❝SAYIM: KISIM ÜÇ❞

Kızıl ve açık sarı rengindeki dünyanın belirli oranda parlayan mavi atmosferi hâlâ yaşamın olduğunu, hâlâ birilerinin orada yaşadığını kanıtlar mahiyetteydi fakat yine de zehirli bir havaya sahip olduğunu, oraya daha önce gitmemiş bir insanın, hatta bir canlının en fazla bir saat yaşayabileceğini bizzat araştırma görevlileri kanıtlamıştı.

Hiçbir yeşilin olmadığı, su tanesinin derinlere kadar çöktüğünü, hatta komple kuraklığın baş gösterdiği bir Dünya olduğu ise artık yalanlanamaz bir gerçekti. Yine de tüm bunlara rağmen Diriliş ve Uluslararası UDAİ (Uzay ve Dünya Arasındaki İlişkiler)'nin stabil bir kararı vardı. Her yıl, on sekiz yaşını dolduran on genç bu zehirli Dünya'ya gönderiliyordu.

Basit bir karar gibi dursa da temelinde vahşice yatan umursamazlık yüzünden son iki yılda tam tamına on altı genç sırf bu yüzden hayatını kaybetmişti. Uluslararası UDAİ'nin kararına göre geriye kalan yapıyı tamir etmek kolay işti, atmosferi güçlendirmek, oksijeni yeniden diriltmek için Yeşillendirme Çalışmaları'na her yıl devam edilmesi gerekiyordu.

Bu yüzden yılın dokuz ayı günde sekiz saat çalışan Botanik Bilimciler aşılama tekniği ile yüzlerce fidan yetiştiriyorlardı. Bu basit işi on sekiz yaşındaki gençlere vermek saçma gibi görünse de aslında Kurul'a ve Uluslararası Yönetim'e basit geliyordu. Sonuçta yaşlılar ilaçla öldürülüyor, gençler Dünya'ya gönderiliyordu. İşin sadece karar kısmıyla ilgilenenler ise yerlerinde olduğu gibi oturmaya devam ediyorlardı.

Globe düşünmekten yorulmuş bir şekilde gözlerini kapattı. Beyni artık büyük bir yük gibi geliyor, ruhu bedeninden çıkış kapısını arıyordu. "Acaba bu yıl kim gönderilecek?" diye düşünmeden de edemiyordu. Bazen gönüllü olup gitmeyi istiyordu, fakat orada Diriliş'in ona çok iyi şartlar sağlamayacağını fark edip bu düşüncesinden vazgeçiyordu. Kafasındaki düşüncelere şimdilik ara verip gözlerini araladı. Isabel'in kendisine baktığını fark ettiğinde gülümsedi.

Fakat Isabel çok geçmeden burnu dik bir şekilde başka yöne bakmaya başladı. Globe umursamadı, onun triplerine alışmıştı. Yine de onunla konuşmuyor olması, bu hayatta tek ona sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Isabel, eğer onu affetmezse bile o yine de onu sevmeye devam edeceğini çok iyi biliyordu ve bundan vazgeçmeyecekti.
"Crash nasıl?" diye sordu Hed.

Giriş kısımdaki banyoya açılan kapının hemen yanına oturarak. Hâlâ sorduğu sorunun cevabını bekler bir şekilde arkasında yavaşça ilerleyen Kansas'ın gözlerine baktı. Birden aklına, geçen sene açılan basit lunaparka gittiği gün geldi. O gün yanında Crash'te vardı. Perili Anna adındaki bir korku filmine girmişlerdi, Crash  o zaman ona asla unutamayacağı bir tedirginlik hissettirmişti. Filmin en kanlı sahnesinde ortaya çıkan Anna, elinde kesik bir insan kafasıyla belirmişti. Bu sırada Crash, onun arkasına geçmiş ve filmde arkaplana eklenmiş bir şimşek sesiyle Hed'in omuzlarına sıkıca sarılmıştı. Hed bu yüzden arkasında olan insanlardan korkuyor ve onların yavaş hareket etmelerine tahammül edemiyordu.

"Umarım iyi olacak!" dedi Kansas hemen yanına oturduktan sonra. Onlar için uzun bir gün oluyordu. Hepsi Crash'in sürpriz doğum günü partisi için saatlerce hazırlık yapmışlardı fakat şimdi ortada doğum günü çocuğu yoktu. Olsa bile bu olanlardan sonra doğum günü kutlamak, müzik açıp eğlenmek birkaç bardak kaçamak yapmanın absürtlüğünün farkına varmışlardı hepsi.

Birkaç dakika sonra, açıklıkta esen havalandırmanın derinliklerinde hafif bir titreşimin yaşandığını hisseden Globe, etrafına baktı. Bu titreşim her gün yaşanan bir şey değildi.

Kaşlarını çatıp havalandırmanın yer aldığı tavana ve oradan da Isabel'in gözlerine baktı. "Bu normal mi?" der gibi bakış atmıştı ona. Ardından gün içinde yaşanan patlamayı hatırladı. Saniyeler sonra Emily otomatik şekilde açılan kapının yanında belirdi. Yüzünde korku hissettiğine dair bir belirti yoktu fakat yorgunluğu barizdi. "O uyuyor!" dedi gereksiz bir telaşla. Ardından kendini boş koltuğun üzerine, Nancy'nin yanına bırakmıştı.

Başını hafifçe onun omzuna yasladıktan sonra esnemeye başladı. Isabel bu sırada hâlâ havalandırmaya bakıyordu. Şüpheli bir şekilde olduğu yerde sadece bakmak ve sessizliği dinlemekle yetiniyordu. Hayatı boyunca yaptığı tek şey bozuk şeyleri tamir etmek, yeni bir şeyler yapmak ve onları pazar günleri kurulan pazarda satmak olmuştu.

Bazen müzik dinleyip hayal kurar, bazen de bu hayallerin boş birer düşünce olduğunu fark ederdi, bu sayede kendisine çekidüzen verir ve "Hayaller insanı yaşattığı gibi hayatlarını da kemirip bitirir." sözüyle kendisini inandırmaya çalışırdı. Yine de hayalini kurduğu her şey için çalışır ama işin sonunda pek mutlu hissetmezdi. Bir ara, yeni gece kutlamalarından önceki gece rastgele tamir etmek için bir şeyler ararken koyu gri bir USB bulmuştu. Aslında genelde böyle şeylerin çalışıp çalışmadığı onun öncelikle kontrol etmesi gereken bir konuydu fakat o küçük USB onu gereksiz bir telaşa sürüklemişti. İçinde ne var ne yok diye bakmak için Diriliş'in kütüphanesine girmeliydi, çünkü sadece orada insanların bilgisayar kullanmalarına izin veriliyordu. Her ihtimale karşı şansını deneyip bunu yapmak istedi 'fakat eğer bu küçük oyuncağın içinde tüm kütüphane bilgisayarlarını bozabilecek bir yazılım varsa' diye de düşünmeden edemiyordu. Hızlı adımlarla Globe'a gitmişti, kütüphaneye gideceğini ve bu küçük oyuncağın içini kurcalayacağını ona söylemişti.

Globe böyle şeylere hayatta kızmazdı, çünkü bir ara Koloni'nin sadece B1-Rgris rütbesindeki görevlilerinin bindiği asansörün akıllı girişinin ayarlarıyla oynamıştı. Yaşanan olaydan çok çabuk sıyrıldıkları bir gerçekti fakat Globe onu ele vereceğinden şüphe ettiği için Isabel'e sürekli arka çıkıyordu. Tabii onun sevgisi bununla kıyaslanabilecek bir şey değildi, herkes biliyordu ki bu sadece basit bir toleranstı. Her ikisinin de birbirine arka çıkması sevgilerindendi.

Kütüphaneye girdiklerinde, Isabel çaktırmadan USB'yi cihazın arka kısmına yerleştirdi. Birlikte kulaklarına geçirdikleri kablosuz kulaklıklarla ekrana odaklandılar. Globe korkuyordu, çünkü her an her şey olabilirdi. Bu USB, Isabel'in deyimiyle küçük oyuncak her an bir şifre isteyebilir ya da bu bilgisayar yabancı tanımlı bir cihazla eşleşme kurduğu için Üst'e alarm verebilirdi. Sonunda ekrana büyük bir kutu açıldı, sağ alt köşede 'Hoş geldiniz Bay Marth.' yazısı yazmıştı. Yeni geliştirici seçeneklere girip biraz incelemeye başladıklarında en son erişimin bundan yirmi yıl önce olduğunu görmüşlerdi.

Buna biraz şaşıran Isabel, kulaklığın tekini çıkarıp Globe'a "nasıl bu kadar uzun zaman dayanabilmiş?" diye fısıldadı. Globe, ona aldırış etmeyip ekranı işaret etti. Dört tane klasör, "Resimlerim, Müzikler, Sunum Dosyaları ve Filmler..."  isimleriyle sıralanmıştı. Isabel, resimlerim klasörünün üzerine iki defa tıklayıp ekranın açılmasını bekledi. 'Yedi bin öge sıralanıyor' yazısından beş saniye kadar sonra açılan görseller sırasıyla dizilmişti ekrana. Isabel rastgele birini açtığında, resimlerin henüz Dünya'da çekildiğini gördü. Siyah saçları, beyaz teni olan genç bir adama ait resim olduğunca renkli ve canlı görünüyordu. Belirgin çene kasları, parlak bir gülümsemesi, hafif çekik gözleri ile en fazla yirmi sekiz gösteriyordu. Bir sahilin kenarında dizlerinin dört parmak üzerinde mavi renkli bir şort giymişti.

Onun haricinde üzerinde hiçbir şey yoktu, uzun süre sporla ilgilendiği de belirgin karın kaslarından ve göğüslerinden anlaşılıyordu. Isabel sırasıyla resimleri değiştirmeye başladı. Yaklaşık iki fotoğraftan sonra tıpkı onun kadar parlak gülüşü olan genç bir kadının resimleri ortaya çıktı. Kumral ve dalgalı saçları olan genç kadın deminki adamın sırtına binmiş gülümsüyordu. "Ne kadar eğlendikleri çok belli!" dedi Isabel kıskanç bir tavırla, "O sahilde olmayı o kadar çok isterdim ki!" fakat sonradan sustu, bunun mümkün olmayacağını hatta olamayacağını fark etmişti. Resimleri değiştirdikçe mekanlar da değişiyordu. Hatta özel resimlere ve videolara kadar uzanıyordu. "Şu videoyu açar mısın?" dedi Globe sakin bir söylemle, fakat Isabel bunu kabul etmedi, "Kapak resmine baksana!" diyerek gözlerini ayırdı. "İnsanların özeline saygı duymalıyız değil mi?" yüzü hafitten kızarmıştı. "Hadi ama kim bilir bu insanlara ne oldu!" Isabel yine de kararını vermişti, Globe'da onun o klasörden çıktığını gördükten sonra ısrar etmeyi bıraktı.

Müzikler klasörüne girip açılan listeye göz attılar, listede daha önce isimlerini dahi duymadıkları yüzlerce müzik duruyordu. Rastgele birini açan Isabel gözlerini kısıp ekrana bakmaya devam etti. Dinlendirici bir melodi ile başlayan müziğin üzerinde Astrid S- Hurts So Good yazıyordu. Dünya'da çekilmiş bir klip olduğu hem tarihinden hem de girişinden belli oluyordu. Mavi sonsuz gökyüzünün altında birleşen sıra dağları ve onların yamaçlarına diz çökmüş su birikintileri ile eşsiz bir şekilde sergileniyordu. Bu sırada başlayan müzik gerçekten hoşlarına gitmişti, hatta bir ara Isabel yeni bir şarkı keşfettiği için gururlanmış hissedip başını Globe'a yaslamıştı. "Ne kadar güzel değil mi?" diyerek fısıldadı. Globe, derin bir iç çekti. "Gerçekten öyle!" dedi rahatça, sanki her şey bu müzikteymiş gibi hissediyorlardı. "Bizim şarkımız!" diyerek fısıldadı Isabel, "Ne dersin?" cümlesini tam tamamlayamamıştı ama Globe'ın anladığını umut etmişti. Globe gülümsedi, itaatkâr bir şekilde başını salladı ve "Tamam!" dedi, "Bizim şarkımız!"

Globe aniden ayağa kalkıp bakışlarını "Gidelim!" anlamında Isabel'in yüzüne çevirdi. Kapının önünde gereksiz bir yığılma olduğunda Isabel, çok fazla beklemedi. Sonuç olarak saatlerini doldurmak üzerelerdi. Kütüphanede bir saatten fazla kalmaları Kuruldan özel bir izin gerektiriyordu. Isabel belleği çekip çıkardığında Globe çoktan kapıya kadar yürümüştü.

*
"Bu gece onun için farklı şeyler yapmalıyız!" diyen Anasti, diğerlerinin de kafa sallamalarıyla onaylanmış hissediyordu.  Neden bilmiyordu ama büyük bir boşlukta gibi hissetmesinin bir nedeni olmalıydı. Emily'nin gözlerine baktı, ona "Gerçekten Crash'le aramızda hiçbir şey yok!" demek istiyordu fakat Emily bunu duymak hatta cevaplamak bile istemiyordu.

Çünkü "Crash'le asıl bizim aramızda bir şey yok!" deyip geçiştiriyordu. Fakat onun Crash'i sevdiğini, söylemese bile herkes biliyordu. Yine de Crash'in ağzından bir kere bile "Seni seviyorum!" diye hiçbir şey çıkmamıştı. Onun yanındayken bunu biliyor, hissediyor ve bu histen emin olabiliyordu fakat o yanında değilken nedense böyle bir şeyi kendisine inandıramıyordu. Son hafta haricinde kalan kimi gecelerde bu konu üzerinde düşünüyor ve bazen kendisine yediremediği -örneğin Crash'in onunla değil de bir başkasıyla gezmesine- tahammül edemiyordu.

Bunun için ağladığı da oluyordu fakat bunların çocukça olduğunu düşünüp kendisine her zaman olduğu gibi hakim olmaya çalışıyordu. Sonuç olarak birbirlerine ne kadar yakın olsalar da haklarında bilmediği en azından Crash'in Emily hakkında bilmediği çok fazla şey olduğu açıkça ortadaydı.

"Ne zaman uyanır?"

"Bilmiyorum Anasti,"

"Sen onun yanında durup durumu bize haber et Emily, eğer uyanacak olursa ona bu sürprizi yaparız."
Emily, Anasti'nin gözlerine baktı, ne kadar da kısa kısa cevap verse Anastı, sanki Crash'i çok daha fazla düşünüyormuş gibi bir izlenim bırakıyordu. "Belki de Crash için en uygun aday Anasti'dir!" diye düşündü Emily umutsuzca ama böyle eli kolu bağlı bir şekilde oturmayacaktı.

Crash'in en azından bugünü mükemmel geçirmesi gerekiyordu. Onun da mutlu olmaya hakkı vardı, bu yüzden bir karar aldı fakat odadan ayrılmadan önce hiç kimseye bir şey söylemedi. Buna gerek duymadı çünkü biliyordu bu boşa bir karardı kimse buna izin vermeyecekti, herkes ona "Boşuna uğraşma!" diyecekti, fakat o da iyi biliyordu. Yine de pişmanlığın ilerlediğini düşündüğü yolda karşısına çıkacağını da çok net öğretmişlerdi ona. Bu yüzden hiçbir şey demeden odadan çıktı ve herkes onu Crash'in yanına gidiyor zannetmeye başladı. Fakat Emily öncelikle Nay ile buluşacaktı. Tabii bu karşılıklı bir buluşma değildi, Nay'in bundan haberi dahi yoktu. Belki bir şeyler yapabilir ve ona yardımı dokunurdu, sonuçta Crash onun yakın arkadaşıydı. En azından sınıflar arası geçiş yapamasa bile birkaç dakikalığına onu dinleyebilirdi.

Diriliş'in her sınıf katında olan toplanma salonuna dört adım uzaklıktaydı. Etraf boş ve yarı karanlıktı. Karşıdaki duvara asılmış dev ekranın sağ alt köşesine baktı. Bu saatlerde genelde herkes odasına çekilir ve çok zaruri ihtiyaçlar dışında kimse dışarıya çıkmazdı. Fakat koridorlarda hâlâ birkaç kişiden fazla yükselen ayak sesleri duyuluyordu. Bunun bugünkü patlamadan kaynaklanan bir muhafız kontrolü olduğunu düşünüp umursamadı. Salonun ortasında görev yapan birkaç robot görevli dışında ses çıkaran kimse kalmadığında Emily çoktan ana asansörün yanına gelmişti.

Koyu bir mavi ışıkla daire şeklinde karşıya yansıyan düğmenin üzerine dokunduğunda ekranda istemsizce çıkan resmiyle göz göze geldi. Sınıflardaki tüm eşitliğin olduğu tek konu bu gibiydi, bu saatte kim asansöre binerse binsin parmak izi kaydı sayesinde kimlik taraması veri tabanına işleniyordu. Fakat bu bir eşitlik göstergesi sayılmazdı, sonuçta A sınıfından herhangi biri Kurul'a karşı ters bir şey yapsa bunun sonucu cezasız kalırdı. Bunun cezasını ise o gün tek suçu asansöre binmek olan başka bir masum çekerdi.

Bu yüzden genelde bu saatlerde kimse asansörü tercih etmez ve bu riski göze alamazdı. Saatin 23.11 olduğunu gördüğünde Emily biraz daha hızlandı ve sarı neon ışıkla yana doğru açılan asansör kabinine sanki peşinde biri varmış gibi aceleyle binmişti. Nay"in bu saatlerde Ortak Nokta (Sadece A sınıfına mensup olan ve olmuş kişilerin girebileceği beşinci bir sınıf, fakat çok fazla destekçisi olmayan bir kuruluş.)'da olduğunu çok iyi biliyordu. Fakat Emily hiçbir zaman A sınıfına mensup olmamıştı, sadece onu büyüten Auroline'nin B sınıfından olduğunu unutmamıştı. Sıradan bir kahve dükkanı olduğunu ve onu neredeyse Auroline öldü öleli hiç açmadığını da hatırlamıştı. Fakat şimdilik düşündüğü şey bu değildi. Ona minnettardı ama şimdi Crash için bir şeyler yapması gerekiyordu.

Asansör durduğunda, "İyi de ben o sınıftan atılmamış mıydım?" dedi kendi kendine, " Bu yüzden o kahve dükkanını hiçbir zaman açmayacağım!" diyerek asansör kabinin içine döşenmiş uzun aynaya bakıp derin bir iç çekti. Kapı aşağıya doğru hafif bir gürültüyle açıldığında Emily etrafına bakındı. Burası aşağıya oranla daha karanlıktı ve yürümekten çok korktuğu Cam Köprüye sahipti.

Derin bir nefes aldı, çünkü Cam Köprü'nün girişi D sınıfından birinin son sınırıydı. Bu sınırı kendi kimlik bilgileriyle aşması durumunda Kurul'dan Sarı Muhafızlar* hemen buraya akın ederdi. Nihayet iyi düşünüp Crash'in kimlik kartını almıştı. Bu defa düşündüğü tek şey kartın işe yarayıp yaramayacağı olmuştu. Çünkü Diriliş'in böyle özel alan yerleri parmak kimlikleriyle erişime açılmaktaydı. Emily içinden son kez dua etti ve Cam Köprü'nün kapısının önüne durdu. Bu sırada klimaların bu katta sürekli çalıştığını yüzüne vuran serin esintiyle fark etti. Bu da diğer bir haksızlıktı. Saat geçiyordu, bunları düşünecek vakti yoktu.

Oval şeklindeki kapının yanında durup kırmızı yanan ekrana doğru uzandı. Birkaç tuş ve birkaç sıradan hoparlör boşluğu bulunuyordu. Kartı büyük bir umutla ekrana uzattığında basit bir onay sesi duymayı çok istiyordu.

Yaklaşık otuz saniye kadar kartı ekranın üzerindeki kırmızı ışığa tuttu. Tam vazgeçip geri döneceğinde ise yeşil ışık anında yandı ve kapı girdap şeklinde ortadan başlayıp yukarıya doğru daire çizerek açıldı. Karşısında Cam Köprü duruyordu.

Eşsiz bir manzaranın bu Köprüde mümkün olduğunu söyleyen çok kişi yoktu, birçoğu terasa çıkmayı diliyordu fakat Emily boşlukta süzülmeyi pek de mantıklı bulmuyordu.

Adımını yavaşça öne doğru attığında beşgen şekilde dizayn edilmiş Cam Köprü'nün içinde boğulacakmış gibi hissetti ilk başta. Fakat sonra etrafını saran yıldızlara bakıp karanlığa dokundu. Ayaklarının altı tamamen boşluktan ibaretti, bu onun yüreğinin ani bir heyecan dalgasıyla yerinden oynamasına neden olmuştu. Aynı şekilde başının üzerinde de beliren sonsuz bir karanlık ve boşluk varlığını en büyük mahiyette koruyordu.

Yaklaşık yirmi adımlık bir mesafesi olan Cam Köprü'nün çıkış kapısına gelmek üzereyken, birkaç H(e)D1 tipi uzay aracının Diriliş'e iniş yapmakta olduğunu gördü. Kesinlikle Uluslararası toplantılara davet ekibinden birkaç süslü kadın ve yaşlı bir başkanın içinden ineceğini biliyordu. Bu yüzden orada kalıp beklemeye ne vakti vardı ne de isteği.
Çıkış kapısına erişim gerekli olmadığından kapı tıpkı girişteki gibi ortadan daireler çizerek girdap şeklinde açıldı.

Emily kapının ardındaki gereksiz beyaz ışıklarla süslenmiş birkaç kapıya bakmakta zorlanmıştı, bu kadar karanlıktan sonra gelen ani ışık dalgaları gözlerinin arkasında yoğun bir sızının oluşmasına neden olmuştu. Yine de durmak istemedi, gözlerin birkaç defa kırpıp açtı. Nay'in odasını aramaya koyuldu. Koridorlarda adım attığı her yerde sensörlü ışıklar devreye giriyordu. Kimi sağlıkçıların da burada olduğunu kapıların üzerinde yazdığını görmeden önce antiseptik kokuların yayıldığını fark etmişti.

En sona doğru aceleyle koştu. Nay Gastho ismiyle yazılmış tabelaya baktığında derin bir nefes alıp hiç düşünmeden kapıya vurmaya başladı. Birkaç dakika boyunca kapıyı açan olmamıştı. Emily bu yüzden telaşlandı, çünkü ondan başka kimse kendisine yardım edemezdi. Kulağını kapıya dayadı, bu boşuna bir şeydi çünkü bu kadar zenginliğin geçirgen bir kapıyla yok edilmeyeceğini trajikomik bir şekilde fark etmişti. Kapı yavaşça yana doğru açıldı. 'Tanımsız Kişi' diye bir robot sesi duyduğunda kırmızı bir ışığın yüzüne doğru yandığını fark etti. kaçmak için artık çok geç olduğunu anladığında ise hiçbir harekette bulunmadı. Sadece nefes alıp vermekle yetindi ve sesin "Ben halladerim Upp!" sesiyle son bulduğunu duydu. Derin bir rahatlama hissetmişti çünkü Nay karşısında duruyordu.

Üzerine geçirdiği bornozuyla kapıya kadar yürümüştü. İlk başta Emily'i burada gördüğüne biraz şaşırmış gibi görünüyordu fakat sonradan ona "Merhaba!" dedi, Crash'e kötü bir şey olmasından şüphe etmişti. "İçeri gelmek ister misin?" diye sordu Emily'nin karşılık vermesini beklemeden. Fakat sonra üzerine baktı ve bunun pek saçma olduğunu düşündü. "Sana ihtiyacım var!" dedi Emily yarı yumuşak bir tonla, "Daha doğrusu bizim!" diyerek ekledi. Nay onun gözlerine hiçbir şey anlamamış gibi bakmaya devam ediyordu.

"Bugün Crash'in doğum günü ve o berbat bir şekilde yeni yaşına girmek üzere!" hiç beklememişti, direkt aklındakini söylemeye başlamıştı. "Onun için ne yapabilirim?" diye sordu Nay, "Wilh," dedi Emily yarı çökmüş omuzlarını dikleştirmeye çalışırken, "Ona ne olduğunu biliyor musun?" Nay ensesini kaşıyıp dudaklarını kıvırdı, "Gözaltında!" dedi, "Lütfen Gen ile konuş, o seni kırmaz! Biliyorum, Wilh suçlu tamam ama lütfen ona sadece bugün izin versinler. Crash için bunu yapamaz mısın?" Nay'in bakışları yere düştü. "Wilh için bir şey yapamam Emiyl!" Emily dişlerini sıktı, onun arkadaşlığı bu kadardı işte, hem ismini de yanlış telaffuz etmişti.

Buna takılmıyordu. Arkasını döndü ve hiçbir şey demeden yürümeye başladı. Nay ne olduğunu anlamadan karşısında bir anda yok olan Emily'i durdurmak için elini havaya kaldırdı. "Bekle!" diye bağırdı, "Onun için bir şey yapamam ama Gene ve annem ile konuşurum!" Emily'nin yüzü bir anda canlandı. Sadece Gene ile konuşması yeterli olmayabilirdi. Sonuçta Bayan Cissa Crash'in annesinin en yakın arkadaşı sayılırdı. "Ama acele etmelisin!" dedi Emily, "Saat, gece yarısına geliyor!"

Nay üzerine bakıp dudaklarını büzdü. "Birkaç dakikaya hemen geliyorum!" deyip kapıyı örttü. Dediği gibi bir dakika içinde hemen çıktı, üzerine basit bir sıfır kol bacaklarına ise kısa bir şort geçirmişti. Ayaklarında  basit bir parmak arası terlik de vardı. Bu haliyle D sınıfındaki insanlardan bir farkı yok gibi görünüyordu. Emily onun bu tarz şeyler giydiğini ilk defa görmüştü. Sonuçta Diriliş'in en çok okunan yazarları arasında ilk üçüncü sırada yer alıyordu. Herkes onu belirli bir idol haline getirmiş kitaplarının afişleri, video tanıtımları tüm sınıflarda günlerce verilmişti. 

  Yine de tüm bunlara rağmen Nay'in karşıtı olan yüzlerce insan vardı. Eğitim Kampı'nda ilk başlarda Diriliş tarafından bir zorunluluk getirilmişti, Nay'in o dönem açılan Edebiyat bölümünü birincilikle bitirmesi üzerine yaptığı birkaç kayda değer çalışma zorunlu tutularak bu kampta okutulmuştu.

Aslında on sekiz yaşındaki bir çocuğun bu kadarını başarmış olması dışarıdan bakıldığında biraz saçma gibi geliyordu. Fakat üniversite Diriliş'te sadece iki yıldı, hafta sonları da dahil olmak üzere bir üniversite öğrencisi gününün neredeyse tamamını -ki bu on iki saatlik bir süre- okulda geçiriyor veya inceleme yapmak adına görevlendiriliyordu. Her şeye rağmen üniversite okuyan çok fazla kişi yoktu.

Ortalama on kişiden sadece iki kişi üniversite okumuş ya da okuyordu. İnsanlar artık bir şeyi kabullenmiş ve bu yüzden eskisi gibi hiçbir şeye kafa yormamaya ve sadece çalışıp para kazanmaya alışmışlardı. Sıradan, monoton birer hayat yaşayıp Diriliş'te varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlardı.

Nay, duraksadı. Emily çok belirgin göremiyordu fakat sağ kulağında yanıp sönen bir cihaz olduğunu fark etmişti. Sanki birinin söylediklerini sindirmeye çalışıyor ve bunu kolay kabullenmiyor gibi duruyordu Nay. Bu sırada birkaç defa irkilmişti, Emily ilk başta onun sıradan bir duş sonrası gelen soğuk titreme olduğunu düşünüp çok da endişelenmemişti. Fakat birkaç saniye sonra bağırmaya başlayan Nay umutsuzca dizlerinin üzerine çöktü. Emily'nin gözleri büyümüştü. "Ne oluyor?" diye bağırdı aniden, titreme nöbeti istemsizce ona da girmişti. Bedenini baştan sona süzen ani şok dalgasıyla dizlerinin bağı çözülmüştü.

"Bunu neden yaptın?" diye bağırdı Nay kulağındaki küçük cihazı çıkarıp fırlattıktan saniyeler sonra. Durup düşünmeye fırsatı yokmuş gibi Emily'e bakmadan ayağa kalktı. Fakat Emily onun kolunu sertçe tutmuştu. Kendisine doğru öfkeyle çekti ve gözlerinin içine baktı. İlk başta Wilh'i öldürdüklerini düşünmüştü ve bunun olmaması adına içten içe dua etmişti, "Günahkâr olduğumu biliyorum ama sadece bu olmasın!" diye geçiriyordu içinden.

"Bana neler olduğunu söyleyecek misin?" diye mırıldandı. Dişlerini sıkmıştı, parmaklarının ucu buz kesmişti ve sesi gittikçe yükselmişti.
Nay bakışlarını ondan kaçırıp karşıdaki Cam Köprü'nün açılan kapısına çevirdi. İçini burkan birkaç kelimeyi söylemeye hazır değilmiş gibi hissediyordu. Annesinin bu kararı almasına sürekli karşı çıkmıştı, şimdi bir başkasına bakıp "Annemin ve Diriliş'in aldığı karara göre bu yıl ağaçlandırma görevine D sınıfından on kişi seçilmiş." diyemezdi, çünkü çok iyi bildiği bir şey vardı, D sınıfında sadece ve sadece onun yakın arkadaşları bulunuyordu, onların başında ise Crash geliyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top