91

Güzel haftalar güzel ruhlu okurlarım!

Haftayı çukulata tadında bi bölümle açıyorum. Aynı tatta bitireceğimize garanti edemem, ondan şansınız varken bol bol gülümseyin :D

Bir de bölüm sonunda size sorularım var, okuyup cevaplarsanız beni pek mutlu edersiniz :)

***

You're the one that I want...

***

BÖLÜM 91:

AÇIKÇA SEVGİLİ

Vay canına...

Asansöre yürürken, asansörle odama çıkarken, asansörden inerken içimden defalarca kez tekrar ettiğim buydu. Vay canına... Vay canına... Vay canına... Davon'a ettiğim laflar kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu. Nasıl da tüm o sözler dilimden dökülüvermişti? Hislerimi teklemeden, duraksamadan, zorlanmadan nasıl da açığa vurmuştum? Vay canına Olive... Vay canına be kızım...

Adrenalin hala bedenimi kontrol ediyor olmalıydı. Patlamaya hazır bir bomba gibi hissediyordum. Söylediklerim yetmemişti. Bir kez vana açılmıştı ya, yıllarca farkında olmadan içimde tuttuğum ne varsa bedenimden taşmaya çalışıyordu. Bağırmak, sesimi başkalarına duyurmak, duygularımı yedi cihanla paylaşmak istiyordum.

Neyse ki bu gazla geri dönüp Davon'a sayıp sövmeye devam etmemiş, beni gerçekten duyması gereken tek kişinin kapısına dikilmiştim. Mars'ın arkasını dönüp giderken ki yüzünü hatırlamak bir an duraksamama neden oldu. Midemdeki kasılmayı görmezden gelip cesaretimi topladım ve kapıyı tıklattım.

"Mars?"

Sesimi duymanın kapıyı açmasını hızlandıracağını düşünmüştüm. Ama belki de tam tersi olmuştu. İkinci seslenişim ve üçüncü tıklatışımın ardından hala düz duvara bakarak bekliyordum. Bir kez daha "Mars," dedim. Bu çabam, daha fazla kişinin başının bana dönmesinden başka işe yaramamıştı. Sabahın aksine şimdi koridor derslerine gitmek üzere ayaklanmış ruhlarla doluydu ve biraz daha bu şekilde Mars'ın kapısında çırpınmaya devam edersem bugünkü dedikodu malzemeleri ben olacaktım.

Sevgilimin beni görmezden geldiğini düşünmek can yakıcıydı, ben de ikinci, üçüncü ve sonraki ihtimalleri denemek için yeniden hareketlendim. İlk istikametim Mars'ın stüdyosuydu. Her zamanki gibi sinirini notalara gömmek istemiş olması muhtemeldi. Ama istememişti, oda boştu. Arayışıma devam ettim. Yemekhaneyi denedim. Kütüphaneyi denedim. Bahçeyi bile denedim. Yoktu. Mars kayıplara karışmıştı.

Bu arada üzerimdeki mayo ve bornozla dikkatini çekmediğim tek bir Allah'ın kulu kalmamıştı. Sonunda çaresiz kös kös odama döndüm, posta kutusuna gelen programda bugünkü dersimin eşli danslar olduğunu öğrendim ve biraz daha karalar bağladım. Böyle ortadan kaybolacak kadar sinirliyse Mars benimle dans edeceğini bile bile asla o derse gelmezdi.

Peki ben ne yapacaktım?

Önce kapısının önüne çökmeyi ya da stüdyosuna çadır kurup beklemeyi düşündüm. Ya da ona mektup yazabilir, gerçekte olanları açıklayabilirdim. Ama tüm bu fikirler yüzümü buruşturmuştu. Belli ki Mars yalnız kalmaya çalışıyordu. Bense zorla onun karşısına çıkmaya... Ofladım. Ondan zaman istediğimde nasıl bana saygı gösterdiyse benim de şimdi aynını yapmam gerekiyordu korkarım.

Böylece dolabın dans dersimiz için uygun gördüğü elbiseyi üzerime geçirdim ve tek başıma kubbeli salonun yolunu tuttum. Muhtemelen erkenciydim. Diğer ruhların çoğu hala kahvaltıda olmalıydı, ama ben bir şey yiyebilecek gibi hissetmiyordum. Görkemli balo salonunun kapısına yaklaşırken böyle düşünen tek kişi olmadığımı anladım, çünkü salondan müzik sesi geliyordu. Birileri çoktan derse gelmiş de çalışmaya başlamıştı bile.

Onları rahatsız etmemek için parmak ucunda içeri girdim. Ve üç adımın ardından durdum. Gözlerim kısıldı, başım yan yattı, dudaklarım aralandı. Tüm bunlar beynim karşısındaki manzarayı anlamlandırmaya çalışırken bedenimin verdiği istemsiz tepkilerdi. Diego'nun Blue'yu etrafında döndürüp geri yatırmasını hayretle izledim. Blue doğru adımı atamayınca dönüşü garip bir açıda kalmış, düşmemesi için Diego onu son anda belinden yakalamıştı. Kahkaha attılar. Benim başım biraz daha yan yattı.

"Yine karıştırdım," dedi Blue gülerek.

Bunun Diego için sorun olduğunu sanmıyordum. Gözleri hayranlıkla bir burun mesafesi uzağındaki kızın yüzünde dolanıyordu. Elleri sanki onu kimseye kaptırmak istemezmiş gibi sıkıca tutuyordu. Blue da halinden mutlu olsa gerek kollarını Diego'nun boynundan çekmemişti. Yapmadıkları hareketi tartışıp gülüşmeye başladılar. Çok geçmeden ben de aptalca sırıtıyordum. Şüphesiz ki Arşiv'di, Mars'dı, Dav'du derken bir şeyleri kaçırmıştım. Şu gördüğüm manzarayı yanlış anlama ihtimalimse yoktu.

Bir an öpüşeceklerini düşünüp panikledim. Bu özel anı bozmaktan korkmuştum. Yine de kıpırdayamadım. Kendi derdine düşüp eciş bücüş olmuş kalbim onlara bakarken iyileşiyordu sanki. Birlikte öyle güzellerdi ki... Aşkı izlemek öyle güzeldi ki... Muhtemelen onlar beni fark etmemiş olsa olduğum yerde saatlerce kalırdım. Ama gözlerini sonunda birbirlerinden alabildiklerinde beni gördüler.

"Olive!" diye şakıdı Blue.

Pozu bozup yanıma geldiler. Bu arada ellerinin birbirleri üzerinde gereğinden biraz daha fazla oyalandığını kaçırmamıştım tabii. Onları utandırmamak için salona yeni gelmiş gibi yaptım. Onlar da bana zaman zaman salonda pratik yaptıklarını anlattılar. Her şey Blue'nun sahne performansını iyileştirmek içindi. İçimden sırıtarak ve dışarıya başımı sallayarak bu masalı dinledim. Tabii canım, kesin sırf ondandı.

Diego dans dersim olduğu için pek mutlu olmuştu. Ya da belki aşk sarhoşu olduğu için her şey gözüne güzel görünüyordu. Bana öğrettiklerini hatırlattı, yeni tavsiyeler verdi ve Blue yanağıma sulu bir öpücük bıraktıktan sonra kendi dersleri için hazırlanmaya gittiler. Yalnız kalmamla hüzün daha büyük bir dalgayla kalbime döndü. Onları, o halde görmek neyin eksikliğini çektiğimi daha iyi anlamama neden olmuştu.

Salonun ortasına ayaklarımı sürüyerek ilerledim. Başım tepemdeki kubbeye kalktı. Dikkatimi resmedilmiş muhteşem manzaraya vermeyi denedim. Çok güzeldi. Muhtemelen bir eşi, benzeri yoktu. Ve yine de beni gülümsetmeye yetmiyordu. Tıpkı Diego'nun açık bıraktığı, neşeli müzik gibi... Adımlarımı ritme uydurup biraz daha ilerledim. Bir süre sonra sağa sola sallanıyor, arada etrafımda dönüyordum. Elbisemin eteklerinin uçuşması hoşuma gitmişti.

"Dans etmek için partnerini beklemen gerekmez mi?"

Aniden gelen sesle az daha düşüyordum. Arkamı dönerken aynı anda gerilemeye çalışan ayaklarım koordine olamamıştı. Elim kalbime gitti. Sonra da bir daha çekemedim. Çünkü ziyaretçimin kim olduğunu görmesiyle bir kelebek gibi kanat çırpmaya başlamıştı. Uçup karşısındaki oğlana konmak istediğine şüphe yoktu.

Mars, mermer kolonlardan birine yaslanmış beni izliyordu. Mutlu diyemezdim, ama korktuğum gibi öfkeli de görünmüyordu. Üzerinde koyu mor bir gömlek vardı. Açık yakasının köşesinden yarasını kapatan bandajı görebiliyordum. Yenilenmişti. Ona doğru çekingen birkaç adım attım.

"Partnerimin geleceğine emin değildim," dedim dürüstçe.

Bir şey demedi. Kendini itip kolondan uzaklaştı ve acele etmeden karşıma geldi. Elleri cebindeydi. Bir süre -bana asırlar gibi gelen bir süre- öylece yüzümü inceledi. Ben de onu bu şekilde sonsuza kadar izleyebilirdim. Eğer panik her saniye biraz daha boğazımı sıkıyor olmasaydı... Sonunda dayanamayıp konuşan ben oldum.

"Ben... seni aradım. Ama hiçbir yerde yoktun. Odanda, stüdyonda, yemekhanede..."

"Revire gittim," dedi. "Sen haklıymışsın, gerçekten bir meleğin elinin değmesi gerekiyormuş."

Panikle ona uzanıp yakasını kenara çektim. "Nasıl haklıymışım? Kötü bir şey mi varmış? Biliyordum, öyle kanaması hiç normal değildi." İyice görebilmek için gömleği biraz daha çekiştirip parmak ucuna yükseldim. "Yeniden mi diktiler peki? Ne dedi melek tam olarak? Ne yapman gerekiyormuş? Bu derse katılman doğru mu? Ya yine açılırsa? Bence seni odan..."

"Olive..."

Göğsündeki elimi tuttu. Hareketiyle histeriden kurtulup susmuştum. Pırıl pırıl mavileriyle dikkatle beni izliyordu. Dudağının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı.

"Her şey yolunda. Biraz zorlamışım o kadar. Bir yalan uydurdum, o da üstelemeden temizleyip yeniden bandajladı. Sorun yok yani."

Sahiden de sorun yok gibi görünüyordu, ama endişemden kurtulamadım. Parmaklarım zar zor yakasını bırakmış, kendimi zorla geri çekmiştim. Gözlerimin dudaklarına kaymasına engel olamadım. Onu öpmek, kokusunu içime çekmek, gerçekten iyi olduğunu hissetmek istiyordum. Ama... aramızda duvar olmuş konuşulmamış sözler vardı. Hayati konuları geride bıraktığımıza göre sıra çözülmesi gereken esas probleme gelmişti. Nereden başlayacağımı bilemediğimden ilk kelimeleri bulana dek alt dudağımı parçaladım.

"Bu sabah..." dedim sonunda. "Gördüklerini yanlış anladın."

"Doğrusunu bana sen anlat o zaman."

Anlatacaktım elbette. Derin bir nefes aldım. "Ben Dav'la konuştum. Havuza da o yüzden gelmiştim. Gerçeği açıkça ona anlatmak için."

Tek kaşı merakla yukarı kalktı. "Gerçeği?"

"Onunla birlikte olamayacağım gerçeği. Onunla hiçbir zaman birlikte olmadığımız gerçeği. Ve artık erkek arkadaşım olmadığı gerçeği."

Yeniden dudakları hareketlendi. Bu defa belli belirsiz değil, gamzelerine ulaşan bir tebessümdü.

"Benden zaman istemiştin?" diye sordu şüpheyle.

"Dav o zamanı düşündüğümden hızlı tüketti," dedim dürüstçe. "Geçmişimiz hatırına ona saygılı olmaya çalıştım. Ama bu sadece ne kadar değiştiğimi daha iyi görmemi sağladı." Hüzünle gülümsedim. "Bir de..." Mars'a doğru bir adım attım. "Seninle aramda daha fazla bir başkasının olmasını istemiyorum. Yanlış anlamalar olsun istemiyorum. Senden uzak kalmak istemiyorum. Bu iki gün bile... yeterince zordu."

O da öne bir adım attı. Artık bedenlerimiz birbirine değiyordu. Baş parmağı elimin üstünü tatlı tatlı okşarken "Yani..." dedi. "Artık o çocuk yüzünden kaygılanmak zorunda değilim."

Başımı iki yana salladım.

"Ve sevgilim olduğunu açıkça herkese söyleyebilirim."

Kıkırdadım. "Söyleyebilirsin."

Dudakları biraz daha kıvrıldı. "Peki... Bu her an, her yerde, seni istediğim gibi öpebileceğim anlamına mı geliyor?"

Herkesi beklemeden hemen, şu an, burada beni öpecekmiş gibi bakıyordu. Elimin üzerindeki parmağı bileğime tırmanmış, içindeki yumuşak deriyi seviyor, bedenime elektrik şokları yolluyordu. Zorla yutkundum.

"Bir Yurt dolusu hayranını hayal kırıklığına uğratmak istediğine emin misin?"

Gözlerine şeytani bir pırıltı geldi. "Tüm dünya hayal kırıklığına uğrayabilir Olive. Sen benim olduğun sürece..."

Benim... benim olduğun sürece...

Bu sözlerin etkisini sindiremeden diğer eli boynumu yakalayıp beni kendine çekti ve dudaklarını benimkilere bastırdı. Bedenim anında tepki vermiş, ona ulaşmak isterce parmaklarımın üstünde yükselmiştim. Bileğimdeki eli belime kayıp sıkıca kavradı. Gözlerim kapalı olsa da arkasında havai fişekler patlıyordu. Mars'ın şekerli tadı her zamanki gibi baş döndürücüydü. Zamanı, mekanı, etrafımızdaki dünyayı yok edivermişti.

Öyle ki yalnız olmadığımızı hemen anlayamadım. Duyduğum kıkırtılara mırıltılar ve fısıltılar karıştığında ancak gözlerimi açabilmiştim. Mars da duraksadığımı fark edip gözlerini araladı, ama bakışlarını benden hemen ayırmamıştı. Salona girmiş, bizi görmüş, bizi izleyen ruhları önemsemeden, o muhteşem gülüşüyle beni izledi bir süre. Sonra yavaşça belimi bıraktı ve elime uzandı.

"Gel sevgilim, yerimize geçelim," dedi kubbenin altına doğru beni çekip.

Ardından... pembe bir bulutun üstünde, onun peşinden sürükleniyordum. Mars elimi bıraksa dengemi koruyamazdım muhtemelen. Şok içinde olan tek kişi ben değildim elbette. Akranlarımız kesinlikle gördüklerine inanamıyorlardı. Birbirlerinin kulaklarına fısıldadılar, kaşlarını çattılar, sordular, sorguladılar, gülüştüler. Mars bunların hiçbirini umursamıyor gibiydi. Durduğumuzda beni önüne geçirdi ve arkadan belime sarılıp başını omuzuma koydu. Nefes almıyordum.

"Herkes bize bakıyor," dedim cılız sesimle.

"Güzel," dedi Mars yanağıma bir öpücük kondurup. "Herkes baksın."

Gülüşünü sözlerinde duyabiliyordum. Bu durumdan keyif alıyordu. Benimle olmaktan, benim olmaktan, benim onun olmamdan keyif alıyordu. Kendi gülüşüme engel olamadım. Salon giderek dolar, üzerimizdeki meraklı bakışlar her an artarken ona tutundum ve tüm korkularıma, tüm kaygılarıma, aklımdan geçen tüm kötü olasılıklara rağmen bu anın tadını çıkardım.

Şüphesiz ki bugünün, bu haftanın, hatta gelecek pek çok haftanın dedikodu malzemesi biz olacaktık.

Varsın olsundu.

Varsın herkes istediğini konuşsundu.

Ben Mars'ındım, Mars benim.

Hiç kimse bunu değiştiremezdi artık. Tabii bu, denemeyecekleri anlamına gelmiyordu. 

***

-BÖLÜM SONU-

Ve böylece tüm Yurt'la birlikte biz de resmi olarak Mars ve Olive'in sevgili olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Hayırlı uğurlu olsun. İnşallah böyle kalabilirler :D 

Şimdi gelelim bölümü açarken bahsettiğim sorulara. 

SORU 1: Bildiğiniz gibi CEHENNEM EKSPRES adında fantastik bir serim var. Son kitap SİRK'i burada yayınlamıştım, çünkü yayınevi ile anlaşamadık ve basılmadı. Şimdi ben diyorum ki ilk iki kitap olan LUNAPARK ve KARNAVAL'ı da wattpad'de yayınlayayım. Kimler okumak ister? Kimler benimle bu yola çıkar? 

SORU 2: Ben henüz TİKTOK kullanmıyorum. (lütfen dalga geçmeyiniz:p) Ama kitaplarımın daha çok insana ulaşması için bu işe girmeye karar verdim. Aranızda kimler Tiktok'ta? Bana nasıl içerikler istersiniz bir yazarsanız çoook mutlu olurum :D

Baya dertleşmeli bölüm sonu oldu :D

Perşembeye kadar kendinize çoook iyi bakın!

Öppücük, E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top