93
Yeni bir haftadan herkese merhaba canlar!
Yaptığım uyarılarla yüzleşeceğimiz hafta geldi. Gergin satırlar, öfkeli dakikalar, kalp kırıcı sonlar sizi bekliyor. Böyle sayınca da pek bir okunası olmadı ama siz yine de keyifle okuyun :D
E.Ç.
***
You don't own me...
***
BÖLÜM 93:
SON DARBE
"Ne istiyorsun Davon?" dedim.
Tek gözü seğirdi. Kabalığımdan da olabilirdi uzun ismini benden duyduğu için de... Umursayamayacak kadar bu köşe kapmacadan sıkılmıştım. Tam da korktuğum gibi, kusursuz bir zamanlamayla, bir kez daha hayatımı zora sokmak için karşımdaydı Davon. Mars'ın tam sahneye çıkacağı anı bilerek seçtiğine emindim. Aklınca beni bir başıma köşeye sıkıştırmıştı.
"Ne istiyorsun?" diye üsteledim konuşmayınca.
"Bu işe bir nokta koymak," dedi. Sesi öfkeliydi. Her daim yüzünde olan dingin özgüvenin yerinde bu gece sabırsız bir gerginlik vardı. Sıkılmıştı belli ki. Güzel! Ben de çok sıkılmıştım. Bezgince ofladım.
"Bu işe zaten bir nokta koyduk Davon. Birden fazla kez hem de... Yeter artık. Gerçekten yeter."
"Bence de yeter," dedi. "Aklını başına toplaman için sana yeterli zamanı verdim bence."
Aynı anda sahne ışıkları sönüp bir anda yeniden patladı. Çığlıklar ve ıslıklar gölün etrafını sardı. Nedenini biliyordum. Mars sahneye geliyordu. Bu bir ilkti. Onu defalarca kez izlemiş olsam da bu gece ilk kez sevgilim olarak çalacaktı. Gözlerinin beni arayacağını, beni bulacağını, şarkılarını bana söyleyeceğini biliyordum. Davon'ın çocuksu inadı yüzünden bu anı kaçırmayacaktım. Yanından geçip gitmek istedim, ama kolumdan yakalayan eli geçmeme izin vermedi.
"Hayır," dedi. "Gitmiyorsun. Madem gerçeği kendi başına göremiyorsun, ben sana göstereceğim."
Ne saçmaladığı hakkında hiçbir fikrim yoktu, ama hayırlı bir sonu olmayacağına emindim. Kendimi elinden kurtarmayı denedim. Benden çok daha güçlüydü. "Bırak beni," dedim öfkeyle. Bırakmadı. İyice dibime girdi. Daha önce onun yakınlığından hiç rahatsız olmamıştım. Şimdiyse tüm bedenim alarm moduna geçip kasılmıştı. "Davon bırak beni!"
"Neden o çocuk?" dedi beni duymamış gibi. "Nesi var? Ne yaptı da bu kadar gözünü boyadı?"
Ona cevap verircesine elektronik gitarın sesi geceyi yardı. Mars'ın solosuydu bu. Başım panikle sahneye döndüğünde ağır adımlara onun mikrofonuna doğru ilerlediğini gördüm. Bu gece simsiyah giyinmişti. Karanlık bir prens gibi... Gözleri kalabalığı dolaşıyordu. Blue sekerek ve ruhları selamlayarak sahneye giriş yaptığında alkışlar bir kez daha yükseldi. Partneri davulunun başına yerleştiğinde ona döndü Mars ve birlikte şarkıya girdiler. Ruhlar bu açılışla çılgına dönerken beni görüntüden koparmak isterce çenemden tutup başımı kendine çevirmişti Davon.
"Sen bu değilsin Lili!" dedi sinirle. "Tipine bakıp bir oğlana gönlünü kaptıracak aptal bir kız değilsin sen! Kendine gel artık! Kim olduğunu hatırla! Bizi hatırla! Birlikte ne kadar iyi olduğumuzu hatırla!"
Nezaket, anlayış, alttan alma, hepsinin bittiği yerdeydik. "Ben ona aşığım ya!" diye bağırdım ve onu sertçe göğsünden ittim. Bu defa boş bulunup beni elinden kaçırmıştı. "Anla artık Davon!" dedim dişlerimi sıkıp. "Kafam karışık değil. Aklımı kaçırmadım. Kendimi kaybetmedim. Ben o oğlana aşık oldum! A-şık"
Bir an bana ne diyeceğini bulamamış gibi ağzı açılıp kapandı. Bunu fırsat bilip devam ettim.
"Evet, sen ve ben bir ekiptik. Bir ekip! Takım arkadaşları. Birlikte büyümüş iki insan. Belki... Belki beni dinlemeyi, anlamayı seçseydin hala arkadaş olabilirdik. Ama sen ve ben hiçbir zaman bundan fazlası olmayacağız Davon. Hiçbir zaman bundan fazlası olmadık. Sen hiçbir zaman bana aşık olmadın. Ben de sana. Bu gerçeği gör artık!"
"Aşk..." dedi küçümseyerek. "Hastalıklı, geçici bir arzu için ilişkimizi çöpe atıyorsun yani?"
Bağırmak üzereydim ki vazgeçtim. Anlamı yoktu. Bu duyguyu yaşamamış birine farkı anlatamazdım. Onun için sadece üzülüyordum. Gerçekten üzülüyordum.
"Umarım bir gün neden bahsettiğimi anlamanı sağlayacak biriyle tanışırsın Davon," dedim bezgince.
Cevabını beklemedim. Daha fazla diyebileceğim bir şey yoktu. Ona harcayacak daha fazla vaktim de yoktu. Mars ilk şarkısını bitirmek üzereydi. Kalabalığın ortasına daldım ve insanları iterek kıyıya doğru hızla ilerledim. Ursa'nın pembe turuncu saçlarını seçmemle yönümü netleştirmiştim. Bana söylenenleri umursamadan, sağa sola omuz atarak bedenleri yarmayı sürdürdüm.
En öne, arkadaşlarımın yanına ulaşmama üç, beş sıra vardı. Mars'ın şarkıyı noktalamasına bir nakarat vardı. Göğsümü gere gere sevgilimin şarkılarına eşlik etmeme saniyeler vardı. Sonunda Mars da beni görmüştü. O an gözlerinde yanan alevleri aramızdaki mesafeye rağmen yakaladım. Dudakları beni nefessiz bırakan o serseri tebessüme kıvrıldı.
Ona karşılık vermek istedim. Olmadı. Bir balık oltasına takılmışım gibi bir anda, büyük bir güçle geri çekilmiştim. Uçuşan saçlarımın arasından beni yakalayanın kim olduğunu anlayamadan yüzü yüzümdeydi. Dudaklarını benimkilere bastırdı. Alamadığım nefesin yerine onun tükürüğü doldu. Dili izinsizce ağzımın içine daldığında öğürme hissiyle iki büklüm oldum. Bu arada nasılsa onu yakasından yakalayıp kendimden uzaklaştırmayı başarmıştım. Ama dehşetim öyle büyüktü ki geri yere devrildim. Bir akbaba gibi tepemdeydi Davon. Beni yeniden yakalayıp ayağa kaldırdı.
"Ona değil, bana aşıksın sen!" dedi beni ileri geri sarsıp.
Öyle titriyordum ki ellerim öne uzansa da onu itecek güçleri kalmamıştı. Bu Davon olamazdı. Hayatım boyunca tanıdığım o ağırbaşlı, kontrollü, dengeli oğlan olamazdı. Kıskançlık ve hırs, içinde saklı canavarı uyandırmıştı sanki. Daha önce sadece birkaç kez başarısız olduğunda onun kontrolü yitirdiğine şahit olmuştum. Basit öfke krizleriydi. Geçiciydi. Önemsememiştim. Önemsemem gerektiği ortadaydı.
Şu an yaşanan bu dehşet bildiğim ya da ön görebileceğim hiçbir şeye benzemiyordu. Canımı yaktığının farkında bile değildi Davon. Tırnakları etime batıyor, elleri tenimi morartıyordu. Ondan kurtulmaktan başka bir şey düşünmeden çırpınıyordum. Öyle ki onunla mücadele ederken müziğin kesildiğini fark etmemiştim. Tüm başların bize çevrildiğini fark etmemiştim. İnsanların gerileyip etrafımızı boşalttığını fark etmemiştim. En önemlisiyse... Mars'ın artık sahnede olmadığını fark etmemiştim.
Sevgilimin sesini duymadan önce katil bakışlarını gördüm. Havada uçan yumruğuyla aramıza öyle bir dalışı vardı ki Davon geri savrulmuş, bense boşlukta kalmıştım. Yalpaladığım yerde, atamadığım çığlıkla onun Davon'ın üstüne atlamasını izledim. İkinci yumruğu hedefi on ikiden vurmuş, Davon'un burnuna inip onu dizlerinin üstüne düşürmüştü. Boşalan kanı elinin tersiyle silip karşı saldırıya geçti Davon. Bu kez onun yumruğu Mars'ın çenesindeydi. Bu kez ben de çığlık atmıştım. Durmaları için yalvardım, ama durmuyorlardı. İkisi de birbirine gerçekten zarar verebilecek kadar güçlü ve atletiklerdi.
"Seni uyardım!" dedi Mars tükürükler saçarak. Açılmış kaşını umursamadan Davon'u yakasından yakalayıp kafa attı.
"Mars dur!" diye bağırdım koluna asılıp.
Daha birkaç gün önce meleğin yaptığı uyarı kulaklarımda uğulduyordu. Küçük bir sürtüşme bile onu böyle kızdırmışken, tüm Yurt'un gözü önünde birbirlerini kana bulayan bu iki oğlana ne yapardı Müdire? Arkadaşlarım da benimle aynı kaygı içindeydi. Yanımıza ilk Tarben ulaşmıştı. Mars'ı belinden yakalayıp geri çekti. Tutamadığında Diego diğer koluna asılıp imdadına yetişti. Ursa sözleriyle araya girmeye çalıştı, Lark ve Helene Davon'ı tutup uzaklaştırmayı denedi. Son olarak Blue koşarak olay yerine varmış, Mars'ın önüne atlayıp çığlık çığlığa aklını başına toplamasını bağırmıştı.
Toplamayacaktı.
Daha doğrusu, ilahi bir müdahale olmadan toplamayacaktı. Ve o ilahi müdahale artık aramızdaydı. Yüzücü melekler Zackery ve Zoe önde, Ria ve Theo hemen arkalarında, olay yerine intikal etmişlerdi. Ellerini kaldırmadılar. Seslerini yükseltmediler. Bakışları bitmek bilmez kavgayı kesmek için yeterliydi.
Mars da Davon da etraflarına görünmez ipler sarılmış gibi bir anda kaskatı kesildiler. Hala hareket etmeye çalıştıkları oynayan parmaklarından ve kasılmış yüzlerinden belliydi, ama bir meleğin gücüne karşı koyamazlardı elbette. Onlar çırpınmayı bıraktığından biz de olduğumuz yerde, öylece kalakalmıştık. Herkes durmuştu. Her şey durmuştu. Zaman bile.
O dinginlik bir şeyi fark etmemi sağladı. Davon gülümsüyordu. Evet, gülümsüyordu. Bakışları Mars'tan meleğe kaydığında şeytani tebessümü gözlerindeki alevlere ulaştı. Bir kova kaynar su halinde başımdan aşağı dökülen gerçekle Hayır! diye düşündüm. İtirazım anlamsızdı elbette. Davon çoktan planını yapmış, hepimizi oyununa dahil etmiş, istediği sona ulaşmıştı. Beni burada, tam bu gece öpmesi rastlantı değil, bir tuzaktı. Mars görsün istemişti. Mars görsün ve...
"Sizi uyarmıştım," dedi Melek Theo öne çıkıp. "Bu Yurt'ta şiddete müsamaha edemeyiz. Şimdi cezanızı öğrenmek üzere Müdire'nin odasına götürüleceksiniz."
"Bana saldıran oydu," diye kendini savundu Davon. "Herkes gördü. Ben kendimi korumaktan başka hiçbir şey yapmadım."
"Hayır!" diye atıldım. Benimle diğer arkadaşlarım da itiraz etmişti, ama melekler bize bakmadı, bizi dinlemedi. Etraflarında göremediğimiz bir duvar vardı. Onlara ulaşmaya çalıştığımızda her birimiz o kalkana çarpıp geriledik. Bu arada verdikleri sessiz komutla Davon da Mars da birer kukla gibi yürümeye başlamıştı. Sağlı sollu onların etrafına yayıldı melekler ve Yurt'a doğru yola çıktılar.
"Mars!" diye inledim arkasından.
Bana bakmadı. Bakışlarımla yüzleşmek istemez gibi başını önüne eğdi. Anlamıyordum, üzgün değil, kızgın görünüyordu. Yaptıklarından pişman değilmiş gibi... Başına gelmek üzere olan, başımıza gelmek üzere olan felaketin farkında değil miydi? Yurt'tan gönderilebilirdi. Delik'e atılabilirdi. Onu kaybedecektim. Allah'ım ben onu kaybedecektim!
"Durun!" dedim kendimi meleklerin önüne atıp. Bir kez daha aynı görünmez duvara tosladım. Pes etmeden yanlarında ilerlemeyi sürdürdüm. "Durun lütfen! Anlatmama izin verin. Mars'ın suçu değildi. Lütfen!"
Ama kimse durmadı. Kimse anlatmama izin vermedi. Eğer Melek Ria hüzünlü gözleriyle kısacık da olsa bana bakmamış olsa sesimin onlara ulaşmadığını düşünecektim.
"Onu götürmeyin," diye inledim göz yaşlarım arasında. "Lütfen, yalvarırım durun!"
Ursa'nın kolları etrafıma dolandı. O da benimle ağlıyordu. Blue az ötede, elleri gördüklerine inanamıyormuş gibi başının tepesindeydi. Yanaklarından süzülen yaşlara tezat gözlerinde müthiş bir öfke vardı.
"Bunu yapamazlar!" dedi Ursa'ya dönüp. Aramızdaki otoriteye en yakın kişi o olduğundan onu seçmişti sanırım. Anlamı yoktu, bu konuda ne o ne biz, kimse bir şey yapamazdı.
"Yürüyün peşlerinden gidelim," dedi yine de Tarben.
"İyi fikir," dedi Diego. "Orada bekleyelim. Belki şahitliğimiz gerekir. Belki gerçeği anlatabiliriz."
Lark diğer yanıma geçip sırtımdan itti. "Hadi Olive. Pes etme hemen. Daha ne olacağını bilmiyoruz."
Ama biliyorduk. Sinemada şahit olduğum kavgadan sonra olaya karışan tüm ruhların Yurt'tan atılma hikayesini hepimiz duymuştuk. Kimileri Müdire'nin onları kulesinden aşağı attığını söylemiş, kimileri bir canavara yem ettiğini iddia etmişti. Dizlerimin bağı çözüldü. Benimle Ursa da yalpalamıştı. Yardımımıza Lark ve Tarben yetişti. Kolumuza girip bizi yürümeye zorladılar. Meleklerin kalabalığı yardığı yoldan Yurt'a ilerledik. Herkes bizim gibi şokta olmalıydı, önlerinden geçerken çıt çıkarmadan bizi izliyorlardı.
İnfaza giden bir mahkum gibi aralarından geçtim. Bitmek bilmeyen metreleri yolun sonunda dipsiz bir uçurum varmış gibi aldım. Bir yanım mutlak sonucu geciktirmek için yavaşlamak, diğeri koşup Mars'ın peşinden o uçurama atlamak istiyordu. Sonunda binaya ulaştığımızda melekleri çoktan gözden kaybetmiştik. Ursa'nın önerisiyle idari kata çıktık. Gidebileceğimiz en uç nokta buydu. Kıyamete açılan sınır kapısı...
Ve sonra beklemeye başladık.
***
-BÖLÜM SONU-
Bekemeye devam, çünkü perşembe bu çocukların başlarına ne geldiğini öğreneceğiz. Tahminleri alayım, ama bence neler olacağını bilemeyeceksiniz :p
mini not: artık ben de tiktok'yım. (Biliyorum hayatım kaydı, ama kitaplarımı daha fazla insana duyurmak için çıktım bakalım bi yola) Orada hesabı olan herkesi bekliyorum! ismim aynı: ezgi_caglar
Bir dahaki buluşmamıza kadar kendinize çooook iyi bakın canlar.
ÖPÜCÜK
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top