-CRASH WELTS YAZI DENEMELERİ-
İKİNCİ BÖLÜM
-2024-
Karanlık korkutur, karanlık cesur kılar....
Derin düşünme yaşa ya da öl...
Coğrafya öğretmeni bir şeyler söylüyor ve tahtaya bir şeyler yazıyordu fakat May bu asabi öğretmene pek kulak asmıyordu. Kafası karışık bir şekilde pencereden dışarı, okulun ön bahçesine, demir parmaklı giriş kapısına ve tıpkı onun küçükken kaybettiği malikaneye benzeyen o eve bakıyordu. Güneş gözlüğü takmış iki güvenlik evin giriş holüne çıkan mermer merdivenlere oturmuştu; birisi elinde son derece küçük bir telefon tutuyor ve şaşkınca ekranının izliyordu, diğeri ise gece boyunca ders çalışmış yorgun öğrenciler gibi başını kolonlardan birine dayamıştı.
Telefonunun ekranına bakan orta yaşlı adam güneş gözlüğünün burnunun ucuna kadar aşağıya indirdi, ardından üzerinde göğe doğru özgürce uzanan buharlı kahvesinden bir yudum alıp bir müddet sakince yanındakine baktı. Ona kızdığı açıkça belli oluyordu fakat May orada konuşulanların hiçbirini şimdilik duymuyordu, merak ettiği de pek söylenilemezdi.
Daha derin bir düşünceyle May onların yüzlerine iyice baktı, tam emin değildi ama içinde onların yüzlerinin tanıdık olduğuna dair bir kanı oluşmuştu. Tedirgindi, tıpkı on beş yıl önce olduğu gibi yine başına bir şey geleceğinden korkuyor ve tek varlığı Collin'i kaybetmekten çekiniyordu. Babası üç yıl önce nedensizce ortadan kaybolmuş ve bir daha hiç dönmemişti.
May'a göre babası Mattew çok paranoyaktı. Sürekli tedirgince hareketler sergiler ve ortadan kaybolurdu. Annesi ise sıradan bir insan gibiydi, aslında May bu durumu hiç anlamıyordu. Asıl zarar görmesi gereken kişinin kaçık, paranoyak olan babası olmasını biliyordu, fakat hiçbir sorunu olmayan annesi eve giren bir hayvanın saldırısıyla ölmüştü. Bu ona hiç mantıklı gelmiyor ve Collin'in uydurduğu bu yalana hiç inanmıyordu.
Kendisi ise henüz beş yaşında olmanın uçukluğuyla kimi şeyleri unutmuş ve hatırlamaya çalışıyordu. Collin ise ona o günü hatırlatmak yerine May'in sürekli başka şeylerle meşgul olmasını istiyor ve onu sürekli sıkıcı seminerlere, yüzme aktivitelerine ve Ressam Uldev'in yanına gönderiyordu. Ama artık May bu durumdan çok sıkılmıştı. Kendisine yeni bir başlangıç yapmanın vakti geldiğini çok iyi anlamış ve bunun nihayetinde farkına varmıştı. Derslerine daha sıkı sarılıp üniversiteyi başarıyla bitirecek ve annesinden kalan mirasla ülkeyi terk edip kendine iyi bir hayat kuracaktı. Üniversitenin ikinci yılındaydı ve gerçek ise her senenin bir önceki seneye göre çok daha kötü geçip gitmesi üzerine kurulmuştu. Sanki her şey bir olup evrene tüm kötü enerjilerini salmıştı. Bu kötü enerji May'i etkisiz kılmayı başarmış ve gerçekten saçları gittikçe beyazlamaya başlamıştı.
Olduğunca sakin duran iki güvenlik görevlisi göze çarpmadan merdivenlerin üzerinden kalkıp kapının dışında duran siyah arabaya doğru yürümeye başladılar. İkisi birbirine fırsat tanımıyordu bile, hızlı hızlı yürüyüp kapıyı açmaya çalıştıklarında ise demin kahve içen sersemce elini demir kapının arasına sıkıştırdı. May ise onları izlemekten sıkılıp coğrafya öğretmeninin anlattıklarına odaklanmaya çalıştı ama ders bitiş zili o an çalmaya başladı. Bu duruma siniri bozulan May seslice homurdanmak istese de sinirine hakim olup önünde duran kitapları çantasına doldurmaya çalıştı.
"İyi akşamlar May,"
May'in önünde oturan kısa saçlı Clarissa ona gülümseyerek bakıyordu. May ise kısaca "Sanada," deyip geçiştirdi. Sonra sakince ara koridordan çıkıp yüzünü selamlayan sıkıcı ve bunaltıcı havayla karşılaştı. Collin tam karşıda, meşe ağacının altına park ettiği arabasıyla ona seslendi. Arabada yine sıkıcı bir müzik son ses çalıyordu.
"Bunu neden bana yapıyorsun?" diyerek kızmıştı May. Arabaya binip sakince oturduğunda ise Collin çoktan kontağı çevirmişti. O sırada iki güvenlik görevlisi yine sersemce tavırlar sergilemeye devam ediyorlardı.
"Nasıl geçti?"
"Dünden daha beter!"
"Sınıfta neden kimseyle takılmıyorsun?"
"Hiç kimse bana inandırıcı gelmiyor, hepsi çok tuhaf insanlar."
May derin bir nefes alıp gökyüzüne baktı. Fırtına dakikalar içinde bastırabilirdi. Radyoya uzandı ve müziğin sesini olduğunca kıstı.
"Korumalardan haberimin olmadığını mı sanıyorsun Collin?"
"Ne koruması?"
"Bak, beni kandırma! Peşime taktığın o korumalar daha kendilerini bile doğru düzgün yönetemiyor."
"Onlar seni korumak için değil May, sadece gözlem için tutuldular."
"Bunu kabul edeceğini hiç sanmıyordum. Ben koruma da gözlemci de istemiyorum Collin."
"Bu senin fikrine göre oluşmuyor May, onlar...."
"Bak Collin, çok istiyorsan seni gözleyebilirler, peşimde ne tür bir tehlike var bilmiyorum. Anlat dediğimde bana hiçbir şeyin olmadığını sadece güvende olduğumu istediğini söyleyip geçiştiriyorsun. Güvende olmam için önce peşimde ne olduğunu bilmem gerekmiyor mu?"
"Peşinde bir şey yok May, babam gibi paranoyaklık etme!"
"Beni babama benzetme! Her gün başıma bir şey geleceğinden korkuyorsun!"
"Evet korkuyorum!"
"O zaman bana neler olduğunu anlat Collin, düşersek birlikte düşeceğimizi, kalkarsak birlikte kalkacağımızı bildiğin bu konuyu bana anlat."
"Hiçbir şey yok May, sadece ben, burada yalnız olduğumuz için seni korumak istiyorum."
"Beni de annem gibi öldüreceklerinden korkuyorsun!"
Collin ani bir frenle arabayı durdurduğunda gözleri hayretli bir ifadeyle büyümüştü. 'Anne' kelimesini duyunca kaskatı kesilmiş ve suratı sapsarı olmuştu. May, onun kendisiyle bir şey paylaşmadığını, bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini çok iyi anlasa da o an sadece susmakla yetindi.
"Santia'ya gideceğim!" dedi hiddetle. Collin'in şakakları öfkeyle atmaya başladığında kızaran gözlerini kardeşinin ifadesiz suratına çevirdi.
"Buradan, yanımdan asla ayrılmayacaksın May!"
"Burada kalmak istemiyorum!"
"Sana fikrini soran olmadı."
"Eğer buradan gitmeme izin vermezsen, beni serbest bırak artık, çünkü ben küçük bir ilkokul çocuğu değilim! Her gün okul çıkışında bu saçma müzikler eşliğinde beni okuldan almandan sıkıldım. Peşime saçma sapan korumalar takmandan, beni aciz biri gibi göstermenden sıkıldım."
"Bu kadar yeter May! Hiçbir yere gitmiyorsun!"
Yağmur nihayetinde başlamıştı. Collin, May'in dediği hiçbir şeye aldırış etmeden arabayı sürmeye devam etmiş ve yaklaşık üç dakika sonra o kadar paraları olmasına rağmen oturdukları bu yıkık dökük evlerle dolu mahalleye ulaşmışlardı. Bu konuda da baskıcı olan Collin önce arabadan inmiş ve sonra arkasına bile bakmadan içeriye girmişti. May biraz arabanın içinde durup sakince kafa dinlemek için az da olsa birkaç dakika bulmuştu. Dedikleri için son anda pişmanlık duysa da gerçekten ağabeyinin bu denli ihtiyatlı davranışlarından sıkılmış ve bir an önce okulu bitirip buradan sonsuza kadar ayrılmayı düşünmüştü.
Karanlık dakikalar içinde çöktüğünde May odasına hüzünle çekilmiş ve hiçbir şey yememişti. Saatlerce aç kalmanın verdiği hiçbir yan etki vücudunda olası bir tepkimeye yol açmıyordu.
Sokağın rahatsız edici sarı ışığını kapatan perdeyi sağa doğru hızlıca çekti. Uyumaktan korksa bile buna mecbur olduğunu biliyordu. Ama bir o kadar da korkuyordu; çünkü kimi geceler kendini dışarıda yoğun sisin altında buluyordu. Uyurgezer olduğunu henüz ağabeyi Collin ile paylaşmış değildi, çünkü onun en küçük olayları bile çok abarttığı açıkça ortada duruyordu.
Başını sakince yatağa koymadan önce kapıyı kilitlediğine emin olmak için son kez doğruldu. Ardından ayaklarına geçirdiği spor çorapları hızlıca çıkartıp birkaç saniye öylece durdu.
Bir sızı hissediyordu, ayakları geceleri yolda yalınayak yürümekten yara içinde kalmıştı. Aslında çoraplarını çıkarmasının temel sebebi de bu sayılabilirdi, çünkü bedeninde hissettiği bir sızı onu tekrardan asıl May'a dönüştürüyordu. Aksi takdirde sabaha kadar uyurgezer biçimde kalmak onu gerçekten çok ürkütüyordu.
03.13
Çığlıklar bir bir yükselirken May, vücudunun üst kısmından aşağı doğru süzülen soğuk terler ile savaş halindeydi. Ensesinde hissettiği ani bir sızıyla gözleri panikle kocaman olmuştu. İşte bu gece yine bilmediği bir yerde, yine hiç fark etmediği bir mekanın içinde kendini bulmuştu. İçinden yükselen sesler ona "May kendine gel!" diye öğütlerde bulunurken o yağan yağmurun altında ıslanmış ve üşümüştü. Aklına gece uyumadan önce çıkarttığı çoraplar geldiğinde ise ayaklarına baktı hızlıca. Ağabeyi Collin'in dolaptaki deri Lace Up marka ayakkabılarından birini geçirmişti ayaklarına. Fakat hiçbir şey hatırlamıyor oluşuna şaşırmıştı doğrusu, çünkü dolabı açtığını, ayakkabıları giydiğini asla hatırlamıyordu ve tabii kaç saattir böyle yürüdüğünü de bilmiyordu.
Korkuyla ellerine baktı, çünkü rahatsız edici soğuğa karşı ellerinde ılık bir şey hissediyordu. Bilmediği bir mekanın içinde öylece ayakta duruyor ve ne yaptığını düşünüyordu. Ellerini ışığa yanaştırdı, kalbi ise o sıra dehşetle atmaya başlamıştı. Parmaklarının arasından süzülen kan damlaları ağabeyinin ayakkabıları üzerine damlamıştı. Şakakları aniden atmaya başladı, bedeni titriyordu. Uzaktan polis arabalarının sesleri duyuluyor ve gecenin korkutucu havası tüm sessizliğini o sıra koruyordu. Az ileride kapatılan trafik yüzünden dışarıda bulunan birkaç arabanın korna sesleri binaların camlarını selamlayarak geçtiğinde az uzakta köpek hırıltıları ve baykuş sesleri yükseldiğini titreyerek duymuştu.
"Ben ne yaptım?" diye fısıldamıştı kendi kendine. Dışarıda kimsenin olmaması için dua ederek girişi çepeçevre saran kapının yanına doğru yürümeye başladı. Gözleri korkuyla etrafa bakıyordu. Yine de kimseyi görmemişti, kime zarar verdim diye düşünürken polis arabası tam karşıdaki sokağın başında duruyordu. Yerde ise öylece yatan hareketsiz bir beden gördü. Işığın etkisiyle de yayılan kan izlerini fark etti. Korkuyla ellerindeki kanı gizlemeye çalıştı. Collin'in ayakkabılarına kan damladığını hatırladığında ise geriye doğru yürümeye başladı. Yerde bulduğu birkaç kağıt parçasıyla ayakkabının ucunu silip öylece olay yerinden geçmeye cesaret etmişti. Fakat gördüğü ömrünün sonuna kadar unutamayacağı türden bir görüntü olarak zihninin derinliklerine işlemişti. Yerde öylece kanlar içinde yatan daha saatler önce ona "İyi akşamlar" dileyen Clarissa'ydı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top