❝DİRİLİŞ KOLONİSİ❞
2048
“Bazen kapılar size bir daha açılmamak üzere kapanabilir.”
Koloninin soğuk metalleri, tüm ısınma enerjisine karşı meydan okurken koridorlarda okullarından dönen çocukların sesleri yankılanıyordu. Hepsinin elinde birer Uluslararası Yıldız* bayrağı, kollarında ise bu bayrağın kuruluş tarihini simgeleyen yapışkanlar vardı.
"Sen çok yaşa Monhair!" diye bağırıyorlardı ileriye doğru yürürken. Büyük ihtimalle hepsi okulları tarafından birer Odbaniar* seçilmişti.
Bugünü özel olarak kutlamak için öğrencilerin hepsi koloninin saatine göre beşte, Uluslararası Devleti temsil eden Heyet Ağacı'nın önünde toplanacaktı. Bu tören sırasında koloninin kuruluşu kutlanacak ve bu kuruluşu temsil eden ülkelerin resmi marşları okunacaktı. Tören için hazırlanan kimi yapay çicekler koridorları süslerken, kimi mekan sanatçıları, günün önemini anlatan tablolar çizip Scalp girişine asmıştı. Tüm koloni katı sınıfsal ayrımlarına rağmen o gün bir araya gelebilir, sınırı aşmayacak şekilde yiyecek ve içecek teminatı yapabilirdi.
Her yıl kutlanan bu kuruluş yılından bir gün önce büyük idamlar yapılır, katı kurallar tüm koloni koridorlarında heyet başkanı Welh Brain tarafından sertçe okunurdu. Yaklaşık yirmi iki yıllık olan bu demir yığını, birçok insana yuva olmuş birçok insanınsa sonu olmuştu. Katı kurallar çerçevesinde gelişen küçük cezalar bile koloni kurallarına aykırı kabul edilir ve kuruluş yılı kutlamalarından bir gün önce bu cezayı işleyen her kim olursa olsun on beş yaşını doldurduğu takdirde idam edilirdi. Bu idam şekli, yalnızlığın yurdu olan, siyah ve sonsuz aleme fırlatılmaktan öte bir şey değildi. Kimi koloni kuralları ise Uluslararası Devlet düzenlemesine göre koyulur, buna on devlet onay verirdi.
Gerçek ise tartışmalı idam cezalarıydı. Başta on beş ülkeden oluşan Uluslararası Koloni Birliği (UKB) sırf bu idam konusu yüzünden tartışmaya girmişti. Beş ülke resmi olarak kolonilerini idam cezası tartışması sebebiyle, Diriliş Kolonisi'nin elli üç kilometre ötesine taşımıştı. Bu taşıma serüveninde Diriliş'te idam cezasına çarptırılan altı yüz kişi diğer ülkeler tarafından esir kabul edilmiş ve geçtiğimiz yıl kutlamalarında hiçbir suçlu idam edilmemişti.
Koridor boyunca uzanan boruların üzerine döşenmiş izleme cihazları, girmesi yasak olan birinin kimliğini anında tespit ediyordu. Bu tespit sonrası ön ve arka kapak kapanıyor ve pencere sonsuz aleme karşı acımasızca açılıyordu. Bu yüzden dört sınıfı ayrılan koloninin kimi üyeleri sırf buraya gitmemek için çeşitli bahaneler arıyor ve kutlamaları kendi odalarında izliyordu. Bu cazipsiz kutlamaya katılmayanlar arasında bulunan bir isim de Crash'di, Crash Welts.
Sakince karanlık odasında oturmuş, yasak olmasına rağmen radyo çalarında müzik dinliyordu. İçe gömük camının oval biçimindeki kenarlıklarını iyice güçlendirmiş ve yatağını bu eşsiz siyahın manzarasını sürekli görecek şekilde bu ovalin içine yerleştirmişti. Odasının kimi ışıklarını söndürmüştü.
Ayakları yatağının dışına çıkarmış bir vaziyette gözlerini karşıya dikmişti. Sonsuz sayıda yıldızın süslediği bu eşsiz tabloyu izlemenin ona keyif verdiğini, kendi düşüncesiyle tartışması sonucunda kararlaştırmıştı.
Tüm gününü neredeyse yıldızları ve gittikçe çölleşen Dünya'nın kavisli havasını izlemekle geçiriyordu. Çoğu kitabın bulunduğu sınıfa verilmesi yasaktı çoğu ise özel olarak korunuyordu. Bu sebepten sadece yazıyordu. Yazması, kendi hayalinde bir dünya yaratması ve hiç görmediği Dünya'yı tasvir etmesi ona bu eşsiz karanlığın içinde bir uğraş oluyordu. Tabii yazdıkları kimseler tarafından okunmuyordu.
En büyük destekçisi Emily bile bu konuda ona bir katkıda bulunmuyor, "Yazdıkların güzel şeyler ama benim tarzım değil," deyip geçiştiriyordu. Bu sebepten Crash yazarlık serüvenini sadece içinde yaşıyor, asla Emily dışında kimseye bundan söz etmiyordu.
Kapının yana kayıp, sessizce açılmasının ardından Crash hafifçe gözlerini araladı. Bu saatte onu kimin rahatsız ettiğini görmek için başını kapının eşiğine çevirdi. Gözleri, koyu saçlarının uçlarındaki parlak tokaya takıldığında "Emily!" diye fısıldadı. "Neden törene gitmedin?" Emily karanlıkta yolunu kaybetmiş bir şekilde "Neden karanlıkta oturuyorsun Crash?" dedi. Sesindeki öfke birazdan yere çakılacağının habercisiydi. "Huzur veriyor," diye çıkıştı Crash sayısız yıldızın süslediği sonsuzluğa bakarak.
"Kalk,"
"Nereye?"
"Benimle geliyorsun Crash!"
"Bak,"
"İtiraz istemiyorum!"
"Ama..."
"Neden bir kere benim istediğim olmuyor?!"
"Ben, oraya gitmek istemiyorum!"
"Böyle yaşam olmaz Crash."
Emily bakışlarını Crsah'in gözlerine değdirdiğinde yüzündeki masumiyet bir anda belirdi. Dudaklarının çevresi kırılmış bir fotoğraf çerçevesi gibi dağıldı, bakışları soldu. Karanlığı aydınlatan bir çift parlak gözün solması Crash'i harekete geçirdi.
"Emily, ben buyum!"
"Bu olduğunu biliyorum Crash, hayatını mahvediyorsun!"
"Hayır, böyle yaşamak bana dışarıdaki insanların yaşamından daha eğlenceli ve dingin geliyor."
"Yapma ama! Sürekli aynı müziği dinliyorsun, sürekli aynı manzarayı seyrediyorsun, elinde bir kalem sabah akşam boş bulduğun her sayfaya yazıyorsun."
"Bunların seni rahatsız ettiğini bilmiyordum Emily,"
"Hayır, yanlış anladın. Yine anlamak istediğin şekilde anladın beni. bunların hiçbirisi beni rahatsız etmiyor, biliyorum seviyorsun ama hayat bu değil Crash. Sadece yazmak ve dinlemek dışında bir tablo oluşturmalısın."
"Ben ne yapacağımı bilmiyorum ki!"
"Hadi ama kimse senden bir Pablo Picasso olmanı beklemiyor."
"İstesem de olamam zaten."
Crash'in yüzü güldüğünde Emily de ister istemez gülümsedi. Ama Crash sonradan yüzünü utançla boşluğa çevirdi.
"Ben oradaki hiç kimsenin gözüne bakamam Emily, korkuyorum nefsime yenilip bir şey yapacağım diye. O zaman iyice kararır hayatım. C sınıfından D'ye atılırım yine, bir kafes solaryumunda yaşamak hiç bana göre değil."
"Crash," diyerek ellerini onun tenine değdirdi Emily.
Onun yanına yaklaştığında Dünya'nın solgun görüntüsünü gördü. Gözlerini bir anlığına ona dikip yüzünü bir ceset görmüşçesine buruşturdu. Gözleri, sesi dolu doluydu. En azından Crash bunu hissediyordu.
"Bak onların bunu yapmış olması kabul edilemez. Lakin senin bunu yapman ve kendini onlara karşı savunmasız göstermen... işte mesele bu Crash. Tarih hiçbir zaman zayıfların yanında olmadı. İntikam acıyla alındığında kişi hiçbir zaman huzur bulamaz Crash. Yığılımla ilerler her şey, benden çok daha iyi biliyorsun bunları. Sana bir şey olursa ben tek kalırım, ben tek kalırsam diğerleri... sonra diğerleri. Anlıyor musun Crash?"
Emily gözlerini kısarak hafif sarı ışıklı alt katmana baktı. "Orada olmayı kimse istemez." dedi acıyla. Koloninin dört sınıfa ayrıldığını ve her bir üst sınıfın altı sınıfından daha merhametli olduğunu her ikisi de biliyordu.
"Haklısın." diyerek yatağının üzerinden doğruldu. "İzin verirsen giyineyim." gülümseyerek Emily'nin dudaklarına baktı. O dudaklar şimdi bir Paplo Picasso tablosundan daha cazipti.
"Kapının önünde bekliyorum."
Crash Emily'nin odadan ayrılmasını beklemeden üzerindeki tişörtü çıkarıp dolabın kapağını açtı. Emily şaşkın şaşkın onun sırtına baktığında Crash önüne döndü.
"Gitmedin mi?" diye bağırdı şaşkınlıkla. Emily yarı utangaç bir tavırla sendeleyip kendini kapının önüne fırlattı. Yaklaşık on dakika sonra Crash dağınık saçlarıyla Emily'nin karşısına çıktı. Üzerine giydiği beyaz gömlek ve bacaklarına geçirdiği bol paça siyah pantolona bakarak gülümsedi.
"Bu biraz bol oldu ama idare ederiz."
"Bence koloni bu tarzı sevecek Crash."
"Evet, haklısın belki dalga geçme konusunda sevilebilirim."
"Hayır, bak yine yanlış anladın."
"Yok, şaka yaptım sadece."
"Hem niye dalga geçsinler ki, koloninin en yakışıklı erkeklerinden birisin sen."
Crash yüzünün kızarıklığının karanlıkta belli olmadığını düşünerek gülümsedi. "Öyle mi?" diye fısıldadı. Emily bunca zaman sonra ona ilk defa iltifat etmişti.
"Öyle," dedi kıkırdayarak "Hadi geç kalacağız!"
"Bizler yirmi iki yıldır, bu yapay dünyamızda yaşadığımız için şanslıyız."
Crash ve Emily Heyet Ağacı'nın önündeki masalardan birine oturduklarında konuşma çoktan başlamıştı. Kürsünün başındaki Gene Wilia Welts otoriter sesiyle konuşmaya devam ettiğinde Crash yüzünü buruşturdu. Sırf bu sesi duymamak için kendini öldürebilirdi. O kadar tiksiniyordu ki bedeninin bu sesi duymaya mahkûm olduğu her an için kendini azarlıyordu.
"Az kaldı Crash," dedi kendi kendine. Oysa artık bundan yüksünmüyordu. Emily'nin hatırı için katlanıyordu tüm bunlara. Sırf o istiyor diye gelmişti.
"Açık kapan bizi yutmadı," dudaklarını Emily'nin kulaklarına yanaştırdığında Gene'in sesini duymamak için kendi sesini yükseltti.
"Neden öyle düşünüyorsun? Biz ne yaptık ki? Artık C sınıfında yaşayan iki hür insanız."
Emily kesin bir cevap verdikten sonra konuşmanın nerede biteceğini hevesle beklemeye başladı. Anlaşılan Crash'in Gene'e büyük bir kin beslediğini bilmiyordu ya da bunu bir türlü anlamıyordu. Crash derin bir nefes alıp Emily'nin omzuna dokundu. Çünkü bu sese daha fazla katlanamıyordu.
"Ben gidiyorum!" Emily'nin gözleri karşısında hayalet görmüş gibi büyüdü. 'Neden' der gibi bir ifadeye bürünen yüzü sonradan 'Sen nasıl istersen' ifadesine dönüştü. Crash bu durumu öfkeyle karşıladığında "Görüşürüz!" deyip hemen oradan ayrıldı. Tabii bu sırada Gene'in bakışları Crash'i baştan sona süzüyordu.
"Suç bende!" artık kendine kızma vakti geldiğinde Crash üzerindekileri çıkarıp oval camın yanına doğru yürüdü. Elindeki gömleği odanın diğer ucuna fırlattığında bakışlarını camın üzerine düşen yansımasına çevirdi. "Acı kendine Crash, ne haldesin gör bak!" dolan gözlerini aldırmadan dolabın üzerine koyulmuş çerçeveyi eline aldı ve öylece oturdu. Yatağının üzerine geçti ve sırtını oval cama yasladı. Artık boşlukta süzülüyormuş gibi hissediyordu.
Ellerine sıkıştırdığı aile resmiyle, bu resmin üzerine düşen gözyaşlarıyla avuttu kendini. "Ben ne yapacağım anne?" diye sordu. Bir an etraf sadece sessizliğin kölesi olmuştu. Sonra bu sessizliği bozan Crash'in hıçkırarak ağlaması oldu.
"Dayanamıyorum!" diye bağırdı ensesinin gerildiğini hissederek. Dudakları artık her gecesinin böyle üzgün geçmesine isyan eder bir tavırla uyuştu. Zihni artık bedeninden ayrı işliyordu. "Kendine gel!" diye öğütler veriyordu Crash'e. O ise artık buna dayanamıyordu. Başını sadece geriye yasladı ve gözlerini kapattı. Onun saniyeler içinde kapanan gözü kötü bir patlama sesiyle korkuyla geri açıldı. Ardından onu takip eden çığlık sesleri Crash'in hemen ayağa kalkmasını ve sesin geldiği yere koşmasını sağladı. Bu korkuyla ve bu kararsızlıkla çerçevenin kucağında olduğunu tamamen unutmuş ve onun aniden ayağı kalkmasıyla yere sertçe düşmüştü.
Crash çığlık seslerinin baskın geldiği koridora doğru koştuğunda Heyet Ağacı'nın gayet korunaklı olduğunu gördü. Derin bir nefes alıp arka koridora koştu. Misafirlerin ayrılma noktası olan Spacewalker çıkışının kapısı yerinden oynamıştı. Koloninin koruyucu mekanizma robotu Bed devreye girerek hemen ön ve arka kapıları kapatmış, içeriden oksijen kaybı yaşanmamasına ortam hazırlamıştı.
"Lütfen tüm misafirlerimiz Heda araçlarına binip kendi sınıflarına dönsün."
Yapılan uyarı sonrasında Crash korkuyla Emily'i aramaya başladı. Henüz ondan bir haber yoktu. Onun odasına doğru koşmaya başladığında üzerinde pantolonu dışında hiçbir şeyin giyili olmadığını anladı. Şimdilik bunun telaşına düşemezdi. Emily'nin kaldığı üç nolu koridorun başına geldiğinde onun Globe ve Collin ile birlikte olduğunu gördü. Derin bir nefes alıp sakince koridoruna döndü. Ama kapısının önünde hiç ummadığı iki kişinin durduğunu gördü.
Korkusuzca yürümeye devam ettiğinde askerlerden biri koyu üniformasının üzerindeki 'Yemin Ederim' yazısına el basıp Crash'e doğru yürüdü. Bu bir tür kumanda gibi bir mekanizma olmalıydı. Diğer birimlere haber veren klasik tasarım bir cihaz sayılabilirdi.
"Gene sizi bekliyor." Asker sanki Crash'in kim olduğunu biliyormuş gibi edasını korumaya devam etti. "Hemen efendim!" Crash bunun bir tuzak olup olmadığını düşündü. Hiçbir şey umurunda değildi artık. Odasına geçip üzerine demin öfkeyle çıkarttığı gömleği geçirdi. Düğmelerini iliklemeye fırsat bulamadan askerler onun kollarını sıkıca tutup odasından çıkarttı.
"Yolu biliyorum!" diyerek kollarını hırçınca askerlerin kollarının arasından sıyırdı.
"Hey siz ne yapıyorsunuz?" Emily'nin heyecanlı sesi koridorda yankılandığında askerler onu çoktan asansörün önüne sürüklemişti.
"Ben iyiyim Emily!"
Asansörün kapısı uzun boylu askerin ekrana kartını okutmasıyla kapandı. Ardından yukarıya doğru sessiz ve sakince çıkmaya başladılar. Crash o sıra düşüncelere dalmış ve Gene'in onu neden böyle alelacele yanına çağırttığını düşünmeye başlamıştı. Bu neden her ne olursa olsun iyi olmadığı açıkça ortadaydı ve Crash ise bunun düpedüz farkındaydı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top