ve dağılmış mürekkep yüzünden okunması imkansız lekeli sayfaları çevirdim. Böylesine bir tehlike karşısında buldukları çözümleri ararken parmaklarım titredi.

Aceleyle dağınık harflerle yazılmış bir kısımda durdum.

Onlara aşağıya bakmamız gerektiğini söyledim. Bizi kaçmaya mecbur kılan düşmanlarımızın, evimizi değiştirdiğinden bu yüzden atmosferin etkilendiğinden emindim.

Daha fazla açıklama arayışı ile parmaklarım ardı ardına sayfaları çevirdi. Bütün planların arasına serpiştirilmiş aceleci birkaç cümle dışında bir şey bulamadım.

Kare şeklindeki kabin benzeri bir çizimin köşesine Onlar yüzünden emindim. yazılmıştı.

Yuvarlak bir kat sistemi planının altında Ojusa'yı ikna etmeyi başardım. Diğerleri de bana katılacak. yazıyordu.

Sıcaklık ve basınç denklemleri ile kaplanmış sayfalardan birinde satır arasına sıkıştırılmış iki kelime vardı. Seni özleyeceğim.

Günlüğün son sayfasında uzun bir isim listesi ve tek bir cümle vardı. Diğerlerinin aksine özenle ve büyük harflerle yazılmıştı.

Bugün dünyaya geri dönüyorum.

Lacivert cildi kapatıp geri yaslandım. Ukate çapada ne yaptıysa başardığı kesindi. Aksi halde 15.düzlemde yaşayan ben burada olamazdım. Peki, ama ne yapmıştı?

Nasıl bir başarı bir liderin tarihten silinip varlığının unutulmasına neden olurdu?

Öğretici Hans benim neyi anlamamı istemişti? Aşağıya bakmayı seçen Ukate, sonunda evine dönmüştü. Başarmıştı ve unutulmakla lanetlenmişti.

Aradığım cevaplar bunlar değildi. Aksine artık daha çok sorum vardı.

***

Hina

Beklediğim gün gelmişti.

Bu akşam Kurtuluş Balosu'na katılacaktım. Damarlarımda heyecan, sabırsızlık ve heves kaotik bir akış ile bedenime yayılırken gülümsedim. Elbette bu Kurtuluş Balosu'na ilk katılışım değildi. Oxva'dan mezun olduktan sonra hedefime varmak için harcadığım tüm çaba ile en genç biyolog yardımcısı olarak atanmış, geliştirdiğim projeler ile Yönetim Bölgesi'ndekilerin dikkatlerini üzerime çekmiştim.

Böylece ilk Kurtuluş Balosu davetimi almıştım. Yalnızca Yönetim Bölgesi'ndeki kişilerin daveti ile katılım sağlanabilen bir etkinlikte yer almanın onuru beni kuşatmışken, uzun zamandır karşılaşmayı beklediğim kişiyi de orda bulmuştum.

Repias.

Kalp atışlarımın kulaklarımda çınladığı anı da gözlerimizin ilk karşılaşmasında aramızda dalgalanan elektrik akımını andıran enerjiyi de hala çok net hatırlıyordum. Yardımcı biyolog unvanımı sonuna kadar hak ettiğimi kanıtlamış, Repias'ın bana sınavım sırasında verdiği kehribarı parmaklarımın arasında sıkı sıkı tutarken dik durmuştum.

Ne de olsa Yönetim Bölgesi'ndeki biyolog ve botanik uzmanlarını bu sayede etkilemiştim. Repias'ın bana verdiği kehribarın içindeki mor renkli capials yaprakları bana ilham vermiş, capialsın biyolüminesansının açığa çıkarttığı enerji için yenilikçi bir öneri sunmuştum. Aradan geçen yıllarda hızlı yükselişim bana başka davetleri göndermiş ve ben her sene Repias ile o baloda yan yana dikilebilmiştim.

Balodan sonra yaşadıklarımızı hatırlayınca yüzümdeki gülümseme genişleyip yanaklarımın hızla kızarmasına neden oldu.

Derin bir nefes alıp olduğum ana odaklandım. Uzman Jeinan ile olan projenin gidişatı pek iç açıcı olmadığından, bu sene davet alamayacağım düşüncesi beni sürekli rahatsız etmişti. Ne de olsa davetler başarı oranı yüksek kişilere Yönetici Kurul tarafından resmi bir onay ile iletilirdi. Elbette arada potansiyeli olduğu öne sürülen insanlara istisnai davetler gönderilir ya da Yönetim Bölgesi'ndeki toplantılara katılan uzmanlar kendilerine eşlik etmesi için kavalyelerini davet ederdi.

Bu seneki davetin başarımdan çok Repias'ın kavalye daveti olduğuna emindim. Yaşanan her şeyden sonra sürekli gizlilik içinde yaşadığımız ilişkimiz yüzünden bu tarz bir davetin asla elime ulaşmayacağını düşünmüştüm. Yanıldığıma ilk kez bu kadar mutluydum.

Hızlı adımlar ile banyoma uğrayıp birkaç hijyen kapsülünü ağzıma atıp çiğnedim. Odama dönerken çeşmeden doldurduğum bardağı kafama dikip aynanın karşısına geçtim. Yansımama bakıp topuzumdan kaçan birkaç inatçı saç tutamını yerine sıkıştırdım. Boynumu açıkta bırakan bu zarif model en iyisiydi.

Bakışlarım üzerimdeki elbiseye inerken avuçlarımı yumuşak kumaşın üzerindeki pırıltılı taşlarda gezdirdim. Koyu mavi elbisenin üst kısmı askıları olmayan bir korseydi. İşlemeler ile süslü yüzeyinde gümüş renkli iplikler dans ediyor, belimin inceliğini vurgulayan desenleri ile son buluyordu. Alt kısmı ise dalgalar halinde yere dökülen parçalardan ibaretti. Hareket ettiğimde sol taraftaki derin yırtmaçtan sıyrılan bacağım gözler önüne serilirken, koyu ve açık rengin yarattığı kontrast yüzünden dikkat çekiyor, eteklerin üzerine serpiştirilmiş taşlar ışığı çekip parlıyordu.

Son kez saçıma bakıp ayağıma on beş santimlik, bilekten bantlı, gümüş rengi topuklularımı giydim. Tenimin heyecandan kızardığını hissederken, zarif bir el çantası alıp filopimi içine koydum. Elimde taşımamın bu muhteşem elbiseye hakaret olacağı kesindi.

Bileğimdeki saate hızla göz atıp ne kadar vaktimin kaldığını kontrol ettim. On iki dakika.

Balo Yaşam Alanı'nın birinci bölgesinde yer alan Kutlama Çayırı'nda gerçekleşecekti. Bense Yaşam Alanı'nın ikinci bölgesinde yer alan, yardımcı biyologlar için olan güney kesitinde bir daireye sahiptim.

Renkli çiçeklerin serpiştirildiği huzur dolu bir manzaraya sahip Kutlama Çayırı'na vaktinde varmak için dairemden hızla çıktım. Tenimde dolaşıp eteklerimi uçuşturan hafif esinti ciğerlerimi doldurdu. Kalbim göğüs duvarımı heyecan ile döverken hedefime ve Repias'ın varlığına ulaşabilmek için yürümeye başladım.

Tahmin ettiğim gibi on bir dakika içinde birinci bölgenin sınırında yer alan Kutlama Çayırı'na varmıştım. Çayırın ortasında daire şeklinde inşa edilmiş ve bütün duvarları camdan olan balo salonuna baktım.

Camdan bir kafesin içinde renkli giysileri ile süzülen kuşları andıran davetlilere odaklanmışken, sağ tarafımdan gelen ses ile irkildim.

''Davetiyenizi kontrol edebilir miyim lütfen?''

Gözlerimi benden bir karış uzun, üzerine siyah bir takım elbise kuşanmış adama çevirdim. Beni korkuttuğunun farkında olacak ki gözlerini indirip özür diler gibi gülümsedi.

Sesimi bulup ''Elbette.'' derken sol bileğimi adama doğru uzattım. Elinde tuttuğu filopiyi tenime dokundurmadan kişilik çipimin üzerinde hizaladı. Tarama ekranında akan yazıların ardında filopiden onay tonunda bir ses yükseldi.

Adam hafifçe eğildi. Ardından balo salonuna giden yolu eliyle işaret edip ''Eğlencenin tadını çıkarın.'' dedi.

''Teşekkürler.''

Dudaklarımı yalayıp, omurgamı dikleştirirken ilk adımımı attım. Her adımımda bana yaklaşan camdan kafesin varlığı ile hızla uzanıp sağ bileğimdeki saati çıkardım. El çabukluğu ile saatimi çantamın içine, filopimin yanına attıktan sonra yüzüme hafif bir gülüş yerleştirdim.

Aynı balo salonunun duvarları gibi camdan yapılmış on bir basamağı dikkatle çıkıp kendimi seslerin, renklerin ve kokuların bir karnavalı olan alana soktum. Duruşumu bozmadan açık bir büfenin olduğu köşeye ilerlerken daha öncesinde tanıştığım birkaç uzmana başım ile selam verdim.

Tahmin ettiğim gibi üzerimdeki elbisenin tasarımı yüzünden dikkatleri üzerime çekiyordum. Erkeklerin bir kısmı bana önlerine sunulmuş lezzetli bir yemekmişim gibi bakarken, bazı suratlarda kıskançlık ve kınamanın hoş olmayan çizgilerini görüyordum.

Tanıdık bir yüzün yanımdan geçerken gözlerini devirdiğini gördüm. Uzun siyah saçları sırtına dökülen, benden beş yaş büyük kadının ismi Letfia'ydı. İki sene önce projemi sunarken beni tebrik etmekten kaçınan bir uzman biyologdu. Bana olan tavrının sebebinin o sene onun başarılarını gölgede bırakmış olmam olduğuna inanmak istesem de, asıl nedeninin kavalyesinin arzusunu saklamaya zahmet etmeden bana bakması olduğu belliydi.

Olumsuz yaklaşımlara aldırmayıp önümdeki masadaki küçük sandviç servisine odakladım. Bugün uyandığımdan beri öyle çok strese girmiştim ki neredeyse hiçbir şey yememiştim. Tek lokmalık soslu bir sandviçi alıp mideme indirdim. Yoğun sos dudaklarıma bulaşıp, ağzımda kuru bir his bırakınca öncesinde keşke içecek bir şeyler alsaydım diye düşündüm.

Acele ile bir peçete alıp dudağımda kalan sosu temizlerken yutkundum. Tat reseptörlerimin memnun hissi boğazımın gıcık yapması ile bozuldu. Tam içeceklerin hangi masa da olduğuna bakmak için dönmüştüm ki suratımın önünde sallanan bardak ile duraksadım.

''Sanırım buna ihtiyacın var.''

Konuşmaya çalışmak yerine bardağı alıp art arda iki yudum alıp bedenimi rahatlattım. Ardından kabalığımla kızarıp ''Teşekkürler.'' derken başımı kaldırdım.

Bana sarı benekli ela gözleri ile bakan kişi Zecrik'ten başkası değildi. Yüzünde eğlendiğini söyleyen bir ifade vardı. Lezzetli kurabiyelerden çalmaya çalışırken eli kavanozda yakalanan bir çocuk gibi kızardım.

Repias'ın hakkında nefret dolu cümleler kurduğu doktora bakarken ne yapacağımı bilemedim. Daha Repias'ı görmeyi bile başaramamıştım. Öncesinde yaşadığımız tatsız tartışma, onun bana bu özel tasarım elbiseyi gönderip kavalyesi olarak baloya davet etmesi ile unutulmuştu.

Şimdiyse yeniden hoş olmayan başka bir olayın fitili ateşlenmiş gibi midem kasıldı.

Repias'ın bütün karşı olan tutumuna rağmen hızlıca yardımları için Zecrik'e teşekkür edip yanından ayrılmak en iyisiydi. Böylece Repias bizi görmeden önce doktordan uzaklaşmış olurdum. Hem o neredeydi ki?

Düşüncelerim Zecrik'in sözleri ile dağıldı. ''Sana çok yakışmış.''

''Ne?''

Zecrik güldü. ''Elbise Hina. Sana çok yakışmış.''

Tam bir aptal gibi her seferinde kurduğu cümleleri bana tekrarlayıp açıklamak zorunda kalmasına neden oluyordum. Kendine gel Hina.

Gülümsedim. ''Teşekkür ederim.'' Gözlerim bedeni üzerinde kayıp görünüşünü inceledim. Bedenine tam oturup geniş omuzlarını öne çıkaran koyu renk bir ceket ve aynı renkte bacaklarındaki kasları vurgulayan bir pantolon giymişti. Ceketiyle tezat beyaz renkteki gömleğinin açık iki düğmesinden esmer teni görünüyordu.

Sadece Kurtuluş Balosu'nda günlük giyim tarzımızın dışında böylesine özenli giyindiğimizden mi yoksa Zecrik'in geriye taranmış saçları ile öne çıkan çarpıcı yüzünden mi bilmiyorum. Bir anda nabzım hızlandı.

Onu övmek için bir nokta bulmama gerek yoktu. Görünüşü zaten övgüyü hak ediyordu.

''Sen de...'' Dudağımı sertçe ısırdım. ''Yani siz de öylesiniz Doktor Zecrik.''

Sözlerim ile ifadesi donuklaştı. Aynı Sağlık Konutu'nda astlarına emirler yağdıran yönetici havasına bürünmüştü. Gözlerini kaçırıp başımın üzerinden balo salonunu tararken sessiz kaldı.

Tutumum ile onu rahatsız mı etmiştim?

Unvanına saygı gösterip takdir etmekte geç kaldığım kesindi. Ne de olsa öncesinde ona hakaret eden de bendim.

Kafamdaki çatışmayı boş verip minik bir nefes aldım. Planladığım gibi ona teşekkür etmeliydim.

Hafifçe boğazımı temizleyip Zecrik'in ilgisini çektiğime emin olduktan sonra ''Geçen günkü yardımlarınız için teşekkür ederim doktor. Saygısız tutumum içinde yeniden özür dilerim.''

''Affedildiğini zaten söylemiştim Hina.'' Gözleri ilgi ile suratımı inceledi. ''Yardım edebildiğim içinse mutluyum. Hastamın sağlığına kavuşması memnun edici.''

İki günlük zorunlu dinlenme emrinin beni bunalımlı bir kaçığa çevirdiğini ona söyleyemezdim. Üstelik daha yüzleşmem gereken bir proje yöneticim vardı. Jeinan'ı o günden sonra görmemiş, aktif olmayan çalışma durumumu bahane ederek raporumu göndermemiştim.

Başımı eğip ''Minnettarım doktor.'' dedim.

Sert sesi ile ''Zecrik.'' dedi.

''Efendim?''

''Adımı söylediğim anı unutmuş gibisin. Adım Zecrik.'' derken gözlerinin içi eğlence pırıltıları ile aydınlandı.

Suratımdaki kaslar kasılırken ''Elbette hatırlıyorum.'' dedim. Ardından hızla ekledim. ''Doktor Zecrik.''

İfadesi yeniden sertleşti. Emir vermeye ve itaat edilmeye alışkın bir erkeğin çizgileri tenini keserken ''Yalnızca Zecrik.'' diye düzeltti.

Nefesim boğazıma sıkışıp öksürmeme neden oldu. Repias'ın unvanlar hakkındaki çıkışı kulaklarımda çınlarken bakışlarımı kaçırdım. ''Size yeniden saygısızlık etmem mümkün değil.''

Bir an için sessiz kalsa da elindeki bardağı dudaklarına dayayıp yalnızca benim duyabileceğim seviyede fısıldadı. ''Unvanlar boş kalıplardan başka bir şey değiller.''

Avuçlarımın içi terlerken elbisemin kumaşını sıktım. ''Yine de düzen için gerekliler.''

Zecrik omuzlarını silkti. ''Belki de.'' Rahatlama hissi ile gülümsemek üzereydim ki konuşmaya devam etti. ''Fakat bir balo salonunda değil.''

''Ama-''

Bedenini çevirip aramızdaki mesafeyi kapattı. Suratını görebilmek için başımı geriye doğru atmak zorunda kaldım. Balo salonundaki davetliler ile aramda paravan olurken yüzünü görebilen tek kişi bendim. ''Bu akşam unvanlar ile işim yok Hina. İlk karşılaşmamızdaki açık sözlü davranışlarını tercih ederim.'' Gözlerinin rengi koyulaşıp kirpikleri yanaklarına dokunurken sesi daha derin bir tona büründü. ''Hele ki bu akşam burada yer alan en dikkat çekici kadın senken.''

İltifatı karşısında dudaklarım aralandı ama sesim çıkmadı. Bana bir adım daha yaklaştı. O zamana kadar farkına varamadığım erkeksi kokusu genzime dolup bedenimin farklı tepkiler vermesine neden oldu. Tenim ısınıyor, derin nefesler alıp verdiğim için elbisemin kumaşından kabaran göğsüm sızlıyordu.

Beyaz gömleğinin açıkta bıraktığı tene gözlerimi diktim. ''Siz-''

''Sen.'' Hatamı telafi etmemi bekleyen sesiyle bakışlarımı yukarı kaldırdım. Dudağının ucu kıvrıldı. ''Benimle resmi konuşma. Bu akşam sadece basit bir adamım.''

Ona doktor dediğim anda yeni bir ikaz alacağımın farkına varınca dudağımı ısırdım. ''Pekala.''

''Güzel.'' Ela gözleri sözlerine ikinci bir anlam katıp açıkta kalan boynumdan aşağıya doğru bir yolculuğa çıkınca tenim kızardı.

İçinde bulunduğum durumla nasıl başa çıkacağımı bilemeden ağırlığımı bir ayağımdan diğerine verdim. Zecrik bana olan ilgisini açıkça ortaya koyarken bedenimde tatlı bir heyecan dolaşıp kalp atışlarımı hızlandırıyordu.

Zecrik tepemde görmezden gelinmeyecek bir sıcaklık yayarken göz alıcı güneş gibiydi. Bense başını o sıcaklık ve çekime çevirmemeye çalışan bir ay çiçeğiydim.

Repias'tan başka bir erkek için böyle düşündüğüm hiç olmamıştı. Farkına vardığım bu gerçek ile sarsıldım. Repias'ın ondan uzak durmamı, konuşmamamı söyleyen yakıcı kelimelerinin sebebi bu muydu?

Zecrik'in beni böyle hislerle boğacağı ve içimde karşı koyması zor bir çatışma yaratacağını biliyor muydu?

Hayır. Bu çok saçmaydı. İkinci kez gördüğüm biri için bu kadar derin düşünmek aptalcaydı. Yalnızca ortam yüzünden olmalıydı. Zaten balo salonuna girmeden önce damarlarım adrenalin ile doluydu.

Kararlılık ile bu düşünceye tutunup omurgamı dikleştirdim. Bu salonda yer alan diğer uzmanlarla yapacağım konuşmanın aynısını, Zecrik ile de gerçekleştirecektim.

''Umarım çalışmalarınız...'' Tek kaşı uyarı olarak havaya kalkınca cümlemi düzelttim. ''Yani çalışmaların iyi gidiyordur.''

Bir an kıvranarak bir sohbet başlatmaya çalışmamı görmezden geleceğini düşünsem de ''Seninki kadar diyelim.'' dedi.

Şüphe ile ona baktım. ''Bu ne demek?''

Yüzünü buruşturup aramızdaki mesafeyi arttırdı. Eliyle çenesini kaşırken üstlerinden şikayetçi iki yoldaşmışız gibi ''Projemin başındaki kişi benden pek de memnun değil.'' dedi.

Sağlık Konutu'na Zecrik'in kollarında taşındığım gün Jeinan'ın da aylık kontrol için orada olduğunu anımsadım. Ben boş bir kabinde uzanmış, utanç ile yerin dibine girerken Zecrik, Repias ve Jeinan'a yaşananları anlatmıştı.

Ardından beni utancımın ısısını alan buz torbaları ile bırakıp –kaslarımın ağrısını aldıkları pek söylenemezdi- üçü dışarıda konuşmaya devam etmişti.

''Yeterlilik konusunda yeniden değerlendirmeye alınması gerektiği kesin.'' Deneyim ve anlayışın bir arada olduğu ses tonu yanındaki iki adamı ikna etmek için kısılmıştı. ''Bu kadar erken yaşta yardımcı unvanı alması onun üzerinde baskı kurmuş olmalı. Sizce de öyle değil mi Doktor Zecrik?''

Proje yöneticim benden şikayetçiydi. Bunu zaten biliyordum ama Repias'ın onayını almak için Zecrik'i kullanmaya çalışması ayrı bir konuydu. Yaşananlar benim deneyimsizliğim ve baskıyı kaldıramayacak kadar genç olmamın sonucuymuş gibi en ikna edici tonunda konuşan Jeinan'ı düşünmek öfke ile dolmama neden oldu.

O gün konuşmaların bir kısmını duyabilmiştim. Devam eden kısımda daha çok aşağılanmaya maruz kaldığıma emindim. Proje yöneticim olarak Jeinan'ın benden memnun olmadığını çözmesi zor olmasa gerekti.

Hele ki açık açık bunu dile getirmişken.

Ama asıl konu ben ve Jeinan değildik. Asıl konu Zecrik'ten memnun olmayan hatta ona açık bir nefret duyan Repias'tı. Bir an merakla tenim karıncalandı. Repias'ın düşmanlığının nedenini Zecrik bana açıklayabilirdi. Elbette bunu direkt ona soramazdım. Projesini yöneten kişiyi bilmemem gerekirken Repias'ın adını anıp nereden bildiğimi ona açıklayamazdım. Bu yüzden kendi üzerimden ilerleyip konuyu oraya getirmeliydim.

Umursamaz görünmeye çalıştım. ''Aynıyız desene. Ne yapsam onu memnun edemiyorum.''

''Belli oluyor.'' Başını yana eğip bir sır veriyormuş gibi fısıldadı. ''Bana gelip kafa yaralanman sebebiyle projeni askıya alıp alamayacağımızı sorduğunu biliyor muydun?''

''Ne?'' Neredeyse elimdeki bardağı yere düşürecektim.

''Stres odaklı başarısızlık oranlarından bahsetmesini söylemiyorum bile.''

Öfke ile tısladım. ''O pislik kadının ben-'' Zecrik sözlerim ile kıkırdayınca bir anda kimin ile konuştuğumu hatırlamak zorunda kaldım. Boştaki elimi kelimeleri geri sokabilirmişim gibi ağzıma götürüp bastırdım. ''Ben öyle demek istemedim.''

''Ah ama ben öyle demek istediğinden eminim Hina.''

Telaşla açıklama yapmak için ona yaklaştım. ''Şey... Ben öyle değil.''

Kıvranışım onu eğlendirdi. Elini kalbinin üzerine bastırıp eğildi. ''Sözlerine tüm içtenliğim ile katılıyorum.''

Bana gülünce patladım. ''Benimle dalga geçme Zecrik.''

Keskin sözlerime rağmen ismini söylemiş olmam onu gülümsetti. Dudakları memnun bir kıvrılışı sahiplenip gözlerinin içi parladı. ''Asla cüret etmem.'' Parmaklarımın arasında sıktığım cam bardağı alıp sandviçlerin servis edildiği masaya koydu. Çıplak elle camı parçalayacağımdan mı endişelendi emin değilim.

Ellerim boş kalınca parmaklarımı birbirine geçirdim. O ise konuşmaya devam etti. ''Kibirli ve kıskanç insanlar, başarılı adımlar ile yükselmeye çalışanları ezmekten zevk alırlar.'' İşaret parmağı ile alnıma dokunup ''Zekisin. Bu onu çıldırtıyor olmalı.'' dedi.

Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Ama parmağının hafif dokunuşu yanağıma kayınca gerildim. Oradan açık boynuma doğru ilerleyip nefes aldıkça kabaran göğsümün kıvrımlı hatlarına uzanan bir yol çizeceğini bir an için hayal edince acele ile konuştum.

''Peki sen?''

Eli havada asılı kaldı. ''Zeki olman beni çıldırtıyor mu?'' Sorumu yanlış anladığını söyleyemeden kendi kelimelerini cevapladı. ''Aksine güzel bir yüzden daha fazlası olmayan bir kadın ilgimi çekemezdi.'' Ela gözleri bakışlarımı yakalarken parmağı çeneme kayıp dudağımın köşesini sıyırdı. ''Sense oldukça ilgimi çekiyorsun Hina.''

Yeni bir iltifat ile tenim ısınıp midemde uçuşan kelebeklerin mücadelesini hissettim.

Tüm irademi kullanıp bir adım geri çekildim. Gözlerimi salonun geri kalanına çevirirken konuyu istediğim noktaya çekmek için ''Sen neden proje yöneticin tarafından sevilmiyorsun?'' diye sordum.

Sorum ile sohbete yön vermeye çalıştığımı fark edip bana alan tanıdı. Derin bir nefes alıp bıkkınlık ile verirken ''Kibirli ve kıskanç insanlar hipotezim benim içinde geçerli.'' dedi.

Repias'ı tanımladığı kelimeler karşısında hoşnutsuz olsam da belli etmedim. İçimden bir ses onun boyun eğmeyen yapısını bana hatırlatsa da baloya beni davet ettiğini gerçiğiyle onu bastırdım.

Duruma daha alaycı yaklaşmaya karar verdim. ''Hadi ama bir şey yapmış olmalısın.''

Konuşma sırasını yeniden bana attı. ''Sen yaptın mı?''

Düşünüyormuş gibi saçlarıma uzanıp dalgınca çekiştirdim. Sonra aklıma gelen sahne ile cevap verdim. ''Sen de sterilize kabinde duş alırken mi yakalandın?''

Duydukları karşısında şaşkınlık ile ağzı açık kaldı. Ardından kahkaha attı. ''Ne yaptın? Ne?''

Gözlerimi devirdim. ''Projemi kontrol etmek için Ekosistem Arazisi'ndeki çalışma arazimdeydim. İşe dalıp sulama sisteminin aktif olacağı saati unuttum.'' Suratına bakınca merakla beni dinlediğini fark ettim. Omuzlarımı silktim. ''Sırılsıklam oldum. Sterilize kabininde su dolu çizmelerimden kurtulmaya çalışırken düştüm ve o an proje yöneticim beni görmeye karar verdi.'' Zecrik'in gülerken omuzları sarsıldı.

''Azarlanmış olmalısın.''

''Çizmesinin teki elinde, sırılsıklam ve yerdeyken mi?''

Eliyle dudaklarını kapatıp başıyla onayladı. Bir şekilde eğlence beni de ele geçirirdi. ''Hemen değil.'' dedim. ''Bana ne yaptığımı sordu.''

''Ve sen ne dedin?''

Ben de gülmemeye çalışırken cevap verdim. ''Duş almaya karar verdiğimi.''

Yüksek sesle kahkaha atınca balo salonundaki pek çok kişinin dikkati bize yöneldi. Gülüşünü öksürüğü ile bastırmaya çalışırken ''Bunu söylemiş olamazsın.'' diye itiraz etti.

Topladığımız ilgi beni rahatsız edince masadan bir sandviç alıp ağzıma attım. ''Söyledim ama o duymadı. O an beni azarlamaya başlamıştı.'' Başını iki yana sallayıp o sahneyi gözlerinde canlandırabiliyormuş gibi kıkırdadı.

''Öfke ile projedeki sorumsuzluğun için askıya alınmanı talep etmedi mi?''

Zecrik ile yaptığı konuşmadaki talebi başka bir sağlık görevlisine yapabileceği kesindi. ''Ne diyecekti ki? Yardımcım steril kabinde ıslak oturuyor mu?'' Gözlerimi devirdim. ''O kadar aptal bir dilekçe konusu olamaz. Hem o an bana çok odaklandığını sanmıyorum.''

Zecrik ilgi ile gözlerini kıstı. ''Neden?''

''Ah o sırada yanında yönettiği projenin gelişimini göstermek için davet ettiği Dokumacı Repias'tan özür diliyordu.''

Dokumacı isminin geçmesi ile Zecrik'in yüzündeki neşeli ifade çatırdadı. Tepkisini belli etmemek için toparlamaya çalıştığı bir iki saniyede dudakları bocalasa da sonunda pes edip mutsuz olduğunu açığa serdi.

''Dokumacıya karşı bayağı ilgili olduğu kesin. Onu çok sık etrafında görüyorum.'' Gözlerini devirme sırası şimdi ondaydı. ''Gerçi karşılıksız çabaları acınası dursa da.''

''Peki, sen bunu görebilmek için neden yakınlarda oluyorsun?''

Sinirli bir gülüş ile dudaklarını sıktı. ''Çünkü proje yöneticimin yanında olmalıyım.''

Şaşırmış gibi davrandım. ''Yani proje yöneticin dokumacı mı?'' Gözlerimi kısıp yalan olabilirmiş gibi sordum. ''Bu saçma değil mi?''

Sol elini kaldırıp özenle geriye taranmış saçını karıştırdı. ''Ben de saçmalık olmasını isterdim.''

Gözlerimi kırpıştırdım. ''Nasıl? Yani yardımcıların projeleri uzmanlar tarafından, uzmanların projeleri ise Yönetim Bölgesi'ndeki kıdemli uzmanlar tarafından yönetiliyor.''

Çıkarımıma karşı çıkmadı. ''Doğru. Fakat bu dediğin 11.düzlemdeki doktor sayısı yüzünden imkansız. Biliyorsun düzlemlerin benimsedikleri bir denetim sistemi var. 11.düzlem ekosistem üzerine bir denetim sistemine sahipken 10.düzlem insan gelişimi üzerine bir sisteme sahip ve doktorlar, kimyagerler ve laboratuvar görevlileri düzlemin ana meslek grupları. Sayılar ve yönetim sistemleri her şeyi belirliyor bu yüzden 10.düzlemde uzmanlar için kıdemli uzmanlar proje yöneticisi olabiliyor.'' Ensesini tutup biraz mahcup bir ifade ile bana baktı. ''Açıkçası bu düzlemde benden daha yüksek bir uzmanlığa sahip başka bir doktor yok.''

Yeniden ona saygısızlık ettiğimi söyleyen iç sesim zihnimde yankılansa da görmezden geldim. ''Bu yüzden de dokumacı senin projeni yönetiyor.''

''Evet.''

Zecrik'in ne üzerinde çalıştığını bilmiyordum. Fakat bir doktor olmak için gerekli eğitimi burada almış olamazdı. Doktorlar Sağlık Konutu'ndaki görevlileri eğitebilirdi. Ama bir doktoru en başında başka bir doktor eğitmeliydi.

Alnımdaki çizgiler arttı. ''Peki, en başında neden buraya geldin?''

Sıkıntı ile ağırlığını sol tarafına verip gözlerini kaçırdı. ''10.düzlemdeyken uzmanlık alanım için çalıştığım proje hesaplanan sürede sonuç vermedi. Bu da beni rezonans kabini ile 11.düzlemdeki sağlık görevlilerini eğitmem için aşağıya göndermelerine neden oldu.''

''Ah.'' dedim. Bir an emeklerinin karşılığını alamamanın ne demek olduğunu bildiğimden uzanıp Zecrik'in elini tuttum. ''Üzüldüm.''

Tenlerimizin teması ile aramızda gerilim oluştu. Geri çekilmeye fırsatım olmadan parmaklarını kıvırıp elimi avucunun içinde hapsetti. ''Ben de öyle.''

Uzun parmağı bileğimin derisinin üzerine okşarken görmezden geldim. ''Peki, neden dokumacı ile projen var?''

Çoktan başarısız bulunup farklı bir görev tanımı ile buraya gönderilmişti. Öyleyse tek yapması gereken Sağlık Konutu'nda yer alan görevlileri eğitmek olmalıydı.

Gülümsedi. ''Bir kere düşmüş olmam bir daha uçamayacağım anlamına gelmez.''

''Ne demek istiyorsun?''

Ela gözleri hırs ve umut ile doldu. ''Çalıştığım alanda yeniden aktif olabilirim. Bunun için de bir şans elde etmeliydim. Buraya atandıktan kısa zaman sonra Yönetim Bölgesi'ndeki toplantılarda Dokumacı Repias ile tanıştım.'' O anı anımsayınca mutluluk ile dolduğu kesindi. Elbette şu an hislerinin değiştiğini ve bu durumun dokumacı yüzünden olduğu mimiklerinden okunuyordu.

''Ve?'' diyerek teşvik ettim.

''Ve odaklanmış olduğu bir çalışma olduğunu öğrendim. Benden önce bu düzleme atanmış doktorun uzmanlığı yetersiz geldiğinden fazlasıyla ağır bir ilerleyişe sahipti. Ben de gönüllü olup başarımı kanıtlamaya karar verdim. Böylece yeniden yükselecektim.''

Bileğimi okşayan parmağı duraksayıp nabzımın üzerine bastırdı. Kalp atışlarım bu minik basınç ile hızlanırken yutkundum. ''Planladığın gibi olmadı sanırım.''

Dalgınlığından sıyrılıp yüzünü buruşturdu. ''Olmadı.''

Merakla sordum. ''Bu başarısızlığın sebebi ne?''

Öfke ile kaşları çatıldı. Sesi duygularını yansıtırken ''Dokumacı çok ketum bir adam. Araştırmasında yer alıp proje yöneticim konumunu kabul etse de bütün verileri benimle paylaşmaktan kaçınıyor. Elimdeki üç beş parça ile büyük resmi görmeye çalıştığımda başarısız oluyorum.'' Yüz ifadesi daha karamsar bir hale geldi. ''Sebebinin dokumacılara ait gizlilik kapsamından kaynaklanan bir durum olduğundan bahsediyor ve bana verdiklerini yapmamı emrediyor.'' Alaycı bir ses sıktığı dudaklarının arasından kaçtı. ''İlerlemeye çalıştığım her seferinde bir duvara toslarken nasıl başarılı olabilirim ki?''

Sözlerine hak vermemek elde değildi. Repias'ın nasıl bir çalışma yaptığını ya da neden yaptığını bilmiyordum. Açıkçası Yönetim Bölgesi'nde toplantıları olduğunu, arada görevleri gereği uzmanların projelerini denetlediğini biliyordum. Ama kapsamlarından haberdar değildim.

Düşüncelerim ile yanağımın içini ısırdım. Biz hiç bu konularda konuşmazdık. Her zaman dokumacı görevlerinin gizliliğine saygı duyardım. O da bana gün içinde neler yaptığını detaylandırarak anlatmazdı.

İlişkimizin keskin sınırlarının canımı yaktığı zamanlardan birini daha yaşadığımı fark edince parmaklarım kasıldı. Avucunun içinde tutuğu tendeki gerginliği hisseden Zecrik bana bakıp gülümsedi.

''Hoş olmayan konuları daha fazla konuşmayalım.'' Eğilip parmaklarının artık dokunmadığı noktaya yumuşak bir öpücük kondurup ''Ne de olsa bu akşam unvanlar, görevler ya da kurallar yok.'' dedikten sonra o anı bekliyormuş gibi etrafımızda yankılanmaya başlayan müzikle ''Bu adama, güzel bir kadınla dans etme lütfunda bulunur musunuz hanımefendi?'' diye sordu.

Zecrik'in ela gözleri, ateşli vaatleri masum kelimeler ile sunarken ağzımın içi kurudu. Öpücüğünün ılık izi hala tenimdeydi. Nefes almak için başımı kaldırıp ciğerlerimi havayla doldururken gözlerim amaçsızca etrafta dolaştı.

Zecrik'in beni salondan saklayan varlığı ortadan kalkınca balo salonunu net bir şekilde gördüm. Müzikle kavalyelerini alıp dans için piste toplanan kadın ve erkeklerin suratlarında neşe vardı. Renkli elbiseleri ile süzülen zarif kadınlar, takım elbiseli adamların kollarında salınıyordu. Yemek ve içecek masalarının etrafında toplaşmış insanlar birbirleri ile sohbet ediyor, bazıları cam duvarların ardında Kutlama Çayırı'nın serin bahçesine sığınıyordu.

O gölgelerde öptüğüm adamı hatırlayınca titredim. Zecrik tepkimi yanlış yorumlayıp hoşnut bir ses çıkardı. Tam gözlerimi indirip onunla konuşacaktım ki sol tarafımızdan gelen yüksek sesli kadın kahkahası ile dikkatim o yöne kaydı. Müziği bastırıp kulaklarıma dolan sesin sahibini tanımıyordum.

Ama onun yanında dikilen uzun boylu adamı çok iyi tanıyordum.

Repias.

Siyah takım elbisesi vücudunun atletik yapısını vurgularken, mavi gömleği gözlerinin rengini yansıtıyordu. Normalde dağınık olan asi bukleleri elmacık kemiklerini ortaya çıkaracak şekilde taranmıştı. Ama ona asalet ve mükemmellik havası veren bunlar değildi.

Omurgasının dik duruşu ve suratına yerleşmiş otoriter ifade etrafını kuşatan insanlara buranın hakiminin kim olduğunu hatırlatıyordu. Her zamanki gibi yakışıklıydı.

İçimde ilkel bir ses benim diye haykırırken başını çevirdi. Bakışlarımız buluştuğunda midem kasıldı, tenim ısındı. Hissettiklerimin heyecan ve arzu yüzünden olmasını isterdim. Ama değildi.

Mavi yangınların olduğu gözlerinde bu sefer buzdan oklar vardı.

Ve saplanmak istedikleri yere odaklanmışlardı.

Zecrik'in elimi tutan eline.

İlk içgüdüm Zecrik'ten uzaklaşmak oldu. Elimi hızla çekip avucundaki esaretten kurtardım. Bedenimdeki değişimi ve telaşlı halimi görünce yavaşça doğruldu. Alnı endişe çizgileri ile dolarken ''İyi misin Hina? Rengin soldu.'' dedi.

''Ben.'' Ağzım bir avuç toprak yemeye çalışmışım gibi hissettirirken Zecrik'e bakıp ''Sanırım biraz başım döndü. Hava alsam iyi olur.'' dedim.

Hızlı adımlar ile yanından uzaklaşırken arkamdan seslendi. ''Seninle geleyim.''

Uzun bacakları beni kısa sürede yakalayınca kaçamayacağımı anladım. Olduğum yerde pat diye durup ''Lavaboya uğramalıyım.'' dedim.

Kadınlara ait bir alana giremeyeceğini fark eden Zecrik istemese de ''Seni burada bekleyeceğim.'' diye belirtti. Ardından endişesi mesleki bilgisi ile birleşti. ''Kötü hissedersen hemen bana bir çağrı bırak ya da içerideki birinden yardım iste.''

Elimi havaya kaldırıp devam etmemesi için göğsüne koydum. ''İyiyim lütfen benim için endişelenme. Balonun tadını çıkar ben... ben iyi hissedince dönerim.''

Mümkün olduğunca güven verici bir gülümseme ile ona veda ettim. Peşimden gelmeye kalkar mı diye düşünmeyi bırakıp Zecrik'e sırtımı döndüm. Üzerimde hissettiğim bakışlarından kurtulduğum ilk anda yönümü değiştirip cam duvarların dışına çıktım.

Kutlama Çayırı'nda çiçeklerin olduğu bahçeye gitmek yerine aksi istikametinde yer alan elma ağaçlarının olduğu koruya yöneldim. Gece havasına karışmış, olgun meyve kokusu beni rahatlattı. Kendimi gölgelerin arasına gizleyip biçilmiş çimenleri ezerek ilerledim ta ki Kutlama Çayırı'nda yer alan unutulmuş kamelyaya varana kadar.

Elbisemin mahvolacağı düşüncesi bir an için beni duraksatsa da kendimi ıhlamur çiçeklerinin sardığı demir parmaklıklara yasladım.

Ayakta dikilmek yerine destek alacak bir yer olmasına minnettardım. Biraz sonra patlayacak fırtınada tutunacak bir yere ihtiyacım olacaktı.

Gözlerimi kapatıp Repias ile olabilecek en kötü şekilde karşılaştığım için inledim. Onun kavalyesi olarak buraya gelmiş ama başka bir adamın bana dans teklif etmesine şahit olmuştu. Elbette o adamın Zecrik olması işleri on kat daha kötü yapıyordu.

''Kahretsin.'' Ellerimle yüzümü avuçlayıp kendimi içimden azarladım. Zecrik ile sohbet etmeye neden devam etmiştim ki? Repias ile olan ilişkisini öğrenmem o kadar önemli miydi?

İlk defa Repias benden birinden uzak kalmamı istemişti. Jeinan yüzünden tartıştığımız zamanlar olsa da bu kadar ciddi değillerdi. Repias hiçbir zaman Jeinan'a ilgi göstermemişti. Zecrik'in de dediği gibi onun etrafında dönüp duran kişi Jeinan'dı.

Bense Zecrik'e bir an için bile olsa ilgi göstermiştim.

Tenimdeki dokunuşu, bana odaklanmış kısık ela gözleri düşününce dişlerimi sıktım. Kendine gel Hina.

Repias ile gizli saklı da olsa ilişkimiz iyiydi. Birbirimize değer veriyor, duygularımızı paylaşıyor, tutkumuzu birbirimiz ile besliyorduk.

Kendime olan kızgınlığım ile ellerimi yumruk yapıp hırladım. ''Ne halt ettiğini sanıyorsun Hina?''

Sözlerim karanlığın içinde yankı buldu. ''Bende aynısını soracaktım. Ne halt ettiğini sanıyorsun Hina?''

Korunun loş ışığının altında hiddet ile çarpılmış bir surat ile Repias önümde dikildi. Elleri uzanıp açıkta kalan omuzlarımı yakalayıp sıktı. Parmakları kızgın demirler gibi suçluluk hissimi tenime dağlarken öfkeyle tısladı. ''Cevap ver bana.''

Telaşla uzanıp yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gözlerindeki iğneleyici bakışı yumuşatmak için ''Ben sadece onunla karşılaştım ve biraz konuştuk.'' diye açıkladım.

Çenesindeki kaslar kasıldı. ''Ve seni kavalyesi ilan etti.''

''Hayır!'' Sesim istediğimden yüksek çıkınca ellerimi ağzımın üzerine kapattım. Gözlerim telaşla bizi duyan biri olup olmadığını tararken, Repias bir an için bile benden başka tarafa bakmadı.

Ona odaklandığımda ''O zaman ne?'' diye hırladı.

Umutsuzca anlamasını istediğimden sesim ağlamaklı çıktı. ''Seni bekliyordum.''

''Ne?''

''Ben onunla yakın durmamamı, konuşmamamı, dokunmamamı söylediğini biliyorum. Ama geldiğimde sen balo salonunda yoktun ben de atıştırmak için masalardan birine yöneldim. O zaman elinde içecekle belirdi.'' Gözlerimin arkası yanarken dudağımı ısırdım. Bana aynı şekilde bakması canımı yakıyordu. ''Sadece yardımı için teşekkür ettim ve senin gelmeni beklemeye devam ettim. Müzik başlayınca da dans için davet etti. Hepsi bu kadar.''

Gözlerimin yaşlarla dolduğunu fark edince Repias omuzlarımdaki tutuşunu gevşetti. ''Hina sen-''

Devamını duymak istemediğimden uzanıp kollarının arasına girdim. Sıcak kucaklayışını hissetmek için başımı göğsüne dayadım. ''Özür dilerim.''

Beni kızgınlık ile itmesini beklesem de eli saçlarımın üzerinde dolaşıp ensemde durdu. Parmakları sıkılaşıp beni ona bakmam için geriye çekti. Öfke, tutku ve kararsızlık bakışlarında dans ederken ''Beni görmek için buraya geldin.'' dedi.

''Elbette senin için geldim Repias.''

Yüzüme bakıp her mimiğimi yakalayıp analiz etti. Dürüstlüğüm konusunda emin olmuş olacak ki başını eğip alnını alnıma dayadı. ''Hina.'' Bu sefer adımı söyleyişinde bir teslimiyet vardı. Parmak ucuyla sağ yanağımdan süzülen bir damla yaşı yakalayıp sildi. Sol taraftakini dudakları ile yakalayıp tadına baktı.

''Repias.''

Ensemdeki parmakları saçlarımın arasına dalıp çekiştirirken diğer eli yanağımdan belime kayıp beni bedenine bastırdı. Dudaklarını kulağıma dayayıp erkeksi bir sahiplenişle ''Benim.'' dedi.

Nefesim hızlanırken ''Senin.'' dedim.

Dudakları önce boynuma sonra yanağıma dayanıp nazik öpücükler kondurdu. Çeneme gelince dişleri ile tenimi hapsetti. Acı ile tıslayınca dilini ısırdığı yerde gezdirip dudakları ile emdi.

Bedenimdeki kanın kaynamaya başladığını hissederken ona daha yakın olma arzusu ile omurgam büküldü. Dudaklarım aralanıp onu davet etse de beni öpmedi.

Mahrum kalmışlık hissi hoşuma gitmedi. Omuzlarına tırnaklarımı geçirip onu kendime daha çok çektim. ''Öp beni.''

Dili dudak çizgimi takip edip geri çekildi. ''Hayır.''

Olduğum yerde kıvrandım. Elbisem ıhlamur çiçeklerine sürtünüp lekelenirken Repias ellerimi yakalayıp başımın üzerine kaldırdı. Tamamen demir parmaklıklara dayandığımdan emin olunca başını geri çekip bedenimi süzdü.

Aç bakışları tenimi ısıtırken sesine yansıyan hoşnutsuzlukla ''Elbisen sana çok yakışmış.'' dedi. Kafa karışıklığı ile teşekkür ettim. Gözleri kumaşı yırtıp atabilecekmiş gibi kısılırken sesine yansıyan hoşnutsuzluğun nedenini şuan elbisemi üzerimden çıkaramıyor oluşuna yordum.

Elbiseyi beğendiğimi ve onun seçiminden hoşlandığımı belirtmek için ''Zevkli biri seçti.'' dedim.

Sol eli eteğime uzanıp kumaşı çekiştirince derin yırtmacımın arasından sıyrılan bacağım ortaya çıktı. Parmakları tenimi bereleyecek kadar sertçe dizimi yakaladı. ''Ona ne şüphe.''

Dengemi sağlamak için bedenim bükülürken Repias bacağımı beline dolamam için kaldırdı. Göğsü göğsüme dayanıp ezerken kalçamı sıkan eliyle inledim. ''Repias.''

Başımı tutmadığı için dudaklarına uzandım. O ise geri çekilmeye devam etti. ''Seni burada görmeyi beklemiyordum.''

Ona öfkelendiğim için davetini kabul etmeyeceğimi mi düşünmüştü?

''Senin olduğun her yerde olmak istiyorum. Her zaman.''

Cevabımla kasları gerildi. Bileklerim bir anda serbest kalınca omuzlarına tutundum. O ise kalçalarımdan tutup iki ayağımın bedenini sarmasını sağladı. Ardından dudakları boynuma gömülüp arzu ile yanmama neden oldu.

Saçları dudaklarıma sürtünürken kokusu genzime doldu. Repias kulağıma nefesini üfleyince bedenim titredi. ''Seçtiğin yöntemler yanlış.''

Bir an için beynim uyuştu. Kelimeleri bir araya getirebilmem için zaman gerekti. ''Ne demek istiyorsun?''

Sinirle ''Elbisen.'' dedi.

Kıkırdadım. ''Onu çıkarmak istediğini biliyorum.''

Belimden tutup beni kamelyanın köşesine oturttu. Bacaklarımın tutsaklığından kurtulup bir adım geriledi. ''Onu en başta giymemeliydin.''

Bu saçma sohbetten sıkılmaya başlamıştım. ''Onu giymesem buraya gelemezdim.''

Repias omuzlarımdaki ellerimi tutup indirdi. ''Zaten gelmemeliydin.''

Sıcaklığından yoksun ahşap panelin üzerinde otururken loş ışıkta parlayan mavi gözlerine baktım. Soğuktu. Yarım kalmış tutkum ve reddedilmenin öfkesi ile konuştum. ''Demin gördüğün sahne yüzünden benden intikam mı alıyorsun?''

Dişlerini sıkıp tısladı. ''O adama yaklaşma demiştim.''

''Sana neler olduğunu anlattım zaten.''

Ceketinin kumaşını çekiştirip ellerini yumruk yapıp açtı. ''Her şeyi değil.'' Yumruğunu ağzına dayayıp bana sırtını döndü.

Aramızdaki uzaklık canımı yaktı. Bacaklarıma dolanan kumaşa aldırmadan ileriye zıpladım. Kamelyadaki bitkilere takılan eteğim iç acıtan bir yırtılma sesi ile parçalandı. Aceleyle dönüp kurtarmaya çalışırken dengemi kaybedince son anda demir parmaklıklara tutundum.

Avucumun içinde bir acı patlaması hissetsem de ''Kahretsin elbisem!'' diye haykırdım.

Repias ''Parçalanmaya devam etmemesi ne acı.'' dedi.

Avucumda ıslaklık hissediyordum. Sanırım kanıyordu. Ama Repias'ın sözleri ile acım öfkeye evirildi.

''Yeter artık! Anlıyorum seni dinlemedim. Ardından buraya geldim. Zecrik'i bana dans teklifi yaparken gördün.

Düşmanlığı yine yüzeye çıkıp beni kuşattı. ''Yine adını anıyorsun! Neden o adamdan uzak duramıyorsun? Neden buraya geliyorsun?'' Ellerini kızgınlıkla savurdu. ''Bu elbiseyle!''

''Elbiseyle derdin ne senin?''

''Onu giymen.''

Mantıksız hareketlerini alttan almaktan vazgeçip ona doğru ilerledim. Sağlam elimle göğsünü itip bağırdım. ''O zaman bana göndermeseydin!''

Elimi yakalayıp sıkarken başını eğip gözlerimin içine baktı. Buzdan oklar hedefini tam ortadan vururken sesi de gözleri kadar soğuktu. ''Ben değildim.''

''Ne saçmalıyorsun Repias? Bana elbiseyi gönderip Kurtuluş Balosu'nda kavalyen olmam için bir not bıraktın. Sırf Zecrik'e öfkelisin diye birlikte geçirdiğimiz zamanı mahvetmekten vazgeç artık.''

''Asıl sen ne saçmalıyorsun Hina?'' Bana zarar vermekten korkmuş gibi geri seçilip bileğimi bıraktı. Yumruğunu en yakındaki elma ağacına geçirdi. ''O adamın davetini alıp gönderdiği elbise ile baloya geldin. Geçirdiğimiz zamanı mahveden sensin!''

Bana tokat atmış gibi irkildim. ''Hayır sen, sen davet ettin. Kavalyen olarak.''

''Ben hiçbir zaman bir kavalye için davetiye göndermedim. Ne şimdi ne de geçmişte.'' Sözlerinin altında kalan sen istisna değilsin mesajı canımı yaktı.

Çaresizlik ile etrafımda döndüm. ''Sen sandım!'' Parmaklarımı birbirine geçirip sıktım. ''Zecrik yüzünden bana bağırdığın için gönlümü almak istediğini sandım. Beni davet ettiğini sandım. Haksızlık ettiğin için özür dilediğini sandım.''

Kahkaha attı. Çıkan ses neşeli değil keskin bıçakların çelik yüzeyi gibiydi. ''Evet, o kadar haksızdım ki seni tam da uyardığım şeyleri yaparken buldum.''

İtiraz edecek kelimeleri kendimde bulamadım. Kendimi bir aptal gibi hissediyordum.

Elbiseyi gönderen de beni baloya kavalyesi olarak davet eden de o değildi. Kalbim binlerce parçaya bölünürken gözlerim doldu. Görüşüm bulanıklaşırken geriye doğru bir adım attım. Parçalanmış elbiseme takılıp bileğimi burktum. Bedenimi dengelemek için avuçlarımı yere dayayınca minik taşlar avucuma saplandı.

Acıyla haykırdım. İncinen gururum, kırılan kalbim ve hasar alan bedenimin acısı bir araya gelince hıçkırdım. Yanaklarımdan yaşlar boşalırken Repias bana doğru yaklaştı.

''Hina.''

''Orda biri mi var?''

Aynı anda iki ses çarpışınca Repias durdu. Benimle bir arada durması sorulacak pek çok soru ve cevaplanmak istenmeyecek detayları doğuracaktı. Yüzünde durumdan hoşlanmadığını belirten bir ifade belirirken kamelyanın diğer tarafından bir kadın çıktı. Repias hızla gölgelerin arasına karışıp kendini gizledi.

Kadın beni görünce şaşkın bir ses çıkarıp aceleyle ''İyi misiniz?'' diye sordu. Bedenimi inceleyip yırtılmış elbisem ve kanayan elime baktı. ''Sen Hina mısın?''

Adımı nerden bildiğini umursamadım. ''Evet.''

Cevabım ile geldiği yöne haykırdı. ''Zia lütfen balo salonundaki doktora aradığı kişiyi bulduğumuzu söyle.''

Onaylama mırıltıları ve uzaklaşan başka bir kadının topuk seslerini duydum. Birkaç dakika sonra Zecrik önümde eğilmiş, göz bebeklerimi olası bir sarsıntı ihtimaline karşı tarıyordu. ''Ne oldu sana?'' diye sorduğunda ''Düştüm.'' demiştim.

Bu yırtılan elbisemi ve şişen bileğimi açıklamak için yeterliydi. Zecrik hızla ayak bileğime bir göz atmış, ardından ceketinin cebinden çıkardığı bir mendil ile avucumdaki kanamaya baskı uygulamıştı. Mendil elbisemin kumaşındandı ve üzerinde gümüş rengi işlemeler vardı.

Elbiseyi o göndermişti.

Balo salonunda direkt yanıma gelmesi de benimle konuşup dans için davet etmesi de şimdi mantık kazanmıştı. Ben onun kavalyesiydim. Elbette benimle konuşup yanımda kalacak, müzik başladığında dans teklif edecekti.

Beni baloya davet eden Repias değildi. Zecrik'ti.

Bana endişeli ela gözleri ile bakan Zecrik'e baktım. Beni yalnız bıraktığı için kendini suçladığı kesindi. Acı ve önemsenmenin tatlı yanı bir araya gelip bedenimi sardı.

Yürüyemeyeceğimi fark eden Zecrik, ceketini çıkarıp omuzlarıma sardı. Sağlık Konutu'na gitmek için beni kucağına alıp doğruldu. ''Seni yalnız bıraktığım için üzgünüm Hina.'' Duymayı beklediğim sözler bunlardı ama duymak istediğim kişi doğru değildi. Başımı göğsüne dayadığımda ''Biraz daha dayan.'' dedi.

Kollarına sığınmak istediğim Repias tarafından itilmişken, kaçtığım Zecrik tarafından ikinci kez kucaklanmamın ironisi karşısında gülmek istedim.

Avucuma sarılı mendili sıkıp kendimle alay ettim. ''Sanırım artık dans edemeyiz.''

Saçlarımın arasında ılık bir nefes hissettim. ''Önemli değil.'' Zecrik içimdeki çatışmadan kalan harabeden habersiz kelimelerimi hayal kırıklığı olarak yorumladı. ''Hiç değilse davetimi kabul ettin.''

Boğazım düğümlendi. Nazik dudaklar şakağıma tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. ''Şimdilik bu yeterli.''

***

Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top