-3-

Keyifli okumalar...

***

Giraj

Filopimin üzerinde parmaklarım hız kaybetmeden yazı yazmaya devam ederken ortak kullanım alanı olarak geçen Elmas Salonu'na giren Jeomiel'i gördüm. Her zamanki gibi kollarında kalın kitaplardan oluşan bir yığın vardı. Cılız bedeni ile o kadar ağırlığı dengelemeyi nasıl başardığını yeniden sorgularken beni görünce başını eğip selam verdi.

Gözlerinin altındaki morluklar ve kırışık üniformasını görünce kaşlarım havalanıp sessiz bir soruyu ona yöneltti. Bu halin ne?

Teni kızarırken başını eğip gözlerini kaçırdı. Öğretici Hans'ın özel derslerinde olmasak bile Oxva'nın temel kuralları vardı.

Kabul edilen her öğrenci üç ipliğin özünden doğan üç oluşumu benimserdi. Hayat, soy ve zaman.

Hepsinin bizi bir bütün yaptığı ve sonsuzluğu olan yolculuğun başlangıcı olduğu kabul edilirdi. Kurtarıcı Ojusa bu üç oluşumu benimseyip birbirine bağlı düzlemler ile kurtuluşumuzun sonsuz gökyüzüne uzanan hikayesini başlatmıştı.

Ve atalarımız hep bu kurallara sadık kalmıştı.

Çocukken defalarca dinlediğim bu uyku öncesi hikayeyi Oxva kendi var oluşunca öğrencilerine benimsetmişti. Hayatımızın nasıl olduğu, soyumuzun nerden geldiği ve yaşımızın kaç olduğu önemsizdi. Her daim öğrenmek ve sınanmak hiç hazır olmalı, kurulan düzene saygı duymalıydık.

Buradaki saygının başlangıcı ise Oxva'nın tertipli kıyafet kuralları ile başlıyordu. Jeomiel'in yine Abanoz Kütüphanesi'nde sabahladığı için bu halde olduğundan emindim. Oxva'nın yalnızca seçili öğrencilerin kullanmasına izin verdiği dört kütüphaneden en büyüğüne ilgisini hepimiz biliyorduk. Ulaşmak istediğimiz bilgilere filopilerimiz aracılığı ile kolaylıkla erişim sağlasak da çok eski metinlerin saklandığı bu alan yüzlerce kitaba ev sahipliği yapıyordu. Jeomiel ise o kitapların her birini okumak için yemin etmiş gibi sürekli Abanoz Kütüphanesi'nde zaman geçiriyordu.

Parmaklarım kasılırken Elmas Salonu'na alt sınıflarda yer alan bir grup çocuk girdi. Jeomiel'i kınayan bakışları ellerinde tutuklarını görünce bocalasa da Jeomiel'in rahatsız olması için yeterliydi. Aceleci adımları ile çıkışa ilerlerken odaklanmak için gözlerimi yumdum. Yarım saat içerisinde Öğretici Hans'a sunmamız gereken raporlar için nasıl olsa geri dönecekti.

Omuzlarımı gerip ciğerlerimdeki havayı boşalttım. Keskin bakışlarımı ekranda yanıp sönen imlecin yarım bıraktığı cümleme odaklayıp parmaklarımın akrep ve yelkovan ile olan yarışına dönmesini sağladım.

''Orojenizin etken kuvvetlerinden...'' Öğretici Hans'ın Ardi'nin raporuna yaptığı yorumu duymazdan geldim. Kendi raporumun eksik noktalarına takılmış durumdaydım. Ta ki Ardi'den sonra raporunu sunan Jeomiel'i kadar. Öğretici Hans, daha raporun başında Jeomiel'e eski kaynaklardan elde ettiği veriler yüzünden övünce içimde tatsız bir duygu kabardı.

Hepimiz Jeoloji Denetim Birimi adaylarıydık. Son iki raporumda istediğim başarıyı elde edememek hırsla dolmama, kıskançlık denen yakıcı duyguya kapılmama neden oluyordu.

Peneplen üzerine yazdığım raporun, spesifik odaklanması yüzünden karşılaştırılabilir özellikte örneklerinin olmaması bana puan kaybettirmişti. Oysaki ben tam tersini düşünerek hareket etmiştim. Öğretici Hans'ın mimiksiz ifadesinde bile benden istediklerini alamadığını yansıtan bir gölge vardı.

Son rapor sunumunun sahibi olan Jeomiel heyecanlı ifadesi ile Öğretici Hans'ın elindeki filopiye girilmiş metnin kalanını incelemesini bekledi. Öğretici Hans'ın kaşları hafifçe aralanırken keskin bakışları Jeomiel'e odaklandı. Yumruğunu ağzına götürüp öksürdükten sonra ''Fosilleşmenin yarattığı maden yataklarını etkileyen ekolojik yapı ile bağlantısı... Oldukça ilginç bir yaklaşım.'' dedi.

Övgüye en yakın kelimeleri duyunca bedenim gerildi.

Jeomiel başını eğip genişçe gülümsedi. ''Eski denetim gruplarının raporlarından yararlandım efendim.'' derken gururla omurgasını dikleştirdi.

Duyduklarım karşısında şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Oxva'ya girdiğim günden beri erişim sağladığımız raporların her birini okumuş, Öğretici Hans'ın özel sınıfının sunduğu ayrıcalıklı olanları bile ezberleyecek kadar tekrar tekrar incelemiştim.

Jeomiel'in yazdığı ekolojik fosilleşme ve yeraltı kaynaklarına olan etkisi üzerine bir rapor yoktu. Gözlerimi kısıp hala gülümseyen ve aldığı övgü ile göğsü kabaran Jeomiel'e baktım. Yalan söylüyor olabilir miydi?

Aylardır birlikte eğitim aldığımız çocuklara baktım. Ardi, her daim diğerlerimizin arasından sivrilmeye çalışan hırslı bir yapıya sahipti. Aceleci kararları onu tam aksi yönde etkilese de bunu umursadığı pek de söylenemezdi. Ursa ve Felaz ise neredeyse birbirinin kopyasıydı. Aynı beyni paylaşan iki bedenmiş gibi her ortamda birbirlerini tamamlayan bir uyum yeteneğine sahiplerdi. Kararlılıkları sorgulanmaya açık olmasa da içimizde en az ciddi olanlar onlardı.

Jeomiel ise zamanının çoğunu kitaplar ile geçiren, söz verilmedikçe konuşmayan sessiz bir tipti. Ama bu özellikleri onun zeki ve doğrucu yapısını bastırmaya yetmiyordu. Jeomiel yalan söylemezdi. Zaten bunun için sebebi de yoktu.

Dişlerimi yanağımın etli dokusuna geçirip ellerimin arasındaki filopiyi kıvırıp sıktım. Öğretici Hans soğuk maskesi ile değerlendirme verilerimizi sisteme girerken sessiz kaldık. Parmaklarımın arasında kapana kısılmış filopimden bildirim sesi gelince yerimden sıçradım.

Tepkimi yakalayan Ursa güldü. Ardından aynı sesi üç kere daha duydum. Hepimizin rapor sonuçları filopilerimize iletildikten sonra Öğretici Hans bugünlük çalışmanın bittiğini ilan etti.

Ardi her zamanki gibi Öğretici Hans'ın yanına gidip soruları ile onu boğacakken, Öğretici Hans masasının üzerindeki dağınıklığı çantasına dolduran Jeomiel'in yanına gidip omzuna elini koydu.

Manzaranın beni rahatsız etmesine izin vermeden önce filopimi ve raporumu sunmak için oluşturduğum model kalıbımı çantama koyup çıkışa yöneldim. Masaların bir daire sistemini referans alarak yerleştirilmesi yüzünden çıkışa ulaşmadan önce yanından geçtiğim Öğretici Hans'ı sol pazımdaki üç ipliğe dokunup selamladım.

Başımı kaldırıp gerilen kaslarım ile dönmüştüm ki ''Giraj bekle.'' diyen Öğretici Hans'ın sesi ile duraksadım. Jeomiel ile olan konuşmasını bitirip kararlı adımları ile bana yöneldiğinde yeniden selam verdim.

''Bana eşlik et.'' dedikten sonra önüme geçip Oxva'nın aydınlık koridorlarında ilerlemeye başladı. Öğretici Hans'ın beni nereye götürdüğünü bilmeden söylediği gibi ona eşlik ettim. Elmas Salonu geçip öğrencilerin ortak çalışma alanlarına ev sahipliği yapan Kare Prizma olarak adlandırılan kabinleri geride bıraktık.

Ayaklarım ilerlemeye devam etse de son raporum için modelleme yaptığım tek kişilik kabine başımı çevirip baktım. Cam duvarları sayesinde içerisinde koyu mor bir metal ile çalışan minyon yapılı kızı görebiliyordum. Birbirine bağlanan başka koridorlarda yol alırken dayanamayıp sordum.

''Efendim nereye gidiyoruz?''

Öğretici Hans soruma cevap vermedi. Birkaç metre sessizliği paylaştıktan sonra yüksek kubbelerden giren gün ışığı ile aydınlanan, yüz kişinin rahatlıkla sığacağı bir alana vardık. İlk kez ziyaret ettiğim mekanı incelerken gözlerimin ilk odaklandığı nokta merdivenler oldu.

Toprak rengi malzemeden otuz basamak, çift kanatlı bir kapıya çıkıyordu. Kapının sol kanadına da üç ipliğin kırmızı, sarı ve yeşil renklerindeki sembolü işlenmişti.

Sağ kanadında ise kocaman altın rengi harfler ile yeryüzünün dilini konuşanlar yazılmıştı.

Bir an farkına vardığım gerçek ile ağzım açıldı ama kelimeleri bulamadım. Bulunduğumuz yer Oxva'nın en yüksek sınıfının yer aldığı Volfram Kafesi'ne çıkan merdivenlere sahiplik yapan Yükseliş Odası'ydı.

Öğretici Hans'ın eğitiminden geçip Jeoloji Denetim Birimi için onayını almayı başardığımda ulaşacağım yer burasıydı. O merdivenlerde yükselip Volfram Kafesi'nin parlak yüzeyine adım atacak ve statü sınavına girecektim.

Bulunduğumuz yerin anlamını keşfettiğimi fark eden öğretici konuşmaya başladı. ''Üç oluşumun herkes için eşit olduğunu kabul etmiyor gibisin.''

Soru mu yoksa bir bildiri mi olduğundan emin olamadığım sözler karşısında sessizliğimi korudum. Öğretici Hans başını bana doğru çevirip soğuk gözleri ile beni süzerken ''Jeomiel'e verilen imkanlar sana verilmiyor mu?'' diye sordu.

Ağzımın içi kururken ''Veriliyor efendim.'' dedim.

''Aksini iddia eden bir tutum içerisindesin.''

''Ben-''

Konuşmama izin vermeyen Öğretici Hans sesini yükseltti. ''Hep yukarıya bakarsan aşağıda ne olduğunu unutursun Giraj.'' Öğretici Hans'ın ima ettiği şey açıktı. 15.düzlemden ayrılmak için hedeflediğimiz statü sınavına odaklanmıştım. Başarılı olduğum takdirde 14.düzleme ayak basabilir sonrasında Kurtarıcı Ojusa'nın ayak bastığı ilk şehir olan 1.düzleme kadar tırmanabilirdim. Her birimiz bu yüzden Oxva'nın zorlu eğitiminden geçip layık olmaya ve yükselmeye çalışıyorduk.

Öğretici Hans ise aynı merdivenlerin sonunda Volfram Kafesi'ne açılan kapının üzerinde yazıldığı gibi yeryüzünün dilini öğrenen bana aşağıyı yani insanlığın en başta yaşamak için terk ettiği dünyayı -23.düzlemi- hatırlatıyordu.

Sözlerine karşı gelmek istesem de sessiz kaldım. O ise konuşmaya devam etti. ''Gelişim bazen aydınlanma yerine karanlık doğurabilir. Yeni her zaman eskiden iyi demek değildir.''

Öğreticinin sözleri ile kaşlarım çatıldı. ''Varmaya çalıştığınız noktayı anlayamıyorum efendim.''

Öğretici Hans taşıdığım çantaya uzanıp içerisinden filopimi çıkardı. Bir santimden daha ince olan esnek ekranı sallayıp ''Gelişim.'' dedi. Ardından öğreticilere has cübbesinin içine uzanıp elimden daha küçük bir kitap çıkarıp ''Var oluşunu temelden alır.'' diyerek cümlesini tamamladı.

''Bilgi kaynağı olarak daha temel olan kitaplara yönelmemi mi istiyorsunuz?''

Lacivert rengi üzerinde gümüş harflerle adı yazılmış kitabı cübbesinin iç cebine geri koyarken ''Bu sana kalmış.'' dedi. Merdivenlere sırtını dönüp alanın ortasına yer alan bel hizasındaki platforma doğru ilerlerken konuşmaya devam etti. ''Ben sadece kör olmaman için seni uyarıyorum.''

Adımlarına eşlik edip ''Tavsiyenizi benimseyeceğim efendim.'' dedim.

''Güzel.'' dedikten sonra önünde durduğu platforma eğilip sol elinin parmaklarını yüzeyine yaydı. Tenini tarayan sensörden onay sesi gelince pürüzsüz zeminin tam ortasında yer alan birleşme çizgisi aralanmaya başladı. Kapaklar mekanizma içinde oturunca açılan delikten otuz santimden biraz yüksek, dört köşeli bir sütun yükseldi.

Topluluk Merkezi'nde Kurtarıcı Ojusa için dikilenin anıtın bir kopyası olan yapıya baktım. Mermer yüzeyi ve kuvarstan işlenmiş üç renkli taşları ile birebir aynıydı. Öğretici Hans'ın bana neden sürekli gördüğümüz anıtı gösterdiğini anlamaya çalışırken paneldeki eli hareket etti.

Hızlı parmakları yirmi üç basamaklı bir şifreyi girerken merakla bekledim.

Anıt birkaç saniye içinde sarsılıp dört eşit parçaya ayrıldı. Ardından her parça kendi ekseninde dönüp dışa bakan iki yüzeyi iç tarafta kalacak şekilde hareket etti. Yeniden bir araya gelen parçalar ile Kurtarıcı Ojusa'nın anıtından farklı bir yapı ortaya çıktı.

Beyaz mermer yüzeyinde üç ipliğin sembolü ve Ojusa'nın isminin yer aldığı üst kısım aynı kalsa da kurtarıcının isminin önüne bir kelime eklenmişti.

Tepedeki Ojusa.

Ama ondan daha ilginç olanı zeminden yükselen on santiminin renginin değişik olmasıydı. Siyahtı. Tavanda yer alan kubbelerden süzülen güneş ışığı ile parlayan yüzeye uzanıp parmak uçlarım ile serinliğini hissettim. Obsidiyen miydi?

Elim yukarıya doğru hareket ederken aynı kurtarıcının isminin yazıldığı zarif harflerle işlenmiş iki kelimeye dokundum.

Çapadaki Ukate.

Gözlerimi anıttan ayırıp Öğretici Hans'a merakla baktım. ''Bu ne demek efendim?''

Öğretici Hans elini kaldırıp beyaz mermer yüzeye dokundu. ''Dünya tarihi derslerinde kurtuluş için bir araya gelen atalarımıza öncülük eden Ojusa, gökyüzünde yüzen şehirler ile bizi kurtarıp bugün olduğumuz noktaya getirdi.'' Anıtın arka kısmına doğru ilerlerken parmağını kaldırmadan mermer yüzeyde kaydırdı. Ben de onunla birlikte hareket ettim. İşte o anda bildiğim anıttan farklı olan diğer detayları görebildim.

Beyaz mermerin üzerinde her düzlemi temsil etmek için çizilmiş olan yirmi iki daire vardı. En tepeden başlayarak bir altındakine bağlanan platin rengi şeritler, en aşağıda yer alan yirmi ikinci düzlemde bitmek yerine siyah yüzeyin içinde uzanıp platformun zeminine kadar yol alıyordu.

Öğretici Hans'ın eli platin şeritleri izleyip yapının zeminine kayarken konuşmaya devam etti. ''Dünya kaçmamız gereken bir kapan olmadan önce evimizdi. Bu yüzden gökyüzünde süzülmese de atalarımızın anısına her zaman bir düzlem olarak adlandırıldı.''

Dudaklarım ben fark edemeden aralandığında kendimi ''23.düzlem.'' diye mırıldanırken buldum.

''Doğru. Ama bir zamanlar ona başka bir isimle seslenirdik.''

Anıtta yazan kelimeye ithafen sordum. ''Çapa?''

Öğretici Hans başıyla onayladı. ''Aynı şehirlerimize düzlem demeye başladığımız gibi onun da ismini değiştirdik.''

Gözlerimin arkasından yayılan hafif sızı ile yüzümü buruşturdum. ''Anlayamıyorum efendim. Dünyayı terk ettik. Ojusa bizim bildiğimiz tek kurtarıcı ve anıtlarımızda saygı gösterdiğimiz kişi. Öyleyse Ukate kim?''

Öğretici Hans elini kaldırıp saygı ile cübbesinin sol tarafında yer alan üç ipliğin sembolüne elini koyup eğildi. ''Ukate, yeryüzünün dilini konuşan ilk kişiydi.''

Öğreticinin bana daha öncesinden anlattıklarını zihnimde hızla taradım. Her düzlem bir konuda uzmanlaşıp nesiller boyunca bu bilgilerin aktarımını ve yeni gelişmeleri takip etmeye karar vermişti. Terk edilmiş evimizin gizemlerini çözmeye çalışan bizlere bu sebeple yeryüzünün dilini konuşanlar denmişti.

Öyleyse Ukate denetim sisteminin kurucusu olmalıydı. Dudaklarımı dilimle ıslatıp sordum. ''Ukate 15.düzlemin yöneticisi miydi?''

''Çok daha fazlası.'' dedi Öğretici Hans. ''O aşağıya bakma cesaretini gösteren ilk kişiydi.''

Anıtın siyah yüzeyine bakarken nefesim ciğerlerimde sıkıştı. Kendimi göremesem bile gözlerimin büyüdüğüne emindim. ''Çapa yani dünyaya geri mi döndü?''

Bakışlarında gurur ile ''Evet.'' dedi.

Kulaklarımın yanlış duyduğundan şüphe ettim. Kim o ölüm kapanına dönmek isterdi ki?

Sol elimi kaldırıp ensemi sıktım. ''Ama ukalar varken nasıl?''

Öğretici Hans kendinden beklenmeyecek bir ifade takındı. Dudakları kıvrılıp göz çevresinde minik kırışıklıkların oluşmasına neden olurken normalde düz çıkan sesi yumuşadı. ''Onlara neden uka adını verdiler sanıyorsun? Ukate'ya olan saygılarından üç iplik gibi adının ilk üç harfi ile saygılarını sundular.''

Hızlanan kalbim ile bir adım öne çıktım. ''Ne yaptı?''

''Ukate, kurtuluşu sunduğunda Ojusa'nın yanındaydı. Aynı ilk düzlemin gökyüzünde süzülmesine eşlik ettiği gibi insan nüfusunun artışıyla süzülen yeni düzlemlerde de yanında yer aldı. Yönetirken ona yardım eden de gitgide uzaklaştıkları yeryüzünü merak eden de kendisiydi. Bir gün geride bıraktıkları kaosun dinip dinmediğini görmek için aşağıya inmeye karar verdi. Gönüllülerden oluşan bir ekip oluşturup yıllar önce terk ettikleri evlerine ayak bastı. Ukate pek çok gizemin çözülmesine öncülük edip Ojusa'nın yönetimine katkı sağladı. Kurtuluş bir önderle mümkündü fakat geri dönüş ikinci bir önder doğurmuştu. Bu yüzden Tepedeki Ojusa ve Çapadaki Ukate insanlık için iki lider olarak anıldılar.''

Uzun konuşmasından sonra soluklanan öğretici panele elini yerleştirip anıtı eski haline getirirken merakla sordum. ''Peki, neden bizim Ukate'dan haberimiz yok? Neden anıtlarımızda saygımızı sunduğumuz tek lider Ojusa?''

Öğretici Hans'ın dudaklarından dökülecek kelimeleri heyecan ile beklerken nefesimi tuttum. Yüzü yeni kazandığı yumuşaklığı kaybedip yeniden katılaşırken ''Çünkü önderlik her zaman başarıyı getirmez.'' dedi.

''Ne demek istiyorsunuz?''

Öğretici Hans'ın omuzları anlattıkları ile yorulmuş gibi çöktü. ''Ne demek istediğimi zamanı gelince o merdivenleri çıkmayı başarırsan öğrenirsin Giraj.''

''Ama efendi-'' Öğretici elini kaldırıp susmam için işaret etti. Aynı anda anıt platformun içindeki deliğe geri girip kaybolmaya başladı.

''Siz çocuklar üç hafta sonra son raporunuzu vereceksiniz.'' Geldiğimiz yoldan geri dönmek için ilerlemeye başlayınca ulaşamadığım cevaplar ile sinir olsam da ayak uydurdum.

Üç hafta.

Statü sınavına girip giremeyeceğime karar verilmesi için kalan süre bu kadardı.

Korku ve heyecan içimde garip patlamalar yaratıp nabzımın hızlı atmasına neden olurken geldiğimizden farklı koridorlarda ilerleyip kısa zamanda Elmas Salonu'na vardık.

Zihnimin içinde olasılıklar ve sorulardan oluşan bir kaos hakimken Öğretici Hans bana tepeden bakıp konuştu. ''Şimdi git. Artık tek bir yönün olmadığını biliyorsun.''

Bana verilen parçalanmış bilgiler ile nereye varmam gerektiğinden emin değildim. O yüzden öğreticinin benden beklediği şeyi yaptım.

Sol pazıma dokunup selam verdikten sonra Elmas Salonu'nu terk ettim.

***

Hina

Kalçalarımdan başlayıp kürek kemiklerime kadar sıralanmış buz torbaları ile yüz üstü yatarken dişlerimi sıktım. Yaralı bedenim mi yoksa bir enkaz haline dönen gururum mu daha çok acıyordu? Emin değildim.

Hiç değilse bütün hikayeyi dinlerken utançtan kızaran yüzüm artık serinlemişti. Zecrik – ah Doktor Zecrik- olayları anlatmayı bitirdiğinde Repias en soğuk sesiyle özel konuşmaları gerektiğini ve tedavinin kalanı için bir görevlinin yeterli olacağını belirtip yanındaki ikili ile dışarı çıkmıştı.

Kendime acıma partimin favori konuklarından ayrı düştüğüm için mutluydum. Tabii daha kapı kapanmadan Uzman Jeinan'ın söylediklerini duymasaydım.

''Yeterlilik konusunda yeniden değerlendirmeye alınması gerektiği kesin.'' Deneyim ve anlayışın bir arada olduğu ses tonu yanındaki iki adamı ikna etmek için kısılmıştı. ''Bu kadar erken yaşta yardımcı unvanı alması onun üzerinde baskı kurmuş olmalı. Sizce de öyle değil mi Doktor Zecrik?''

Zecrik'e yönelen soru ile bütün kaslarım kasılmış, bedenim duyacaklarım karşısında nefes almayı kesmişti. Elbette Jeinan onun kim olduğunu ilk bakışta anlamıştı. Aptallığıma yeniden kızdım. Numuneler ve düşmek ile o kadar kafayı bozmasaydım, sol pazısında yer alan üç ipliğin altında yer alan doktorlara has işlemeleri görebilirdim.

''Stresli bir gün geçirdiğini inkar edemem.'' Zecrik'in sözleri ile ellerim yumruk oldu. Öfke kontrol simülesi hakkında şaka yaptığını söylemişti. Ya ciddiyse?

Uzman Jeinan eğlenen bir ses çıkardı. ''Gördünüz mü Dokumacı Repias? Size söylemiştim.''

Repias'a hitap etmesi içimde hoş olmayan duyguların alev almasına neden oldu. Tanıştığımız ilk günden beri anlaşamamamızın nedeni projedeki başarımın düşük olması değil, ikimizin de Dokumacı Repias'a karşı ilgi göstermesiydi.

Elbette Jeinan'ın Repias ile olan gizli ilişkimden haberi yoktu. Onu bu konuda aydınlatmak ve yüzünde oluşacak şaşkınlık ve yenilgiyi tatmak istesem de yapamazdım. Ne de olsa 11.düzlemde yer alan tek dokumacının gönül ilişkileri kurması yasaktı.

Sırrımızın ortaya çıkması durumunda görevinden azledilir ve yaşadığım düzlemi terk etmek zorunda kalırdı. Repias'ı bir daha göremeyeceğim fikri boğazımda bir yumrunun oluşmasına neden oldu. Bu olasılığı düşünmemek için başımı iki yana sallarken şakaklarıma saplanan ağrı ile inledim.

İç çatışmamdan ve harap olmuş vücudumun tepkilerinden habersiz konuşmaya devam eden üçlüde sözü Repias aldı.

''Bu kadarı yeter, projesini yönettiğin yardımcı biyolog hakkındaki görüşlerin dikkate alınacak Jeinan.''

''Teşekkürler Dokumacı Repias.'' Yüzünü göremesem de Jeinan'ın sesine yansıyan memnuniyetten yüzünde kocaman bir gülüş oluştuğuna emindim.

Repias konuşmaya devam etti. ''Elbette bu günün Aylık Kontrol Günü olduğunu da göz önüne alarak kararımı vereceğim.''

Gözlerim Repias'ın sözleri ile sol bileğimin çıplak yüzeyine kaydı. Parmak uçlarım ile derimi okşarken varla yok arasında olan kişilik çipimi hissettim. Bugün bunun için Sağlık Konutu'na uğramam gerekiyordu. Elbette buraya geliş şeklimi böyle planlamamıştım.

Dokumacının sözlerine saygı duyan Jeinan'ın sesi bir daha çıkmadı. Ardından bulunduğum kabinin kapısı açılıp içeriye bir sağlık görevlisi girdi.

Sıkıntı ile debelenirken dizlerimdeki sargılar gerilip bana tek acıyan yerin sırtım olmadığını hatırlattı. Hırsla kontrollerden sonra dinlenmem için taşındığım odanın – bu sefer bir görevli tarafından- beyaz duvarlarına baktım. Bir otoklav cihazından çıkarılmış kadar steril hale getirilirken sesimi çıkaramamıştım. Yırtık kıyafetlerim gitmiş, saçlarım özenle toplanmış ve üzerime geçirilen bir hasta önlüğü ile yatırılmıştım. Sanki zaman daha hızlı geçecekmiş gibi on ikinci kez bileğimi kaldırıp neon yeşili rakamlara baktım.

Nefesim bitkinlikle havaya karıştı. Gerekli taramalarım yapılıp, bandajlanıp, buz torbası ile yatırılmamın üzerinden iki saat geçmişti. O zamandan beri kimse yanıma uğramamıştı.

Zecrik'in gerekli tedaviyi aldığımı onaylamak için geleceği ya da Repias'ın gizlice ziyaret edeceği düşüncesi beni uyuyamayacak kadar stresli bir duruma sokmuştu. Elbette ikisi de gelmeyecekti.

Buz torbalarım içi su dolu keseler haline gelince sonunda odanın kapısı açıldı. Sağlık Konutu'nun dışında bizi karşılayan haddinden fazla gergin topuzu olan kadın içeri girdi. Tek kelime etmeden buz torbalarını bedenimden uzaklaştırıp atık bölmesine attı. Ardından oturmamı bekleyip elinde tuttuğu ilaç kapsülünü bana uzattı.

Ekosistem Arazileri'nde yaptığım denemeler sırasında bolca yaralanıp tedavi gördüğümden kadının elindeki kapsül bana yabancı değildi. Serçe parmağım uzunluğundaki pembe çubuğu nasıl kullanacağımı bildiğimden kadının elinden alıp boynuma kaldırdım.

Tenime değen hafif serin başlığın altındaki iğne, etime saplanıp kapsülün içindeki sıvıyı damarıma enjekte etsin diye arka kısmında yer alan çıkıntıya bastırdım. Hafif bir inilti dudaklarımdan kaçarken boynumda zonklayan yeri görmezden geldim. Zaten her yanım acıyordu.

Kapsülü de atık bölmesine atıp odadan konuşmadan çıkmasını beklediğim kadın yeşil gözlerini bana dikip ''Tedaviniz tamamlandı. Konaktan ayrılmadan önce aylık kontrol kabinine uğramayı unutmayın.'' dedi.

Yaşananlara rağmen nezaketimi kuşanıp ''Teşekkürler.'' dedim.

Hoş bir gülüş ya da rica ettiğini söyleyen kelimeler ile karşılık vermedi. Tam da ondan beklediğim gibi kapsülü atık bölmesine atıp odada beni yalnız bıraktı.

Oturduğum yerde gözlerimi kapatıp yüze kadar saydım. Sonra yeni bir kararlılık ile ayağa kalktım. Üzerimde tek parça kumaş fazlasıyla rahatsız ediciydi. Bir zamanlar kusursuz olan kıyafetlerim ve ayakkabılarımı atık bölmesinde görmek beni şaşırtmadı. Odadaki en renkli şey olan sarı renkli dolaba ilerleyip standart pantolon ve gömlek paketini aldım.

Aylık Kontrol Günü'nde hepimizin bu kıyafetleri giymesi bir kuraldı. Sağlık Konutu'ndaki her sarı dolabın içinde bu giysi paketi bulundurulurdu. Gözüm bir alt rafta yer alan bez ayakkabılara kaydı. Kimsenin benden daha fazla onlara ihtiyacı olmayacağı kesindi.

Hızla üzerimi değiştirip sağlık görevlisinin dediği gibi kontrol kabinine gitmek için odadan çıktım.

Birbirinin kopyası kıyafetler ile ortalıkta gezinen insanları görünce herkesin aynı günde bu kontrolden geçtiğini hatırlayıp gevşedim. Sağlık Konutu'na bir doktorun kollarında taşınmam yeterince etki bırakmışken bir de ben buradayım sarısı kıyafetlerim ile bakışların hedefi haline gelirdim.

Yarım bir daire şeklinde inşa edilmiş Sağlık Konutu'nun ikinci katında yer alan odaların önünden geçip zemin katta yer alan kontrol kabinlerinin önünde bekleyen insanların arasına karıştım.

Bir anda omurgamdan aşağıya hoş olmayan bir ürperti inince başımı çevirdim. Giriş işlemlerini kontrol eden iki üniformalı adamın yanında dikilen sağlık görevlisi bana dik dik baktı. Anlaşılan bıraktığım etki kalıcıydı.

Gergin mimikleri kırışıp alnında çizgiler oluşurken eliyle yan yana dizilmiş kabinlerden soldan ikincisini işaret etti. ''Oraya.''

Bahsi geçen kabine ilerleyen adam görevlinin sözleri ile yönünü değiştirdi.

Pekala. Omuzlarımı silkip benden istenileni yerine getirdim. Ses geçirmeyen odanın kapısında yer alan panele sol bileğimi uzatıp taramasını bekledim. Yana kayan kapı ile bir adım öne çıkıp içeriye girdim. Birkaç saniye sonra arkamdan kapanan kapı beni serin ve sessiz T şeklindeki odaya hapsetti.

Her ay yaptığım gibi üç metre sonra iki yöne ayrılan kabinin sağ tarafına yöneldim. İçerideki geniş masanın arkasında oturmasını beklediğim görevliyi göremeyince şaşırdım. Görevlinin mola saatinde beni bilerek buraya yönlendirdiklerini anlayınca görevli kadına öfkelendim.

İstesem de kontrol işlemine onay verilmeden bu kabinden çıkamazdım.

Kollarımı göğsümde kavuşturup ayağımı sinirle yere vururken yakıcı sözler dudaklarımdan dökülmeye başlamak üzereydi ki arkamdan gelen ses ile donakaldım.

''Geç kaldın.''

Hayır donakalmamın nedeni duyduğum kelimeler değil, sesin sahibinin karnımın üzerinde yayılıp sahiplenici bir tutuşla beni kendisine bastırmasıydı.

Boynuma sürtünen dudaklar ile nefesim sıkıştı. ''Repias.''

Onun adını neredeyse inleyerek söylemem hoşuna gitmiş olacak ki karnımdaki eli aşağıya kayıp kalçalarımın bedenine yapışmasına neden oldu. Tenimde hissettiğim sıcak soluk alışverişi hızlandı. Boynum ona sunulan bir ziyafetmiş o da daha fazlasını istiyormuş gibi boşta kalan eli saçlarıma dolanıp başımı geriye doğru çekti.

Bugün içinde kaçıncı kez kızardığımı hesaplamaktan vazgeçmiştim. Damarlarım genişleyip tenimi kızıl tonuna boyarken göz kapaklarım ağırlaştı. Bu seferki ne utanç ne de mahcubiyettendi.

Bedenime yaslanmış güçlü erkeğe duyduğum arzu beni ele geçiriyordu. Beni yarım metre önümüzde yer alan masaya doğru ilerlemem için ittirince refleks olarak sol elimi kaldırıp omzuma dayanmış başını yakaladım.

Parmaklarım yumuşak buklelerin arasına gömülürken, dişlerini hafifçe tenime geçirince dizlerimin bağı çözüldü. Bedenimi kuşatan titreme ile inlerken bulunduğumuz kabinin ses geçirmezliğine minnettardım.

Beni yarı itip yarı taşıyarak masa ile kendi bedeni arasında sıkıştırdı. Genzime dolan yanan meşe ve tarçın karşımı kokusu karnımın kasılmasına neden oldu. Sanki günlerdir aç kalmışım gibi her dokunuşu her nefesi ihtiyacım olan yemekmiş gibi tükettim.

Kalçamı tutan eli kaburgalarımdan yukarı çıkıp göğsümün üzerinde kasıldı. Daha fazlasını isteyen iç güdümle bedenimi yay gibi gerdim. ''Repias.'' Adı dudaklarımdan bir yakarış gibi havaya karıştı.

Hırlama ile gülme arası bir ses çıkarıp kulak mememi ısırdı. Bedenime yayılan zevk iğneleri ile haykırdım. ''Ojusa adına!''

Beni hızla yüzüne bakacak şekilde çevirip kaldırdı. Kalçalarım masanın yüzeyine değdiği anda eğilip dudakları ile nefesimi çaldı. Bacaklarımı sıkan ellerinden biri yukarı çıkıp saçlarımın arasına gömülürken bedenini bana bastırdı. Yabani sarmaşıklar gibi birbirimize dolanırken dişlerini alt dudağıma geçirip çekiştirdi.

Canımı acıtmayacak kadar az ama kaçmamam için yeterli olan baskı karşısında teslim oldum. Güçlü parmakları çenemi tutup kaldırdı. Tutkunun mavi alevi ile koyulaşan gözleri beni tutsak ederken boğuk çıkan sesinde öfke tınıları vardı. ''Ben sana dokunurken başka bir adamın adını ağzına alma.''

Bir an kelimeleri algılayamayıp öylece ona baktım. ''Ne?''

Dudaklarımızın birbirine dokunmadan geçirdiği her saniye ile aklım biraz daha başıma geldi. Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Ardından kahkaha attım. Durumdan memnun olmadığı birbirine yaklaşan çatılmış kaşlarından belliydi. ''Ciddi misin? Ojusa dediğim için mi?''

''Evet.''

Kendimi frenleyip gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Bakışları hareketim ile yeniden dudaklarıma kaydı. Mimikleri arzu ile dolarken gülme isteğim daha yakıcı bir duygu ile yer değiştirdi. Bir fısıltı olarak ''Peki.'' dedim.

Bir anda elleri bileklerime dolanıp beni masanın üzerine yatmaya zorlayınca dengemi kaybettim. Ağzımdan şaşkınlık dolu bir soluk çıkamadan dudakları ile nefesimi kesti. Bedeninin sıcaklığı ve kokusu kanımın yeniden kaynamasına neden olurken bileklerimi çekiştirip bir araya getirdi. Tek eli ile bileklerimi hapsederken diğeri ile masadan destek alıp doğruldu.

İlkel bir duygu ile gölgelenmiş gözleri kısıldı. Bakışları yüzümden aşağıya kayıp hareketlerimiz yüzünden sıyrılmış tişörtümün açıkta bıraktığı karnımda durunca kıvrandım. Bileklerimi kurtarmak için çekiştirdim.

Baskıyı artırıp beni daha sıkı tutarken hırladı. ''Uslu dur.''

Başını eğip dudaklarını çene çizgimde gezdirdi. Boynumdan göğüslerimin kabartısına uzanan ıslak öpücükleri ile uslu durmam mümkün değildi. Repias beni yeniden uyarmadı. Tişörtümün eteğini tutup yukarıya çekti. Isınan tenimle temas eden soğuk hava bedenimdeki minik tüylerin havalanmasına neden olurken kalçalarımı masaya daha çok bastırıp göğsümü öne çıkardım.

Sarı kumaşın yukarı sıyrıldığı her saniye kalp atışlarım hızlandı. Ta ki gözlerimin üzerinde bir bağ gibi görüşümü karanlığa bulayana kadar. İşte o anda göğsümün içinden çıkacağından emindim. ''Lütfen.''

Yalvarışıma aldırmaya Repias parmaklarını tenimin üzerinde gezdirdi. Bileklerimin üzerindeki baskı yok olunca görüşümü kazanmak için hızla yüzümü örten kumaşı avuçladım.

''Hayır, öyle kal.'' Sert emir tonunda çıkan kelimeleri ile duraksadım. İki elimle tişörtü sıkarken göğsüme değen saç tellerini ardından dudaklarını hissettim. Repias açıkta kalan tenimle ziyafet çekerken daha fazla dayanamayıp sol elimi uzatıp omzuna tutundum.

Tepki vermedi. Aksine ben yakaladığı bir avmışım o da en tehlikeli yırtıcıymış gibi benimle oynadı. Dudakları, parmakları, tenimin üzerine sürtünen serin saçları ile çıldırmanın eşiğine geldiğimde omzundaki elim kasıldı. Kıyafetinin üzerinden de olsa tırnaklarımı etine geçirdim.

''Repias lütfen.''

Tıslayıp bileğimi yakaladı. Baş parmağı tam da kişilik çipimin üzerini okşadı. Bir an arzudan kendini kaybeden bedenimle nerede olduğumuzu hatırladım.

Bir kontrol kabininde dokumacı ile sevişiyordum.

Kaslarım kasılıp gerildim. Bendeki değişimi fark eden Repias parmağının okşadığı yeri öptü. ''Sanırım aylık kontrolünü ben yapmalıyım.''

Bedenimde kontrol edebileceği her noktayı defalarca kontrol etmemiş gibi kızardım. Yine de sözlerine karşılık verdim. ''Bunun bir görevli ya da uzmanın işi olduğuna eminim.''

''Öyle.'' Ses tonundaki keskin öfke ile şaşırdım.

''Repias ne oluyor?''

Sorumu cevapsız bırakınca gözlerimi kapatan kumaşı avuçlayan elimi aşağıya çektim. Işık bir an için görüşümü yok etse de Repias'ın artık hiç de arzulu durmayan ifadesini gördüm.

Sıktığı dişleri yüzünden çenesindeki kaslar gerilmişti. Uzanıp yanağına dokununca suçlar gibi bana baktı. ''Neden onca insan içinde onu buldun Hina?''

''Anlamadım?''

Eliyle burun kemerini sıktı. Benden çok kendisi ile konuşuyormuş gibi ''Onun kucağında taşınmalıydın değil mi?'' dedi.

Kafa karışıklığı ile olay akışını yakalamaya çalışırken ''Zecrik'ten mi bahsediyoruz?'' diye sordum.

Benden uzaklaşıp bedenini dikleştirdi. Aramıza yıkılmaz dokumacı duvarını dikerken içim çaresizlik ile doldu. Sesi astlarına karşı kullandığı düz tona büründü. ''Ona direkt adıyla hitap etmeye ne zaman başladın?''

Hatamı geç anlayıp yanağımı ısırdım. Unvanını söylemeyi unutmuştum. Aslında tanıştığımız ilk andan beri ona saygısızlık etme konusuna kendimi aşmıştım. Aceleyle ''Onun doktor olduğunu bilmiyordum.'' dedim.

Kaçıp gitmesin diye uzanıp gömleğini tuttum. ''Bak bugün pek kendimde değilim. Her şey üst üste geldi ve... ve-''

''Sen de kendini projesini yönettiğim adamın kucağında mı buldun?''

Ağzından çıkan zehirli sözler ile kaşlarımı çattım. İçimde inatçı ve boyun eğmeyen yanım yüzeye çıktı. ''Bana yardım etti.''

Repias gömleğini tutan elimi avucunun içine alıp sıktı. ''Ondan hoşlanmıyorum.''

Ağzım açık kaldı. Repias'ın bu güne kadar birine karşı böylesine nefret dolu bir tepki verdiğini görmemiştim. Kalbim yumuşayıp altında yatan nedenleri anlamaya çalışmam için bana fısıldadı. Derin bir nefes alıp gözlerinin içine baktım. ''Üzgünüm.''

''Onunla bir daha konuşma.''

Uzlaşmacı bir tonda ''Yardımı için teşekkür ettikten sonra bir daha onu görmeyeceğime eminim.'' dedim.

''Hayır yapmayacaksın.'' diye emretti. Çenemi yakalayıp sıkarken tıslayarak emretmeye devam etti. ''Sana dokunmayacak, seninle konuşmayacak. Hiçbir zaman.''

Sözlerini kıskançlık olarak yorumlayacak kadar aptal değildim. Sorun başka erkekler değildi. Repias beni yardımcılar ya da uzmanlar ile konuşurken pek çok kez görmüştü. Hatta bir keresinde Uzman Jeinan'ın yeni atanan yardımcısı yüzünden yaralanıp Sağlık Konutu'na taşınmak zorunda kaldığımda Repias ordaydı.

Beni kucaklayan görevli için böylesine ateşli bir tepki vermemişti. Ne o zaman ne de sonrasında beni ziyarete geldiğinde onun kollarında uykuya daldığımda.

Sorun kesinlikle başka bir erkek değildi. Zecrik'ti.

Onu anlamaya çalışırken bana boyun eğdirmeye çalışması karşısında içimde kaynayan öfke taştı. ''Aynısı senin için neden geçerli olmuyor?''

Bakışlarımız keskin kılıçlar gibi çarpışırken Jeinan'ın ona her dokunduğu, her güldüğü, her konuştuğu sahne zihnimden hızla geçti. Repias'ın benim varlığımı görmezden geldiği her an katran rengi fokurdayan öfkemi besledi.

Neyden bahsettiğimi anlayıp ''Aynı şey değil.'' diye itiraz etti.

Kıskançlık sivri dikenlerini uzun zamandır etime geçirirken ben susmayı başarmıştım. Onunki kıskançlık bile değildi. Zaten bir dokumacının kıskanacak hiçbir şeyi olmazdı. Aynı nefret edeceği pek fazla şeyin olmadığı gibi.

Çenemi tutan elinden kurtulup sesimi yükselttim. ''Sana dokunuyor, seninle konuşuyor. Hem de her zaman!''

Repias sözlerim karşısında geri çekildi. ''Kıskançlık yapman saçmalık. Jeinan ile sen farklısın.''

Ah benimki gerçekten kıskançlıktı. Peki, onunkisi neydi?

''Sen ne yapıyorsun?'' Sarışın uzmanı ismiyle anması sinirimi bozdu. Bu yüzden unvanları boş verdim. ''Zecrik teşekkür etmemin bile yasak olmasına neden olacak ne yaptı sana?''

''Unvanlar!'' derken yumruk yaptığı elini masaya vurdu. Ben ürküp geri çekilince dişlerini sıkıp konuşmaya devam etti. ''Unvanları bilerek unutma eğilimin beni deli ediyor.''

Göğsünün yükselip alçalışı hız kazanırken kendisi ile ilgili olayları benimle paylaşmak yerine kuralların arkasına sığınması canımı yaktı. Bana ilk kez gördüğüm bir adam için sesini yükseltmiş olması gözlerimin arkasında batma hissi yarattı.

Gururun aptallara göre olduğunu düşündüğüm zamanlar vardı. Ama şimdi karşımda sinirle ellerini yumruk yapıp açan adamı görünce o aptalların ne hissettiğini anladım.

Ondan uzaklaşıp ''Affedin Dokumacı Repias.'' dedim. Bir an sözlerim ile duraksayıp Zecrik için duyduğu düşmanlığın aramızdaki yakınlığa zarar verdiğini anlasa da hemen ifadesini sakladı.

Masanın üzerinden kayıp görevlinin kişilik çipimi kontrol ederken kullanması gereken filopiyi alıp ona uzattım.

Repias bu düzlemde her yetkiye sahip olan tek kişiydi. Kabinin kapısını tek dokunuşu ile açabilirdi.

''Hina.''

''Dinlenmek istiyorum.''

Bana karşı çıkmadı. Teselli cümleleri kurmadı. Sadece filopinin ekranına sertçe dokundu.

Anlaşılan tek aptal ben değildim.

***

Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top