❝SONA DOĞRU❞
C▪️R▪️A▪️S▪️H
Gözlerimi açtığımda içimde hissettiğim bariz acı, boğazıma düğümlenmiş kalmıştı. Ağzımın içindeki ekşimsi tadın rahatsızlığı yüzünden yatağımdan kalkmak zorunda kaldım. "Bu gece iyice dinlenmemiz gerekiyor!" diye mırıldandı Johanna, "Boş versene!" diyerek karşılık verdim. Yapay bir zekânın bana ne yapmam gerektiğini söylemesine tahammül edemiyordum.
Kalbimin içinde derin bir sızı hissettiğimi ve bu derin sızıyı nasıl geçirmem gerektiğini düşünerek doğruldum, öfkeyle. Bir yangın çıktığını ve bu yangının ben de dahil bütün gençleri küle çevirdiğini gördüğüm lanet andan bu yana düşünüyorum; ben ne yapmalıyım?
Emily'nin yanına gitmek için Koloni'nin kalkış güvertesini iç kısma almış G1 salonunda olduğumu ve yalnız bulunduğumu anladığım andan bu yana da iyice meraklanıyorum.
Karşımdaki aynaya baktığımda iyice çökmüş yüzümü, parlaklığı sönmüş gözlerimi görünce ürperiyorum.
Sanki karşımdaki yansıma benim değilmiş gibi aynaya dokunuyorum, ardından kendi ellerimi, buz kesmiş parmak uçlarımı yüzümde gezdiriyorum.
Bütün hayallerimi ardından kayıp giden karanlığın içindeki zamanı, bazen neden burada olduğumu sorgulamıyor da değilim, içimdeki rahatsız edici bu kasvetli dağınıklık, nedense beni bir türlü ben yapmıyor, elimden gelen her şeyi deniyorum, aşık olmak, bulabildiğim kadar kitap okumak, dinleyebildiğim kadar müzik dinlemek... aslında bunların bir fıtrat gereği var olduğunu anlamam zor değil, çünkü biliyorum bunları her insan yapabilir, her insan aşık olmak üzere doğar, her insan bir şeyler okur ve dinler fakat beni ben yapan değerlerim değilse ne? Neden bu büyük ama bana küçük olan Koloni'de ölmeyi bekliyorum? Düşüncelerim çok dalgın, öyleyse neden her şeyiyle bize ihtiyaçları var? Neden öleceğimizi bildiğimiz halde Dünya'ya gidiyoruz?
Kapının oval biçimde yukarıya kayarak açılması dikkatimi çekince irkiliyorum, öylece daldığımı ve sonradan bu sese dikkat kesildiğime şaşırmadan karşıya bakıyorum, Emily'nin tıpkı benimkiler kadar yorgun ve içe çökmüş gözleri karşımda umutsuzca bana bakıyor, dudaklarının kenarı hafifçe büzülmüş, yüzü gerilmiş ve elleri titriyor.
Saçlarını özensizce geriye atmış ve yanaklarından düşen gözyaşlarının kurumuş izleri kendini belli ediyor, "Bana sakın o zehirli küreye gideceğini söyleme, lütfen bunu kabul etmemiş ol!" Ağlamaya başlamasından hemen sonra derin bir nefes alıp olduğum yerde kalmak dışında hiçbir şey yapamıyorum. Parmaklarımın uçları tıpkı buzluktan çıkmış gibi.
Dişlerimi sıkıp ona doğru yaklaşıyorum, soğuk parmaklarımı onun sıcak tenine temas ettirdiğim ilk an biraz irkiliyor ve yaşlarını saklamak için başını öfkeyle yana doğru çeviriyor, "Buna mecbur değilsin!" dedikten hemen sonra nefesini tutup "Oraya gitmek için başka birini bulabilirler!" ani bir nefes daha çekiyor ciğerlerine, "Ben böyle, bu şekilde..." omzuma yaslanıp kendisini teselli etmem için sarılıyor. "Bu metal çöpün içinde kendini bana hasret bırakmaya nasıl gönüllü olursun?" Hiçbir şey diyemeden sertçe yutkunup derin bir nefes alıyorum.
Fakat bunun geçici olacağını biliyorum. "Ben istemesem bile bizi buna mecbur bırakıyorlar!" gözlerini gözlerime dikip başını salladığında "Gene'nin yanına gideceğim!" diye fısıldadığını anlıyorum, sanki onu öldürecekmiş gibi bir öfkeyle, dişlerini sıkarak, tek nefesle söyleniyor.
Bunun bir çare olmayacağını bildiğim halde sakin kalmaya özen göstererek, geçmişi de geçmişte bırakarak yeni bir sayfa açmaya bir adım attığımı söylemeye hazırlanıyorum. "Bu bir veda değil!" diyerek onu kucaklıyorum, "Sevgiye hasret bir avuç insanın bunları yaşamasını kabullenemiyorum!" diye bağırmasından hemen sonra sağ gözümden akan yaşı omzumla silerek gözlerimi kapatıyorum. "Neden titriyorsun?" başını göğsümden çekerek dikkatle bana bakıyor. "Ellerin buz gibi," bunu ne kadar fark ettirmemeye çalışsam da başarılı olamadığımı anladığım an yüzümü buruşturup dizlerimin üzerine çöküyorum. "Sadece yalan söylediğin zaman titrediğini ve böyle buz kestiğini bilmiyor muyum Crash?" gözlerimi gözlerinden kaçırdıktan hemen sonra titrememin gittikçe artığını hissediyorum, çünkü biliyorum bunun bir veda olduğunu, biliyorum bir daha buluşmamızın mümkün olamayacağını.
"Sizinle geleceğim," dediğinde Emily'nin sararmış yüzüne korkuyla bakıyorum ve "Hayır," demekle yetiniyorum.
Çünkü uçuş aracında sadece on kişilik yer olduğunu ve fazladan bir koltuğun konulmayacağını bilerek bir kez daha itiraz ediyorum, "Bu mümkün değil!"
"O halde gönüllü olacağım!"
"Bu da mümkün değil Emily," o gözlerimin içine bir çocuk gibi bakıyor ve gerçekten de henüz öyle olduğunu hatırlıyorum, "On sekizden küçüklerin o zehirli küreye gitmelerine imkân yok!"
"Bunun açıklamasını sakın bir çocuksun diyerek yapma Crash, sizler benden sadece birkaç ay belki birkaç hafta büyüksünüz."
Hiçbir şey demeden öylece duruyorum, karşımdaki metal kolona yansıtılmış analog saatin gölgesini fark ettiğimde gitmeme son bir saat kaldığını acıyla anlıyorum, bunu ona yeterince belli ettirmiyorum fakat korkuyorum, korku iliklerime kadar işlemiş durumda, tıpkı bir ameliyata girecekmişim gibi ya da bir suyun altında saatlerce kalacakmışım gibi hissediyorum... saçma hisler biliyorum ama daha önce Dünya'ya gitmedim, nasıl bir his bilmiyorum ama içimdeki bu duygunun tanımını biliyorum, sadece korku...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top