❝YENİDEN DİRİLİŞ❞
"Düşünmek ilacı olmayan bir hastalıktır."
Emily yaklaşınca Crash onun sırtına astığı koyu mavi renkli çantayı gördü ve gözlerini 'bu ne?' der gibi araladı. Emily yarı çıldırmış bir yüz ifadesiyle "Buradan gidiyoruz!" diyerek bağırdı, bu sırada bütün odayı gözden geçirmeye çalıştı ve "unuttuğum hiçbir şey yok!" dedi ardından. Crash derin bir iç çekti ve pencereye doğru yürüdü.
Koyu siyah ve onun üzerine kondurulmuş her parlak nokta artık Crash'in düşüncelerini karıştırıyor ve bu durum gerçekten canını sıkıyordu. Hiçbir şekilde sonsuzluğun içinde mahkum olmak istemiyor, fakat kalbi bu durumla tezatlık oluşturuyordu. Bir nefes için savaşmak, bu sonsuzlukta bitmeyen başka bir olaya sürüklüyordu onu, bundan sonraki her aşama için bunu yaşayacağını kabullendiğinde omuzlarının gerildiğini hissetti. Bir sızı ensesinden girip bütün vücudunu titretmiş ve derin bir nefes alıp vermesine neden olmuştu. "Emily, biraz beklesene!" diyerek onun koluna yapıştı Crash. Emily'nin gözlerindeki sönük bakış bir süreliğine onun canlı gözleriyle buluştuğu için kaybolmuş gibiydi.
Umutsuz bakışları bir anlığına yerini sevince bırakmıştı, fakat yine de bir zıtlık olduğu her şekilde seziliyordu. Odayı dolduran boğuk ve sıcak hava yerini hafif serinliğe bıraktığı zaman Crash tebessümle Emily'nin gözlerine ve ardından elinin arasına aldığı kağıda baktı. Emily'nin ilk başta nasıl bir tepki göstereceğini kestirememişti.
Avuçlarının içine aldığı şeyi öylece saklamak için kaçacağını tahmin etmiş fakat birkaç dakika kadar sonra Kansas'ın içeriye girmesiyle bu olay tamamen endişe olmaktan çıkmıştı. Kansas yarı terli alnını kolunun yardımıyla temizledi ve parlak bakışlarını Crash'in yüzüne çevirdi. "Bir saat sonra buradan gideceğiz!" dedi, neşeyle ışıldayan yüzü 'buradan kurtuluyoruz' der gibi çığlık çığlığa dans ediyordu. Fakat bu durum Crash'in canını olduğundan fazla sıkmaya yetiyordu. Çünkü buradan ayrılacaklarına dair hiçbir hareket şu an kesinlik kazanmamıştı. Ortamda bir müddet sessizlik kendini acımasızca gösterdiğinde Globe yanında Collin'le birlikte telaşla içeriye girdi. Bakışları sert ve şüpheliydi.
Sanki koşmuş gibi bir halleri vardı, nefes nefese kalmışlardı. Diğerleri onların yüzlerine neler oluyor' der gibi baktıklarında Collin ağlamaklı gözlerinin bir anda kapandığını hissetti. Bunun bir tuzak olduğunu, hepsinin Mars Üssü'ne sürgün edileceğini duyduğundan bu yana içinde kopan kıyametle titremeye başlamıştı. Kansas kolunu Collin'in omzuna dayadı ve gözlerini sabit bir şekilde onun bembeyaz olmuş yüzüne dikti. "Rahatlamalısın Collin!" diyerek fısıldadı bir anne şefkatiyle. Bu sırada Globe dişlerini öyle sıkmıştı ki bir an kırılacak sanmış kendini bu sırada serbest bırakmıştı.
Önce hangisinin lafa gireceğini bilmek istiyor, kimsenin bu konuyu açmayacağını düşündüğü zaman da atılmayı deniyor fakat bir türlü başarılı olamıyordu. En sonunda alnından akan birkaç damla teri elinin tersiyle silip derin bir nefes aldı. "Bir tuzağın içindeyiz!" diyerek fısıldadı, "Herkes bize devrimci gözüyle bakıyor!" kimse onun tam olarak ne demek istediğini anlamamış gibi bakarken Collin aksine onun duraksamasının ardından lafa heyecanla girişti. "Mars Üssü," diyerek bağırdı, "Hepimizi oraya sürgün edecekler!" Emily bakışlarını sertçe Globe ve Collin'in üzerine çevirdiğinde hafifçe gülmeye başladı, "Siz aklınızı kaçırmışsınız! Mars Üssü bir plandı sadece, hem orası hakkında ne biliyoruz ki?" Hepsi birden sustu, ortamı kaplayan sessizlik demir kolonlar arasında işliyor gibiydi.
Sessizliğin ortasına bir bomba atmış gibi birden parlayan Kansas başını kaşımaya başladığı sıra Emily'e baktı, "Gene bana, kızının bizi götüreceğini, saat üç gibi Diriliş'in tahliye bölmesine gitmemizi söylemişti." diyerek mırıldandı. Kelimeler ağzından bir bir çıkarken bunun mantıksız olduğunu yeni yeni kavramaya başladığını hissetmişti. Bu sırada Crash, Gene'nin ismini duyduktan sonra aklına son görüntüleri gelmiş bu olası yanılsamayı zihninden silmek için derin bir sızının canını yaktığını fark etmişti. "Mantıklı davranmalıyız!" diyerek kesin bir cevap verdi ardından, hepsi Crash'in ağzından çıkan birkaç kelimeyle dikkat kesilmiş ve gözlerini aralamışlardı. "Güverteye çıkmamız imkansız, temiz tahliye kararı aldık fakat Kurul'un nasıl bir şekilde karar vereceğini bilmiyoruz. Ani bir değişimle hepimizi boşluğa uçururlar, hiçbir adımı düşünmeden atmamamız gerekiyor.
Kesinlikle hepimiz bir arada olmalıyız!" Hepsi birer birer kafa sallıyor, teorik olarak bunu başarabileceklerini içlerinden onaylıyorlardı. Kansas "Diğerlerini toparlayım!" diyerek Diriliş'in D kısmına inen spiral merdivene doğru yürümeye başladı. Bu sırada acele etmek için çabalıyor fakat görünmeyen bir güç onu durduruyormuş gibi karşıdan itiyordu.
Basamakları ikişer ikişer atlayarak Isabel'in atölyesine doğru koşmaya başladı. Bu sırada on adım uzağında olmasına rağmen "Isabel!" diye bağırmaya başlamış yanına gidesiye kadar da ona hiçbir şey söylememişti. "Lütfen," diyerek arkasını dönen Isabel, "Yine bir işle gelme," diyerek yalvarır bir yüz ifadesiyle bakmıştı ona, yaşananların hiçbirinden haberi yokmuş gibi davranması Kansas'ın canını sıkmaya yetmişti ve bu yüzden ona öfkeyle baktı. "Burada ne arıyorsun?" diyerek bağırdı, sesi tiz ve çatallı çıkmaya başlamıştı, bugün hiç uyumadığını hatırladığında boğazını temizledi ve derin bir nefes aldı. Ardından bakışlarını farklı bir açıya çevirdi.
Güverteye yaklaşan bir Kurul aracı görmüştü. Kalbi heyecanla atmaya başladı, bekledikleri araç bu olabilirdi. Bu sırada cebine koyduğu cihazı hatırladı ve Isabel'in kolundan tutup Crashlerin olduğu odaya doğru koşmaya başladı. "Sündürme beni!" diyerek çıkışıyordu Isabel fakat Kansas ona kulak bile asmıyordu, "Acele et!" diye bağırıyor, bu bağırışla koridordaki kalabalığı daha da artırıyordu. Cebindeki cihaz ötmeye başladı, fakat saate henüz vardı. Buluşma bundan daha erken olamazdı, olmamalıydı çünkü henüz herkese haber vermemişti. Odaya panikle girdi ve cihazı çıkarıp herkesin görebileceği bir şekilde merkeze yerleştirdi. Birkaç saniye sonra yeşil tuşa bastığında oval biçimde açılan hologram Adia'nın sesiyle titredi. "Çocuklar!" diye fısıldadı Adia, "Lütfen bana henüz hazır olmadığınızı söylemeyin!" diyerek çıkıştı. Çok geçmeden Diriliş'in ana savunması bütün koridorlarda "Düşman Alarmı" vermeye başlamıştı. Bütün Koloni ayağa kalktığında Kurul'un düzensiz planlarının yerle bir olduğunu öğrenen Guarpane çıldırmışçasına bağırmaya başlamış ve emirler üstüne emirler yağdırmıştı. "Bütün uçuş birimleri, derhal şu izinsiz bekleyişte olan aracı yok edin!" Çılgınca dönen kırmızı uyarı ışıkları gittikçe rahatsız edici bir boyuta ulaşmış ve bütün giriş çıkışlar bu alarm sayesinde kapatılmıştı. Crash, umutsuzca koridora doğru yürüdüğünde her iki devrenin tamamen kapatıldığını Adia'ya söylemiş ve oradan çıkamayacaklarını son derece imkansızmış gibi anlatmıştı. "Çocuklar," dedi Adia aniden, "Beni yok etmelerini beklemeden önce bir şeyler yapmak zorundayım." Aracın kontrolünü tamamen kendisine alan Adia güverteye doğru inmek için Barış ışıklarını yaktı, bu Kurul'a karşı bir nevi işaretti. "Hiçbir zarar vermeden buradan ayrılacağım!" olarak kayda geçmesini istediği için güverteye dakikalar içinde iniş yapmış ve kıyafetini araçtan inmeden önce son kez kontrol etmişti.
"Plan değişti çocuklar, benden haber bekleyin!" Crash ve Kansas tıpkı diğerleri gibi neler olduğunu anlamadan öylece kalakaldılar. "Şimdi ne yapacağız?" diye yorgunca sordu Isabel, "Beklemekten başka hiçbir çaremiz yok!" şeklinde ise yanıt aldı.
Adia sendeleyerek araçtan indiği sırada manyetik botlarını çalıştırmadığını düşündü ve haklı çıktı. Zemine bu şekilde inerse, güverteden içeriye girmeden savrulacağı tamamen aklından çıkmıştı. Onu güvertenin girişinde dört asker karşılamış ve kimliğini sormuşlardı. Adia kendisini "Ajan Welts!" diye tanıtmış, bu sırada göğsündeki isimli sökülebilir kartı onlara doğru uzatmıştı. Askerlerden uzun boylu olan kaskının beyin kısmındaki düğmeye basmış ve "Güverte temiz!" uyarısı vererek, Adia'yı içeriye buyur etmişti. "Söylenildiği üzere Diriliş'in izni olmadan Koloni'ye dönmeniz imkansızmış Bayan Welts," Adia kaskını çıkarmadan önce odadaki kapağın kapanmasını ve ardından oksijenin dengelenmesini bekledi. Derin bir nefes aldı ve kaşının tekini olduğunca yukarıya kaldırdı. "Üssün, bir fırtına kıyametiyle savrulduğu haberini almadınız herhalde, söyler misiniz?" Adia duraksadı, karşısındaki askerin isminin yazılı olduğu karta baktı. "Söyler misiniz General Shiv, herkes öldükten sonra orada kalmamın anlamı ne?" Adia üzerindeki kıyafetleri çıkarıp öylece içeriye doğru yürüdü.
Geniş sarı ışıklı asansör kapısının önünde durdu ve üzerini düzeltti. Babasının Kurul'un Meclis odasında olduğunu umarak oraya doğru yön belirledi. "Hayır," dedi asker arkasından ona seslenerek, "Bayan Guarpane sizi bekliyor!" Adia dişlerini sıktı ve öfkeyle asansöre bindi. "Bir bu eksikti!" diyerek söylendi kendi kendine, o kadının yüzünü görmeyi dahi istemiyordu. Hep annesinin son bakışları geliyordu gözünün önüne ona baktığı zaman, sesini duyduğunda kulakları yırtılıyormuş gibi sızlıyor ve içinde hiç hissetmediği kadar büyük bir öfke parıltısı yaşıyordu. Gözlerinin parıltısı sönmüştü bu yüzden, içinde artık en ufak bir korku dahi hissetmiyordu. Kapının önüne geldiğinde devasa karanlığın avucu içinde sıkışıp kaldığını düşünmekten başka bir şey yapmıyordu.
Bedeninin bu yorgunluğu kaldırması ona eziyet veriyor gibiydi. Omuzları birden düştü ve istemese de yüzüne sıradan bir gülümseme yerleştirdi. Dudaklarının kenarı kıvrıldığında otomatik kapı yana doğru açıldı.
"Sen nasıl, hiçbir izin verilmediği halde Koloni'ye dönme kararı alırsın?" Bayan Guarpane'nin o tırmalayıcı sesini duyan Adia gözlerini araladı ve omuzlarını dikleştirdi. "Bugün başka soru sormak için hiç zinde değilsiniz anlaşılan!" diyerek karşılık verdi, "Bu saçmalığa bir son verip tarama servisinizden haber almaya ne dersiniz Bayan?" Guarpane sendeledi, ondan bu denli açık ve cesur bir cevap beklemiyordu. "Servis hiçbir bilgi vermedi," dedi ve elini cebine attı. "Bana hemen Bay Wiltson ve Kurgar'ı çağırın!" diye bağırdı. Dudakları titriyordu, bütün servetini yatırdığı Mars Üssü projesinin bir anda çöp olduğunu duymak istemiyor ve duymak isteyeceği en son şeyin bile bu olmasına tahammül edemiyordu.
Derin bir sessizlik çöktüğünde Adia arkasını döndü ve bulunduğu yerden ayrılmak üzere kapıya doğru yöneldi.
Suskunluğunu koruyan Bayan Guarpane ona hiçbir şey demeden gitmesini izledi. Çünkü babasının öldüğünü ona şimdi söylemek büyük bir çılgınlık olurdu. Adia, ileriye doğru yürüdü. arkasından onu takip eden kimsenin olmadığını anladığında üzerine olduğundan fazla bir rahatlık çökmüştü. Şimdilik tek düşündüğü, zihninin derinliklerinde unutmaya yüz tuttuğu kuzenini bulmaktı. En son onu gördüğünde gerçekten çok küçüktü, hatırlamıyordu. Buradan ayrıldığında babasını bile görmekte zorluk yaşamış, Kurul'un emriyle apar topar yıllar önce başka bir Koloni'ye gönderilmişti. Amaç doğrultusunda hizmet ettiği Diriliş'e geri dönmüş ve bu geri dönüş onu olduğundan daha az etkilemişti.
Annesinin özenle süslediği odasına girmek istedi birden, aklına nereden geldiğini önceliğinin bu olmadığını kendine anlatmaya çalışıyor fakat kalbine söz geçiremiyordu. Babasını da görme duygusu depreşmişti, yıllardır Işık Kolonisi'nde zaman geçirmiş, oradan Arşiv'e geçmiş ve son haftalarını da Mars'ın Üssü'nde geçirmişti. Şimdi, dönmüştü. Fakat önceliğini her zaman yapacağı işe vermeliydi, gençleri buradan götürecekti. Koridor boyunca yürüdü, dışarıdaki siyahlık gittikçe yoğunlaşıyor gibi bir hal alıyordu. Sanki o gün hiçbir şekilde iyi geçmeyecek gibi kalbi sıkışmıştı. Ama şu an korktuğu hiçbir şey yoktu, tek korkusu onlarca masumun canını hiçe sayması gerektiğiydi. Çünkü Mars Üssü bu konuda çok ileri bir konuya sahipti.
Fakat yine de hiçbir sınıf Kurul üyeleri tarafından oraya gidemeyecekti. Bu başarısız olmasa bile saçma bir düzendi. Bir mücadele sadece seçkinler için verilemezdi, hele seçkinler için mücadele eden sınıf düşkünleri temsil ediyorsa bu durum daha da aykırıydı ve böyle kabul edilmeliydi. Kurul bunun için hiçbir zaman yükselemedi, sınıfsal ayrımların yapılmaması gerektiğini savunan amcasını düşündü ve aynı şekilde ona destek veren annesini de, sonra istemsizce başını salladı ve bu düşüncelerin geçmişte kaldığını hatırladı. Büyük girişin önündeki kapıda birkaç askerin geçiş iznini sorgulayacaklarını düşündü ve olduğu yerde kaldı.
Arkasını döndüğünde, oradan uzaklaşmak için can atıyordu. Fakat askerlerden birisi ona geçebileceğini söyledi ve kapının önünden çekildi. Bunun neden yaşandığını anlamamıştı Adia, böyle bir durumun neden olduğunu da sormamıştı. Sadece geçtiği zaman kapının arkasından sertçe kapatılması, biraz onu ürkütmüştü. Boğazını temizledi ve "Crash!" diyerek fısıldadı. Karşısındaki koridorda hiç kimse yoktu, tek ses arıtma borularından geliyordu. Adia, tekrar mırıldandı; "Crash!" bu defa da hiçbir yanıt alamamıştı. Kuzeninin nerede olduğuna dair hiçbir bilgisi yoktu. Yürümeye ve aynı zamanda etrafına bakmaya devam ederken arkasından bir ses geldiğini duydu ve duraksadı. Hologramda hiçbirinin yüzünü görmemişti, haliyle hiçbirini tanımıyordu.
Sesin geldiği yere doğru eğildi ve "Merhaba!" diyerek söylendi, içine istemsizce ürperti girmişti. Bu sınıfın bu kadar sessiz olması hiç normal olamazdı. Gözü genç bir kıza ilişmişti. Çok küçükken babasının ona anlattığı bir konu aklına gelmişti. Kızın yanında uzun boylu bir genç dimdik duruyordu. Adia duygusunu nasıl ifade edeceğini unutmuştu ama karşısında gördüğü amcasının tıpa tıp benzeri gibiydi. O mükemmel parlayan gözlerin sahibine ilişti bakışları. Gözleri doldu ve kalbi hınca hınç atmaya başladı. Nasıl, ne şekilde davranması gerektiğini düşündü. Bir adım attı ve küçükken ona sürekli oyuncaklarını verdiği kuzenini kanlı canlı olarak yıllar sonra ilk defa görmüştü.
Ailelerin suçlarını hep çocukların çektiği gerçeğini bir anlığına değiştirmek istemiş ve bu düşünceyle gözyaşları yanaklarından süzülüp zemini selamlamıştı. Crash, ifadesizce karşısında durana bakıyor, onun kuzeni olduğunu dahi bilmiyordu. Neden böyle tuhaf bakışlara maruz kaldığını düşündüğü sırada Emily'nin elini tutmuş ve "İçeriye geçelim!" der gibi dudaklarını hareket ettirmişti. "Bekle!" diye bağırdı Adia bu sırada, "Bekle Crash, beni tanıyamadın mı?" Crash bakışlarını düşünceli bir şekilde onun, Adia'nın yüzüne çevirdi. Gülümsemesini asla unutmamıştı, Adia tebessümle ona doğru koştu. Kollarını kocaman açıp Crash'e, kardeşine ve amcasına sarılıyormuş gibi sarıldı. "Ben, Adia!" diyerek mırıldandı, ağlamaya devam ediyorken Crash'in onu tanıması saniyeler sonra yaşanmıştı. Burada geçirecek hiç zamanları olmadığını birkaç dakika sonra içeriden gelen Kansas söylemişti.
Crash ona nasıl davranacağını tıpkı kuzeni gibi bilmezken, Gene'nin öldüğünü hatırladı, birden 'acaba onun haberi var mı?' diye düşündü fakat bu düşünceyi şimdilik zihninin derinliklerine gömdü. Ona bu konudan Dünya'ya gidesiye kadar bahsetmeyecekti. İçeriye geçtiklerinde, Kansas daha önce hazırladığı planı ortaya serdi. Yanında Isabel ve diğerleri de vardı. Adia, Crash'in omuzlarından elini çekti ve gülümsedi, birkaç dakika sonra odadaki gençlerin yüzüne baktı. Her biri olduğundan daha masum duruyordu. Fakat bir terslik vardı, araca sadece on kişiyi bindirebilirdi ve içeride iki kişi fazlaydı. Bu konuyu plandan önce açıp açıklık getirmek isteyerek "Beni yanlış anlamayın!" diyerek başladı sözüne, herkes ona dikkatle baktı ve söyleyeceklerini dinlemeye başladılar. "Araç, sadece on kişiyi alabilir. Hepimizin aynı araçla uçması imkansız," böyle diyerek iki kişinin sığmayacağını dile getirdi, fakat kimse bunu sorun etmemişti. "Koruyucu kıyafetlerimiz olduktan sonra aracın içinde başımıza başka ne gelebilir ki?" diye sordu Collin, diğerleri haklı olarak ona katılarak başlarını salladılar. "Dünya atmosferine ne şekilde girebileceğimizi bilmiyoruz çocuklar, bu aşamada hepimizin kemerleri bağlanmış olmalı."
"Bence iki kişi bir şekilde tutunuruz, biliyorum çok saçma geliyor ama!"
Crash umutsuzca başını eğdi ve sertçe yutkundu. "Denemek için hiç vaktimiz yok."
"Peki ya diğerleri, Wilh, Cope onlar ne olacak?"
Adia, Kansas'ın gözlerine baktı. "Daha fazla olduğunuzu bilmiyordum!" dedi, "Ben sadece on kişi için aracı uçurdum."
"Onları kapsüllerden kurtarmak çok sıkıntı," dedi Emily, söylediğini kendisi de kabullenmiyor gibi bir hali vardı ama ona iğneleyici bakışlarla bakan bakışlara karşı, "Mecburuz!" diyerek yanıt verdi. "Vaktimiz çok dar, şimdi bize karşı bir operasyon yapılmayacağını nereden bilebiliriz? Hepimiz birkaç saat sonra birer ölü olarak uzayda sürükleniyorken, ardımızda bıraktığımız hangi varlığa faydamız olabilir? Düşünün, şimdi fırsat varken gitmek mi, yoksa fırsatı değerlendirmeyi unutup ölmek mi?"
"Galiba haklı," dedi Adia, Emily'e bakarak. "Bizim bir an önce harekete geçmemiz gerekiyor."
"Ne yapmalıyız? Nasıl?" Kansas, Globe'a baktı ve gözlerini sıkıca kapattı. "Bunu bir şekilde halledeceğiz!"
"Zaten bizi Dünya'ya göndermeyecekler mi bunlar?"
"Evet Globe, evet ama Dünya'da gidebileceğimiz yerler kısıtlı olacak."
"Galiba gitme vaktimiz geliyor çocuklar!"
Adia, Cliff'in ve Lily'nin sözünü kestiğinde bileğindeki saate baktı. "Şu an bütün ışıklar sönmek üzere, kapılardaki askerlerin değişim süreci başlamalı değil mi?"
Crash başını salladı ve "Evet," dedi, "Yaklaşık üç dakikamız var güverteye çıkabilmek için."
Hepsi hazırlandı ve oldukları yerde öylece durdular. Nöbet değişimi kısa bir süre içinde başlayacaktı fakat Koloni'nin ışıkları son alarmdan önce uzun süredir yanmaya devam ediyordu. Bu sıkıntılı bir süreçti onlar için, karanlıkta ilerlemeleri daha kolay olur ve hiçbir devreye yakalanmazlardı.
"Isabel, kameraları hallettin mi?" diye fısıldadı Kansas, Isabel ona gülümseyerek baktı, bunu yapacak olan Deffa." (Cliff ve Axel'in Keith'e verdikleri lakap).
"Onun neden gelmek istemediğini bir türlü anlamıyorum,"
"Çünkü ailesi burada Lily, onları bırakmak istemiyor."
Emily en önde olmak için ayağa kalktı. Karşı güverteyi gösterdi. Bütün ışıkların alttan başlayarak gece moduna geçtiğini işaret ederek anlattı ve nöbet değişimlerinin beş dakika sonra başlaması gerektiğini vurguladı. Hepsi birden hareket etmeye başladılar. Adia önden yürüyerek, koridora çıktı ve sönen ışıkların içinde yürümeye başladı. Sırasıyla diğerleri de onu takip etmeye çalıştılar ve koridorun kameralı kısmına bir işaret bırakıldı. Deffa, kameraların görüntüsünü iki gün önceki görüntülerle değiştirecekti bu sayede onlara bir sinyal verecekti. Sinyal, gelmediği müddetçe yerlerinden kıpırdamaları anında başlarına onlarca askerin çökeceğinin gerçeğiydi.
Yaklaşık kırk saniye sonra Deffa'dan bir sinyal geldi ve bu sinyalin doğruluğunu hiçbiri sorgulamadan koşmaya başladılar. Giyinme odasına doğru yürüdüler ve ana güverteye çıkabilmek için asansör yerine merdivenleri kullandılar. A sınıfına geçmek gereksiz geldiği için güverteye, D sınıfının merkezi kapısını kullanarak gideceklerdi. Oradan da erişim izniyle giyinme odasına çıkacaklardı.
Koşmaya devam ettikleri sırada kapının önündeki sekiz askerin olduğundan daha fazla ekibi buraya sevk etmeye çalıştıklarını gördüler. Bir mucize olmasını isteyen Adia, askerlerin orayı terk etmesini dilemişti. Fakat üç asker dışında kimse olduğu yerden ayrılmadı. Bu durum canlarını sıkmış ve kameraların onlara fazla zaman kazandırmayacağını da hatırlatmıştı.
"Siz ikiniz!" dedi Globe ve Collin'e bakarak, "Kavga edin!" Globe ne olduğunu anlamadan Adia'nın yüzüne baktı, "Efendim!" dedi yüzünü buruşturarak, "Dikkatlerini dağıtmamız gerekiyor! Siz de şok tabancalarınızı hazırlayın." Kızlara bakıp güldü, Lily, Emily ve Isabel bellerinden çıkarttıkları şokları ileriye doğru uzattılar. Bu sırada Collin ve Globe çok gürültü çıkarmadan birbirlerini yumruklamaya başladılar, askerlerin önüne geldiklerinde anlamsızca birbirlerine vurmaya devam ettiler.
"Hey siz ikiniz!" diye bağırdı askerlerden en zayıf olanı, "Gidin başka yerde yiyin birbirinizi!"
Globe ve Collin umursamazca devam ettikleri sırada, onları ayırmak için üç askerin üçü birden koşarak yanlarına gittiler.
Bu sırada Isabel iki el birden ateş edip iki tane şok topunun iki askere isabet etmesini sağlamıştı. Adia, "Şimdi!" diye bağırdığında, Globe diğer iki askere saldırmaya başladı. Şoklar birbiri ardında ateşleniyor yumruklar havada uçuşuyordu. Saniyeler sonra beş asker on iki çocuğun ve bir ajanın saldırısıyla mağlup olmuş ve öylece bayılmışlardı. Adia giyinme odasının kapısını açtı ve "Hızlı olun çocuklar!" diye söylendi. Hepsi aceleyle uzay kıyafetlerini giymeye başladılar. Birbirlerine destek olup kasklarını taktılar ve güverteye çıkan kapıya doğru usulca yürüdüler.
"Beşten geriye doğru sayacağım, saymam bittiğinde arkanızda ne olursa olsun durmak yok! Hepiniz araca koşacaksınız. Anlaşıldı mı?"
Hepsi Adia'ya baktı ve başlarını salladılar.
"Beş, dört, üç..."
Koridordan ayak sesleri gelmeye başladı. Adia hiç durmadı, duymazlıktan gelip, "İki, bir ve koşun!" diyerek bağırdı ve kapıyı açtı. Güverte açıklıkta kaldığı için çocuklar sendeledi ve birbirlerine tutunmaya başladılar. "Karşıdaki araca!" diye bağırdı Adia, giyinme odasının kapısı da bu sırada kapandı ve hepsi aceleyle araca binmeye başladılar.
"Yürüyemiyorum!" diye bağırdı Lily. Globe ona doğru baktı ve "Acele etmelisin!" diyerek söylendi. "Biliyorum ama adım atamıyorum, bacaklarım zemine yapıştı!" Adia çoktan aracı çalıştırmıştı. Crash, Emily'i koltuğuna oturttu ve dışarıda duran Globe ve Lily'e baktı. oraya doğru koşmaya başladı. "Neyi bekliyorsunuz?" diye bağırdı. Güvertenin kapısı açıldı ve askerler rastgele ateş etmeye başladı. "Hadi!" diyerek bağırdı Crash bir kez daha. Fakat Lily'nin botları zemine yapışmıştı.
Botların manyetik baskısını bir türlü kapatamamış olmasına sinirlenmişti. Globe onu hınca hınç asılıyor ve yerinden kıpırdamasını sağlıyordu. Mermiler, kapının önünde yakın bir mesafede durdukları için rahatlıkla yön alıyordu. Hatta bir mermi Globe'un tam yanından geçmiş ve kaskını delmesine çok az bir uzaklık kalmıştı. Rastgele bir merminin Lily'nin tam göğsünü delip geçtiğini gördü. Olduğu yerde kalmıştı. Lily, her zaman eğlencenin kraliçesi olarak kendini tanıtan Lily şimdi konuşmuyordu. Bedeni öne doğru eğildi ve ileriye geriye doğru savrulmaya başladı.
Globe belindeki silahı hatırladı ve çıkarttı. Rastgele ateş açmaya başladı ve aynı zamanda ağlıyordu. Crash onu kolundan tutup araca doğru asıldı. Böyle olmasını istemiyordu. Emily, çığlık çığlığa bağırıyor ve sinir krizi geçiriyormuş gibi titriyordu. Sonunda Crash, Globe'u araca kattı ve Adia, yaşlı gözleriyle aracı uçurdu.
"Komut Dünya!" diyerek fısıldadı ve araç aniden aşağıya doğru yön aldı. "Kemerlerinizi bağlayın!" diye uyardı, Globe'a baktı ve "Sende sıkı tutun!" diyerek uyarıda bulundu. Araç titreyerek hareket ettiğinde Koloni çoktan geride kalmıştı. "Yaklaşık bir saatlik yolumuz var çocuklar!" diye fısıldadı Adia elini devrenin üzerinden çekerek, "Otomatik pilot," dedi ardından, birkaç dakika öylece arkasına baktı. Babasını göremediği için, kalbinde bir sızı hissetmişti. Bu sırada aklına az önce vurulan o genç kız geldi, "Arkadaşınız için üzgünüm!" diye söylendi, ağlamamak için kendini sıkıyordu.
Her yanı tir tir titreyen Globe'un yüzüne baktı. Yuttuğu gözyaşlarıyla tıkanan boğazını temizledi. Ona doğru koşup sıkıca sarılmak istemiş ve bu isteği delicesine uygulamıştı. Sesinin tonuna hakim olmuş yüzü gerilmişti. Sabrı gittikçe tükeniyor gibi Crash'in gözlerine baktı. "Peşimize asker gönderecekler, değil mi?" diye sordu Crash. Adia gözlerini devirdi, "Dünya'da her kim varsa, Diriliş'le mücadele etmemiz imkansız! Onlarla baş edecek kuvvete sahip değiliz!" Crash acı acı kıvrandı ve oturduğu yerde öfkeyle ayaklarını yere vurdu. Elleriyle başını kavradı ve "Şu sinir bozucu şeyi çıkartsam artık!" öfkeden gözleri yaşarmıştı. "Araç içerisinde güvende olmak için ama o," Adia'nın gözleri hafifçe açılmıştı. "Nefes alabiliyor muyuz?" diye mırıldandı Crash, Adia başını salladı ve bu saniyeden sonra hepsi teker teker kasklarını çıkarttı. Crash'in nefes alışları, tıpkı Emily'nin ki gibi hırıltıya dönüşmüştü. Hiçbirinden ses çıkmıyordu. Kaybettiklerini anımsadıklarından her biri suskunluğunu koruyordu, gökyüzü şimdi, sevdiklerini kaybetmişlerin sonsuz yuvası olmuştu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top