95

FİNALE SON 10 BÖLÜM!

Geri sayıma başlamış bulunuyoruz. Duygulardan duygula sürükleneceğiniz haftalara hoş geldiniz. Söz verdiğim gibi alevlerle başlıyoruz. Bu hafta aşkı iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Peki ya sonra? O sürpriz :)

Keyifli okumalar, 

E.Ç.

***

You're mine

And we belong together

***

BÖLÜM 95:

KAMP

Seraya vardığımızda içeri davet etsem de Ursa kapıya ulaşmadan bana veda etmiş, sonra da koşar adım ağaçların arasına geri dalmıştı. Başka bir gece, arkadaşlarımın bana atölyemde yaptığı sürprizi hatırladım. Yine bana oyun mu oynuyorlardı? Nasıl olabilirdi ki? Onları yemekhanede bırakmıştım. Bizden daha hızlı seraya ulaşmış olmaları için tüm yolu koşmuş olmaları gerekiyordu. Hayır, bu hiç mantıklı değildi.

Şüphe, içeri temkinli bir adım atmama neden oldu, ama her şey normal görünüyordu. Fazlasıyla normal. Her zamanki gibi ışıkların kendiliğinden yanmasını beklediğimden karanlığı umursamadan bahçeme doğru ilerledim. Nedense bu gece ışıklar açılmamıştı. Cam tavandan içeri dolan ay ışığı yardımıyla, artık ezbere bildiğim rotadan bana ayrılmış bahçenin girişine kadar geldim.

Yanlışlığı fark etmem zakkumların köşesinden dönüp kapıyı gördüğümde oldu. Seranın geri kalanın aksine bahçemden dışarı ışık süzülüyordu. Biri içerideydi. Benden başka biri... Koşmuşlar... diye düşündüm heyecanla. Arkadaşlarım içerideydi. Bana sürpriz yapmışlardı. Kalbimin heyecanla çarpmasına engel olamadım. Mutlu olmaya hissettiğimden de fazla ihtiyacım vardı korkarım.

Kapıyı iterken elim titriyordu. Ve sonra ağzım açıldı, bir daha da kapayamadım. Işığın kaynağı mumlardı. Beni şaşkınlıktan felç edecek kadar çok mum çiçeklerimin arasına serpiştirilmişti. Rüzgarda titreyen alevleri duvarlarda sihirli gölgeler yaratıyordu. Bahçem benim için hep sihirli bir yerdi, bugünse peri ananın eli değişmiş gibi görünüyordu.

Derken müzik başladı. Yumuşak bir gitar sesiydi. Notalar kelebek misali yaprakların arasından süzülüp kulaklarıma ulaştı ve beni bir kez daha şoka soktu. Bu hüzünlü ezgiyi çok iyi tanıyordum. Çok çok iyi! Biri şarkıya eşlik ediyor olsa aynen şöyle derdi: Yarın kapalı. Ben içimden sözleri söylemeye başlamıştım bile. La la la la.

Ayaklarım kendiliğinden hareket etti. Müzik bedenimi kendine çeken bir mıknatıs gibiydi. Mumların altın parıltıları altında çekinerek sese doğru ilerledim. Beklenti, hayal kırıklığı korkusuyla birleşip kalbimde bir fırtınaya dönmüştü. Böyle gitar çalan, müziğiyle insanın kalbini böyle ele geçirebilen tek bir kişi tanıyordum. Bu şarkıyı seçecek tek bir kişi tanıyordum. O tek kişi şu an burada olamazdı. Şüphesiz ki stüdyosunda konserine hazırlanıyordu. Belki çoktan göle gitmişti bile.

Ama...

Kalbim atmayı kesti. Mars tam karşımda, çalışma masasının üzerinde oturuyordu. Gitarı kolları arasında, gözleri benim üzerimdeydi. Kokusu çoktan atölyemi sarmıştı. Burası da mumlarla süslendiğinden üzerine altın tozu serpilmiş bir masal karakteri gibi görünüyordu. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm, mavilerinde bariz bir hüzün vardı. O hüzün kendi kalbimdekiyle birleşip ayaklarımı yerden kesti ve onu ne kadar özlediğimi fark etmek ruhuma bir meteor gibi çarptı.

"Mars..." diyebildim. Sesim hem hasret dolu hem kırık dökük çıkmıştı.

"Olive..." diye cevapladı sakince. Parmakları telleri çekiştirmeye, müziği algılarımı bozmaya devam ediyordu.

"Burada ne yapıyorsun?"

Dudaklarını büzdü. "Seni bekliyorum."

Çekinerek sordum. "Neden?"

Gözleri odanın içini dolandı. "Bunu sorduğuna göre yeterince iyi bir iş çıkaramadım sanırım."

Cevap veremedim. Mars'ın parmakları son notaları çalıp durdu. Gitarı masaya bırakıp aşağı atladı ve karşıma geldi. Gözleri yüzümü dolaşırken zaman tek bir ana sıkışmıştı sanki. Uzanıp saçımı kulağımın arkasına taktığında kontrolsüzce titredim. Tepkimle o da iç çekti.

"Seni çok özledim Olive."

"Ben de seni..." dedim düşünmeden. Bedenimin her köşesi Mars'a doğru uzarken yalan söylemenin anlamı yoktu. Yine de itirafım Mars'ı şaşırtmış gibiydi. Gözleri umutla pırıldadı.

"Bunları yaptım, çünkü senden özür dilemek istedim," dedi. Sesi öyle yumuşaktı ki bakışları gibi tenimi gıdıklamıştı. Parmakları yanağıma kaydı. "Sen... haklıydın. Ben bencil herifin tekiyim. Birini önemsemeyeli o kadar uzun zaman oldu ki nasıl yapılır unuttum. Seni kaybetme, yeniden yalnız kalma korkusu gözümü kör etti. Kontrolü kaybettim. Hareketlerimin sonunu düşünmedim. Az daha her şeyi mahvediyordum." Pişmanlığı tebessümünü kırdı. "Belki ettim de..."

Son sözleri bir soru gibi çıkmıştı. Hatasının geri dönüşü olup olmadığını merak ediyordu. Gözlerindeki ümidi, ona aksini söylememi beklediğini görebiliyordum.

"Ben... yeniden denemek istiyorum," dedi çekinerek. "Yaptığım salaklığı geri alamam. Yol açtığım hasarı da... Ama bana bir şans daha verirsen... Bu kez saçmalamayacağıma yemin ederim. Daha doğrusu... saçmalamamak için her yolu deneyeceğime..."

Öylesine bir özür değildi bu. Mars gibi biri için bu itirafın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Korkusu öyle içtendi ki kendimi tutamadım, ben de uzanıp onun yanağını okşadım. Şaşkınlık ve sevinç bakışlarını eş zamanlı ele geçirdi.

"Teşekkür ederim," dedim.

Şaşkınlığı iyice büyüdü. "Teşekkür mü?"

Öteki elimi diğer yanağına koyup başını avuçlarım arasına aldım. "Beni anlamayı seçtiğin için..." dedim. "Bana geldiğin için... ve... denediğin için... "

Kollarını belime dolayıp aramızı kapattı. "Ben, her zaman sana gelirim Olive. Nerede olursan ol, ne kadar uzağa gidersen git."

Dudakları dudaklarıma sürtünüyordu. Bir an bu bile az geldi. Boşluğu tamamen kapatıp onu öptüm. Parmaklarım saçlarına dolandı. Ona kavuşmak şu ana kadar susuz yaşadığımı fark etmek gibiydi. Son birkaç günü grinin tonları arasında geçirmiştim. Şimdi dünya yeniden renklerle boyanıyor, parlıyor, ışık saçıyordu.

Beni döndürdü ve masaya doğru geriledi Mars. Öpüşmeye devam ediyorduk. Bir anda ayaklarımı yerden kesip beni masaya oturttuğunda bile dudaklarını benimkilerden ayırmamıştı. Ama sonra yavaşça durdu. Gülümsüyordu. Işıl ışıl.

"Buna kaldığımız yerden devam edeceğiz, söz," dedi. Dudaklarımdaki bakışları o sözü bir yemine çeviriyordu. "Ama önce minik bir işim var. Bu konuşmanın nasıl gideceğine emin olmadığımdan önden hazırlık yapmak istemedim." Çenemden tutup dudağıma son bir buse bıraktı. "Sen şimdi burada oturuyorsun ve ben geri gelene kadar asla kıpırdamıyorsun. Asla!"

Sesindeki şakacı tonla kıkırdadım. "Tüm bunlardan başka bir hazırlık mı?"

Elbette cevap vermeyecekti. Kurnazca sırıtarak geri geri yürürken gamzeleri iyice derinleşmişti. Atölyeden çıkıp bahçeye döndüğünde ardından başım uzadı. Ne yaptığını göremiyordum, ama sesi geliyordu. Bir şeyler düştü, metal metale çarptı, kumaş kumaşa sürtündü.

"Mars?" diye seslendim bir süre sonra sıkılıp.

"Sakın geleyim deme!" diye bağırdı. "Çok az kaldı."

Sesi uzaktan geliyordu. Çiçeklerin arasında olmalıydı. Beş, belki on dakika daha ayaklarımı sallayarak masada oturdum ve neler çeviriyor olabileceğini düşündüm. Sonunda atölyeye geri döndüğünde aklıma gelen ihtimallerden aptalca sırıtıyordum.

"Hayret," dedi Mars bana doğru yürürken. "Bir kez olsun benimle inatlaşmadan dediğimi yaptın ve bekledin. Bugün tarihe geçecek."

"Ha ha ha!" dedim yalandan gülerek.

Oysa tüm kalbiyle gülümsüyordu. Hayatının en mutlu anındaymışçasına... Önümde durduğunda beni yeniden öpeceğini sandım, ama hayır, kolunu bacaklarımın altına takmış, belimden yakaladığı gibi beni kucağına almıştı.

İstemsiz bir çığlık atıp "Ne yapıyorsun?" dedim heyecanla.

"Seni kamp yapmaya götürüyorum," dedi sanki bu dünyanın en normal şeyiymiş gibi. Kapıya yürüyordu.

"Nereye?" dedim hayretle gülerek. Ama bahçede azıcık ilerlediğimizde güllerin dibine kurulmuş çadırı görmüştüm. Mumların ve çiçeklerin ortasında duruyordu. Önüne bir örtü serilmiş, üzeri yiyeceklerle donatılmıştı.

"Beni kendi bahçemde kamp yapmaya mı getirdin?" diye sordum gördüğüme inanamayarak.

"Aslında ormanda herhangi bir yer seçebilirdim," dedi. "Öylesi çok daha mantıklı olurdu. Ama ben burası olsun istedim. En sevdiğin yer..."

Ağzım açık ona bakakaldım. "Sen delisin."

Tepkim hoşuna gitmişti. Gözleri kısıldı. "Belki... muhtemelen... ama bu durumda deli değil de... delice aşık demek daha doğru olur sanırım."

Kalbim titredi. Yaptığı sürpriz yetmezmiş gibi bu sözleriyle sonum olacaktı. Çadırın önünde beni yavaşça yere indirdiğinde bir bulutun üstünde asılı kalmış gibi hissediyordum. O belimi bırakmamış, ben boynundaki kolumu çekmemiştim. Birbirinden kopamayan iki mıknatıs gibi birbirimize döndük. Boşluk kapandı. Bedenlerimiz birbirine dokundu.

"Bu geceyi burada, benimle geçirir misin Olive?" diye sordu Mars.

Sorunun öyle mahrem bir yanı vardı ki tüm bedenimi elektrik gibi çarpmıştı. Mars'ın sözleri mi, derinden gelen sesi mi, yoksa bakışları mı daha baştan çıkartıcıydı bilmiyordum. Kendimi başımı sallarken buldum.

Mars da benimle başını salladı. "O zaman..." Elini serenat yapar gibi çadıra doğru uzattı. "Önden buyurun hanımefendi."

Beni sırtımdan ittiğinde kolumu çekip uslu uslu önünden yürüdüm. Ta ki yolun yarısında anın büyüsünün içine edecek soru aklıma takılana kadar.

"Dur bir dakika," dedim panikle ona dönüp. "Sen burada olamazsın ki? Senin gölde olman gerekiyor. Konserin var. Blue ne olacak? İnsanlar ne olacak? Herkes seni görmek için sıraya girmiştir bile."

Hemen cevap vermedi Mars. Derin bir nefes aldı. Çapkın gülüşü suçlu bir tebessüme döndü. "Ben... konsere çıkmayacağım," dedi.

Kaşlarım çatıldı. "Nasıl yani? Bu gece için izin mi aldın?"

Çenesi biraz daha kasıldı. "Bu gece ve bundan sonraki tüm geceler..." dedi gözlerini kaçırıp. "Ama izin aldığım için değil." Gerçeği anlatması ona acı veriyormuş gibi yeniden durdu. Göğsüne sıkışmış nefesi sesli bir şekilde verdi. "Müdire'nin bana verdiği tek ceza beni senden ayırmak değildi," diye itiraf etti sonunda. "Bundan böyle konser vermem yasak. Stüdyom da artık benim stüdyom değil. İki gitar dışında neyim varsa aldılar."

Hüzünle gülümsedi. Bense ağlamak üzereydim. Onun için bu alemdeki, hatta tüm alemlerdeki en önemli şeyi elinden almışlardı. Müziğini Mars'tan almışlardı. Hayır, hayır, hayır!

"Neden?" dedim. "Neden daha önce bana söylemedin?" Sesim de bedenim gibi titriyordu.

Omuz silkti. "Diğer cezam yanında bu pek de önemli gelmedi."

Hala gülümsüyordu. Nasıl gülümsüyordu? Ben çığlık atmak istiyordum. Koşmak, Müdire'yi bulmak, ortalığı yıkıp dökmek, isyan etmek... Bunu yapamazlardı. Bunu yapmalarına izin veremezdim. Nefesim hızlanmıştı. Avuçlarım yanıyordu. Yaşları daha fazla tutma şansım yoktu.

"Hey..." dedi Mars beni hemen kolları arasına alıp. "Olive hey, yapma lütfen. Gerçekten önemli değil."

"Nasıl ya?" diye isyan ettim. "Nasıl önemli değil Mars? Müzik senin hayatın. En sevdiğin şey!"

Dudaklarını büzdü. "En sevdiğim ikinci şey," diye düzeltti. "Ve en sevdiğim ilk şeyi korumak için ondan tekrar tekrar vazgeçmeye hazırım."

Bir dakika ne? Vazgeçmek mi? Gerçek kurşun gibi midemi delip geçti. "Kendi isteğinle onları verdin," dedim dehşetle. "Burada kalabilmek için... Hepsini feda ettin."

Yüzü yumuşadı. Benim paniğime tezat bir sükunetle saçlarımı sevdi. Bakışları hayranlıkla üzerimde dolaşıyordu. "İyi ki de ettim," dedi. İtiraz edecektim ki parmağını dudağıma bastırdı. "Anlamıyor musun Olive, ben seni kaybedemezdim. Bir kez daha sevdiklerimin benden alınmasını izleyemezdim. Stüdyo, enstrümanlar, konserler, hayranlar... hiçbirine ihtiyacım yok. Müzik benim bir parçam. Ben yine şarkılar yazarım. Çalarım, söylerim. Ama sen olmasaydın, asla devam edemezdim. Kaybolurdum. Yok olurdum."

Sözlerini acelesiz, korkusuz, yumuşacık bir öpücükle noktaladı. Sıcaklığıyla kalbimi ele geçirmiş korkuyu yenmeye çalışıyordu sanki. İşe yaradığını söyleyebilirdim. Dudaklarımdan bedenime yayılan ılık huşuyla her an biraz daha rahatlıyor, biraz daha onun kollarının arasına eriyordum. Sadece bir iki saniye için durdu Mars.

"Şimdi," dedi. "Başka sorun yoksa bu geceyi resmi olarak başlatıyorum."

Beni yeniden öpmeye başladığında artık ne sakin ne de yumuşaktı. Tek hamlede ayaklarımı yerden kesti. Bacaklarımı beline doladı. Ve bir an bile dudaklarımızı birbirinden ayırmadan geceyi geçireceğimiz çadıra girdik. 

***

-BÖLÜM SONU-

Evet kimler bizimle çadıra geliyor elime mum diksin!

Haftanın ikinci bölümü kıvılcımlı bölüm severlere gelecek.  Size göre değilse atlayabilirsiniz, ama ben sevgili karakterlerime bu duyguyu tattırmadan kitabı noktalayamazdım :)

Son bölümlerde yorumlarınızın azaldığını görüyorum. Kalbimi kırıyorsunuz, söyleyeyim. 

Yine de bu yazar sizin için çalışmaya devam ediyor. Haftaya görüşürüz canlar.

E.Ç.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top