❝SAMANTHA❞
"İçim asla affedilmeyecek kırgınlıklarla dolu."
Sessizliğin içine gömülmüş bir şehir vardı uzaklarda. Soğuktu, yiyecek yoktu. İnsanlarının kalbinde merhamet, yöneticilerinin kalbinde ise taş yontmalar kol geziyordu.
Büyük sıra dağlarının, dar patikaların, yollar boyunca sıralanmış ağaçların gölgeleri evleri serinletir dururdu. Kedisi, köpeği, kuşu ayrı bir güzeldi bu uzak şehrin. Çocuklar sabahın erken saatlerinde uyandırılır, aileyle birlikte çiftliğe o günkü yemeklerini çıkarmak umuduyla çalışırlardı. Kuş sürüsü doğudan sürekli göçer, sonra batıdan hareketlenirdi.
Sabahleyin soğuk olurdu, kimi anneler ocağı erken saatlerde yakar üstünde çörek, pişirirdi. Malzeme olmadığındaysa, komşular devreye girerdi. Bu uzak şehir mutluluğun, sıcak toplum yapısının renkli tablosuydu.
Erkeklerinin çoğu gurbete gittiğinden şehirde sadece yaşlı adamlar ve orta yaşlı çocuklar bulunurdu. Sokak boyunca sıralanmış ağaçların yanındaki boyasız evden yükselen çığlıklarla komşular alelacele oraya koşuştu. Bu küçük yavrucak Cetelin'in çığlıkları tüm şehri baştan başa ayağı kaldırmıştı. Lizaveta, onlara en yakın komşularıydı.
"Annem, yardım edin!" diyerek bağırıyordu küçük kız Cetelin. İçini çeke çeke ağlarken, gözlerinden damlayan yaşlar yaslandığı ağacın gölgeliğine dökülüyordu. Tepeden geçen kuşların çığlıkları, Cetelin'e acırmış gibi yükseldiğinde kalabalık gittikçe artmıştı.
"Cetelin gel buraya," annesi odanın yanında can havliyle bağırdığında Cetelin koşarak annesinin koynuna sokuldu. "Ağlama," dedi annesi acısını unutup gülümseyerek. "Siz hep iyi olacaksınız!" Cetelin bakışlarını annesinin koyu yeşil gözlerine dikip "Sende," diye mızmızlandı.
Annesi onun yüzünü sakince okşadığında acısının katlanılamaz düzeye geldiği anlaşılabiliyordu. "Bazen güzel yaşamlar için birileri hayatını feda etmeli kızım," gözlerini kızının gözlerine odakladığında içeriye Lizaveta girdi. Elinde kaynar su, omzuna attığı beyaz çarşaflarla hemen çömeldi.
"Hamonoviç'e haber salın, tez atlıyı buraya getirsin."
İçeriye giren genç kızlardan biri Lizaveta'nın isteği üzere koşarak şehrin atçısını çağırmaya koyuldu. "Vaktim yok o kadar," dedi Cetelin'in annesi Yevgeni. Üzerine çöken ilahi bir duyguyla zihni allak bullak oldu. Sendeledi, acısını unuttu. Yüzünü kızının yüzünden çevirip, bakışlarını başka yöne çevirdi.
Ardından dudakları öleceği gerçeğinin üzerine titremeye başladı. İçinden Polyushka Polye'yi söylemeye başladığı zaman kızı öylece ona bakıyordu.
“Bu ova...
Bu engin ve sevgi dolu ova...
Kahramanlar sürer atlarını üstünde.
Ah, eski zamanların kahramanları...
Rüzgâr canlanacak...
Yeşil ovanın üzerinde...
Onların cesurca şarkıları söylendiğinde...
Geçmiş zamanların şarkıları...
Sadece orada bırakıp gitseler...
Savaş zaferlerini...
O tozlu yol...
Uzayıp gider.”
"Lizaveta teyze kurtarın onu," Cetelin gözyaşlarına hakim olamıyordu. Bağırıyordu avaz avaz. Yüzü kıpkırmızı olmuştu ağlamaktan.
Şehrin maslenitse hazırlıkları coşkuyla devam ederken bu haber dilden dile dolaşıp durdu. Yevgeni sevilen bir kadındı, çocuğu değer görüyordu burada. O kadar yer gezmişti ama Yevgeni'nin kendi yurdu ona sahip çıkmıştı. Yevgeni Lizaveta'yı yanına çağırttı. Ellerini sıkıca tutup gözlerini onun gözleriyle buluşturdu.
"Sağ doğarsa ikisine de bakın!"
Lizaveta dudağındaki kuruluğu diliyle ıslattı.
"Öyle deme Yevgeni,"
"Lizaveta, ona çok iyi bak."
"İyi olacaksın Yevgeni, lütfen metanetli ol."
"Sana çok şey borçluyum Lizaveta, sana çok şey borçluyum."
"Sus Yevgeni, kendini yorma. Sadece bebeğini düşün. Hem bak az kaldı, hep birlikte buralarda, çayırlarda Güneşli Bir Çayırda şarkısını söyleyip coşacağız."
"Sen ona iyi bak, "
"Bakacağım Yevgeni, sende iyi olacaksın ama."
Lizaveta gözlerindeki ıslaklığı gizleyerek başını çevirdi. Onun vaziyeti belliydi.
Bebekte kurtulamazdı belli ki. Sadece son anlarda ona teselli vermek için ellerini sıkıca tutmuştu. İrtenayav'dan Cetelin'i dışarıya çıkarmasını istedikten sonra Lizaveta ebeye durumu sordu. Birkaç dakika içinde cılız bir ağlama sesi tüm odayı doldurmuş, hatta dışarıyı sevinç çığlıkları içinde gözyaşlarına boğmuştu. Ama içeriden çıkan kimse yoktu. İrtenayav, nişanlısı Hamonoviç'in atları sürerek arabayı getirdiğini gördüğünde kapıya doğru koşmaya başladı.
Onunla birlikte Cetelin'de koşmaya başlamıştı. İçi kardeşinin çığlıklarıyla dolu dolu olurken yüreği annesinin sesini kesmesiyle ağzına gelmişti. Kapının önüne koşarak yanaştı. Tıknaz, tok bir ses geldiğinde İrteneyav yerinde öylece kalakaldı. Saniyeler sonra Lizaveta'nın herkesin yüreğindeki alazı canlandıracak o acılı sesi yükseldi.
“Bu ova...
Bu engin ve sevgi dolu ova...
Kahramanlar sürer atlarını üstünde.
Ah, eski zamanların kahramanları...
Rüzgâr canlanacak...
Yeşil ovanın üzerinde...
Onların cesurca şarkıları söylendiğinde...
Geçmiş zamanların şarkıları...
Sadece orada bırakıp gitseler...
Savaş zaferlerini...
O tozlu yol...
Uzayıp gider.”
İrtenayav, camın yanına geçip içeriye baktı. Yevgeni'nin bakışları öylece karşıya dikilmişti. Rengi kar gibi bembeyaz olmuş, yüzü tebessüm edermiş gibiydi. İrtenayav gözlerinin dolduğunu Cetelin'in yüzüne baktığında hissetti. Bu hissin ardından herkes acıyla Polyushka Polye'yi söylemeye başladı. Şehrin bayram sefası üzerine çöken kara bulutlar yoğun tütsü kokularıyla kendini gösterdiğinde Lizaveta yaşlı gözleriyle dışarıya çıktı.
Yevgeni'nin ölüm haberini üzülerek bekleyenlere duyurdu. Kimisi zaten yakılan ağıttan bunu anlamıştı. Cetelin koşarak annesinin yanına, hareketsiz bedenine sarıldı. Onun kolçaklarına sıkıca yapıştı. Sonra ağlayışı aniden durdu. Aklı karışıktı. Kendini sadece ağlayarak ifade edemediğini anımsadı.
Sonra insanların yüce ve asil duyguları olan merhametlerine seslendi. Cetelin onlara hınca hınç bağırıyordu.
"Ne yaparım şimdi ben?" diye düşündü kendi kendine. İnsanların merhametleri sadece onu dinliyordu. Sonra gittikçe artan fısıltılar duyuldu.
"Bu iki çocuk ne yapar, alır devlet yurda koyar bunları"
"Yurt soğuk derler, hem çocuklara yazıktır. Islah evleri gibi, bakmazlar onlara kimse."
"Böyle boş, sahipsiz kalmaları pek mi iyi sanki?"
"Bakarsın ikisi de ölmüş!"
"Bebek çok yaşamaz zaten."
"Anne sütü emmeden yaşayabilir mi hiç, haklısın!"
"Bakarsın sağlıklı da olurlar."
"Orası artık bilinmez. Şimdi ne yapacağız."
"Arayalım askerleri, gelsin alsınlar çocukları."
"Durun az hele, insaflı olun kadının ölüsü gömülmedi daha."
"Öyle ama bu çocuklar kalmasın ortada, durumumuz belli. Kim bakar, kim besler."
"En iyisi bırakın kendi hallerine, anneleri eker biçerdi bir şeyler. Erzakları çoktur şimdi."
"Ölüyü bir gömelim de gerisine bırakın çocuklar karar versin."
"Kafayı mı yedin sen? El kadar çocuklar nasıl karar verecekmiş?"
"Ölür gider bunlar, arayın askeri tez zamanda götürsünler. Hem vatana yararlı yetişirler."
"Çocuk yurtları acımasız olur, ele verirler, yabana satarlar bunları. Acırım yavrulara."
Dışarıdaki herkesin gözünde biriken yaşlar merhametlerine hiç işlememişti. Her birinin içi kötülük diliyor, amansızca bu kötülüğe kucak açıyordu. Cetelin kulaklarını kapattı. Merhametlerin acımasızlığı bu denli büyük olamazdı. Bu denli bir fısıltı küçücük Cetelin'i yıkmıştı. Bu merhametin fısıltısı duyulmaya değer bir şey olamazdı. Kimse gerçekten acıya katlanamaz, için için kötü bir şey düşünürdü. Cetelin o kadar fısıltının arasında Lizaveta'nın ve İrtenayav'ın gözlerine baktı. Gözlerini masumca üzerlerine dikip, kulaklarını açtı.
Onların merhametini dinlemeye başladı.
"Kıymetli Yevgeni, bu denli ayrılışın hiç olmadı."
“Nasıl olur bu aklım almıyor, el kadar çocuklar sahipsiz kaldı.”
"Ben varım burada. Hem Yevgeni benim en yakınımdı. Bırakır mıyım hiç o iki çocuğu ellere?"
Cetelin yavaşça doğruldu. İçinde onu ayakta tutan ağacın dallarını kesen diğer merhamet fısıltıları, Lizaveta'nın fısıltılarıyla tekrardan dallanıp budaklandı. Ona doğru yürüdüğünde içinde beliren şefkatin ne denli büyük olduğunu Lizaveta'ya sarıldığında anladı.
"Gel buraya Samantha," dedi Lizaveta ona kocaman kucak açarak. Cetelin bunca zaman sonra ona ikinci ismi ile seslenen kişinin Lizaveta olmasına sevinerek onun açtığı kollara doğru tekrardan yürüdü. Lizaveta onu içtenlikle sarıp sarmaladı. O sıra bahçenin kapısından içeriye bakışları yerde, üzgün bir şekilde Hamonoviç girdi. Erken gelemediği için kendi kendine kötü sözler söyledi.
Cetelin onun yanına gidip acıyla gülümsedi. O sıra Hamonoviç'in merhamet fısıltısını duydu.
"Bu denli küçük bir kız, böyle amansız bir acıya nasıl katlanabildi?"
Hamonoviç bıyıklarının altından içten bir tebessüm ettiğinde güneşten yanmış yüzünü İrteneyav'dan saklarken bakışlarını içeriye dikti. Ardından ona kaşıyla işaret edip, yüzünü gösterdi. Belli ki acıyordu. İrtenayav'dan merhem sürmesini beklerken Lizaveta Cetelelin'i alıp kendi evlerine geçti.
Küçük kız saatlerdir susmak bilmiyordu. Lizaveta sokak sokak gezip bebek emziren bir kadın aradı. Sonunda o kadar uğraşın verdiği yorgunlukla kendini bir denli koltuğa bıraktı. Yüzü solmuştu. Cetelin ise kardeşinin yanı başında duruyor ve onunla oyun onuyordu. Ne var ki kardeşi ondan daha huysuzdu.
"Şuna bak," diyerek doğruldu. Sonra kardeşinin yüzüne bakıp yüzünü buruşturdu. "Annemi öldürdü, yine de rahatça uyuyor. Çok sevmedim ben bunu."
"Öyle deme," diye çıkıştı Lizaveta. "Hem Yevgeni'nin öldüğünü de kim söyledi sana."
Cetelin bunu düşündü ve ardından "Sen!" diye cevap verdi. "Ben onu yanlış dediydim. Yevgeni sadece taşındı kızım."
"Nasıl taşındı?"
"Annen büyük, kocaman evleri olan, yeşil bahçelerin ortasında bir eve taşındı."
"Ama bizi bıraktı."
"Bazı anneler çocuklarını önce burada biraz büyüsün, okusun, kardeşine sahip çıksın diye bırakır. Sonra çok çok büyük olduğunda sende oraya gideceksin."
"Peki ya sen Lizaveta teyze, sen gelecek misin?"
"Tabii ki, dünyadaki, bu şehirdeki herkes oraya gelecek."
"Ama biz gidesiye kadar ya yer kalmazsa, sonra bizi istemezseler."
"Yok, orası kocaman bir yer. Herkesin sığabileceği devasa bir yer."
"Peki oraya daha erken gitmek için ne yapmalıyız?"
"Sadece iyi insan olup, insanlara ve hayvanlara iyilik edip, kardeşini koruyup kollarsan, zaman seni içine çekip alacak yıllar içinde. Sonra bu denli büyük bir evrende sonsuza kadar huzurla yaşayacaksın."
"Bana üzülmeyim diye yalan söylemiyorsun değil mi Lizaveta Teyze?"
"Hayır kızım, hayır Samanthacığım, ben hiç yalan söyler miyim?"
"Söylemezsin. Lizaveta Teyze, peki önce ben mi giderim o mu?"
"Buna ancak zaman karar verir kızım."
"Peki ona ne ad verelim?"
"Ne istersen koyalım."
Cetelin bir müddet başı Lizaveta'nın dizlerinde uzandı. Ardından büyük bir mutlulukla "Buldum!" diye bağırdı. "Adı Emily olsun!"
"Emily ha," dedi Lizaveta gülümseyerek "Peki sen öyle istiyorsan olsun."
"Emily, Emily, Emily... benim küçük kardeşim.” Cetelin kardeşinin yanına yaklaştığında ona içten bir tebessümle baktı. Kardeşinin gözlerinin içinde gördüğü ruhun, annesine ait olduğunu hissetti. Ona asla kötü davranmayacağını dillendirdi durdu.
"Sen bana annemin hediyesisin," dedi. Sonra Lizaveta'ya bakıp boynunu büktü.
"Annemi istiyorum ben," dedi dolan gözleriyle. Lizaveta ona bakıp yanına yaklaştı.
"Ne konuştuk seninle? Annen şu an yolda, bizi de bekliyor."
"Gidelim o zaman neyi bekliyoruz?"
Maslenitsa kutlamaları tekrar başladığında müzik sesleri uzaktan duyuluyordu.
"Ama kızım şimdi gidemeyiz ki oraya küçük çocukları almazlar."
"Çok büyürsem annemi çok özlerim ben."
"Çok büyümeniz lazım ikinizin de."
"Onun büyümesini bekleyemem."
"Öyle deme Samantha, onsuz gidersen ağlar arkandan."
"Tıpkı annemin arkasından ağladığı gibi mi?"
"Evet,"
"Ağlasın o zaman, benim ne hissettiğimi anlar o zaman."
"Ama o senin kardeşin."
"Annemi istiyorum, kardeş istemiyorum."
"Birlikte gideceğiz annenin yanına."
"Söz mü?"
"Söz!"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top