-CRASH WELTS YAZI DENEMELERİ-

ALTINCI BÖLÜM

Bazen kazanır bazen kaybedersin.

May, May Mattew o sabah kaybeden olduğuna inanıyordu. Hem de çok feci şekilde kaybeden olduğuna...

Ashley çoktan bir kılıç darbesiyle yere yığılmıştı. Sarah, son demlerini veriyordu. Mattew, May'in babası ise yorulmuştu. Bu türler bitmiyordu, her ağacın arkasından, tüm dalından aşağıya iniyorlardı.

"Bize acil yardım gerekli," diye bağırdı Sarah. Elindeki silahın mermisini kontrol ederek. Artık savaş gerçekten bitmişti, kaybeden ise her zaman olduğu gibi May Mattew olmuştu.

"Dayan Sarah," dedi Ashley karın boşluğundaki yaranın üzerine basarak. Cebinden bir telefon çıkarttığında acıyla inliyordu. Sarah onun bu halde olmasına göz yumamamıştı.

"Beni boş ver Ash, dayanması gereken kişi sensin. Lütfen sık dişini."

Ashley telefonunun ekranına acıyla baktığında tuşları rastgele çevirip bir numarayı aradı. Her kimi aradıysa telefon saniyeler içinde açılmıştı.

"Hangi cehennemdesin Ash?"

"Ul bize hemen destek gönder,"

"Neredesin?"

"Mattewler'in eski malikanesinde."

"Hemen Oshar'ı gönderiyorum."

"Acele et Ul, yoksa varis ölecek."

Ashley varis kelimesini ilk defa May'in yanında kullanmıştı. Bu sebepten onun gözlerinin içine bakıp onu saygıyla selamladı.

"Oshar, hemen Venadek Malikanesine, topladığın kadar çok adam topla. Son varis orada."

May korkuyla kalbini sıkan elin avuçları arasında öylece kalmıştı. Bu böyle nereye kadar gidecekti? Nefesini tutarak iki büklüm oldu. Sanki içindeki tüm organlar yanıyor gibiydi. Birkaç saniyeliğine gözlerini kapattı. "Onlara yardım etsem mi?" diye geçirdi içinden. Sonra zihninden yükselen katı bir sesin ürkütücülüğü ile gözlerini araladı. "Aptallık etme!"

Hiçbir şeyin yolunda gitmediğine emindi, fakat bir şeyler yapmanın da tam zamanıydı ona göre. Ama onun içinde, bu duruma dair tezatlık oluşturan bir his vardı. May bu hissi defalarca yaşamıştı, annesi öldüğünde, babası onları terk ettiğinde, ağabeyi öldüğünde ve şimdi kendi ölümünde. Asla kıpırdamıyordu. Korktuğu zaman kısa süren bir kriz mi geçiriyordu bilmiyordu. Dudağının üzerinde boncuk boncuk terler birikmeye başlamıştı. Terini silerken bir yanda da etrafına bakınıyordu. Ormanın üzerinden yükselen kavisli hava güneşin önünü kesiyordu. O an hepsi tolerans sınırları arasında sıkışıp kalmıştı. Mattew son gücüyle kılıcını çevirip karşısına gelen herkesi delip geçiyordu. Sarah'ın mermisi sonunda bitmişti ve belindeki hançerlere sarıldığı görüldü. Ama karşıdaki kalabalığı dağıtmaya yetecek hiçbir şeyleri yoktu. Ve May onu gördü, Collin'in katili sonunda onun da karşısına çıkmıştı. Peşi sıra yırtıcı köpekler duruyordu. Ormanın içindeki kalabalık ise onun talimatıyla durdu. Mattew uzun saçlı katile bakıp dişlerin sıktı. Kılıcını havaya kaldırdı ve öfkeyle parlayan gözlerini yırtıcı hayvanların üzerine dikti. Bu kılıç en fazla üç tanesini etkisiz hale getirirdi, fakat en az elli yırtıcı saflara dizilmişti. Tüm düşman türler onları çepeçevre sarmıştı. Evin etrafı son derece zayıf duvarlarla örülüydü. Sarah acıyla May'in gözlerine baktı. Gerçekten şimdi sonları gelmişti.

Uzun saçlı acımasız katilin talimatıyla tüm yırtıcılar onların üzerine doğru koşmaya başladı. May yine öylece duruyordu, içinden kaçmayı hiç düşünmüyordu ve bunun için uyarıcı sistemleri de çalışmamıştı. Kısa sürede bu türün acımasız dişleri arasında parçalanacağını düşündü. Bu biraz onu ürkütmüştü. En sonunda ortada yükselen mavi ışığın yakıcı etkisi tüm gücüyle kendini gösterdi.

"Tanrı lanetli türlerin asıl düşmanıdır," diye bir ses duyuldu. Işık sıkıştı ve plazma haline dönüştü. Ardından sessizliğe gömüldü her yer. Saniyeler içinde büyük bir daire öylece yükseldi. İçinden May'in daha önce görmediği savaşçılar çıkmaya başlamıştı. Hepsinin gözü dikkat çekici şekilde kırmızıya bürünmüştü.

"Tanrı lanetli türlerin asıl düşmanıdır." Dedi ortadaki çemberi tutan kadın. Ortadan ayrılmış saçlarını arkasında topladıktan hemen sonra elleriyle bükümlü hareketler yapmaya başladı. Kıvılcımlar bir bir ellerinin arasından düşman türlerin üzerine doğru yol almıştı. Ashley gülümsüyordu, Sarah bu desteğe rağmen durmadı. Tianlar'a saldırmaya devam ediyordu.

"Emelia," dedi Mattew "Üçü birden!"

May babasının yüzüne baktı, ne demek istediğini anlamıyordu. Büyücü kadın yavaşça ellerini havaya kaldırdı ve kimi sözleri söylemeye başladı. Etraf o sıra aniden dönmeye başladı. Her yer bir çark gibi dönüyordu, fakat ne May ne de onun yanındakiler bu döngüyü hissediyordu. May gözlerini kapattı ve gittikçe hızlanan döngünün içinde derin bir nefes aldı. En sonunda yavaşlamıştı. Aniden durduğunda ise bir bulantı bedenini kasıp kavurmuştu.

"Yolculuğun evi Panneuna hoş geldiniz," dedi bir ses May'e elini uzatırken. May sakince başını sallayıp bulantısını bastırmaya çalıştı.

"Bizi neden buraya getirdin Emelia?"

"Mattew öyle istedi."

Sarah şaşkınca yolculuğun cenneti dünyasını izlemeye koyulmuştu.

"Emelia! Burada ne işin var?"

Kaba sesli genç adam beyaz elbisesi ile yüzünü gizlemeye çalıştı. Aynı zamanda Emelia denilen büyücü kadına hiddetle bakıyordu.

"Mavi Cennet'e nasıl Vativapanlar'ı (İnsan ve insan soyu türlerin büyücüler arasındaki ismi) getirirsin?"

"Bahrab, buna mecburdum!"

"Eğer onlar Giselle soyuysa, Kraliçe Wortisa'nın ne tepki vereceğini biliyorsun!"

"Bahrab, türlerin mücadelesi bizi de etkiliyor! Tarklar'ın Giselle soyu olmadığını biliyoruz, üstelik o Tark'tan bile daha üstün."

"Üstün ya da aşağı Emelia, Mavi Cennet'e soylu yedi gezegen yöneticisi bile giremezken senin bunu yapman affedilir değil."

"Bahrab, sadece iki saat burada kalacaklar."

May dikkatlice onları dinlerken Emelia sakince karşıdaki kayanın üzerine oturdu. Burası gerçekten harika bir yerdi. Gökte parlayan kocaman iki gezegen yan yana duruyordu. Ortada büyük bir mavi yapraklı ağaç rüzgarın esintisi ile hışırdıyordu. Yerleşim yerleri sırayla tek kat olacak şekilde aynı derece hizalanmış ve güneşe karşı büyük bir önlem alınmıştı.

"Beş dakika içinde sıcaklık yirmi beş derece birden yükselecek, lütfen sığınaklara girin."

"Mavi Cennet neden bu kadar sıcak?"

Emelia Bahrab'a baktı. Daha önce duymadığı bu şeyin asıl sebebini öğreneceği için meraklı görünüyordu.

"Tepesan Bayram'ı vakti, çift Lai Ay'ı ikinci güneş Sunnblu'nun önünden ayrılır üç günlüğüne. Bu da Mavi Cennet'e gün boyunca cehennemi yaşatır, bu sıcaklık Dehşet Cehennemi'nin sıcaklığından yedi derece fazladır. Bir büyücü dört dakika, bir yerli 4 saat ve bir insan 4 saniye içinde bu sıcaklığın altında erir, damarlarında akan kan, kaynar, ağızdan ve burundan taşar."

"Sıcaklık artmaya başladı."

"Hadi durmayın, sığınaklara."

Bahrab karşıyı gösterip bağırırken tepede yükselen ikinci parlak güneşin silueti kendini göstermeye başlamıştı.

Sarah, Ashley'in koluna girdi ve karşıdaki sığınağa doğru yürüdü. May ise arkalarından öylece onları takip ediyordu.

Sığınakların kapıları eski yöntemlerle kilitlendi. Arkalarından çelik gibi parlak bir kapı daha örtüldü ve öylece karanlık içeriyi doldurdu.

"Burası suyu filtrelediğimiz silolardan birisi, içerideki pervane sayesinde serin havalar sizi buranın sıcağından kurtaracaktır. Fakat ne olursa olsun dışarıya çıkmayın."

May sakince ayakta durduğu yere öylece çömeldi. Yanında şimdi hiç tanıdığı biri yoktu, en çok annesini özlediğini hissetti. Ağabeyinin acısı burnunu sızlattı.

"İster misin?"

Bardakla bir şey uzatan genç kız ona yavaşça tebessüm etmişti. Elindeki deri şişeyi alıp sakince bir yudum içti. Ne olduğunu bilmiyordu ama tadı mükemmeldi.

"Bu nedir?" dedi ikinci yurdumu çekinerek aldığında.

"Bu sadece Mavi Cennet'te yetişen bitkinin öz suyudur. Buraya dışarıdan kimse gelmez, gelmemeli."

"Neden?"

"Burası yedi sıra gezegeninin en kutsal yeri, yabancıların, büyücülerin ve diğer türlerin buraya girmesi Tanrı Süve tarafından yasaklanmış."

"İyi ama kutsal bir yere daha fazla kişinin gelmesi gerekmiyor mu?"

"Burası Baptia Büyücüler Okulu'nda okuyan belirli kesim öğrencilere ve de bu kesimin soylarına açık. Tanrı Süve buraya başka bir kişinin girip düzenini bozmasını hiç istememiş."

"Giselle soyuna da mı yasak?"

"Mavi Cennet her kesimden türe yasaktır. Bu yüzden sizin burada uzun süre kalmanız, kraliçe ve Yönetici kesim ile büyücülerin arasını bozar."

"Buraya gelmek benim fikrim değildi," diye çıkıştı May, "Elimde olsa hemen gideceğim."

"Surha bu kadar yeter."

"Emelia yüzü kapalı genç kızı May'dan uzaklaştırdığında Sarah May'in yanına geçip oturdu. Burada olmak istemediğini açıkça o da belli etmişti. Bir büyücü kesiminin eline düşmek onu ürkütmüştü. Çünkü bir büyücü koruyucu olduğu kadar açıkça sinsi de olabilirdi. Ve onların amaçları açıkça belli olmazdı.

"May," dedi Sarah sakince. Yüzündeki damarlarda kan akışını hissetmiş ve çenesini sıkmıştı. "Ne olur biraz dişini sık. Bunlar kim bilmiyorum ama Ashley güvenilir olduklarını söylüyor."

May ona baktı. Karşıda birkaç kızın onun yarasını iyileştirmeye çalıştığını ve onun bitkin düştüğünü gördü. İlk defa Sarah ona bu kadar sıcak yaklaşmıştı.

"Babam ne hakla beni buraya tıktı hiç bilmiyorum ama ben çok sıkıldım, Santia'da küçük bir ev almak isterken bir günde hayatımın bu kadar değişeceğini hiç bilmiyordum."

"Bilemezdin May, hiçbir zaman biz de bilemedik, bu kadar düşeceğimizi tahmin etmiyorduk. Annen ölene kadar."

"Neden annem?"

"Çünkü annen Tarklar arasında çok iyi bir yöneticiydi. Fakat teyzenin Alicha'nın acımasız oyunlarından birine kandı. Annen öldükten sonra her şey alt üst oldu Tarklar aleminde."

"Geri kalan Tarklar nerede?"

"Terk edilmiş bir tren istasyonunda hepsi."

May derin bir iç çekti. Böylesine bir türün işkence gördüğünü öğrenmesi hiç iyi olmamıştı. Sakince etrafını duvar gibi kaplayan koyu renkli camlarla örülmüş pencerelere baktı. Güneş gerçekten şehrin üzerini öylece kuşatmıştı. İleride akan nehri ateşe vermiş gibi kaynatıyordu. Buharlar yoğun bir tabaka halinde göğe doğru yükseliyordu. Parçalı ve kalın bir ağ, ağaçların ve çiçeklerin üzerine serilmişti. Bulutlar sıcağın açtığı rehavetten sırayla kaçıyorlardı. Saniyeler içinde dışarıdaki tüm gölgeler kaybolmuştu. Çünkü sıcaklık karanlık ruhları bile içine çeken bir girdap oluşturmuştu.

"Bu daha ne kadar sürecek?" diyerek ayağa kalktı May. İyice bunalmıştı ve neler olacağını artık kestiremiyordu.

Emelia onun arkasından doğruldu. Gözleri bir şeylere nefret kusarcasına May'in üzerine kilitlenmişti.

"Mattew haber yollamış, gidiyoruz."

May derin bir nefes alıp etrafa baktı, buraya artık hiçbir zaman tekrar gelmeyeceğini anımsadığında ona içecek uzatan kızı aradı gözleri. Az da olsa küçük bir teşekkür dilemek istiyordu. Sarah ondan önce davranmıştı ve Emelia denilen kadının yanına yürüdü. O ise çembere odaklanmış bir portal çevirmeye başlamıştı.

"Bizi buraya getirdiğiniz için teşekkür ediyoruz, minnettarız hepinize."

Hiç kimseden ses çıkmadı, ardından May sakince teşekkür edip portalın içine doğru yürüdü. Oradaki herkes ise onların gitmesine sevinmiş gibiydi.

Yarı saydam portalın içinden daha önce alışıkmış gibi geçen May, kasılan midesini aldırmadan gözlerini kapattı. Saniyeler sonra açık bir esinti ve hışırdayan yaprak sesini hissettiğinde gözlerini araladı. Şimdi malikanenin önünde duruyordu, ellerinde kılıçlarla kuşanmış kızıl gözlü askerler dört bir yana dağılmıştı. Babası ise kapının girişindeki küçük kayanın üzerine oturmuş ve başını ellerinin arasına almıştı.

"Bizi neden oraya gönderdin?"

"May," Sarah onun kollarını tuttuğunda Mattew'in ortadaki halini gözüyle işaret etti. Ardından dudakları oynamıştı. "Şimdi sırası değil,"

"Onlar sandığımızdan daha güçlüler, yirmi askerim öldü."

"Bu kader kolay olmayacağını söylemiştim sana Mattew, bu savaş gerçekten çok kayıpla sonuçlanacak."

May tıpkı babası gibi uzaklara daldı. Yine Mavi Cennet'te olduğu gibi olduğu yere çömeldi. Karşıya baktı, ağaçların bir hışımla deniz dalgasından daha güçlü rüzgarla savaştığını görebiliyordu. Bir seziyi hissetti zihninin kavisli derinliklerinde, insan yaşamı boyunca bir şeyin farkına varamazdı, kendi içinde savaştıklarıydı bu da.

"Tabii ben insansam," diye iç çekti sesli düşünerek. Gerçekten hayatının bu aşamasında saatlerin bu denli canını yakacağını asla tahmin etmemişti, fakat gerçek apaçık ortadaydı. O bir Tark varisiydi, üstelik en önemli son varislerden birisiydi. Diğerlerini ve de kendini koruması gerektiğini bu acımasız kılıçlılar yüzüne vura vura öğretmişti. Şimdi ağabeyinin sözlerini anımsadı işte "Korkunun anahtarı ölümün kapısını açan en kolay anahtardı."

"Korkmamalıyım," dedi tekrardan sesli düşünerek. Ardından aniden ayağa kalkmıştı. Babasının kolundan tutup gözlerinin içine baktı.

"Bana her şeyi anlatacaksın," dedi öfkeyle. Ardından Sarah'ın yüzüne baktı. Fakat onun amacı artık gerçeklerden kaçmak değildi, May artık gerçekleri kovalamıyordu, o kendisini kabullenmişti artık, acılar onu yıldırmamış ağabeyinin ruhu henüz onun kalbini terk etmemişti.

Gökyüzüne tekrar baktı. Sonra sakince sabahın ilk nefeslerini aldı.

Gökyüzü artık, yalnız May'in karmaşık duygularıyla kapanmıştı, karanlık ve aydınlık hiç bu kadar yakın savaş içinde bulunamamıştı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top