-CRASH WELTS YAZI DENEMELERİ-

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 

-04.17-

Karanlık sessizdir, karanlık gürültülü...

May'in zihnine, cansız bedenini toprağa terk edemediği ağabeyinin düşüncüleri musallat olmuştu. Bir türlü son görüntüleri hafızasından silememiş ve silmeye çalıştıkça daha da çok incinmeye başlamıştı. Bağıra bağıra malikanenin giriş kapısının önüne geldiğinde kolonları yumruklamaya başladı. Ellerinin acımasını umursamıyordu, çünkü kalbi gerçekten bitkin düşmüştü, yorulmuştu. Aynı gece içinde hem sınıf arkadaşını kaybetmiş hem de ağabeyinin ölümüyle yüzleşmişti.

Derin sessizliği bölen hıçkırıkları ile çocukluğunun geçtiği arduvaz kaplı posta kutusunun altına çömelmiş, gri taşların oluşturduğu yol çizgilerinin üzerine öylece ellerini koymuştu. Esen ani bir rüzgârın ağaçlara çarpan hışmıyla hareketlenen yaprakları seyretmeye başlamış ve ılık gözyaşları ile yalnız kalmıştı. Çocukken yaşadığı bu olayı, ağabeyinin hemen dikkatini çekerdi, korktuğunu bilirdi hemen onun ellerini tutup evin içine götürmesini hatırlamıştı. "Bu sadece bir rüzgâr ufaklık" diye söylenmesi kulaklarında yankılandı. May dayanamamıştı. Ağabeyinin son görüntüsü onun midesine kramplar girmesini sağlamıştı. Korktuğunda sürekli midesi bulanır ve kusardı, daha fazla dayanamadı. Hem burada açıkta kalması hiç akıllıca alınmış bir karar değildi.

Midesinden başlayan acı bir suyun genzine kadar uzandığını fark ettiğinde öylece içindeki her şeyi çıkarttı. Gerçekten çok kötü hissetmişti. Çünkü önceden bu yaşansa herkes onun başına üşüşür ve ilgi gösterirlerdi fakat artık ona ilgi gösterecek kimsesi kalmamıştı. Tek başınaydı, karanlık onu hem korkutuyordu hem de cesur kılıyordu. Fakat o henüz bir cesur kılındığının farkına varmamıştı.

Sonunda içeriye girmişti. Evin dışı yine yandığı gibi duruyordu. Kimi kolonlar somurtkan, çökmeye yüz tutmuş gökyüzünün soluk siyah rengine, geceye ulaşmıştı. May sakince yıllardır öylece kalmış yanık giriş kapısını geriye doğru itekleyip gözyaşlarını sildi. İçeride kim vardı kim yoktu bilmiyordu. Seslenmek istese de bir yanı henüz cesur yanına korkuyla hakim olmuştu. İçeriye geçtiğinde ise tamamen gecenin solgun karanlığı ile yarışan bir siyahlığın her yeri kasvetle sardığını görmüştü. Cebindeki telefonunu çıkarıp fenerini yaktı. İki sokak ötede yer alan kilisenin çanları da o sıra çalmaya başlamıştı.

Burnuna gelen yeni boya kokusuna doğru yürüdü. Yanık kokusu, is tadı hâlâ baskındı. Bu koku altında geçmişin damlalarının zihnine sızdığını hissetmişti. Karşıda, mutfağın hemen yanındaki odanın dışı geceyi öylece bölen beyaz, parlak gümüşi renge boyanmıştı. Çelik bir kapı, parmak okuma sistemi ile güçlendirilmiş, kapının hemen girişine bir kamera yerleştirilmişti. Göze çarpan kimi aynalar ise giriş boyunca sıralanmış ve cılız dolunayın ışığıyla holü aydınlatmıştı.

May tozla kaplı yerlerin üzerindeki tüm bakterileri harekete geçirerek parmak okuyucuya doğru uzandı. Kapı ağır bir demirden örülmüştü. Erişim izni olmadan içeriye giriş kesinlikle mümkün görünmüyordu. Sonunda dayanamayıp okuyucuya bir adım yaklaştı. Sağ elinin baş parmağını öylece sistemin üzerine yerleştirdiğinde kapının küçük bir cızırtıyla açılması saniyeler sürmüştü.

Derin bir nefes çekti. Göğsünü esnetir gibi iki yana açtı ve gerindi. İçeriye girdiğinde ise gözleri kısa süreliğine de olsa büyük bir şaşkınlığın yuvasına dönmüştü. Dışarıdaki tüm karanlığa nazaran, evin bu kısmı aydınlıktı. Yanık kokusuna rağmen bu oda yanıktan hiçbir iz taşımıyordu. Tüm oda beyaz renge boyanmış, tepeye iki led lamba özenle takılmıştı. Baştan boya aynalar kapının etrafına dizilmiş, kamera sisteminin önünü kapatmıştı. Karşıya özenle koyulmuş tozlu kitaplar, televizyonun yanına düzgünce dizilmişti. Yere sarı bir kilim, onun üzerindeki masaya da bir su ısıtıcısı ve iki bardak konulmuştu. Bilgisayar tüm eksikliği giderilmiş şekilde kurulmuştu. Hemen yanına tek kişilik ranza ve onun üzerine koyu kırmızı bir battaniye, birkaç çarşaf özenle katlanıp koyulmuştu. Kimi aile resimleri sıra sıra çerçevelere dizilmiş ve masanın üzerine öylece bırakılmıştı.

May, az ilerideki koyu ışığın geldiği odaya doğru yürüdü. Diğer yerlerde kullanılan ışığın aksine klozetin üzerinde kısık bir kahverengi ışık takılmıştı. Hemen onun dört adım uzağında duran duşa kabinin kapakları da yine diğer yerlerdeki gibi aynayla yapılmıştı.

May bu tamirde neden bu kadar aynanın kullanıldığını kendi kendine sorgulamaya başladı. Ağabeyi buraya geri döneceklerini ya da tek May'in döneceğini biliyordu. Bu yüzden onun için bir şeyler hazırlamış olması gerekliydi en azından May böyle düşünmüştü.

May, sanki yalnızlığa hemen adapte olmuştu. Masanın üzerindeki fotoğraflara uzanıp öylece yatağın üzerine oturdu. Annesi ile yan yana çekindiği resimleri arkasındaki tarihleri okuyarak seyretti. Sonra derin bir nefes daha aldı, ciğerlerinin sonuna kadar çektiği havayla birlikte ayağa kalktı. Çünkü kapının arkasında son anda fark ettiği bir yazı aceleyle yazılmış gibi duruyordu. May, kalbinin gümbürtüsüyle koştu.

"May, merhaba ben Ashley, Sarah ile birlikte geldiyseniz bana bilgisayara kaydettiğim adresten ulaş, eğer oraya yalnız geldiysen hiçbir yere ayrılma ve hiçbir şeye dokunma. Vakit kaybetmeden banyoda, duşa kabinin arkasındaki odaya geç. İçerideki hiçbir şeye dokunma, telefonunu açık tut. Aynalara da dikkat et, sana kısa zamanda ulaşacağım."

May endişeyle banyoya geçip duşa kabinin aynalı kapaklarını yavaşça araladı. Ashley'in isteği üzerine buradaki gizli odaya girecekti fakat odanın girişinin nerede olduğunu bilmiyordu. Sakince düşündü, sonra tepesinde yanan koyu kahverengi ışığın klozetin sifonu üzerinde küçük bir metal parçasına yansıdığını fark etti. Vakit kaybetmeden sifonun üzerine baskı uyguladı ve karşı duvarda öylece bir kapı yana doğru açıldı.

Korkarak içeriye geçtiğinde kilisede okunan duaların yüksek sesinin odada yankılandığını hissetti. Gerçekten korkuyordu. Öylece girip kapının kapanmasını bekledi, Ashley'in dediği gibi hiçbir şeye dokunmamıştı. Ve işte bir not daha aceleyle yazılmıştı.

"Tüm sistemler hazır, bana ilerideki bilgisayardan mesaj atabilirsin."

Henüz hazır hissetmeyen May, güvende olup olmadığını bilmiyordu. Fakat ağabeyinin onu buraya göndermesinin bir sebebi olduğunu biliyordu. Er ya da geç Ashley veya Sarah buraya gelip onu alacaktı. Burada böylece, neler döndüğünden habersiz yaşaması onun hiç alışık olmadığı türden şeylerdi.

Bilgisayarın başına geçip mesajlar diye komut veren ekranı takip etti. Gerçekten onu aramalı mıydı bilmiyordu. Sonuçta Ashley'in bulunduğu bölge de kılıçlı insanlar tarafından basılmış olabilirdi. Bu yüzden onun aramasını beklemek verilebilecek en doğru karardı.

Sakince yatağın üzerine geçip bir süre sessizliği dinledi. Karşıya büyük bir at heykeli koyulmuştu, hayal meyal bir parfüm kokusu is kokusuyla karışıp burnunun derinliklerinde yer edinmişti. Heykelin kalın boynuna bakındı, alçıdan yapılmış olmasına rağmen üzerine siyahça bir yele yapıştırılmıştı. May şimdilik onu süzmekten vazgeçip yıllar sonra buraya gelip evine sarıldığının verdiği uhrevi bir burukluğu içinde hissetti. Annesi her an bir yerlerden çıkacak gibiydi, ağabeyi yine yaptığı yaramazlıklardan dolayı cezalandırılmıştı sanki ama asıl cezaya o çarptırılmıştı. Hiçbir suçu yokken yalnızlığa mahkûm edilmişti.

Üzerindekileri yavaşça çıkarıp öylece karşıdaki banyoya doğru yürüdü. Bu oda da tıpkı diğer odalar gibi aynalarla bezenmişti. Neden bu kadar aynanın buraya taşındığını doğrusu merak ediyordu. Banyonun giriş kapısı bile aynanın kendisinden yapılmıştı. Hatta bu sebepten May kendi görüntüsü karşısında bir anlığına korkmuş ve şaşırmıştı.

Kapıyı açıp çıplak ayaklarını soğuk fayansın üzerine bastırdı. Sakince suyu çevirip kendini öylece bıraktı. Serin su tüm bedeninden kanallar oluşturarak aşağıya doğru süzülürken kilisenin son çanları çalmıştı. Sonunda düzenlenen ayin bitmişti. Ama belli belirsiz kuzgun sesleri duyulmuş ve ardı arkası kesilmeyen silah sesleri tüm kulakları doldurmuştu. May suyun altında kalmanın verdiği sakinliğin bu seslerle bozulmasını fırsat bilip hemen kıyafetlerini giymeye çalıştı. Çünkü evi ne kadar güvenli olsa da bu sesler onu ürkütmüştü.

Gece boyunca uyumaması gerektiğini hatırladığında ise bedenindeki ağır çöküntü öylece onu halsiz kılmıştı. Uyuduğu an uyurgezerliğinin başlayacağını bildiği için sürekli zihnini meşgul etmeye çalıştı. Çünkü uyku onun, o sırada en büyük düşmanı olmuştu.

"Uyumamalıyım, asla bunu yapamam! Burayı terk edersem tekrar dönemem."

İçindeki korku onu şu an bedeniyle savaş haline sürüklemişti ve o bu savaşta kaybedeceğini çok iyi biliyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top