77
Güzel haftalar okurlarım, canlarım, bir tanelerim!
Beklenen an geldi. Arşiv'e giriyoruz. Ve sonraki birkaç bölüm kalıyoruz. Keşfedecek çok sır, yaşanacak çok aksiyon var. Susuyorum, siz de o sırların ve maceraların içine dalıyorsunuz.
Keyifli okumalar,
E.Ç.
***
Ain't no mountain high enough
***
BÖLÜM 77:
ARŞİV İŞGALCİLERİ
Kütüphaneye kadar ne Mars ağzını açtı ne de ben tek kelime ettim. Diğerleriyle karşılaştığımız an içine gireceğimiz soru fırtınasına hazırlanıyorduk sanki. Gözlerim istemsizce ikide bir Mars'a kayıyordu. Gerginliği yüzünün her köşesini ele geçirmişti. Kütüphanenin girişi karşımızda belirdiğinde mavilerinde şimşekler çaktı, kalbimdeki paniği ona katladı. Anlaşmış gibi aynı tarafa yöneldik. Onunla ilk seferinde Arşiv'den dönmemizi sağlayan kapının olduğu yere...
"Geldiler!"
Diego'nun sesiyle herkes bize döndü. Arkadaşlarım çoktan olay yerine ulaşmışlardı ve artık balo kıyafetlerini giymiyorlardı. Ursa'nın odasına istiflediğimiz malzemeler ellerinde, kollarında, ayaklarının dibinde kullanılmayı bekliyordu. Buraya kadar her şey planımız dahilindeydi. O yüzden gözlerim planımızda olmayan tek ayrıntıya takıldı: Helene. Buradaydı.
Ne olmuştu, ne ara fikrini değiştirmişti, Lark neredeydi bilmiyordum. Ama görünen o ki o da artık Arşiv işgalcilerinden biriydi. Ona sormak istediğim tüm sorulara rağmen bakışlarımı kaçırdım. Diğerleri bendeki garipliği yüzümden okuyabilirlermiş gibi başım kendiliğinden öne eğilmişti. Çabam boşunaydı elbette. Gözlerim ağlamaktan şiş, yanaklarım soğuktan hala kızarıktı. Yüzümde ağzımı örttükleri kumaşın izleri, boynumda ve bileklerimde morluklar vardı.
"Olive?" dedi Ursa endişeyle. "Sana ne oldu?"
Bakışlarımı zorla yerden kaldırdığımda arkadaşlarımınkine çarptı. Hepsi dikkatle beni izliyorlardı.
"Bir... kaza geçirdim," dedim.
"Ne kazası?"
"Önemli değil. Şimdi buna vaktimiz yok. İşimize bakalım hadi. Anahtarı aldınız mı?"
Diego cevap veremeden Tarben öne çıkmıştı. "Önemli değil mi?" diye sordu. Kızgın görünüyordu. Gerçekten kızgın. Mars'a döndü. "Nerede buldun Olive'i? Neden bu halde?"
Sesindeki suçlayıcı tonu duymamak imkansızdı. Mars ona ters bir cevap verip konuşma içinden çıkılmaz bir tartışmaya dönemeden araya girdim.
"Tarben... Mars bana yardım etiği için şu an buradayım. Ne olduğunu sonra anlatacağım, söz veriyorum. Ama şu an bununla vakit kaybedemeyiz, gerçekten." Diğerlerine döndüm. "Hazır mıyız?"
Anahtarı cebinden çıkardı Diego. Eski usul, kafası süslü, metal bir anahtardı bu. Sıradan bir anahtar olmadığıysa iki saniye içinde belli olmuştu. Diego yüzünü kitaplığa döndüğü an raflar sallanmaya, kitaplar birbirine çarpmaya, yer titremeye başladı. Değişimin hızı inanılmazdı. Raflar kitaplarla birlikte sağa sola kaydı, açılan boşlukta bir kapı belirdi.
"Vay..." dedi Diego. "Gerçekten işe yaradı." Gözleri elindeki anahtarla karşısındaki imkansız kapı arasında gidip geliyordu.
Şu ana kadar Arşiv'e girmek delice bir hayaldi. Şimdiyse o hayal üç boyutuyla karşımda duruyor, içine adım atmamı bekliyordu. Bu noktadan sonra istesek de geri dönemezdik. Midem eğilip bükülüp içine katlandı.
"Eşyalarınızı kuşanın hadi," dedi Tarben.
Komutuyla herkes yere eğildi. Diego bıçaklı kemere uzanıp omzuna astı. Ardından kalan cephaneyi ceplerine ve botunun içine sıkıştırdı. Müzik setini Blue kucaklamıştı. Ben ve Ursa nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz gümüş mızraklar taşıyorduk. İki kılıcımız vardı. Tarben'den başka onları kullanabilen olmadığından normalde ikisini de onun taşımasını planlamıştık. Ama şimdi Mars'ın aramıza katılmasıyla Tarben'in doğru olanı yapmakla duygularına yenik düşmek arasında gidip geldiğini görebiliyordum. Neyse ki kısa bir tereddüdün ardından kılıçlardan birini Mars'a uzatmıştı.
"Madem buradasın, bir işe yara," dedi.
Mars sinirle gülümsese de diline hakim olmayı başarmıştı. Başını belli belirsiz sallayıp kılıcı Tarben'den aldı. Hemen yeniden yere eğildi Tarben. Kurtları bağlamak için kullanacağımız halatlar en ağır yükümüzdü. Bir ruloyu kendi omzuna taktı. Diğerini Diego aldı. Son ipe Mars yöneldiğinde Helene öne atıldı.
"Onu da ben alayım. Ben de bir işe yaramış olurum."
Yükün onun ince uzun bedenine ağır geldiği anında bükülen sırtından belli olsa da kimse ses etmedi. Böylece savaşa hazırdık. Elimizdeki üç beş tiyatro dekoruyla ilahi canavarları yenip hazineye ulaşmaya gidiyorduk.
"Hazır ol Blue," dedi Tarben en önden.
Ona doğru ilerleyip bir adım arkasına geçti Blue. Müzik setini bir kalkan gibi göğsüne kaldırmıştı. Parmağı play tuşunun üzerinde duruyordu. Diego'nun bir gölge gibi onun hemen yanına kaydığını gördüm. Bir eli Blue'nun sırtında, diğeri bıçaklardan birinin kabzasındaydı. Ursa ve Helene onların hemen arkasında, benim önümdelerdi. Taşıdıkları silahlarıyla benim kadar acemi görünüyorlardı.
"İki elinle tut," dedi Mars.
Başımı kaldırdığımda hemen yanımda dikildiğini fark ettim. Mızrağıma bakıyordu. Dediğini yapıp diğer elimle de metali kavradım. Ve sonra Tarben uzanıp tokmağı çevirdi. Boşluktan yayılan ilk ışıkla Mars aramızdaki boşluğu kapatmış, kılıcı önüne kaldırmıştı. Onun reflekslerini uyaran anı benim de kafamın içinde oynuyordu. Nefesimi tutup üzerimize atlayan iskelet kurtlarla karşılaşmayı bekledim. Ama canavarlar ortalıkta değildi. Henüz. Tarben boşluğa adım attı. Blue onu takip etti. Diego, Ursa, Helene derken birkaç saniye arayla hepimiz basamakları iniyorduk. Mars içeri son girip ardından kapıyı kapadı.
"Kurtları gören var mı?" diye fısıldadı Ursa.
"Hayır," dedi herkes.
Yine de Tarben operasyonda hiç risk istemiyordu. "Blue müziği aç," dedi merdivenin ortasına geldiğinde.
İkiletmeden tuşa bastı Blue. Birkaç saniye kaset boşa döndükten sonra keman sesi Arşiv'e yayılmıştı. Hissettiğim gerginliğe tamamen tezat, yumuşacık bir ezgi çalıyordu şimdi.
"Hala hiçbir şey görmüyorum," dedi Blue.
En alt basamağa ulaşmışlardı. Onun peşi sıra yan yana dizildik. Haklıydı, ben de hiçbir şey görmüyordum. Arşiv, önceki gelişimizdeki gibi terk edilmiş görünüyordu. Sonsuzluğa uzanan kolonlar, o kolonları kaplayan posta kutuları, o kutuların içinde keşfedilmeyi bekleyen sırlar...
"Muhtemelen kurtların çıkması için tetikleyen bir şey olması gerekiyor," diye tahmin yürüttü Mars. "Biz bilgisayarları çalıştırıp kaseti takmıştık."
"Belki de anahtarla girdiğimiz için hiç çıkmazlar," dedi Ursa umutla.
"Evet çok mantıklı!" diye onayladı Blue bize dönüp. "Sonuçta siz kaçak girmiştiniz. Bizi görevli biri sanabilirler."
"Müziği de unutmayın," diye hatırlattı Diego. "Belki de masaldaki gibi çoktan uyuya kaldılar."
Herkesin bu harika olasılıklara tutunmak istediği ortadaydı. Bense Mars'a baktım. Koyulaşmış bakışları onun da benim gibi en kötü ihtimali beklediğini söylüyordu.
"Siz yine de temkinli olun," dedi Tarben endişelerimize katılıp. "Kurtların neye tepki verdiğini bilmiyoruz. Görüntümüzden, kokumuzdan ya da herhangi bir şeyden burada çalışmadığımızı anlayabilirler."
Onun uyarısına uyup dikkatli adımlarla Arşiv'in içine doğru ilerledik. O korkunç geceden hatırladığımız kadarıyla arkadaşlarımızı yönlendiren Mars ve bendim. Masalar ve bilgisayarlar karşımıza çıkana dek kolonların arasında önlü arkalı, sağı solu kolaçan ederek yürümeyi sürdürdük. Hedefe ulaştığımızda müzik setini masaya bıraktı Blue.
"Şimdi ne yapıyoruz?"
"Kasetler posta kutularında," dedi Mars. Planın üzerinden defalarca kez geçtiğimizi de herkesin bu bilgiye hakim olduğunu da bilmiyordu elbette.
"Konuştuğumuz gibi," dedi Tarben onu duymazdan gelip. "İkili gruplar halinde kutuları arayacağız. Silahları eşit bölüşmemiz lazım. Ursa sen Helene'yi al. Diego, Blue siz birlikte çıkın. Olive sen de benimle gel.
"Ama birinin geride kalması gerekiyordu," diye hatırlattı Ursa.
Tarben Mars'a döndü. "Mars burada olduğuna ve kasetlerle ilgilenmediğine göre geride kalıp müzik setinin çalışmaya devam ettiğinden emin olabilir."
Mars ukala bir tebessümle asker selamı verdi. "Emredersiniz komutanım."
Tarben bir kez daha onu duymazdan gelmişti. "Hadi," dedi bize. "Kolon kolon ilerleyeceğiz. İçten dışa doğru. İçimizden birinin kasetini bulan bağırsın."
Tarben'in yanına ilerlemeden son kez Mars'a baktım. Rahat görünmeye çalışsa da üzerimdeki gözlerinden endişe fışkırıyordu. Kılıcı tutan eli sıkmaktan bembeyaz olmuştu. Geride kalmak istemediğini biliyordum. Burada olmamızdan, onu dinlememizden, başımıza gelebilecek her şeyden nefret ediyordu. Yine de heykel gibi masaların başında durmaya devam etti. Ben de Tarben'in önünden ilk kolona adım attım.
Sonraki dakikalar düşündüğümden çok daha yorucu, sonuçsuz bir tırmanıştı. İlk üç kolonu bitirmiş, ama tanıdık bir kişinin bile posta kutusuna denk gelmemiştik. Dört, beş, altı... Devam ediyorduk. Buraya kadar gelmişken, hala hiçbir kurtla karşılaşmamışken sırf yorulduk diye bırakacak değildik. Ama bacaklarımdaki yanma bir yer yerden sonra göz ardı edemeyeceğim hale gelmişti. Metal korkuluktan destek alarak kendimi yukarı çıkmaya zorluyordum. Onuncu kolonu da bitirip inişe geçmiştik ki ilk sevinç çığlığı Arşiv'de çınladı.
"Helene!" diye bağırmıştı Blue. "Seni buldum."
Umut ne harika şeydi. Aldığımız bu haberle tüm yorgun kaslarımıza can pompalanmıştı sanki. Azimle inip çıkmaya devam ettik. On bir, on beş, yirmi. Ama o ilk kaseti bir ikincisi takip etmedi. Yılmıyorduk. İn, çık, tırman, tırman, oku, oku, oku, oku...
"Belki de herkes yoktur," dedi Tarben sonunda. Sesindeki huzursuzluğu duymuştum. Sanırım otuzuncu kolonda falandık. Ya da belki otuz beş... Sayılar birbirine karışmıştı. Hala bakmamız gereken yüzlerce kolon, binlerce posta kutusu vardı. Tarben'in dediğinin aksine bu Arşiv'de herkese ait bir kutu ve kaset olduğuna neredeyse emindim. Kendi kasetlerimizi tek bir gecede bulma ihtimaliyse ilk anki kadar gerçekçi gelmiyordu artık.
Yine de tırmanmayı sürdürdüm. Başka ne yapacaktım ki sanki? Kolonun en tepesindeydim. Tarben söylenerek birkaç basamak arkamdan geliyordu. Yakınımda olsa bir anda durduğumu, gözlerimin kocaman açıldığını, dudaklarımın çığlık atmak için aralandığını görürdü. Şimdi, ilk kez, karşımda tanıdık bir isim vardı. Heyecandan bağıracak oldum. Mantığım devreye girip hemen beni durdurdu. Çünkü kutu aramızda kasetini bulmaya çalışmayan tek kişiye aitti.
Marsilio Bertocchi
Posta kutusunun üstünde yazan buydu. Bula bula Mars'ın kasetini bulmuştum. Buraya gelmemek için o kadar direndikten sonra eline kaseti versem ne yapardı? Kabusu olmuş gerçekle yüzleşmeye cesaret edebilir miydi? Hem de herkesin önünde... Hayır, bunu yapacağını hiç sanmıyordum. Ama... kaset karşımdayken, uzanıp alabilecekken, nasıl onu geride bırakırdım?
Kararı bir anda verdim. Tarben'in hızla yaklaşıyor olması bana başka şans da bırakmamıştı. O görmeden, kaşla göz arasında kutuyu açtım, kaseti çıkardım ve kazağımın içine sokup pantolonumun beline tutturdum.
"Bir şey buldun mu?" diye sordu Tarben yanıma ulaştığında.
Başımı iki yana salladım. "Burada da bir şey yok. Haydi, diğerine geçelim."
Kutunun önünde durduğumdan üzerinde yazan ismi o göremedi. Ardından diğerine geçtik. Karnımın üzerindeki ağırlığı düşünmemeye çalışarak basamakları inip çıkmaya devam ettim. Çok geçmeden, bu defa Tarben bir balık yakalamıştı.
"Olive," dedi heyecanla elindeki kaseti bana doğru sallayıp. "Diego'yu buldum."
Tükenmiş bacaklarımın ihtiyacı olan haber buydu. İkimiz de gaza gelip kalan basamakları daha hızlı tırmandık. Ama ne kolonun gerisinde ne de sonraki on kolonda bizi başka bir sürpriz bekliyordu. Sonunda diğerleriyle ortada buluştuğumuzda onların da takatlerinin kalmadığını görmüştüm. En azından her grubun elinde bir kaset vardı.
"Ne buldunuz?" diye sordu Blue. "Bizde sadece Pam var."
"Pam mi?" dedik Tarben'le aynı anda.
Omuz silkti Blue. "O kızın aleyhine kullanabileceğimiz herhangi bir bilgiyi kaçıramazdım."
Mars poposunu masaya yaslamış, kollarını göğsünde bağlamış bizi izliyordu. Bakışları yerde olsa da muzipçe gülümsediğini yakalamıştım. Onunla gülümsemeden edemedim.
"Bizde Diego var," dedi Tarben kaseti sahibine uzatıp. Diego bunu kesinlikle beklemiyordu.
"Sa... sahiden mi?" diye kekeledi. Titreyen parmakları arasındaki hayatına baktı bir süre. "Teşekkür ederim."
Ursa ruh eşinin yanağına sulu bir öpücük bıraktı ve bana döndü. "Bizde de Olive var."
Bana uzattığı kasete bakakaldım. Diego'nun saniyeler önce yaşadığı şok benim bedenimi felç etmişti şimdi. Zar zor kaydı aldım. Ne düşüneceğimi bilemeden baktım.
"Yeniden arayışa dönmeden önce bunları izlemeyi öneriyorum," dedi Blue. "Biraz dinlenmiş oluruz."
Ursa çoktan kendini sandalyelerden birine bırakmıştı. "Kesinlikle katılıyorum. Hatta bence ödül olarak Pam'le başlayalım."
Herkes sırıttı. O sırıtışlar sadece iki saniye sonra yüzlerimizde donmuştu. Hepimizin başı aynı anda müzik setine döndü. Bir yanlışlık vardı. Ezgi kaymaya başlamıştı. Kemanın sesi bozuk bir plak gibi çıkıyordu artık.
"Kaseti sarıyor!" diye bağırdı Diego dehşetle.
Sözleriyle herkes aynı anda müzik setine doğru atılmıştı. Mars, Blue, Diego, Ursa, Tarben... İlk ulaşan Mars oldu. Stop tuşuna basıp kaseti çıkarmayı denedi. Siyah filmin dolandığını göz ucuyla görebildim. Çünkü benimle geride kalmış Helene gibi ben de başka bir şeye bakıyordum. Çok daha dikkat çekici bir şeye...
"Ku...kurt!" diye mırıldandı Helene.
Onu benden başka kimse duyamazdı. Önemi yoktu. Bir an sonra kurdun uluması Arşiv'i salladı. Ardından üç bir yandan üzerimize atıldılar.
***
-BÖLÜM SONU-
Sizi olaysız eve yollıycam sandınız değil mi? Olur mu hiç ama canlarımmmm? Hem de size o kadar kan, zulüm, göz yaşı vaat etmişken. 😈
Cık cık.
Hiç korkmayın, sonraki bölüm bol aksiyonlu bir bölüm geliyor. Ama hepsi bu mu, asla değil. O çok merak ettiğiniz geçmişler var ya, işte o hikayeler de sonraki bölümde sizi bekliyor. Sürprizlere hazır olun canlar.
not: bu kurt çizimini pinterest'te bulduğum bir çizimi baz alarak yaptım. Kim tasarladıysa tam aklımdaki gibiydi, eline koluna sağlık. 🔥
O zamana kadar da kendinize çook iyi bakın.
Öperim.
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top