❝SAYIM: KISIM İKİ❞
Emily onun yaşlarını silip tekrardan yanına oturdu. Birkaç dakika geçtikten sonra kapının önünde kırmızı tonlarında dalgalı bir ışık belirdi.
Crash ilk başta bunun Sayımcılar olduğunu düşünüp yüzünü buruşturdu. Çünkü şimdi tedavi edilmeyi hiç istemiyordu. Sayımcıların içinde acımasızca doktorlar vardı, hiçbir medeni yanları olmayan bir avuç ahmaktı hepsi, bu yüzden onlar gelmeden önce birkaç asker gelip sayımı yapılacak kişiye öncelikli olarak haber ederdi.
Sayım, çok tuhaf bir kanundu, Diriliş'in sadece C ve D sınıfında bu kadar acımasızca yapılıyordu. Bu sırada hiçbir ahlak unsuru olmayan on görevli karşısında soyulmuş vatandaşlar sırasıyla tarama testlerden geçiyor, bu testlerin sonucuna göre katı kurallar uygulanıyordu.
-Yaşı altmış üzerinde olan ve en az dört hastalığı bulunan kadın ve erkekler Tcordan virüsü ile (fosfor yeşili renge sahip olan bir serum, Kirdaen Bultad (Diriliş'in Uluslararası Sağlık Laboratuvarı'nda çalışan en ünlü Beyin Cerrahı) tarafından bulunmuş ve birçok makalede ismi "Tiandexacly" adında anılmıştır. Bu ilaç, hastaya enjekte edildiğinde, hasta hiçbir acı hissetmeden -ki bu kanıtlanmamış- saniyeler içinde ölmekte.
-18-20 yaş aralığındaki erkekler arasında üreme yatkınlığı olanlara Spartati adında bir ilacın enjekte edilmesi vb.
Bu katı kurallar daha onlarca madde halinde yazılabildiği gibi birkaç iyi madde de sırasıyla kanunların içine ekletilmişti, vitaminleri az olan birkaç hastaya vitamin verilmesi, kan değerlerini yükselten birkaç sıradan ilacın tedariki de bu kanunlar arasında yerini alıyordu.
Crash kapıya doğru yürüdü, gerçekten birkaç askerin kapının önünde olduğunu görmüştü, hatta birkaç saniye içinde çığlık sesleri yükselmişti.
Birkaç doktorun elindeki iğneyi Bayan Handersaon'un omzuna doğru götürdüklerini fark ettiğinde Emily'nin "Neler oluyor?" demesi üzerine irkildi. Bu sırada Wilh çırılçıplak bir vaziyette doktorların üzerine doğru koşmaya başlamıştı. Bağırıyordu, çünkü ailesinden geriye kalan tek varlığı, tek sahibi olan anneannesine bir şey yapmalarını istemiyordu. Fakat Bayan Handersaon sabitçe gülümsüyordu, konuşmakta zorluk çekiyormuş gibi bir hali de vardı. "Böyle yapma oğlum, karanlık herkesi içine çeker! Bırak beni acılarımdan kurtarsınlar, onlara ancak bu yakışır." Emily, seslerin daha da yükselmesi üzerine kapıyı açıp koridora çıktı.
Bu sırada Crash arkasındaydı, olacakları görmek istemiyordu. İki asker acımasızca bayan Hanedrsaon'un kollarını tutmuştu, birkaç asker de Wilh ile ilgileniyordu. Wilh, üzerinde hiçbir şey olmamasını umursamıyordu, sadece ağlayıp yalvarıyordu "Onu bırakın!" fakat kimse onu dinlemiyordu.
Bayan Handersaon damarlarına işleyen sıvının verdiği sıcaklıkla irkildi. Torununa bakıp gülümsüyordu, doktor ilacı enjekte ettikten birkaç saniye sonra sıradaki odaya geçti. Sanki bu işi severek yapıyormuş gibi yüzünde memnuniyet bildiren bir ifade vardı. Az önce birini öldürmüştü, fakat bu onu hiç rahatsız bile etmemişti.
Crash hızlıca anneannesinin yanına diz çöken Wilh'in yanına yürüdü, kapının önünde duran beyaz kumaşı ona uzattı ve üzerini örtmesini işaret etti. Askerlerin ona tuhaf tuhaf bakmaları sinirini bozmuştu. Wilh anneannesinin ellerini sıkıca tuttu, bu sırada Bayan Handersaon henüz bilincini kaybetmemişti. "Lütfen üzülme!" diye fısıldadı torununun süt beyazı ellerini sıkıca tutup, "Arkamdan ağlama, üzülme!" Wilh bu sırada içini çekiyordu, ne kadar zor tutsa da kendisini o kadar akıyordu gözyaşları. "Ben sensiz ne yaparım?" diye bağırdı zorla, "Bunun cezasını çekeceksiniz hepiniz!" dedi ardından, bu sırada bayan Handersaon'un gözleri yavaşça kapanmıştı.
Son anına kadar gülümsemişti, gerçekten bu ilacın acı verip vermediğini merak eden Crash yaşlı kadının yüzüne baktı. Sanki uyuyormuş gibiydi. Her an kalkıp tekrar konuşacak gibi duruyordu. Fakat o çoktan ölmüştü.
Wilh öfkeyle beline bağladığı kumaşı iyice sıktı. Ardından arkası dönük askerlere doğru yürüdü, Crash onu omuzlarından tutup "Dur!" diye ikaz etti. Anneannesini öldüren o kadın doktorun da arkası dönüktü. Öfkeyle yürüdü, çenesini öyle sıkmıştı ki dişleri kırılacak gibi gıcırdadı. Burnundan soluyordu.
Saniyeler içinde eline geçirdiği Sirius Silahı'nı ona doğru uzattı. Bu sırada belinden silahının alındığını fark eden asker koşarak ona doğru geldi. Fakat çok geçti, Wilh silahı çoktan ateşlemişti. Neon turuncu mermi doktorun tam ensesine isabet etmişti. Birkaç saniye içinde kanlar içinde yere yığılan doktor rahatsız edici bir iniltiyle gözlerini kapattı. Koridorda ne kadar muhafız varsa hepsi Wilh'in başına üşüştü. Fakat o artık korkmuyordu. Anneannesinin yanına gelip tekrardan ellerini sıkıca tutup gülümsedi. "Karanlık hepimizi içine çeker!" diye fısıldadı.
Birkaç üst düzey Bord Muhafızı koridorun başında göründüğünde herkes geriye çekildi. İçlerinden birisi öfkeyle Wilh'i enseleyip bir tokat attı. "Ahmak!" diye bağırdı, onun da sağlıkçı olduğu omzuna taktığı mavi buğday rütbesinden belli oluyordu. Orduya katılmış tüm sağlıkçılar bu rütbeye sahip olurlardı. "Sizler bir avuç ahmaksınız!" diye bağırdı öfkeyle. Koridordaki herkesin yüzüne sırayla bakıp. "Sizler bizi ne sanıyorsunuz? Cellat? Katil? Ne sanıyorsunuz? Bu kadının raporlarını bizzat inceledim! Geceleri dinmeyen ağrılarına bizzat şahit oldum. Hayatını bu şekilde yaşaması iyi bir şey mi sanıyorsunuz? İki katı çabayla nefes alması, makinelere bağlı bir yaşam sürmesi mükemmel bir şey mi? O hayatının bu zaman diliminde birkaç dakikalığına da olsa ağrısını unuttu ve hiçbir şey hissetmeden öldü."
"Yine de yaşamını elinden aldınız onun! Bir insanın hayatı bu kadar basit olamaz! İlaç tedavisi yapabilirdiniz!" diye bağırdı koridordan genç bir ses, uzun saçlı Globe'dı bu.
Hiç korkusu yokmuş gibi yürümüştü onların üstüne. Muhafız askerlere karşı başını çevirdi. "Geri kalan sayımları yapıp liste çıkarın." dedi katı bir ifadeyle, "Ben Altina'nın öldüğünü Kurul'a haber edeceğim. Buna nasıl tepki vereceklerini siz düşünün!" dedi birkaç düzensiz nefesle, "İlacı uygulama becerisine sahip tek doktor oydu!" arkasını dönüp koridorun soluna doğru yürümeye başladı.
Yüzünü buruşturup son kez yerde hareketsiz yatan doktora baktı. Burnundan serin bir nefes alıp gri, parlak ceketini düzeltip başını karşıya dikti. Rahatsız edici ayakkabı sesi yankılanırken, Wilh çoktan Kurul'a sevk edilmişti.
Emily az önce neler yaşadıklarını unutmak istemişti. Hâlâ olanlara inanmak istemiyordu. Fakat Wilh'e çok üzülmüştü. Gerçekten kararın onu idam etmeleri olacağını çok iyi biliyordu. Bunun olmamasını umut ederek içinden dua etmeye başladı. Crash bu sırada kapının yanına öylece çökmüştü.
Sırtını kambur bir pozisyonda eğmiş ve ellerini dizlerinin üzerinde birleştirmişti. Bu gece onun doğum günü olduğunu ama henüz bir kutlama yapacak kadar iyi olmadığını çok iyi biliyordu. Her sayım gecesi annesinin ona birkaç çiçek tohumu hediye ettiğini hatırlamıştı. Fakat Crash şu an bunları düşünecek kadar normal bir rahatlığa sahip değildi. Gözlerinin önünde iki kişi ölmüştü ve tıpkı kendisi gibi mühendis oğlu olan Wilh'in Kurul'a gönderildiğini düşündükçe deliye dönüyordu. Aynı sınıfta okumuş iki arkadaşlardı, fakat Wilh Crash'tan üç yaş daha büyüktü.
"İyi misin?" diye mırıldandı Emily ürkekçe. Bu kadar şeyin Crash'i fazla yoracağını çok iyi bilir bir şekilde yüzüne baktı. Crash olduğunca yorgun vaziyette ayağa kalktı. Bu sırada biraz sendelemişti. Emily Globe'a seslendikten hemen sonra onun kollarına girip odasına götürdüler.
Globe yaklaşıp fısıldadığında Emily "Biraz daha bekle!" diye cevap verdi. "Görmüyor musun halini?" Globe Crash'in yüzüne baktığında yorgunluğunu anlamış bir ifadeyle başını salladı. Ardından Emily'nin kolunu hafifçe tutup kapıya doğru çekiştirdi. "O kadar hazırlık yaptık, onları hemen yok etmeliyiz! Birileri görürse yanarız!" Emily, Globe'un bu kadar telaşlandığını görünce ister istemez evhamlandı. "Isabel'in mekanik kutusuna koyun hepsini, henüz gece yarısına var, biraz dinlenmesi için ona müsaade verelim." Globe başını hafifçe sallayıp kapıya doğru yürüdü. "Yanından ayrılma, yanlış bir şey yapmasın." Emily kafasını basit bir sallayışla eğdi ve gözlerini kırptı, "Ben onun yanındayım merak etme!" diye fısıldadı. Globe, Nancy'nin yanına gitmek için odadan ayrıldığında kapının üç adım uzağında elinde birkaç parça eşyayla gelen Kansas'ı ve onun hemen yanında duran Collin'i gördü.
Collin istemsizce bağırıp "Neredesiniz siz?" diye söylendi. Globe eliyle sus işareti yaptığında Kansas tedirgin bir şekilde ona doğru yürüdü. "Her şey yolunda mı Globe?" Bu sırada koridordaki sayımcıların sesleri gittikçe uzaklaşıyor ve ışıklar tasarruftan dolayı kısılıyordu. Bu sayede koloninin camlarına vuran yıldız ışıkları eşsiz bir manzara sunuyordu.
Globe Kansas'ın ve Collin'in kollarından tutup onları kendi odasına götürdü. Koridor temizlikçiler sayesinde dakikalar içinde temizlendiğinden hiç kimse dakikalar önce burada iki kişinin öldüğünü anlamıyordu. Kansas kapıyı kapatan Globe'ın gözlerine bakıp konuşmaya başladığında Globe elindeki küçük sinyal sağlayıcı ile Isabel'i aramaya çalıştı. "Neler oluyor Globe?" dedi Kansas abartı bir sabırla, Collin ise susmuş bir şekilde merakla dinlemeye başlamıştı. "Wilh'i Kurul'a sevk ettiler!" Kansas korkuyla gözlerini açtığında "Nasıl?" diyebildi sadece. "Neden böyle bir şey oldu?" Globe yorgunluğun verdiği bacak ağrısıyla sızlanıp kuzeydeki koltuğun üzerine geçip oturdu. "Bayan Handersaon," dedi yüzünü buruşturup "Onu Tiandexacly ile öldürdüler. Wilh ise bunu uygulayan doktoru Sirius'la vurdu." Collin'in rengi bembeyaz kesilmişti, Kansas'ın elleri birden titremeye, parmaklarının ucu buz kesmeye başlamıştı. "Bu nasıl mümkün olabilir!" diye mırıldandı, "Crash, o nasıl?" dedi, bu sırada Collin'de bunu merak eder bir şekilde başını sallıyor ve " Evet, evet o nasıl?" diye soruyordu. Sinyal verici küçük bir cızırtıyla çalıştığında kırmızı ışık daire şeklinde yayılmıştı.
Diğer uçta duran Isabel'in sesi korkuyla yayıldığında Globe cihazın sesini açtı ve cevap verdi. "Isabel," dedi yorgun bir şekilde, "Yanındakilerle birlikte benim odama gel." Isabel cevap vermeden vericiyi kapatıp harekete geçmişti. Çünkü kötü bir şeylerin olduğunu ilk anda anlamıştı.
"Bu haldeyken ona nasıl bir doğum günü partisi verebiliriz?" dedi Collin üzülerek, "Onu ne kadar iyi etmeye çalışırsak çalışalım, Kurul buna hiçbir zaman müsaade etmeyecek gibi."
Sinirli bir şekilde derin nefes alıp verdi Collin. "Gerçekten olanlara inanamıyorum!"
Kansas'ın gözlerine baktığında oda kapısının yana doğru açıldığını fark etti ve hemen ayağa kalktı. İçeriye sırasıyla Nancy, Cellie, Anasti, Danny, Hed, Lily ve Isabel girmişti. Hepsinin yüzü korku ve aynı zamanda merakla sararmıştı. Bedenleri buz kesmiş gibiydi odaya girdiklerinde.
"Neler oluyor?" diyerek cesurca söze atılan Isabel olmuştu. Koyu siyah saçları alnına yapışmıştı. Kendi tamir atölyesinde yapmış olduğu sıradan metal küpeler onun hareket etmesiyle birkaç madeni paranın yere düştüğü sırada çıkardığı hafif bir tıkırdamayla yuvalarından oynamıştı. Gözlerinin kenarları ilk başta bakıldığında yağ lekesi gibi duruyordu fakat böyle değildi, işin aslı çok fazla Tukar* kullanmasına dayanıyordu.
Herkesin ona dikkatli bir şekilde baktığını fark ettiğinde öfkeyle soludu. "Kimse bir şey söylemeyecek mi?" dedi inatla cevap bekler şekilde. Globe'a baktı fakat ondan bir cevap alamadı, gözlerini devirip "Senden cevap bekleyende kabahat!" diye fısıldadı. Dört gün öncesine kadar mükemmel bir ilişkileri olduğunu ve bunun dört gün önce bariz bir söz dalaşı yüzünden bozulduğunu bir anlığına unutmuştu. Kendi içinden Globe'a sözler sayıyor ve adeta öfke besliyordu. "Neden özür dilemedi?" diye soranlara da "Boş ver!" deyip geçiştiriyordu. "Özür filan beklemiyorum! Bu kadar basit bir şey yüzünden beni bırakması..." galiba sesli düşünmüştü, kendi kafasında olanları bir kenara bırakıp o an olanlara odaklandı. "Kansas!" diyerek bağırdı, "Sen ne olduğunu bilmiyor musun?" Odanın içindeki herkes dikkatlerini Kansas'ın üzerine çevirdiklerinde o Globe'ın yüzüne bakıyordu. "Neler olduğunu anlatayım mı?" anlamında bir bakış fırlatmıştı.
Globe sakince başını sallayıp esnemeye başladı. "Wilh," dedi çekingen bir tavırla Kansas, "Büyükannesini serumla öldürmüşler." Herkesin gözleri hayalet görmüşçesine açılmıştı. Anasti'nin derin bir iç çekmesiyle herkes hayatını sorgulamaya başlamış gibiydi. "Bunun için üzgünüm!" diyerek onun yanına geçti Kansas, çünkü üç yıl önce, basit bir sayım gününde Anasti'nin annesinin de bu korkunç ilaç yüzünden öldürüldüğünü biliyordu. "Sorun değil!" dedi Anasti, dudaklarının kenarı hafiften kıvrılmıştı.
Ağlamamak için kendini sıkıyordu, "Wilh, ilacı veren doktoru öldürdü." Bu defa hayretler içinde kaybolan bakışlar, yerini kuvvetli bir şaşkınlık rüzgârına teslim etmişti. "Bu nasıl olur?" dedi Hed diğerlerinin adına da. Bu soruyu belki onlarca kez duyan Globe aldırış etmeden odasının, uzayın en derin karanlıklarını gören uç kısımdaki oval penceresinin yanına geçti.
Bütün ışıklar söndürülmüştü, karanlıkta sadece yıldızlar parlıyordu. Arada sırada ışıldayıp bir şeyler söylemeye çalışır gibi bir yanları vardı. Fakat söylemek istediklerini hiçbir zaman aktaramayacaklardı. Hatta Diriliş Temel Eğitim Okulu'nda ki Yıldızlar ve Varlıkları adlı dersin öğretmeni Bayan Silvera "Yıldızlardaki bilgi çoktan ölmüş gökyüzünün hiç gerçekleşmemiş hayalleridir," der dururdu.
Öğrenciler, bu cümlenin ne anlama geldiklerini anlamazlardı. Fakat Globe şimdi anlıyordu, binlerce hatta milyonlarca yıldızın basit bir yaşam sürdüğünü ve hiçbir zaman değil insanlarla, kendileri gibi olan bir yıldızla bile konuşamadıklarını düşündü. Buna üzülmüştü. Fakat elinden bir şey gelmiyordu. Tıpkı insan gibiydiler, basit bir şekilde olmasa bile doğar, basit bir şekilde ölürlerdi. Karanlık denizde gibi hissetti, gerçi hiç deniz görmemişti.
Ders kitaplarında Dünya'nın hastalanmadan önceki halini gösteren binlerce resim bulunuyordu. Orada gördüğü Büyük Okyanus'u tasvir etmeye çalıştı. Sonra derin bir iç çekti, "Keşke Dünya'da olsaydım, keşke o hiç hastalanmasaydı." diye düşündü. Karşısında beliren dev küreyi gördüğünde ise bu düşüncesi buhar olup uçmuştu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top