Yazma Becerilerinizi Geliştirin Serisi | Yazmanın İki Kuralı
Bizler yazar olarak, sık sık hayran olduğumuz yazarlardan tavsiyeler alırız. İpek Ongun, Sabahattin Ali, Peyami Safa, John Steinbeck, F. Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway, Michael Chabon, Elmore Leonard, Stephen King ve daha birçok nasıl yazılacağına dair birçok ipucu veren yazar var.
Zaman zaman, aldığımız tavsiyelerin uzaktan yakından yazma sanatıyla alakası yoktur. Örneğin Hugh Howey'in üç kuralının ikisi kişisel yayıncılıkla ilgilidir. Margaret Atwood hep tekrar eden egzersizler yapmanızı tavsiye eder. Hemingway'in kalemi Atwood ile aynıdır ama aynı zamanda (şaşırmıyoruz ki) kısa yazmanız gerektiğini, King ise asla televizyon açıkken yazmamanız gerektiğini söyler.
Ama yazma konusuna dönersek, hepsinin çeşitli önerileri vardır. Jack Koreac'ın 30 teknik ve inanç listesi daha çok numaralandırılmış şiir gibidir. Leonard havayla karşılaşmadan asla ama asla yazmaya başlamamanız gerektiğini söyler. Gaiman kendi espirilerine güler. Eğer hepsini bir arada tutarsanız, nasıl yazacağınızla ilgili göz korkutucu uzunlukta bir liste çıkarırsınız. Stephen King'in zarfları çokça kullanmaktan kaçınmak için iki kuralı vardır.
Yaklaşın, size bir sır vereceğim.
İşte gerçek şu: Gerçek sanatın içine, yazma sanatına düştüğünüzde, bilmeniz gereken İKİ kural vardır.
1. Açık olun.
2. Sıkıcı olmayın.
Bu kadar millet. Sadece iki kural.
Şimdi olay şu: dikkat etmemiz gereken başka kurallar da var mı? Yazma stili ya da dil bilgisi kuralları? Evet, elbette varlar. Ama asıl anahtar şu ki, yazdığınız her bir kural bu Büyük İkilinin alt başlıklarıdır.
Virgüllerle ilgili sinir bozucu kuralların hepsini hatırlıyor musunuz? Peki ya hecelediğiniz sesler birbirine karışıyorken? Ve birbirleriyle bağlantılı-bağlantısız olan cümleleri de unutmayın. Tüm dil bilgisi kuralları tek bir şeye odaklanır: yazdığınız yazının okurlar tarafından anlaşılıp açık olmasına.
Kural 1'e bakacak olursak (Açık olun), bir yazar olarak üstesinden gelmeniz gereken ilk engeldir. Hikayenizdeki uç noktaları sadece aklınızda değil aynı zamanda sayfalara da dökmek zorundasınız. Herhangi bir olayı anlatıyorsanız, okuyucunuzun, karakterin nerede olduğunu ve sahnede neler yaşandığını bildiğinden emin olun.
Bu, neden tekrar yazmamız gerektiğini anlatan büyük bir kısım. Bu yüzden geriye dönüp yazarken yeteri kadar açık olmayan yerleri bulup yeniden yazmamı gerekir. Okuyucularınız bunun için gerçekten minnettar olurlar. Her hatalı ve bozuk cümle, okuyucunuzun ilgisini kesen bir engeldir. Bunu olmasına izin vermeyin. Düzeltin ve yeniden yazın.
Ama size kötü bir haberim var. Kural 1, şu ana kadar kolay olanıydı.
Asıl zorluk Kural 2'de (Sıkıcı Olmayın) başlıyor. Bununla ilgili sorunsa, hikayenizin büyük bir bölümünü kapsamanı. Eğer tüm dil bilgisi kurallarının sayılamayacak kadar çok olduğunu düşünüyorsanız, yazarların bir de sıkıcılıkla nasıl başa çıktığını düşünün.
Bi' düşünün, kitabınızda hiçbir olay mı yok? Sıkıcı. Bir şeyler oluyor ama konuyla ilgisi yok ya da hiçbir şeyle bağdaştıramıyor musunuz?. Sıkıcı.Karakterler hiç mi konuşmuyorlar? Sıkıcı. Tarantino filmindeki gibi karakterler kendi kafalarına göre mi konuşuyorlar? Sözlerinde tam olarak ne demek istiyorlar? Sıkıcı, sıkıcı, sıkıcı.
Bu upuzun bir listenin sadece başı.
Yazarların okuyucularını sıkmamaları için yollar üretmekle baş edemeyiz, ama belli başlı bazı büyük sorunlarla ilgilenebiliriz. Hadi bakalım hakkında konuşabileceğimiz birkaç sorunu inceleyelim.
Öncelikle, Sıkıcı Olma kuralının ilk alt başlığı anlatmak yerine göstermektir. Bu o kadar önemli bir alt başlıktır ki, kendi içinde bile birkaç ayrı alt başlığı vardır.
İşte karşınızda göstermek ve söylemek arasındaki birkaç temel fark.
Yazarken, kendi dünamızdaki okurlarımıza göstermek için yeni bir resim üretmeyi amaçlarız Onların bunu görmelerini, duymalarını, koklamalarını, hissetmelerini ve neler olduğunu tatmalarını isteriz. Bu sahnede okuyucularımızın hikayeye dalışını görmek isteriz.
Ya da... başka bir yolla anlatalım.
Eğer hikayemdeki karakter pasta yiyorsa, ben okuyucuya çatalın pastanın arasına girişini ve karakterimin pastanın tadını nasıl bulduğunu anlatabilirim. Ya da karakterimin küçük tabağın üstüne nasıl eğildiğini anlatabilirim. Her ısırıkta şekerli beyaz kremanın tadını almak için tabağın dibindeki pastayı sıyırırken çatalının çıkardığı cızırtılı sesin tüylerini nasıl diken diken ettiğinden bahsedebilirim. Ağzını çatala yaklaştırırken, çikolatanın sanki dilinde nasıl parçalandığını ve şekerin tatlılığının nasıl bu kadar gerçekçi göründüğünü de anlatabilirim.
Pekala, bu kadar örnek yeter. Peki bu iki örnek arasındaki farkı görebildiniz mi? İlkinde size neler olacağını anlattım; ikincisindeyse gösterdim. Peki hangisini saklamak daha kolay oldu? Karakterimin olduğu kısım mı yoksa sizi acıktırdığım kısmı mı?
Olay şu, her zaman kolaylıkla neler olup bittiğini anlatabiliriz, okurlarımıza her şeyi göz ardı etmeleri için bir şans verebiliriz. Karakterlerin duygularından ne yaptıklarından, ortamdan bahsetsek de bahsetmesek de, okuyucuya neler olduğunu anlatmak çekici bir etki yaratmaz.
Peki ya yorgun bir karakterim olsaydı ve oturup biraz dinlenmek isteseydi? Basitçe koltuğa oturup daha iyi hissettiğini mi yazmalı mıyım? Bunu kim okumak ister?
Ama ne kadar yorgun olduğun, koltuğa otururken kaslarının teker teker nasıl gevşediğini, nasıl uykuya daldığını anlatırsam tüm bu detaylar okuyucunun olayı hemen kavramasına yardımcı olur. Canlı ve iyi tasarlanmış betimlemelerle, okuyucularınızı hikayeye ve karakterlerinizin yaşamlarının içine çekebilirsiniz. Bu sıkıcılıktan kaçınmak için mükemmel bir yoldur.
Bir tane daha anlatmak yerine göstermekle ilgili örnek verelim. Ama bu sefer zarflarla.
Birçok iyi yazar, hazırladıkları "nasıl yazılır" listelerinde özellikle zarf kullanımından kaçınmaktan bahsederler ve bunun çok da iyi bir sebebi vardır. Her yere uyan zarflar, sıkıcı olmayı ve anlatıyı kısa kesen en büyük etkenlerden biridir. Özellikle de diyaloglarda betimleme yapıyorsanız.
Yazarın, karakterlerin sesli, sessiz, sinirle ya da diğer insanlar konuşur gibi konuştuğu ve sizin de okuduğunuz hikayeleri düşünün. Kendinize bunun mükemmel, neler olacağını kısaca anlatan yazılar olduğunu söylersiniz ama aslında her zarf, karakterleriniz hakkındaki önemli bilgileri göstermek için kaçırdığınız fırsattır.
Karakterinizin üzücü şeyler söylediğini anlatabilirsiniz ama bu okuyucuya ne verir? Belirli bir olay anlatmayan, yalnızca fazla kullanılmış birkaç kelime. Bunun yerine, ya elinize okuyucularınıza, konuşmacı için neyin bu kadar üzücü olduğunu gösterme fırsatı geçtiyse? Peki ya karakterinizin ellerini kafasının üstüne koyup yere çöktüğünü anlatırsanız? Bu kadar basit bir şeyle, okuyucunuzun zihninde bir görüntü oluşturmanın ilk adımlarını attınız bile.
Zarfları sık kullanmaktan kaçınmak sizi sıkıcılıktan uzaklaştırır.
Sıkıcı olmaktan kaçınmak için bir-iki yol daha var. Konunuzun mantığınıza yattığından emin olun. Baş karakterinizin fark edilebilir bir hedefi olduğundan emin olun. Karakterinizle aynı şeyi isteyen bir kötü karakter yaratabilirsiniz ve bu ilgi çekici olur. Bu liste böyle devam edip gider.
Ama iyi haberlerimiz de var. Her yazdığınızda bu iki kurala dikkat ederseniz, yazınız daha da iyi olur. Açık, net, daha ilgi çekici olur ve okuyucularınız hikayelerinize kendini adar.
Bölüm 2- Sorular
Hangi kural sizin için daha zorlayıcı oldu?
Basılan ve sizin de severek okuduğunuz hikayeler ya da romanları (Wattpad'de değil, kitabı basılan yazarları düşünün. Çünkü onlar da yazmanızı geliştirebilirler.) düşünün. Yazarların bu iki kuralı kullandığı kısımlarla karşılaştınız mı?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top