❝SAYIM: KISIM BİR❞


-KISIM I-

Açıklığa girerken adımlarını, askerlerin tüm baskısına rağmen yavaşlattı Crash. A sınıfının üst katında yer alan yönetici odalarının son kontrollerini yapan diğer askerler ona ters ters bakıp kendi aralarında bir şeyler fısıldadılar. Crash neden bu durumda olduğunu düşünürken kendisini birden Gene'in odasının önünde buldu.

"Burada bekle!"

Atan kalbinin artan hızını aldırmadan "Ben ne badireler atlattım!" diye fısıldıyordu içinden. "Sakin ol, seni öldürecek değil ya!" gözleriyle etrafı taramaya başladığında askerlerin yavaş yavaş kolonide yapılacak sayım için asansörlere doğru yürümeye başladıklarını gördü. Her yılın belirli aylarında yapılan sayımlar nüfusun artışını engellemek için bir anayasa kuralıydı. Nüfusun artmasını istemeyen katı kurallar yüzünden evlilik oranları azalmıştı. Kolonide sadece altmış kişi on sekiz yaşındaydı, en son kuşak ise sadece altı yaşındaydı.

"Gir içeriye seni bekliyor."
Crash sakince bir nefes alıp gözlerini odanın karanlığı üzerinde gezdirdi. Ardından korkusuzca içeriye geçip kapının arkasından kapanmasını seyretti. Sarı bir ışık Gen'in oturduğu koltuktan kalkmasıyla yandı. O sıra Crash onun yorgun yüzünü, yeni kestiği sakallarının verdiği kızarıklığı gördü. Gene kızaran yeri sertçe kaşımaya başladığında gözlerini Crash'in yüzüne çevirdi.

"Geç otur!"

"Böyle iyiyim."

"Oturmanı istiyorum Crash."

"Ben de böyle rahat olduğumu söylüyorum Bay Gene!"

"Baban kadar inatçısın biliyor musun?"

"Bundan ancak onur duyarım!"

"Elbette, bir şey demek düşmez bana."

"Tam üzerine bastınız Bay Gene!"

"Seni buraya çağırmamın sebebini az çok tahmin ettiğini düşünüyorum."

Crash gözlerini kapatıp on saniye kadar süren kısa bir süre zarfında düşünmeye başladı. Kendisinin neden Gene'in odasında olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu. Crash'in göğsü huzursuzlukla doldu, sonra nefesi sıkışmaya başladı. Gözleri neon renkli koltukları tararken kuzeydeki masayı fark etti. Üzerinde yığınla duran dosyaları ve bu dosyaların babasına ait olduğu gerçeği zihninde başlayan ani bir dalganın tüm vücudunu sarstığını hissetti.
"Onlar neden burada?" diye bağırdı Crash. Askerlerin gelip onu anında idam odasına götüreceğini biliyordu, bundan korkmamaya başladığını da o sıra anlamıştı.

"Sana soruyorum! Dosyalar neden burada?"

Gene bitmek bilmez karanlıktan sıkılmış gibi bir iç çekti. Bardağındaki arıtılmış suyun son yudumunu alarak koltuğun üzerine hafifçe serildi.
"Babanın tatsız biri olduğunu kabul ediyorum, hatta idam edilmesinin en büyük sebebi kurallara karşı çıkmasıydı."

"Kurallar!" dedi Crash burnundan soluyup  sinirli bir şekilde gülümseyerek. "Hepsi sizin hayal dünyanızda oluşturduğunuz ayrımcılıktan ibaret!"

"Baban ve annen, hatta ağabeyin bile bu ayrımcılığın içine asla dahil edilmemişti. Onlar Diriliş'in geleceğiyle oynadılar ve cezalarının bedelini ödediler" Gene duraksadı ardından Crash'in yüzüne bakıp "Canlarıyla." diye ekledi. Crash bunun acısını fersah fersah çıkarmasını iyi bilirdi ama hâlâ olduğu yerden ayrılmamıştı. Sanki ayakları bastığı yere yapışmış kalmıştı.

"Altı bin kişiyi D sınıfında ölüme mahkûm ettiniz. Bu yetmezmiş gibi içlerindeki çocukları küçük yaşta, sırf gelecekte çocukları olmasın diye kısırlaştırdınız. Onları susuz bırakıp, ölmelerini seyrettiniz. Oksijen seviyelerini ondan üçe çektiniz. Bu da yetmezmiş gibi D sınıfına giriş çıkışları kapattınız. Ya onların suçu neydi?"

"Bu kadar yeter!" diye bağırdı Gene. Yüzünü tüm bunlardan utanırmış gibi buruşturduğunda ayaklarını koltuğunun üzerine çekip huysuzca uzattı. Acı çektiği açıkça yüzünden okunuyordu. Baş parmakları nedensizce şişmiş ve topuklarının altı su toplamıştı.

"Yeter tabi ki, daha yaptıklarınız yanında bunlar ne ki?! Hayatlarını, hayallerini, geleceklerini çaldınız o insanların, hiçbir suçu olmayan D sınıfını sizler yok ettiniz. Banhaem, Dan, Madanei, Bill, Sadie.... Diriliş'in en büyük mühendisleri, çizimcileri... sırf yıllar önce D sınıfına mensup oldukları gerekçesiyle onları siz öldürdünüz Bay Gene."

"Sana bu kadarı yeter dedim!"

"Yetmez!"

"Annemi, babamı, ağabeyimi... sırf D sınıfına su ve oksijen tüpü yardımında bulundukları için idam ettiniz! Bunu siz yaptınız." Crash duraksadı, derin bir nefes alıp bakışlarını bir yırtıcıdan daha da fazla keskinleştirerek burnundan soludu. "Eğer bir gelecek istiyorsak, ölmesi gereken kişiler sizlersiniz, siz ve Uluslararası Kuruluş'un katı başkanları."

"Hiçbir gelecek yok! Bu düpedüz oyundan ibaret. Biz öldürdüğümüz herkesi daha ağır günler görmesin diye öldürdük. Bizzat bunu yaşayıp göreceksin Crash."

Crash büyük bir kahkaha attığında Gene'in yüzünde oluşan kızarıklığı fark etti.

"Siz düpedüz sahtekârsınız!" Crash arkasını döndüğünde kapıya hızla bir yumruk savurdu. "Odama dönmek istiyorum!" dediğinde Gene "Henüz değil!" cevabını verdi.

"Bu gece on kişinin ölmesine neden oldun Crash!"

Gene'in katı ve otoriter sesi Crash'in beyin süzgecinden içeriye zorla girmeye çalışıyordu. Aynı anda ikisinin gözleri de kocamanca açılmıştı.

"Bu benden kurtulmanız için sizin tarafınızdan yapılan bir iftira mı?"
"Hayır, bunu senin dışında kimse yapamaz."

Crash dudaklarını büzüp gözlerini karanlığa çevirdi. Yüzü üzerine atılan iftiranın etkisiyle buruşmuş, kalbindeki alaz öleceği korkusuyla tutuşmuştu. Ama artık ölmekten korkmuyordu. Sonuçta buna hiçbir şekilde çare yoktu. Kapının yanına iyice yaklaştığında Gen'in o çirkin sesini yine duydu.

"Hiç kimse babanın notlarını bilmiyor Crash, hiç kimse Diriliş'in mekanik sistemlerini bu denli bozamaz."
"Babamı öldürmeden otuz gün önce hepimizi ayrı ayrı hücrelere kapattığınızı unutmuşsunuz galiba."
"Hayır unutmadım. Ama onun sana bir şeyler anlatmadığına nasıl inanabilirim?"

"Size bir şey kanıtlamaya çalışmıyorum, öldürmek istiyorsanız, buyurun sizden ve karanlığın  nefesimi kesmesinden korkmuyorum."

Gene acır bir şekilde Crash'e yaklaştı. Gözlerini onun yüzünde gezdirmeye başladığında Crash onun bir nebze olsun pişman olduğunu düşünmeye çalıştı. Gene'in ona her bir adım yaklaşmasında Crash iki adım uzaklaştı. En sonunda Gene pes edip yüzünü çevirdi.

"Sana son kez soruyorum Crash, Spacewalker girişindeki patlamayla bir alakan var mı?"

Gene ne kadar kuralcı biri olsa da Crash'in asla yalan söylemeyeceğini biliyordu. Ama Crash bunu umursamıyordu. Sonuçta ona güvenen bir insan, sırf bunu yaptın mı diye askerleri tarafından onu  zorla buraya getirtmezdi, biliyordu.
"Ben yapmadım!" diye geveledi Crash. Ardından gitme vaktinin geldiğini anladığında kapıya doğru yürüdü. Bu sırada Gene masanın üzerindeki duvara asılmış elektronik panoya bir şeyler yazmaya başladı. Odanın içinde onun tuşladığı tuşların sesi yankılanırken kapı derin bir serinlikle yana doğru kaydı. Crash gözlerini son kez onun bakışlarına çevirdi. Ardından odanın çıkışında durup arkası dönük bir şekilde fısıldadı.

"Eğer sizi öldürebileceğime inansaydım, bugün uzayda sürükleniyor olurdunuz Bay Gene!"
Crash üzerine atılan iftiranın bedenine bir hançer gibi saplanmasına aldırmadan odasına doğru yürümeye başladı. A sınıfının koridorlarında esen serin hava içerideki tüm sıcaklığı alıp götürmüştü. Bir zamanlar botanik bahçesinde koştuğunu hatırladı. Yüzü acıyla ekşidi. Annesinin çiçekler üzerinde yaptığı deneylerini onunla paylaşmasını özlemişti. Şimdi botanik bahçesine girişi yasaklanmıştı. Koridorun sonunda büyük, okyanus manzaralı odayı gördüğünde ağabeyi ile yüzme havuzunda yaptığı yarışı hatırladı. Bu sınıfta kalan her şey ona ailesini hatırlatıyordu.

Az ileride yer alan Mekanik Bürosu'nda babasının harıl harıl çalıştığını gördü. Ailesinin burada yaşadığı ilk dönemlere geri dönmeyi birden istemişti. Sonra bu isteği yalnızlığının yüzüne vurulmasıyla yerle bir oldu. Emily ve birkaç arkadaşı dışında kimsesi kalmamıştı. Yalnızlığın verdiği çaresizlikten ve acısından dolayı başının döndüğünü hissettiğinde asansörün dibine çöküp dolan gözlerini ve silinmiş parlaklığını hissetti.

Onu bu hale getiren herkesin Yaratıcı tarafından cezalandırılacağına inancı sonsuzdu ama bu içindeki ateşi asla söndürmüyordu. Asansörün tuşuna bastığında Crash sanki çok uzaklardan, boşluğa düştüğünü ve bu boşlukta sürüklendiğini hissetti. Gözleri kapkara olmuş, renkler ruhani birer yaratığa dönüşmüştü. Tutunacak bir yer aradı, ellerini sersemce sağa sola sallayıp durdu. "İyi misin?" boğuk bir ses kulaklarının içine dolduğunda ellerini sesin geldiği yere uzattı. İri bir kolun onu sardığını anladığında ellerinin yana düştüğü hatırladığı son şeydi.

Sol kolunda, damarlarına giren iğnenin sertliği irkilmesine neden oldu. Gözlerini açtığında karşısında raflara dizilmiş kitapları gördü. Ardından sarı linolyum döşemeli bir koltukta ayakkabıları çıkarılmış bir şekilde yattığının farkına vard. Kimin odasında kaldığını bilmiyordu. Bu sebepten sakince doğrulmaya çalıştı.
"Dinlenmen gerekli!" arkasında duyduğu sesin tanıdık gelmesiyle gözlerini o yöne çevirdi Crash. "Nay!" dedi gülümsedikten hemen sonra. "Seni asansörün yanında öyle görünce yanına geldim. Sonra birden bayıldın zaten."

"Beni buraya getirdiğini kurul duymasın."

"Az önce Gene buradaydı."

Crash onun ismini duyunca buz kesilen ellerini bir araya getirip ovuşturdu. Gene ile aralarındaki bağı bilen tek kişi Nay'di.

"Ne işi vardı burada?"

"Haber etmişler senin bayıldığını, geldi başında bekledi. On dakika sonra da gitti."

"Bunca şeyden sonra ölmüş mü diye kontrol etmiştir o beni!"

"Bence hâlâ sana son derece yakın hissediyor."

"Ailemi öldürdü, içinde bulunduğumuz durumun bağı ne şekil olursa olsun bunu görmezden geldi."

"Crash bence bunu unutman gerekiyor."

"Unutamam Nay, bu unutulacak bir şey değil."

"Geçmişe meydan okuyacaksın anlaşılan!"

"Hayır Nay, geçmişe değil! Annemin, babamın ve ağabeyimin katline ferman veren o adama meydan okuyacağım."

"Her şey senin elinde Crash, Gene'in acı çektiğini görmüyorsun."

"Ne acısından bahsediyorsun sen? Ben onun yüzünden bu haldeyim Nay! Bilmiyor musun bana neler yaptığını? Bu sınıftayken nasıl bir şeklim vardı, şimdi yüzüme bak Nay, yüzüme bak! Ben artık kendimi aynada tanıyamıyorum. Her gece ağlamaktan gözlerim bulanık görmeye başladı."

"Her şey eskisi gibi olabilir, Crash."

"Olamaz Nay, çünkü eskiden beni çok seven bir ailem ve yuvam vardı. Şimdi onlar tek bir fotoğraftan ibaret. Hiçbir şey eskisi gibi olamaz."

"Bunca zaman yanına gelmeye çalıştım ama sınıflar arası geçiş yasak biliyorsun, bu konuda bana kırgın olduğunu işittim tamirci kız Isabel'den."

"Boş versene, beni düşünmüyorsun bile! Gene'e acımaya devam et. Yakında acıyacak birini bulabilirsen tabii!"

"Böyle değil beni yanlış anladın Crash."

"Ben aptal değilim Nay! Ben işittiğim her şeyi doğru anlıyorum. Ortada çaresiz düşen biri varsa bu benim Nay, ben ve geleceğim."

"Bak bunun için özür dilerim ama öfkenin gözünü bürüdüğünü sen de çok iyi biliyorsun. Aldığın ya da alacağın kararları çok iyi düşünmeden hareket ediyorsun. Ailen idam edildiğinde sana kimse bu sınıftan git demedi."

"Tek suçlu benim Nay, hep olduğu gibi yine tek suçlu benim."
Crash yavaşça ayağa kalktığında kolundaki plastik iğneyi yavaşça asıldı ve bölgeye bastırdı. Ardından Nay'in odasını taradı yavaşça. Bir izleme, bir kayıt cihazı olduğunu düşündü. Sırf bunun olması için, içinden dua ediyordu. Çünkü en yakın arkadaşını bu şekilde kaybetmek istemiyordu. Bu hem ona hem de Nay'e çok acı verirdi.

"Her şey için teşekkürler." dedi Crash kapıya doğru yürürken.  Bu arada odanın tamamını gözleriyle taramış ve bir kayıt cihazı görememişti. Bu onun canını yakmıştı. Çünkü gerçekten en yakın arkadaşı Nay, koyu bir  Gene fanatiği olmuştu.
"Rica ederim, umarım tekrar görüşebiliriz."

"Umarım."

Crash kimi yerlerde sendeleye sendeleye yoluna devam edip C sınıfına doğru yürümeye başladı. Kaderinin esiri olduğunu kabul ediyordu artık, buna boyun eğmişti. Sürüklenen  bir yapraktan farkı olmadığını, tek başına kalışını anladığında hayat ona artık acılarla dolu gelmemeye başlamıştı. Dünya'da değildi, orada olmayı çok isterdi. Babasının anlattığı denizleri, gölleri görmeyi çok isterdi. Ama hayat ona çok kötü bir oyun oynamıştı ve bu oyunda hayatta kalmak level atladıkça daha da zorlaşmaya başlamıştı.

Odasına geçtiğinde yorgunca kendini oval camın kenarına attı. Dışarının manzarası yine yıldızlardı. Güneş odasına iki defa vurmuştu. Dünya'nın cesedi ise tıpkı insanların cesedi gibi yorgunca ve hissizce boşlukta süzülmeye devam ediyordu. Crash gözlerini kapatıp başını geriye yasladı. Duş almak istedi ama saatin on olduğunu ve bu saatte C sınıfında suların kesildiğini hatırladı. Yüzünü istemsizce buruşturup ayaklarına Nay'in odasında alelacele geçirdiği ayakkabıları çıkarttı. Ayak parmaklarını bir süre gerdirip ileriye doğru uzattı. Üzerindeki rengi sararmaya başlamış gömleğinin düğmelerini yavaşça yuvalarından oynattı. Sonra çıkarmaya bile tenezzül etmeden öylece yatağına yerleşti. Masanın üzerine bir bakış fırlattığında fotoğrafı hatırladı. Onun giderken kırıldığını unutmuştu. Cam parçaları temizlenmişti. Crash ayaklarının çıplaklığına aldırmadan yatağından fırladı.

"Fotoğraf!" dedi hiddetle. Gözleri masanın üzerinde ve aynı zamanda yerde geziniyordu. Bu arayışın sonunda odanın içinde sakin bir ses yankılandı.

"Crash," bu Emily'nin huzur veren sesiydi. Crash telaşını belli etmemeye çalıştı. Birkaç dakika sonra Emily, Crash'in ellerini sıkıca tutup fotoğrafı onun avuçlarının içine bıraktı. Ardından ayarlanmış Hank Williams- Settin The Woods on Fire şarkısı çalmaya başladı. Yaklaşık on dakika öylece dans ettikleri sırada Emily sakince elindeki düğmeye basmıştı. Gri ışık içeriyi olduğundan fazla aydınlattığında Crash başını tavana kaldırdı. O sıra muazzam şekilde tasarlanmış Ay'ın küçük versiyonunu gördü.

"Hep hayalimizdi değil mi? Isabel ile birlikte yaptık."

"Bu müthiş olmuş."

Müzik çalmaya devam ederken Crash gözlerini daha önce hiç görmediği Ay'ın yapay versiyonuna daldırıp düşüncelerinin hayal denizinde sürüklenmeye başladı. Bu onlar için büyük bir hayaldi ve hayaller insanları yaşatmak için vardı.
Yorgunluğun verdiği tatlı rahatsızlanma ile her ikisi de koltuğun üzerine oturmuşlardı. Emily sakin sakin Crash'i süzüyordu. "Ne hissediyorsun?" diye bir soru yöneltti gözlerinin içine bakıp. "Sana ne dedi o huysuz moruk?" Crash masanın üzerindeki bardağa uzandı, ardından Emily'nin sıcak elini sağ bileğinin üzerinde hissetti. "Benimle bir şey paylaşmayacaksan, hemen burayı terk edebilirim!" Crash'in gözleri kocamanca açıldı, "Hayır!" diye fısıldadı. "Her şeyi anlatmaya kalksam, hiçbirine inanmazsın!"

Son kelimesini sert bir şey yutuyormuş gibi yüzünü buruşturarak söyleyen Crash Emily'nin gözlerine bakmaktan kaçındı. "Neden öyle diyorsun Crash?" ses tonundaki yalvarır ifadeyi çok abarttığını düşünüp hafifçe gülümsedi Emily. Fakat Crash bunu aldırmamıştı, "Ben neden yanındayım biliyorsun değil mi? Hiçbir şey anlatmadan nasıl yaşıyorsunuz siz erkekler? Bu kadar inatçı olmaya ne gerek var?" Crash gülümsedi, yüzündeki katı ifade birden silinmişti. "Gene'in saçma sapan iftiraları Emily, patlamadan benim sorumlu olduğumu düşünüyor."

Emily öfkeyle ayağa kalktı, eğer bunu kurul duyarsa işlerin ne kadar kötüye gidebileceğini saniyeler içinde kestirmişi. "Yok artık!" diye bağırdı, "Bu herif kendini ne sanıyor! Nasıl böyle büyük bir şeyi senin yaptığını düşünür." Emily bir anda Crash'in masanın üzerindeki fotoğrafa baktığını gördü. Bu sırada susmuştu, çünkü babasının bir mühendis olduğunu, Diriliş'in en iyi kurucularından birisi olduğunu unutmuştu. "Bunu senin yapmadığını çok iyi biliyorum Crash," diyerek onun yanına oturdu. Crash onun boynuna sarıldı, dakikalar içinde yaşadığı tüm duygular içinde birikmişti. "Her şeyden bıktım Emily, tüm varlığımı kaybettim. Her şeyime el koydular, evimden atıldım, babamın bürosuna, annemin bahçesine, ağabeyimin gözü gibi koruduğu havuzuna... ben her şeyimi kaybettim."

Gözleri dolmuştu, içini çeke çeke ağlarken Emily yavaşça yutkundu. "Bu kötü günlerin geçmeyeceğini biliyorum Crash ama kaderimizi biz yazmadık, buna boyun eğmek zor gerçekten biliyorum." Emily çok belli etmeden gözyaşlarını sildi, "Ben dayanamıyorum ama, geçecek diye diye hep oyalıyoruz kendimizi, ölmek isti...." Emily öfkeyle gözlerini Crash'in yüzüne dikti. Sağ elinin işaret parmağı ile onun dudaklarını kapattı. "Benim yanımda bir daha böyle söyleme Crash, hayatımızı kazanmak kolay değil, acılarımızı silmemizi istemiyor kimse bizden fakat bu acılarla yaşamayı öğrenmeliyiz. Bu bir kavga Crash, yendiğin zaman birileri kaybedecek, yenildiğin zaman sen kaybedeceksin. Şimdi lütfen gözlerime bak, bana söz ver!" Crash gözyaşlarını silip Emily'nin yüzüne baktı, "Söz veriyorum." dedi, bu sırada dudaklarının kenarı titriyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top