-CRASH WELTS YAZI DENEMELERİ-
BEŞİNCİ BÖLÜM
"Geçmişi silmek geleceğin kaderidir."
-06.13-
Karanlık sırdır, karanlık gerçeğin kendisi...
"Birkaç saat sonra dünya defterim kapanacak ve kendi hikâyemi baştan başlatacağım."
May zihnindeki siyah beyaz resimleri düşünüyordu. Etrafta uçuşan ve hafifçe sağa sola kayıyordu her biri, resimlerin hiç rengi yoktu, üstelik bütün diğer anıların, güzel rüyaların üzerini örtüyorlardı, renklerini de emip her yere karanlık saçıyordu karmakarışık fotoğraflar.
Kan ter içinde uykusundan uyandığında gözlerinin kızardığını aynaya bakmadan bile anlamıştı. Sesi bağırmaktan kısılmış, boğazı acıtmıştı. Babasını sıkça rüyasında görmüştü, kılıçla evin kapısının önünde duruyordu. Fakat içeriye giremiyordu, gözleri ağlamaklıydı. May'e bakıp sürekli "Üzgünüm!" diye tekrarlayıp duruyordu. Şu an odaklandığı tek görüntü o olmuştu, zihninden yayılan kavisli siyah ve gri çizgilerin oluşturduğu o korkutucu görüntü şimdilik içindeki korkuyu artırmış olabilirdi, fakat içinde nedenini bilmediği bir rahatlık da hissetmişti. Masanın üzerindeki saate baktı, sabahın altı çeyreğine vurmuştu akrep ve yelkovan.
Zihninde hiçbir şekilde diğer renklere dair bir bulgu, küçük bir işaret yoktu. Siyah ve gri renkler köhneleşmiş, kurumuş, güneşini kaybetmiş ıslak ve koyu çiçekler gibi solmuştu. Kimi solgun çiçekler kimi siyah pigmentler yayıyordu üstelik dallarından.
May derince esnedi, dışarıdan yükselen seslerle birlikte hışımla atmaya başlayan kalbi, onu kamera sistemlerinin önüne geçmesi için bedenini uyarmıştı. Bu hareketliliği sevmiyordu. Hiçbir zaman da ısınamamıştı. Masanın başına oturup hiçbir şeye dokunmadan açık ve kıpırdayan ekranı izlemeye başladı. Kamera sistemi çok gelişmişti, açıkça tüm renkleri ekrana olduğu gibi yansıtıyordu. May, zihninden yükselen koyu gri ve siyahın dışında bir renk gördüğü için sevinmişti, kameranın önünde şu an hiçbir hareketlilik yoktu. Ama arada bir cızırtı kulaklarını dolduruyordu. Hava henüz aydınlanmamıştı, saf yağmur hâlâ çiselemeye devam ediyor ve kameranın üzerinden kanallar açarak aşağıya doğru süzülüyordu. Korku yüzünden kasları iyice gerilmişti. Ayağa kalkması gerektiğini ve korkuyla kayba uğrayan hareketlerini bir an önce geri kazanması gerektiğinin farkına varmıştı.
Masanın önünden uzaklaştı, metal kapıya doğru yürüdü, duşa kabinin arkasında neler olup bittiğini duymak istiyordu, içerideki kameranın kaydettiği görüntüler için diğer bilgisayarın başına geçti. Gerçekten dışarısı yoğun bir rüzgâr ile kasılıyordu. yağmur bu sayede durmuş ve kaybolmuştu. Ağaçların hışırtısı, May'in nefes alış verişinden daha çok doldurmuştu odayı. En sonunda karşıdaki görüntüde, üçüncü karedeki bir sinyal titremesini fark etti. Bu normal değildi, çıkan rüzgâr sistemi etkisiz mi kılmaya başlamıştı? May gözlerini kapattı. Kimi köpek ulumaları, içeriye bağlanmış küçük hoparlörden yükselmişti. Ama yüksek esinti onu da bastırmıştı. Bir arabanın durduğunu hissetti. Sarı farları uzak mesafeye ayarlanmıştı. Kilisenin sabah çanları çalmaya başlamıştı. Nihayetinde kameranın önünde kimi parlak gözler belirdi. Gelen kişi hiç tanıdık değildi, üstelik May'i tanıyan biri olsa bile o onun üzerine geçirdiği siyah şapkadan ve maskeden dolayı tanıyamamıştı. Kamera sistemlerini sökmeye çalışan bir hırsız olabilir miydi, tam emin değildi.
Ardından Ashley belirdi, elinde uzun kabzalı bir kılıç tutuyordu. Onun hemen yanında ise Sarah kaygısızca duruyordu. May kapıya doğru yöneldi, içinde onları gördüğü için oluşan kıpırtının yüzündeki damarları harekete geçirmesiyle canlılık kazanmıştı.
Bir sıkıntının olduğunu hiç fark etmemişti onları görene kadar, fakat Sarah her an saldıracak gibi tetikte duruyordu. Ashley kapıyı açmaya çalışıyordu. Fakat sistem bir kere tarayıcı kabulü yapıyordu, uzaktan onun sesi duyuldu.
"May, içerideysen hemen kapıları aç, yanına gelmemiz gerekiyor."
May endişeyle sabahın ilk saatlerinde ne yapacağını bilmez bir sersemliğin üzerinden kalkmasını bekliyordu. Aceleyle ayağa kalktı. Kapının ilerisinde yer alan koyu alana doğru yürüdüğünde, parmaklarının ucu buz kesmişti. Bunu yaparak gerçekten güvende olacak mıydı hiç bilmiyordu. Elini ekrana doğru götürdü, parmağını hızlıca bastırıp kapının açılmasını bekledi. Sonra aynı şekilde diğer odanın içinden yürüyerek büyük kapıyı açmaya çalıştı.
"Buradayım!" dedi sersemce. Dakikalardır başkaları ile konuşmadığının farkına vardığında ağabeyini kaybettiğini hatırladı. Kolunu kapı girişine yasladığında Sarah onun yüzüne göz atıp hızla odaya geçerek yanında durdu.
"Ona ne oldu?" diye fısıldadı. May ise onun elinde tutuğu kılıca bakıyordu. Bu ağabeyinin gece çıkarttığı kılıcın kendisiydi.
"Onu nereden buldun?"
"Önce benim soruma bir cevap ver May!"
"Ne oldu tam olarak anlamadım! Dışarıdaydım" May durakladı, gözleri kocaman açılmıştı. Dışarıda olduğunu kendine hatırlattığında kimi kavisli çizgiler süzülerek Clarissa'nın bedenini canlandırmıştı.
"Devam et!" diye bağırdı Sarah, onun yüksek sesiyle May irkilmişti.
"Eve geldiğimde, Collin hazırlanmam gerektiğini söyledi."
"Ve sende uyuşuk uyuşuk durdun değil mi?"
May Sarah'ın ona gereksiz ani çıkışlarını aldırmamıştı, Ashley onu kollarından tutup sandalyeden birinin üzerine oturttu. Ardından May'e öfkeli bir bakış atıp kapıyı kapattı.
"Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?" diye bağırdı. İçinde saatlerdir yanan alevin ateşi daha da kızmıştı o sıra.
"Ağabeyimi ben öldürmedim, hem ben nereden bilebilirdim kılıçlı birkaç serserinin evimize baskın yapacağını."
May kendini tutamıyordu, ağlamamak için kendini ne kadar sıksa da aksine o kadar gözyaşı döktüğünü hissediyordu.
"Size binlerce kez dedim, ters giden bir şeyler olduğunu hepiniz biliyordunuz, bana hiçbir şey anlatmadınız. Ben ister miydim annemin ölmesini, ben ister miydim sanıyorsunuz gözümün önünde Collin'in kesilmesini? Sarah, sen onu terk edip gittiğin zaman Collin ne acılar çekti biliyor musun? Ya sen Ashley, günlerce bizi aramadın! Babam gibi hepiniz çekip gittiniz. Sonra her şey iyice kötüye gitti, ne olduysa sizin yüzünüzden oldu!"
"Bu kadar yeter May, olan oldu!"
"Evet olan oldu, kaybettim. Neyim var neyim yok kaybettim. Yaşıyor muyum, hayatta mıyım bilmiyorum. Hissizleştim, anlıyor musun? Ona günlerce yalvardım bana her şeyi anlat diye. Babam gelince deyip geçiştirdiniz hepiniz beni! Şimdi, beni malikanenin içine diktiğiniz bu yosma odanın merkezine kapattınız. Neyim ben? Collin'in ne suçu vardı?"
May stresten gözlerinin karardığını hissedebiliyordu. Bu tartışmanın beklentisi içinde, dizleri titremeye başlamıştı. Göğsünün içindeki saat acımasızca atıyordu, bu kadarı ona yetmişti, herkesten özür dileyecek ve gerçekten buralardan çekip gidecekti. Hayatında en azından bunu yapabilseydi şu an bencil muamelesi görmezdi.
"Gideceğim!" diye fısıldadı, sonra kendini hissizce yere bıraktı. Sarah korkuyla ayağa fırladığında Ashley, May'i çoktan kollarının arasına almıştı.
*
Boğazını yakan bir sıvının midesinden yükselmesiyle hissettiği acının kesinliği ile gözlerini araladı. Sonra yavaşça yutkundu. başını ellerinin arasına alıp etrafa bakındı. Ne Sarah, ne de Ashley'den hiçbir iz yoktu. Masanın üzerindeki saat akşam sekize ulaşmışı. Bunca saat boyunca uyumuş muydu? Bunu fark ettiğinde ürpermişti, çünkü bu zamana kadar hiç aralıksız uyuyup uyandığını hatırlamıyordu, ya kendini başka bir mahallede buluyordu ya da hiç uyumuyordu. Çıplak ayaklarını yerin soğuk laminantı üzerine bastırdı. Sonra gerindi, sırtının sızladığını hissediyordu. Düştüğünde bir yere çarpmış olması ihtimali çok yüksekti.
Karanlıktı her yer, kimi dosyalar aceleyle karıştırılmıştı. May yavaşça yutkunup derin bir nefes aldı. ardından Ashley'in sıkı sıkı dokunma diye tembihlediği dosyalara ve kitaplığa doğru yürüdü. Mavi kalın bir dosyayı, ellerinin arasına aldı. Büyükçe bir başlık renkli bir kalemle sayfaların başını çeken birinci kapağa yazılmıştı.
"Tark...."
Yanına koyulmuş bir yapışkanlı kağıtla özenle atılmış bir imzayı gördü. Sayfaları yavaşça karıştırmaya başladı. Kimi sayfalar içine çeşitli resimler yapıştırılmıştı.
"Birçoğumuz, henüz insanlığın duymadığı Tarklar'ız aslında,"
May dikkat çekici girişin güzel bir fantastik kitap olabileceğini düşündü. Çünkü babası böyle şeyleri okumayı seven birisiydi.
"Son zamanlarda artan Tian avcıları yüzünden artık soyumuz tükeniyor."
Ne yazıyordu burada böyle? May iyice meraklanmıştı. Gerçekten kelimelere artık hızlıca odaklanmıştı. Nefesi sıkışmaya başlamıştı.
"Tanrıça Giselle soyundan geldiğimiz açıktır, kimseden saklamıyoruz, bundan utanmıyoruz da. Sonuçta biz ne kadar reddetsek ortada bir gerçek var, Tian soyu ile bir ortak geçmişimiz var."
May hiçbir şey anlamamıştı, bu kitap ne kadar saçma bir şeyi konu almıştı böyle. May kitabı kapatmak üzereyken merakına yenik düşüp kelimelere tekrar odaklandı.
"Güneş Tanrısı İpan'ın oğlu Septaras öldükten sonra, Süve hâlâ onun buyruğu altında hizmet vermeye devam etti. Hatta öyle ki Tanrı Süve kendi kız kardeşi Priya'yı bile unutmuştu. Süve, bu ihaneti kardeşine yaptığında Priya artık ondan vazgeçmişti. Süve eşsiz kalan Güneş Tanrısı'na yeni bir lütufta bulundu, Denizlerin Tanrıçası Artesbon'un kızı Laila'yı ona eş olarak seçmişti. Laila ise bu kötülüğü yaptığı için Süve'ye belalar yağdırmasını annesinden dilemişti. Fakat annesi Artesbon hiçbir şey yapamadı, kızının göz göre göre Güneş Tanrısı ile evlenmesine müsaade göstermişti. Tanrılar nazarında gerçekleşen düğün töreninden birkaç saat önce Artesbon, Priya'yı gizlice ziyaret etmişti. Şüphesiz güvenebileceği tek kişi o olmuştu. Artesbon, Tanrılar arasında duyulması zor olan sırlardan birini öylece içinde beslerken bu düğün meselesi çıkmıştı. Gerçekler ilim ilim aktı. Laila aslında, Tanrıça Giselle'nin Işık Tanrısı soyundan gelen Oatras ile birlikteliğinden doğan yeni bir soydu. Giselle, ilerleyen zamanda başına ne geleceğinden habersiz, Tanrılar nazarında yasak olan karanlık birlikteliği derinliklere gömdü. Bu masum kızı emanet etmesi gereken birini bulmalıydı, aksi takdirde Giselle tüm soyu ile Dehşet Cehennemi'ne atılır ve diri diri yakılmanın azabını sonsuz alemde acıyla çekerdi.
Priya bu bilgiyi tıpkı Artesbon gibi içinde sakladı. Bunu bile bile eski eşi Güneş Tanrısı'nın evlenmesine göz yummuştu. Çünkü yasak bir aşkın meyvesi ulu bir Tanrının kötü soyuyla sonuçlanacaktı, Priya oğlunun ve kendisinin intikamını bu şekilde alacaktı. Şüphesiz bu birliktelikten iki soy oluştu, Tarklar ve Tianlar...
Bir ruh diye savunan Tianlar, kardeş olmalarını unutup birbirlerine savaş açtılar, İpan'ın aydınlığı da böylelikle kararmış ve güneşi sönmüştü."
"Hey sen ne yapıyorsun?"
May korkuyla kitabın sayfasını kapattı. Zihnindeki karmaşıklık onu ne hale getirmişti böyle?
"Sana bunlara dokunma demedim mi?"
May omuzlarını silkti. "Ne fark eder?" zaten hiçbir şey anlamamıştı. Bu gecenin ötesinde ne elde edecekti bu bilgilerle, saçma birkaç kurgunun vücut bulmuş haliydi işte tüm gerçekler.
Ama ya asıl gerçekler böyle değilse?
"Ne bunlar?" diye çıkıştı May. Ellerini kitapların üzerindeki yazılara doğru çevirdi. "Ya bana şimdi gerçeği anlatırsınız ya da ben şimdi, hemen burayı terk eder giderim."
"Bak May, aceleyle hiçbir şeye varamazsın!"
"Bu kadar yeter Ashley, on beş yıldır benden her şeyi sakladınız! Şimdi gerçeği bana anlatmanız gerekmiyor mu?"
Sessizlik çöktüğünde gök gürültüleri ardı arkasına hızlanmıştı. Kapının önünde bir araba fark ettiklerinde Ashley bağıran May'in ağzını kapatıp öylece Sarah'ın gözlerinin içine baktı. Kafasını sağa doğru oynattı. Sarah bu işaretle belindeki silahın kabzasına sıkıca sarıldı. Collin'in kullandığı kılıç ise öylece masanın üzerinde duruyordu. Ashley May'i gözleriyle uyardı. Ardından "Sus" dedi sakince.
Sarah kapının önünde pusuya yatmışken Ashley öylece kameranın önüne oturmuştu. Arabanın farları son derece güçlü yanıyor ve motorunun güçlü sesi daha odaya uzanıyordu. Gelen her kimse onların burada olduğunu bilen birisi olmalıydı. Saniyeler sonra May, aylardır hatta yıllardır yüzünü görmediği babasının o suçlu yürüyüşünü izledi kamerada. Şimdi çıkıp onun karşısına dikilmek istiyordu ama bunu nasıl yapardı? Babası her zaman ondan güçlü olmuştu.
"Bunun ne işi var burada?" diye elini masaya vurdu Ashley. "Her şeyi berbat edecek, hepsini üzerimize çekecek."
"Artık ne olduğu konusunda ısrarcı olmayacağım,"
"Bak May şimdi hiç sırası değil, lütfen ses çıkartma ve baban buradan gitsin."
May başını sallayıp, yatağa doğru yürüdü. Babasıyla, onları yıllardır yüzüstü bırakıp giden o adamla konuşmak için meraklı değildi. Önce Sarah'a baktı, kapının yanında öylece kamerayı izliyordu, sonra Ashley'e baktı ve o anı fırsat bilip masanın üzerindeki kitabı karın boşluğuna yerleştirdi. Belindeki kemer sıkı olduğu için onu kaba göstermişti. girişteki ilk odada olduklarından dolayı banyoya doğru yürüdü. Kapıyı kilitledi hafifçe, sonra kitabı çıkarıp sakince sayfaları çevirmeye başladı.
"Yıllardır birbirine düşman olan iki kardeşin soyu çoğaldı gitti, fakat Tianlar baskın taraftı. Güçlü olan taraftı. Tarklar'ı ezmeye ve bu düşmanlığı devam ettirmeye yeminlilerdi. Uzun zaman önce, 2009'da Tianlar Felicha Lena Mattew'i öldürdüğünde..."
May yıkılmıştı. Kalbi artık acımasızca atmıyordu, bedeni dizginleşmiş bir işkence kurbanı gibi sessiz kalmıştı. Annesinin ismi bu saçma kitabın arasında ne arıyordu? Emin olmak için tekrar okudu.
"2009'da Tianlar Felicha Lena Mattew'i öldürdüğünde..."
Gerçekten bu iş artık çığırından çıkmıştı. May gözlerini kapattı, annesinin üzerinden yükselen o koyu bulutları hatırladı. Gözlerinin acıyla açıldığını, sesinin tüm şehri doldurduğunu hatırladı. O an yağan yağmurun kavisli havası içini doldurmuştu. Nasıl ağlayacağını da bilmiyordu artık. Öylece yıkılmıştı. Kimdi bu Tianlar, onun annesini neden öldürmüşlerdi?
May kitaba tekrardan sarıldı. Gözlerindeki ılık gözyaşlarını silip öylece okumaya odaklandı.
"Felicha onlar için tiksindirici olmuştu. Ama o da tıpkı zavallı Laila gibi cezasını hayatı ile ödemişti. Bir Tark olan Felicha, yasak olmasına rağmen Tian olan Mattew ile evlenmişti, bu evlilikten doğan iki çocukları da iki farklı türün kaynakları olmuştu. Collin Mattew bir Titark, May Mattew ise Tarkti'ydi."
May anlamını bilmediği bu kadar şeyi sadece okumakla yetindi, tek fark ettiği ise Collin ile farklı kılınmış olmalarıydı.
"Ben neyim?" diye bağırdı May. Kitabı Ashley'in önüne attığında Sarah onu sadece izliyordu. Gerçekleri bir bir öğrendiğinde yaşadığı şok dalgalarını henüz üzerinden atamayarak bağırmaya devam ediyordu.
"Babam burada değil mi? Siz, siz anlatmazsanız o anlatır. Baba, ben buradayım!"
Ashley May'in her şeyi batırdığını anlamıştı artık, yüzü buruştuğunda onun dışarıya çıkmasına izin vermişti. May ise içinde derin bir pişmanlıkla kapıya doğru yöneldi.
"Keşke daha önce okusaydım o kitapları," diyordu kendi kendine.
Babasının karşısına dikildiğinde dişlerini sıkıp öylece gözlerine baktı. Mattew önce ona sarılmak için adım attı ama May geri çekildi.
"Bunca yıl sonra neden geldin?"
Mattew oğlunun bağırmasıyla irkilmişti. Aynı zamanda etrafa bakıyordu.
"Senin yüzünden her şeyimi kaybetmişken neden karşıma çıktın?"
"May lütfen beni dinle,"
"Annem sırf senin yüzünden öldü! Bıraksaydın onu, sevgisine karşılık vermeseydin!
"Beni dinlemek zorundasın!"
"Hayır seni dinlemeyeceğim! Bunca zaman sonra sen beni dinleyeceksin ve bana her şeyi anlatacaksın."
"Sen bir varissin May!"
Babasının ani cevabıyla öylece susmuş kalmıştı.
"Sen hepimizin kurtuluş yolu olan son varissin."
Sarah'ın yüzü öfkeyle kızarmıştı. Ona gerçekleri anlatmayı hiçbir zaman istememişti.
"Korunması gereken tek varissin!"
"O zaman neden çekip gittin? Niye bizi korumadın?"
"Buna mecburdum May, hiçbir Tian senin varlığından haberdar değildi, sen o gece dışarıya çıkmasaydın yine hiçbir Tian senin varlığından haberdar olmayacaktı."
"O gece dışarıda olmamla bunun ne alakası var?"
"Clarissa, May her şey o kız yüzünden oldu."
May duraksadı. Kulaklarında şiddetli bir sesin son derece yükseldiğini ve etkisinin beyninin en küçük sinir hücreciklerini bile harekete geçirdiğini hissetti. Gözlerini kapattı ve öylece olanları izledi.
O gece Clarissa'nın sesine uyanmıştı. Öyle hissediyordu. Oraya doğru yürümüştü. Bir adamla konuşuyordu Clarissa. Arada onu tehdit ediyordu. Adam çok dayanamayıp cebinden küçük bir hançer çıkarttı. Clarissa'nın karın boşluğuna saplaması saniyeler sürmüştü. Adam yüzünü May'e döndü. May o sıra korkuyla gözlerini tekrardan açtı.
"Sendin!" dedi titreyerek "Onu sen öldürdün!"
Babası sadece ona bakıyordu. Hiçbir şey demedi. Sarah öne atılıp May'in karşısına dikilmişti.
"Clarissa Tianlar'ın içine sızmış bir ajandı May ve senin son bir varis olduğunu bilen Tian'dı. Baban o gece senin ve ağabeyinin geleceğini tehdit eden bir ajanı öldürdü."
"Neden hayatımın her yerine dahil oluyorsunuz? Bana neden bunları yaşattınız?"
May öylece bağırırken ağaçların arasından yükselen hışımlı seslerle Sarah onun kolları arasına girmişti. Ardından aniden bastıran kurt sesleri gibi ulumalar saniyeler içinde birçok uzun saçlı Tian'ı malikaneni önüne çekmişti. Sarah, Ashley ve Mattew üçü de kaçmak için artık çok geç olduğunu anlamışlardı. May'i ortalarına alıp küçük bir çember oluşturdular. May'in babası kılıcını sıkıca tutup kendi türüne karşı cesurca savaş açmıştı. Sarah ise silahına sarılmış çoktan nişan almıştı. Ashley ise hiçbir şeyi olmadan sırf son varis May'i korumak için öylece yumruklarını konuşturmaya başlamıştı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top