90
Güzel perşembeler canlarım,
Yazar bu ara pek aktif. Yarışmalara katılıyorum, bir yandan kitaplarımı ingilizceye çeviriyorum. Canım çıkıyor diyebilirim :D Yine deee size bölümü zamanında hazırladım.
Finale son 14 bölüm kaldı. Tadını çıkara çıkara okuyunuz :)
E.Ç.
***
You know you make me wanna (shout)
***
BÖLÜM 90:
GANDALF'TAN GOLLUM'A
Gece odama döndüğümde kendimi Gandalf kadar bilge hissediyordum. Ben, Olive, nasıl olmuştu da kendim için doğru yolu seçmekle kalmamış, bir başkasına hayat dersi verecek kadar büyümüştüm? Yurt sahiden de bir okuldu. Hem de yaşarken asla gidemeyeceğin türden bir okul... Gururluydum. Yüzümdeki vakur tebessümle eğilip kedimin başını okşadım. O ısırarak karşılık verdiğinde büyüklük gösterip gülümsemeye devam ettim. Olgunluk böyle bir şeydi.
Ama elbette insanın öğreneceği derslerin bir sonu yoktu. Mesela ben, Olive, tüm bu bilgeliğime ve yeni kazandığım olgunluğuma rağmen posta kutumda bulduğum mektubu okumamla bir çocuk gibi yerimde tepinmeye başlamıştım. Bir çarşafmışçasına kağıdı çekiştirdim. Ortadan yırtıldığında parçaları yere fırlatıp biraz da onların üzerinde tepindim. Ellerim mektubun yazarı karşımdaymış gibi birer yumruktu. Dişlerim onu parçaladığını hayal ederek alt dudağımı ısırıyordu. Gırtlağımdan hayvani hırıltılar yükseldi. Dikkatli dinleyen biri o hırıltıların aslında bir isim olduğunu anlayabilirdi.
Davon...
Evet, beni saniyeler içinde Gandalf'tan yüzüğünü kaybetmiş Gollum'a çeviren oydu. Kütüphanedeki sevimsiz üslubu yetmemiş gibi odasına döndüğü an beni delirtecek yeni bir şey düşünmüştü. Ne ara birine mektup yazmayı öğrenmişti onu bile bilmiyordum. Ama öğrenmişti ve talihsiz alıcı bendim. Gönderdiği mektupta bir yapacaklar listesi vardı. Uyanmam gereken saat, yemem gerekenler, fiziksel egzersizler, çalışılacak konular, hangi saatte nerede olacağım, araştırmasını nasıl yürüteceğim, bana layık gördüğü limitli molalar...
Her şeyi detaylı okumadım. İlk madde sonraki adımı belirlemem için yeterliydi. Sabahın ilk ışığıyla beni havuzda görmek istiyordu Davon. Belli ki antrenman yapacaktık. Evet yapacağız, diye düşündüm. Ama bu, onun hayalindeki antrenman olmayacaktı. Ona zaman vermeye çalışan iyi niyetli kalbimin canı cehennemeydi. Olgunluğun canı cehennemeydi. Bu işi yarın, o havuzda bitiriyordum. Tabii bu sinirle önce onu suda boğmazsam...
Sabahı zor ettim. Uyandığımda sinirim bir nebze olsun azalmamıştı. Ateşimden ilk nasibi alan da dolabım oldu.
"Oraya yüzmeye gitmiyorum!" diye bağırdım üçüncü kez bana aynı mayonun farklı rengini önerdiğinde.
Ama ben inatçıysam dolap benden de inatçıydı. Beşinci denemede savaşı kazandı, ben de kös kös pembe mayoyu üstüme, parmak arası terlikleri ayağıma geçirdim. Neyse ki üzerime giyebileceğim bir bornoz vermeyi akıl etmişti. Odanın köşesinden kıstığı gözleriyle beni izleyen Bela'ya tehditkar bir bakış atıp koridora çıktım.
Ortalık elbette sessizdi. Diğer ruhlara hava hoştu tabii. Gitmeleri beklenen bir antrenman ya da konuşmaları gereken eski sevgilileri yoktu. Biraz da onlara sinirlenip üçer beşer merdivenleri indim. Havuzun olduğu salona daldığımda bir ruhtan çok kara bir yağmur bulutunu andırıyordum. Şimşeklerim ellerimde, gazabım içimdeydi. Sudaki hareketi yakalayan gözlerim karardı. Beni beklemeden antrenmana başlamıştı Davon demek. Hep en iyi olmalıydı ya...
Ama üç dört adım sonra yanlışlığı fark ettim. Davon tek başına suyu böyle dalgalandırıyor olamazdı. Davon tek başına iki kulvarda da yüzemezdi. Yani Davon tek başına değildi. Kendi yetmemiş bir de antrenmana bir başkasını mı davet etmişti? Ellerim bir kez daha iki yanımda yumruk oldu. Hırsla havuzun ucuna ilerledim. Davon'a seslenecektim ki... durdum. Havuzdaki tüm su kaynayarak başımdan aşağı döküldü. Bakışlarım hızla bana doğru yüzen Davon'dan yan kulvardaki rakibine kaydı. Islandığı için koyulaşmış olsa da bu altın rengi saçları bir başkasınınkiyle karıştırmama imkan yoktu.
"Mars?"
Bana cevap veremezdi elbette. Çünkü can havliyle yarışı bitirmeye çalışıyordu. Peki neden Davon'la yarışıyordu? Niye buradaydı? Omuzu yüzecek kadar iyileşmiş miydi? Tüm bu sorularım Davon'ın kahkahasıyla bölündü. Kenara ulaşmış, ellerini fayansa koyup kendini yukarı çekmişti. Köşeye oturup Mars'ı izledi. Çok değil, iki kulaç sonra Mars ona ulaşmıştı, ama bunun bir önemi yoktu. İki oğlan da galibin kim olduğunu biliyordu. Öfkeden mosmor olmuş suratıyla Davon gibi sudan çıktı Mars. Bu hareket anında yüzünün buruşmasına neden olmuştu. Canının yandığı ortadaydı. Buna rağmen kenara oturmadı, çıkışa yöneldi.
"Ne yapıyorsun Mars?" dedim önünde atlayıp. "Neden buradasın? Neden bu haldeyken yüzdün?"
Omuzuna uzanmak istedim, ama kendini geri çekmişti. "Sen neden buradasın Olive?" dedi suçlar gibi. Kaşları çatıktı. Dudakları ip gibi olmuştu. Kocaman olmuş göz bebekleriyle baştan aşağı beni süzdü. Bornozumun altından görünen mayoyu inceledi. Buraya ondan habersiz Davon'la vakit geçirmeye geldiğimi düşünüyor olamazdı herhalde, değil mi? Evet buraya ondan habersiz gelmiştim. Evet teknik olarak Davon'la konuşmak için onunla vakit geçirmem de gerekecekti. Ama...
"Ben..." diye savunmama başladım.
Davon devam etmeme izin vermedi. İki saniye geçmeden başımızdaydı. Elleri belinde, ukala bakışlarıyla Mars'a gülümsedi. "İyi yarıştı, dostum. Fena değilmişsin."
Fena değil mi? Mars karşılaştığım en iyi yüzücülerden biriydi. Zamanında beni kıskançlıktan delirtecek kadar iyi... Bugünkü kötü performansının yüzüne de yansımış acıyla ilgili olduğuna emindim. Omzundaki sargı ıslandığından hemen anlamamıştım, ama yarasının kanadığını artık görebiliyordum.
"Mars omzun," dedim Davon'un zevzekliğini umursamadan.
Ama Mars bir kez daha kendini geri çekmişti. Bana değil, karşısındaki oğlana bakıyordu. Onu her an havuzun dibine gömecekmiş gibiydi. Davon tebrik için elini uzattığında sıkmaya yeltenmedi. Boşta kalan o eli saçlarına götürüp alnına düşen kızıl perçemleri geri taradı Davon.
"Bir tur daha atalım diyeceğim ama... Lili'yle antrenman yapmamız gerekiyor. Bensiz kalmak ona yaramamış. Seninle de başka zaman devam ederiz artık..."
Mars'ın rengi biraz daha attı. Allah bilir Davon başka neler deyip onu kışkırtmıştı da yaralı halde yarışmasına neden olmuştu. Onu tekmelemek istiyordum. Hayır, onu suyun dibine gömüp üzerinde tepinmek istiyordum. Belki biraz da o çok beğendiği saçlarını çekiştirmek istiyor olabilirdim. Ama Mars hareketlenince bunların hepsi aklımdan uçup gitti.
"Mars bekle!" dedim anında peşine düşüp.
Dav da anında benim peşime düşüp kolumdan yakalamıştı. "Nereye gidiyorsun Lili?"
"Ben buraya antrenman yapmaya gelmedim," dedim sinirle kendimi elinden kurtarıp. "Buraya geldim, çünkü sana söyleyeceklerim vardı."
"Söyle o zaman."
Söyleyecektim tabii de, Mars bu halde benden uzaklaşırken konuya odaklanmam imkansızdı. Gözlerim sevgilime kaydı. Havlusunu boynuna sarmış, kapıya ulaşmak üzereydi. Ona gitmek, yarasına bakmak, aramızdaki tüm yanlış anlamaları düzeltmek istiyordum, ama...
"Lili!" dedi Davon bir kez daha çekiştirerek.
Burnumdan soluyarak ona döndüm. Belli olmuştu, problemin ana kaynağı ensemde dikilirken ne yaparsam yapayım Mars'la işleri yoluna koyamayacaktım. Kolumu ondan kurtardım, derin bir nefes alıp ona döndüm.
"Dinle beni Dav... bu şekilde davranamazsın."
"Nasıl davranıyormuşum ki?"
"Sanki her şey normalmiş gibi... Sanki o kaza hiç olmamış, biz hiç ölmemişiz, hayatımıza kaldığımız yerden devam edebilirmişiz gibi..." Sıkıntıyla nefes verdim. "Ben çok uzun süredir buradayım Dav. Bir sürü şey yaşadım. Bir sürü şey gördüm. Değiştim. Bıraktığın Olive değilim artık."
"O Olive olmadığın belli," dedi küçümser bir tebessümle. "Belli ki bu dünya diğerleri gibi senin de gözünü boyamış. Kim olduğunu unutmuşsun."
"Ben kim olduğumun farkındayım," dedim dişlerimin arasından. "Hatta daha önce kendimi hiç bu kadar iyi tanımamıştım."
"Öyle mi?" dedi aynı ukala edayla. "Süslü kıyafetler, amaçsız hobiler, eğlence adına boşa harcanan geceler, sana hiçbir şey katmayan boş beleş arkadaşlar... Bu musun sen gerçekten?"
Kalbim camdan olsa göğüs kafesim kırıklarla dolu olurdu. Patlamanın sesini duymuştum sanki. Geçmişimiz hatırına Davon'a karşı hissettiğim ne kadar güzel duygu varsa yıkılan inancımın altındaydı şimdi. Kaçar gibi ondan bir adım uzaklaştım. Sonra bir adım daha...
"Asıl bu sen misin?" dedim hayal kırıklığıyla. "Hep mi böyleydin? Bu kadar duygusuz, düşüncesiz, acımasız..."
Tek kaşını kaldırdı. "Mantıklı, aklını kullanan ve gerçekçi demek istiyorsun herhalde. Bir zamanlar en çok değer verdiğin şeyler..."
"Bir zamanlar..." dedim dişlerimi sıkıp. "Ölüp de gerçeği görmeden önceki zamanlar."
Şimdi, o değerlerin bana ait olduğuna bile emin değildim. Sanki başkalarının doğrularını kabullendiğim, onları memnun etmek için rol yaptığım sahte bir ömür yaşamıştım. Ölümüm gerçek Olive'in doğumu gibiydi. Davon ise bunu anlamamakta ısrarcıydı. Sıkılmış gibi dudak büktü.
"Yapma lütfen. Bu kadar dramatik olmaya gerek yok. Biraz kafan karışmış o kadar. Merak etme, seni buradan kurtardığımda her şeyi geri hatırlarsın."
Allah'ım delirecektim! "Beni buradan kurtarmanı istediğimi nereden çıkarıyorsun?" dedim öfkeyle.
Ukala gülüşü dudaklarına geri döndü. "Belli ki kendin gibi beni de unutmuşsun Lili. Bu hayatta başardığın her şeyin arkasında benim zekamın olduğunu unutmuşsun. Buradan kurtulmak için bana ihtiyacın var!"
İçimde bir canavar uludu. Kafamın içinde yankılanan sesiyle ben de bağırdım. "O yüzden mi buradasın? O yüzden mi beni bulmak için ilahi düzeni bozma pahasına bu Yurt'a transfer oldun? Neden o müthiş zekanı kullanıp da kendini kurtarmadın ha?" Cevap vermesine izin vermeden parmağımı göğsünde bastırdım. "Çünkü senin de dediğin gibi, biz bir ekibiz Dav! Hep bir ekiptik. Benim başarılarımın arkasında senin zekan olabilir, ama seninkilerin arkasında da benimki var." Sinirle güldüm. "İkimiz de bal gibi biliyoruz ki yardımıma ihtiyacın olduğu için buradasın. Kendi başına bu işi çözebilseydin çoktan basıp giderdin. İşte o kadar bencil bir adamsın sen!"
Nefes nefese ondan uzaklaştım. Histeri krizimden Davon'a kal geldiği kesindi. Aralık dudaklarıyla dehşet içinde yüzüme bakıyordu. Güzel! diye düşündüm. Sonunda beni gerçekten dinliyordu. Öyleyse duyacakları vardı.
"Birlikteliğimiz boyunca bana kendimi hep küçük hissettirdin," diye devam ettim. "Sana yaranabilmek için yapmadığım şey kalmadı. Yine de ne denediysem yetersiz kaldı. En iyi olduğum şeyleri bile eleştirdin. Sırf eleştirmiş olmak için..."
"Kendini geliştirmen içindi..." diye kendini savundu.
"Hayır!" dedim hemen. Bu yalanı artık bana yediremezdi. "Senden daha iyi olmamdan, senden daha çok dikkat çekmemden ödün kopuyordu da ondan... Beni değersizleştirerek kendini yüceltmeye çalıştın sen. Duvarlar ördün, sınırlar çizdin, beni aklındaki kalıba soktun. Ve salak ben tüm bunları kendimin istediğini sandım. Anlamadan, bilmeden ne dediysen yaptım. Yanında göze batmayacak, ne desen he diyecek, şahane bir kız arkadaş oldum."
"Lili, saçmalama lütfen. Her şeyi yanlış anlamışsın."
Ama anlamamıştım. Davon'ın nihayet sesine yerleşen tedirginlik de bunu bildiğini gösteriyordu. Bana uzandığında geri kaçıp ondan biraz daha uzaklaştım.
"Saçmalamıyorum," dedim. "Kafam da karışık değil. Kendimi bulmam için bir değil, defalarca kez ölümden dönmem gerekti. O yüzden ne istediğime eminim."
"Lili... Dinle beni!"
"Hayır, sen beni dinle Davon!" Derin bir nefes almak için durdum. "Senin zekana ihtiyacım yok. Bir gün buradan gideceksem de bunu kendim yapacağım! Bir de..." Çenemi gururla yukarı kaldırdım. "Sen ve ben artık sevgili değiliz. Hiçbir zaman da gerçekten olmamıştık zaten!"
Ve sonra onu kekelerken bırakıp basıp gittim.
***
-BÖLÜM SONU-
Evet, tak zilleri tak tak tak! Olive konuşma operasyonunu sonunda başarıyla tamamladı. Elleriyle Davon'ı havuzun dibine gömememiş olabilir, ama bence sözleri benzer bir etki yaratmıştır.
Peki sevinip rehavete kapılacak mıyız?
ASLA!
Dramatik sonlar yazarı sizi hiç böyle neşe içinde bırakır mı? Bırakmaz. E haliyle sonraki iki hafta belalardan bela beğenebilirsiniz. Tahmin etmek isterseniz duymak çok isterim.
not: Mars'ın kasetini merak edenler, onu finale sakladım, tokat gibi geliyor, hiç merakınız olmasın :D
Şimdilik sizi öpüyorum! Kendinize çook iyi bakınız!
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top