80
Selam canlarım! Öncelikle, iyi ki doğdum 🎂👏🏻🌹
Haftanın ikinci bölümü kendime (ve elbette size) bir hediye olarak bir gün önce, tam da doğum günümde geliyor. Geçen bölüm aldığınız mendillerle göz yaşlarınızı silin bakalım. Bu sefer önünüzde tebessümler, ferahlamalar ve kavuşmalar var.
Keyifle okuyunuz,
EC.
***
Let my love open the door...
***
BÖLÜM 80:
DİKİŞ USTASI
"Sıkı tutun!" diye uyardı Ursa. "Başlıyorum."
Başlıyordu. Onun atölyesinde, kalıp çıkardığı masanın etrafındaydık. Masanın üzerinde her zamanki patronlar ve kumaşlar yerine Mars yatıyordu. Tarben başında, elleri Mars'ın omuzlarındaydı. Ben ve Helene bileklerini, Diego ve Blue ayaklarını masaya bastırıyordu. Şimdi Blue'nun tek kolu sarılıydı. Revirden malzeme çalmak için oynadıkları oyun gereği kendini yaralaması gerekmiş, neyse ki planları işe yaramış ve Diego bu arada ihtiyacımız olan tüm malzemeleri kaçırmayı başarmıştı.
Mars'ın yarasını Blue ve Ursa temizledi. Yırtık kazağını parçalamış, tişörtünü kesmiş, kızıla boyanmış vücudunu suyla silmiş, sonra yarayı dezenfekte etmişlerdi. Ben de yardımcı olmak istediysem de yüzümde her ne gördülerse herkes müdahaleme itiraz etmişti. Haklılardı, kendimde değildim. Bayılacak gibi hissediyordum. Blue kurdun dişinin aortu kıl payı kaçırdığını söylediğinde dünya etrafımda sallanmış, masaya tutunmak zorunda kalmıştım. Tarben'in ısrarına rağmen yine de oturmayı reddettim ve kızlar işlerini yaparken Mars'ın başından ayrılmadım. İkinci iyi haber kemiğe zarar gelmemiş olmasıydı. Ve böylece sıra dikime gelmişti.
"Şimdi biraz dişini sıkman gerekecek dostum," dedi Tarben Mars'ın üzerine doğru eğilip.
Mars tam olarak kendinde değildi. Gözleri bir açılıp bir kapanıyor olsa da bana verdiği sözden sonra acıyla inlemek dışında bir daha ağzını açmamıştı. Blue'nun bir köşede bulup ağzına soktuğu kumaş parçası dişleri arasındaydı. Ursa iğneyi Mars'a saplayana dek bunun ne işe yarayacağını anlamamıştım. Mars'ın bedeni anında kasılıp gırtlağından korkunç bir hırıltı çıktığındaysa taşlar yerine oturdu.
"Dayan Mars," dedi Tarben onu geri masaya bastırıp.
Dayanmak için her şeyi yapıyordu Mars, emindim. Ama acısı dayanılmaz olmalıydı. Kapalı gözlerinden kontrolsüz yaşlar döküldü. Çığlığı ağzındaki kumaşın arasında boğuldu. Elimin altındaki kolu Ursa iğneyi her sapladığında şiddetle sarsılıyordu. Uzuvlarına asılmış onu zapt etmeye çalışan her birimiz ter içinde kalmıştık.
"Az kaldı," dedi Ursa Mars'dan çok kendine cesaret vermeye çalışırcasına. "Biraz daha dayan lütfen!"
Keşke bu Mars'ın elinde olsaydı. Bedeni sonunda şiddetle kasıldı. Bacaklarından biri Helene'nin elinden kurtuldu. Bileği elimin altından kaydı. Ve sonra, bir anda başı yan devrildi, vücudu hareketsiz kaldı.
"Ne oldu?" dedim korkuyla. "Ne oldu, neden hareket etmiyor?"
"Acı onu bayıltmış olmalı," dedi Blue. Mars'ın başına koşmuştu. Gözlerini tek tek açıp baktı. Ağzındaki kumaşı çıkarıp attı. "Yara hala kanıyor," dedi endişeyle. Bezlerle bir kez daha ısırığın etrafını sildi. "Hadi Ursa, acele etmemiz lazım."
Yeniden öne eğildi Ursa. Şimdi Mars direnç göstermediğinden çok daha hızlı ilerliyordu. İğneyi batırdı, çıkardı, yeniden sapladı. Boynundan omzuna uzanan siyah dikişlerle Frankestein'ın eserlerinden birine benziyordu Mars artık. Ursa düğümü atıp ipi kestiğinde Blue bir kez daha yaranın etrafını temizleyip korkunç tabloyu gözler önüne sermişti.
"Şimdi ne olacak?" diye sordu Helene.
Mars'ın yüzüne düşen perçemlerini geri itti Blue. Yanağına bulaşmış kanı temizledi. Saçlarını okşadı. "Şimdi bekleyeceğiz," dedi sonunda. "Bekleyeceğiz ve onun için dua edeceğiz. Yapabileceğimiz başka bir şey yok."
Onun Diego'nun verdiği örtüyü Mars'ın üzerine örtmesini izledim. Bu arada Ursa başının altına kumaşlardan yumuşak bir yastık yapmıştı. Diego ayakkabılarını çözüp çıkardı. Bu haliyle olmayacak bir yerde, olmayacak bir zamanda, huzursuz bir uykuya dalmış gibi görünüyordu Mars.
"Hadi," dedi Tarben. "Siz gidip üstünüzü başınızı değiştirin, biraz dinlenin. Biz Blue'yla ilk nöbeti alırız."
"Hayır," dedim kimse bir şey diyemeden. "Ben bir yere gitmiyorum."
"Olive'cim..."
Ursa'nın karışmasına izin vermeden köşedeki sandalyeye gittim. Kucakladığım gibi masanın yanına taşıdım ve oturdum.
"İyi görünmüyorsun Olive," dedi Tarben endişeyle. "Merak etme, biz buradayız. Bir şey olursa..."
"Hayır," dedim yeniden. "Boşuna ısrar etmeyin. Onu bırakmıyorum."
Fikrimi değiştirmeye çalıştılar. Ursa bir kez daha şansını denedi. Blue önerilerde bulundu. Helene mantıklı açıklamalarıyla olaya müdahale etti. Yapamadılar. Yapamazlardı da. Mars'ı bu halde bırakıp hiçbir yere gitmeyecektim. Sonunda pes ettiler. Tarben benimle geride kalmış, Ursa çaldığımız anahtarı bırakmak için Müdire'nin odasına gitmiş, diğerleri odalarına dağılmıştı. Birkaç saat geçmeden Blue geri geldi. Ursa onu takip etti. Tarben'le görev değişimi yaptılar. Sonra Diego geldi, Ursa gitti. Helene geldi, Blue gitti.
Saatler geçiyor, sabah hızla yaklaşıyor, arkadaşlarım gelip gidiyor, Mars hareketsiz yatmayı sürdürüyor, bense yerimden kalkmıyordum. Kolumu masaya koymuş, başımı üzerine yaslamıştım. İnsanın gözyaşlarının bir sınırı olmalıydı. Ama benim yoktu. Onu izlerken istemsizce, sessizce ağlamaya devam ediyordum. Elim Mars'ın elini sıkıca tutuyordu. Sanki bir an bıraksam karanlığa kayıp gidecekti. Buna izin veremezdim. Veremezdim ama...
Gücümün bir sınırı vardı. Yorgun, yaralı, kırık dökük bedenim bir yerden sonra uykuya yenilmiş olmalıydı. Ne ara karanlığa kapıldığımı bilmiyordum. Gözlerim yeniden açıldığında aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Çok önemli bir şeyi kaçırmış gibi panikle yerimde sıçradım. Önce müthiş bir suçluluk duygusu kalbimi ele geçirdi, sonraysa şok edici bir heyecan... Çünkü şimdi, Mars'ın gözleri açıktı ve bana bakıyordu.
"Mars!" dedim ona doğru uzanıp. Kahkaha atmam gerekirdi, ama gözlerim yeniden yaşlarla yanıyordu. "Mars, iyi misin?"
Saçmalıyordum. İyiden daha uzak olamazdı. Belki de o yüzden sözlerime tebessüm etmişti. "Daha iyi günlerim... olmuştu," dedi. Sesi çatallı ve güçsüzdü.
Elim düşünmeden yanağına gitti. "Uyandın," dedim yeni gözyaşları arasında.
"Söz verdim," dedi.
Onun da eli benim yanağıma uzandı. Şimdi parmakları yeniden sıcaktı. Hayat yavaşça bedenine dönüyordu sanki. Varlığını hissetmek istercesine başımı avucunun içine bastırdım. Gözlerim kapandı ve öylece durdum. Dokunuşunun korkularımın, kaygılarımın üstüne yağmur gibi çiselemesine izin verdim.
"Peki sen... iyi misin?" diye sordu.
Onun gibi bir yaram olmasa da ben de onun kadar kötü görünüyor olmalıydım. Diğerlerinin aksine elimi yüzümü bile yıkamamıştım. Üstümde hala Mars'ın kanına bulanmış, pis kıyafetler vardı. Gözlerimin nasıl yandığı düşünülürse kıpkırmızı ve şiş olmalıydılar. Düğüm olmuş saçlarım başımın etrafında dört bir yana dağılmıştı. Ama şimdi, Mars'a bakarken, yeniden onunla konuşurken, ona dokunurken, kendimi hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum.
Başımı salladım. "Ben iyiyim. Herkes iyi."
Duyduklarıyla yüzü rahatladı. "O halde niye hala ağlıyorsun?" diye sordu tebessümle.
"Çünkü..." Çünkü durmak şimdi öncekinden de zordu. Suçluluğun omuzlarımdaki yüküyle eziliyordum. "Hepsi benim... hepsi benim suçum," dedim yaşlar arasında. Başım önüme düştü. "Benim yüzümden bu haldesin. Ben..." Burnumu çektim. "Ben özür dilerim Mars. Çok özür dilerim. Çok..."
"Hey..." dedi parmaklarıyla yanağımı okşayıp. "Unuttun mu? Oraya gitmek senin değil, benim kararımdı."
"Ama... en başında seni dinleseydim..."
"Olive..." dedi Mars yorgun sesiyle. "Sana söyledim, bana ne olduğu umurumda değil. Ölümden hiçbir zaman korkmadım ben. Ama sana bir şey olacak diye çok korktum. O yüzden... bu gece aynı deliliği yapsan, yine peşinden gelirdim." Gülümsedi. "Gerçi... maceraya en azından bir iki gece ara verirsek çok sevinirim. Malum...." Yarasına doğru başını eğip yüzünü buruşturdu.
Yaşlarıma rağmen sözlerine güldüm. "Korkma," dedim. "Başka delilik yok. Söz veriyorum."
"İşte buna hiç inanmadım," diye mırıldandı. Başını tavana çevirdi, dudaklarında tatlı bir tebessümle gözleri yeniden kapandı. Eli yavaşça yanağımdan aşağı kaymış, kolu masaya düşmüştü. Ve ardından yeniden uyuyordu. O kadar kan kaybetmişti ki bu normaldi sanırım. Tamamen iyileşene ve kendini toplayana dek bolca uyuması ve dinlenmesi gerekecekti. Önemi yok, dedim içimden. O kendine gelmişti. Hala benimleydi. Hala buradaydı. Sözünü tutacak, eninde sonunda ayağa kalkacaktı.
Bir süredir varlığını unuttuğum umut yeniden kalbimdeydi şimdi. Elimin tersiyle gözlerimi, yanaklarımı kuruladım. Tarben'le o an göz göze gelmiştik. Atölyenin bir köşesinde, raflara yaslanmış, sessizce beni izliyordu. Ne zamandır oradaydı bilmiyordum, ama Mars'la konuşmamızı duyduğuna şüphe yoktu. Yüzünde anlayamadığım bir ifade vardı. Yavaşça doğruldu, ağır adımlarla yanıma geldi ve poposunu Mars'ın ayak ucuna yasladı.
"Uyandı," dedim.
"Gördüm," dedi. "Sahiden sana verdiği sözü tuttu." Mars'ın yüzünü bir bulmacayı çözmeye çalışır gibi inceliyordu. Sonunda gülümsedi. Bakışları önüne, yere düştü. Düşündüğünü görebiliyordum. Bir süre sessiz kaldıktan sonra derin bir nefes aldı. "Ben bunu nasıl göremedim?" diye sordu bana bakıp.
Anlamadım. "Neyi... nasıl göremedin?"
Tebessümü kırıldı. "Sizi," dedi. "Birbirinize nasıl baktığınızı... Ona nasıl baktığını... Onun sana nasıl baktığını..." Dudaklarını birbirine bastırdı. "Sanırım görmek istemedim."
Bakışlarımı kaçırdım. "Biz... Bizim aramızda senin düşündüğün gibi bir şey yok."
Sözlerim Tarben'in kaşlarının yukarı kalkmasına neden oldu. Dudaklarının kenarı biraz daha kıvrıldı. "Evet, belli ki birlikte değilsiniz. Ama bu, aranızda bir şey olmadığı anlamına gelmez."
İtiraz etmek istedim. Tarben müdahaleme izin vermedi.
"Mars dün gece senin için Arşiv'e girdi Olive. Başka hiçbir güç onun gibi bencil bir herifin fikrini değiştirmezdi ama o, senin için geldi. Senin için kendini kurtların önüne attı. Ölebileceği halde revire gitmeyi reddetti. Sırf senin başına bir şey gelmesin diye..."
"Bizim..." diye düzelttim. "Bizim başımıza bir şey gelmesin diye."
Başını iki yana salladı. "Ben Mars'ı uzun süredir tanıyorum. Daha önce onun kendinin önüne bir başkasını koyduğunu hiç görmedim. Blue'yu bile... Ama sen... sen belli ki farklısın." Acıyla gülümsedi. "Belli ki o da senin için farklı. Tüm gece bir an bile elini bırakmadın. Yanından ayrılmadın. Nefesini dinledin. Sanki sen de onunla birlikte iki dünya arasında asılı kaldın. O gözünü açtığında ben seni izliyordum Olive. Gördüm, onunla sen de yeniden doğdun."
Bu defa karşı çıkmaya yeltenmedim. Tarben haklıydı. O da diğerleri de perişanlığıma anbean şahit olmuştu. Mars'la birlikte ben de ölüyordum az daha. Bu saatten sonra kimden neyi saklayabilecektim ki? Bakışlarım önüme düştü.
"Özür dilerim," diye mırıldandım.
Tarben'in kaşları çatıldı. "Özür mü? Neden?"
"Sana söylemem gerekirdi," dedim ona bakmadan. "Dün gece... benimle konuştuğunda... dürüst olmam gerekirdi. Ama... o an ne yapacağımı bilemedim." Yanağıma düşen yaşı hissettim. "Bana kızmakta sonuna kadar haklısın."
Tarben bana doğru kaydı. Çenemden tutup başımı kaldırdı ve beni yüzüne bakmaya zorladı. "Bunları sana kızgın olduğum için söylediğimi mi düşünüyorsun?" dedi merakla.
"Değil misin?" diye sordum çekinerek.
"Sana karşı değil," dedi düşünmeden. Bakışları Mars'a kaydı. "Ben... ona kızgınım. Şansı varken elini tutmadığı için. Kaderime kızgınım. Bana bir kez daha aynı şeyi yaşattığı için. En çok da... kendime kızgınım. Her şey gözümün önünde olduğu halde göremediğim için." Ensesindeki saçları çekiştirdi. "Sana dün gece de söyledim. Hislerimi sana itiraf ederken bir karşılık beklemedim ben. Kalbini bir başkasına verdiğini zaten biliyordum. Sadece... o başkasının Mars olabileceğini düşünemedim." Sinirle güldü. "Mars... Yine, yeniden, Allah'ın cezası Mars..."
"Tarben..."
"Özür dilerim," dedi ne yaptığını fark edip, ama tebessümünün ardında kızgın olduğunu görebiliyordum. "Sadece..." diye başladı. Dudakları aralanıp kapandı. Sesli bir nefes verip yeniden denedi. "Sadece ben... ben ona güvenmiyorum Olive. Güvenemiyorum. Belki hatalıyım. Ona haksızlık ediyorum belki. Dün yaptıklarından sonra böyle düşünmemem lazım. Ama..." Sesli bir nefes verdi.
"Biliyorum," dedim. Mars söz konusuyken hep bir ama vardı, biliyordum. Ama... "Maalesef bilmek hislerimi değiştirmedi. Değiştirmiyor. Üzülüyorum. Daha da üzüleceğimi biliyorum. Yine de kendimi aynı yerde buluyorum. Tekrar tekrar."
Samimi itirafıma ne diyeceğini bulamamıştı Tarben. Düşündü. Düşündü. Başını belli belirsiz salladı. Sonra ayağa kalktı. "Ben... biraz hava alacağım. Ursa birazdan burada olur zaten. Ben de sonra kontrole gelirim."
"Tamam," dedim.
Arkasını döndü Tarben. Sonra böyle gitmek içine sinmemiş gibi yeniden bana döndü. "Umarım mutlu olursun Olive. Sen gerçekten bunu hak ediyorsun."
Sonra atölyeden çıkıp gitti. Kalbinin kırıldığını biliyordum. Beni Mars'la görmemek için hava almaya gittiğini biliyordum. Yine de ona karşı dürüst olduğum için pişman değildim. Hafiflemiş hissediyordum. Sanki göğsümü sıkan kelepçelerden özgürleşmiş gibi...
Bakışlarım Mars'a düştü. Bundan sonra ne getirecekti, Tarben kaygısında haklı çıkacak mıydı, hiç mutlu olabilecek miydim, bilmiyordum. Bildiğim tek şey yarın ne getirirse getirsin şu an onun yanından başka hiçbir yere gitmek istemediğimdi.
Kolumu yeniden masaya koyup başımı yasladım ve Mars'ın elini tutup gözlerimi yumdum. Sabah sadece birkaç saat uzaktaydı. Henüz bilmesem de hiç beklenmedik haberlerle geliyordu. Şu an ise sadece ben ve Mars vardık. Tarben'in uyarısına rağmen... Kalbimdeki korkulara rağmen... Mantığın sesine rağmen...
Ben ve Mars...
Ben... ve Mars.
***
-BÖLÜM SONU-
Gülücüklü emojileri şuraya alabilir miyim lütfeeen? Kaç bölümdür şiştik, azıcık şöyle içimiz ferahlasın, yüzümüzde gülücükler açsın 😃🌹
Bu andan sonra size bol kalpli, yer yer alevli, iç ısıtmalı bölümler temenni ediyorum. En az bir iki hafta rahatsınız, tadını çıkarın. Çünkü yazar size öyle bir son hazırladı ki... Son 10 bölüm sizi bir duygudan diğerine savurcam diyebilirim. Ama siz de beni o yüzden seviyorsunuz değil mi 😅
Sonraki haftaya kadar kendinize çoook iyi bakın canlar.
Öpüldünüz,
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top