70

Sevgili okurlar, 

Vaaaay be diyerek başlıyorum. Tam 70 bölümü devirdik. Vallahi cansınız can! Baştan bu ana yanımda olup hikayeye ruhunuzu kattınız ya, size ne kadar teşekkür etsem az 🥲

Bölüme gelecek olursak, gençleri bir münakaşa içinde bırakmıştık. Aynen devam ediyoruz. Bir de sürprizli son var. 

Keyifli okumalar,

E.Ç.

***

Another sleepless night...

***

BÖLÜM 70:

BİR TAKIM PLANLAR

Aklını kaçırmış tek ruh olmadığını bilmek rahatlatıcıydı. Tarben'in dillendirdiği, benim de kalbimden geçirdiğim imkansız temenni belli ki başkalarının da aklına düşmüştü.

Oraya geri dönmenin bir yolunu bulmalıyız.

Ursa ve Blue da aynen böyle düşünüyordu. Arşiv'e gitmemiz konusunda Tarben kadar kararlıydılar. Mars, bu talebe karşı çıkan ilk kişi olmuştu. Onu Lark takip etti. Helene çekimser kaldı. Diego bu fikre katılıyor, ama olacaklardan korkuyordu. Bir süre arkadaşlarımın savlarıyla karşı tarafın fikrini çürütmeye çalışmasını izledim. Baktım tartışma anlamsız bir çekişmeye dönüyor dayanamayıp araya girdim.

"Herkes istediğini yapmakta özgür. İstemeyen bizimle gelmek zorunda değil."

"Bizimle?" dedi Mars. Yüzündeki hayal kırıklığı midemin kasılmasına neden oldu. Ona küfretmiştim sanki. Şu ana kadar konuşmadığımdan onunla aynı şekilde düşündüğümü sanmış olmalıydı. Haklıydı da, diğerleri bizim başımıza gelenleri yaşamamıştı. Onlar anlamıyor olabilirdi, benim bile bile oraya dönmek istememse... delilikti. Ben de biliyordum bunu, ama...

"Arşiv'de bir yerde sevdiklerimize ne olduğunu gösteren bir video var," dedim. "Ardımızda ne bıraktığımızı görebiliriz. Başlarına ne geldiğini görebiliriz. Belki o video onlara geri dönmenin yolu bile olabilir. Böyle bir ihtimal varken nasıl Arşiv yokmuş gibi davranırız?"

"Davranamayız!" diye atladı hemen Blue. Ağlamamak için kendini sıksa da gözleri yaşlardan pırıl pırıldı. "Sizi bilmiyorum," dedi bakışlarını herkesin üzerinde gezdirip. "Ama ben davranamam."

"Ailemi görmek istiyorum," dedi Ursa. "Onları görmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki..." Sesi öyle hüzünlü çıkmıştı ki Diego uzanıp elini tuttu.

"Elbette Arşiv'e gideceğiz," dedi Tarben. "Tartışmaya bile gerek yok."

Bir anda öne atılıp Tarben'in karşısına geçti Mars. "Sen anlattığımız hiçbir şeyi dinlemedin mi oğlum? Hadi diyelim ölmeden içeri girmeyi becerdiniz, sonra ne olacak? Kurtlar var kurtlar! Durmuyorlar, yenilmiyorlar, ölmüyorlar. Kıçımızı kıl payı kurtardık diyoruz."

Sakin gibi görünse de Tarben'in gözlerine yerleşen koyu gölgeleri görmüştüm. Dikleşti, kasıldı, çenesini kaldırdı. "Çünkü hazırlıksız yakalandınız," dedi. "Artık bizi neyin beklediğini biliyoruz. Düzgün bir planla..."

Kahkaha attı Mars. Korkutucuydu. "Düzgün bir planla ne?" diye çıkıştı. "Üç kurdu da haklayacak mısın? Sopayla peşlerinden mi kovalayacaksın? Melekler içeri girdiğimizi fark edip on kurt daha koydular belki Arşiv'e... Bunun için de planın var mı?"

"Mars!" diye araya girdim. "Sakin ol. Sadece dü..."

Hışımla bana döndü. "Sen oradaydın!" dedi dişleri arasından. "Gözlerinle gördün. Hadi onlar anlamıyor, sen daha dün o Arşiv'de mevta oluyordun. Bu kadar mı meraklısın kendini yeniden o canavarların önüne atmaya? İlla ölmek mi istiyorsun?"

"Kimse kendini canavarların önüne atmıyor," dedi Tarben. "Plan yapacağız diyoruz. Merak etme, senden önce ben Olive'e bir şey olmasına izin vermem!"

"Öyle mi?" dedi Mars alay ederce. Tarben'in burnunun dibinde bitmesi bir an sürdü. "Kahramanlık yapacağım diye onu öldürteceksin geri zekalı!"

Tarben ağzını açmıştı ki "Hey!" dedim kendimi ortalarına atıp. Elimi Mars'ın göğsüne koymam gayri ihtiyariydi. Sadece onu durdurmak istemiştim, ama dokunuşumun etkisi çok daha büyüktü. Elektrik çarpmış gibi irkilip benden uzaklaştı. "Mars..." dedim, ama beni dinlemeyecekti. Gözlerinde öfke vardı, korku vardı, en çok da yenilgi vardı.

"Bana ne ya..." diye tısladı arkasını dönüp. "Ne haliniz varsa görün!" Sonra da rüzgar gibi atölyeden çıkıp gitti.

Onun gidişiyle Lark'ın ayaklanması bir olmuştu. "Kusura bakmayın, ama ilk kez bir konuda aklı başında davranan Mars. Arşiv'e bir daha girebileceğinizi düşünmeniz bile delice. Kaldı ki oradan sağ çıkın. Ben bu işte yokum. Hadi Helene."

O da çıkışa yönelmişti. Helene'nin peşinden geleceğine emindi, oysa ben kararsız kaldığını yüzünde görebiliyordum. Bir an bir şey diyecek sandım. Onun yerine gözlerini yere dikip iki adım geriden Lark'ı takip etti. Benim yanımdan geçerken özellikle durmuştu Lark.

"Seni oraya gitmemen için uyardım Olive," dedi sesini alçaltıp. "Şimdi bir kez daha uyarıyorum. Yapma. Lütfen."

Tüylerim diken diken oldu. Helene'yle göz göze geldik. Kendi çaresizliğimi onun yüzünde gördüm. Lark'a onu neyin korkuttuğunu sormak istedim, ama ben gerçeği duymaya cesaret edemeden o atölyenin çıkışına ulaşmıştı. Sanki vazgeçmesinden korkar gibi Helene'yi elinden tutup beraberinde çekti. Geride kalanlara baktım.

"Haklı olduklarını biliyorsunuz," dedi Diego.

Biliyorduk.

"Yine de oraya gideceğiz," dedi Blue.

Buna da emindik.

"Şimdi iş nasılını çözmekte," dedi Tarben. "Delik'ten atlayamayacağımız ortada. Ursa, senin şu kartla ilgili yapabileceğin bir şey var mı?"

Kendini sandalyeye geri bıraktı Ursa. Düşünüyordu. Gözleri düşürdüğü cevabı arar gibi yerde dolandı. "Arşiv'de hangi ekibin çalıştığını bile bilmiyorum," dedi kendi kendine konuşur gibi. "İdari katta herkesin görevine göre bir kartı var. Yetkisi dışına çıkması da yasak. Doğru kartı bulamazsak işe yaramaz." Sıkıntıyla nefes verdi. Kaşları biraz daha çatıldı. "Gerçi..."

"Gerçi?" diye atladı Blue.

Dudaklarını kemiriyordu Ursa. "Yani aslında her kapıyı açabilecek iki anahtar var. Ama Müdire ve sekreteri Jinx'te. Yani ulaşmamız imkansız."

"Müdire evet," dedim. "Onun anahtarını çalamayacağımız aşikar. Peki Jinx?"

"Bilmiyorum," dedi Ursa endişeyle. Hepimiz bir cevap bekleyerek onu izlediğimizden iyice gerilmişti. "Yani bir iki defa anahtarı masasında gördüm. Ama zinciri vardı. Muhtemelen diğerleri gibi o da boynunda taşıyordur."

"Yani fark etmeden almamız imkansız," dedi Blue hayal kırıklığıyla. Küskün bir kız çocuğu gibi dizlerini karnına çekip kollarını etrafına doladı. Diego'nun eli ona uzanmak istercesine havaya kalkıp inmişti.

"Hemen pes etmeyin," dedi Tarben. "Arşiv'e hemen yarın girecek değiliz. Düşünüp bir yol bulmak için hala vaktimiz var."

"Anahtardan önce kurtlarla ne yapacağımızı bulmamız lazım zaten," diye mırıldandı Diego. Haklıydı.

"Kütüphaneyi araştıralım," diye önerdim. "O yaratık her neyse masal kitaplarından birinde geçiyor olabilir. Bir zaafları varsa bulabiliriz."

Fikrim kendi kulağıma iyi gelmiş, arkadaşlarıma da umut vermişti. Ursa da Blue da başlarını kaldırıp parlayan gözlerle bana baktı.

"Belki meleklerin de ağzını ararız," diye önerdi Ursa. "Eğer herhangi bir kitapta geçiyorlarsa merak etmiş gibi onlara sorabiliriz."

"Güzel fikir," diye onayladı Tarben. "Bu arada normal kurtları nasıl yakalayabileceğimizi de öğrenmemiz lazım. Bir şekilde zooloji dersine sızmamız lazım. Sen ders programlarıyla ilgili bir şey yapabilir misin?"

Ursa emin değil gibiydi. Ama Diego'nun başka bir fikri vardı. "Belki de buna gerek yoktur," diye araya girdi. "Ursa o dersin hocasına gidip yeni gelen ruhlardan birinin yoldaş olarak kurt seçtiğini anlatsa ve yardım istese? Diğer ruhlar için endişelendiğini söyleyebilir. Kat başkanı olarak güvenlikten sorumlu sonuçta."

Sözlerini Blue'ya bakarak bitirmişti. Onun yukarı kıvrılan dudaklarıyla Diego'nun yanakları al al oldu. Bakışları hemen aksi yöne kaçtı.

"Güzel," dedi Tarben hepimizin hislerini yansıtan bir heyecanla. "O zaman Jinx'in anahtarının nerede olduğunu öğreniyoruz, ona göre almak için plan yapıyoruz, bu arada kurtları araştırıp onları nasıl durduracağımızı buluyoruz."

Başımızı salladık. Tarben'in tek cümlede özetlediği planın ne kadar zor, hatta ulaşılmaz olduğunun hepimiz hala farkındaydık. Yine de umut güzel şeydi. Bu seraya adım attığımda içimi kavuran huzursuzluğun bir nebze hafiflediğini hissediyordum. Muhtemelen artık omuzlarımda taşıdığım suçu benimle paylaşan arkadaşlarım olduğundandı.

Yine de Tarben artık odalarımıza dönmeyi önerdiğinde yalnız kalma fikrinin getirdiği paniğe engel olamadım. Başkalarının yanında insanın kalbinin sesini duyması kolay değildi. Odamda bir başıma kaldığımdaysa... aklıma kimin düşeceğini, kafamın içini hangi görüntülerin dolduracağını, kulaklarımda hangi sözlerin çınlayacağını biliyordum.

"Kütüphaneye gitsek daha iyi değil mi?" diye önerdim. "Gecikmeden araştırmaya başlarız."

"Bugün değil," dedi Tarben hemen. "Bu halde hiç değil."

Şefkatle yüzüme bakıyordu. Kastettiği aldığım yaralardı. Keşke asıl hasarın derimin altında olduğunu görebilseydi. Göremedi. Göremediler. Ben de bir daha itiraz etmedim. Ursa ve Blue önde, Diego arkalarında atölyeden çıktılar. Tarben benimle geride kalmıştı.

"Bir şey yiyebildin mi?" diye sordu. "Odana bir şeyler getireyim ister misin?"

Başımı iki yana salladım. Ona evet desem, hatta benimle kalmasını istesem yapardı, biliyordum. Belki Lys'le gezmeye götürür, kafamı dağıtırdı. Ama ne ben o kadar bencil olabilirdim, ne de birkaç saatlik hayal bana gerçeği unutturabilirdi. Er ya da geç hayatla yüzleşmek zorundaydım.

Böylece odama yalnız döndüm. Yastığa başımı yalnız koydum. Yalnız uykuya dalmayı denedim. Önceki gece Mars'ın göğsünde yattığımı düşünmemek imkansızdı. Beni öptüğünü hatırlamamak imkansızdı. En çok da... onu özlememek imkansızdı. Ağladım. Ağladım. Ağladım. Sonunda bir şekilde uyumayı başarmıştım.

O gece kar yağ yağdı. Uyanıp balkonumu kaplayan beyaz örtüyü görmek kesinlikle beklenmedikti. Hava bile hayatıma ayak uyduruyordu adeta. Bahar bitmiş, kış gelmişti. Hazırlanıp odadan çıktığımda bunun sırf benim gibi yeni yetme bir ruh için değil, tüm Yurt sakinleri için sıra dışı bir olay olduğunu görmüş oldum.

Öte alem karla birlikte başka bir çehreye bürünmüştü. Yurt ışıklarla kaplıydı şimdi. Birbirinden güzel buzdan heykeller sağlı sollu koridora dizilmişti. Çiçeklerimin etrafında kelebekler uçuyordu, ama heykeller gibi onlar da buzdandı. Merdivenlerin pervazlarından aşağı şelale gibi ışıklar sarkıyor, pırıltılar saçıyordu.

En çarpıcı değişimse ana holdeydi. Yurt'un mermer girişinde pespembe, koca bir ağaç vardı artık. Bir gece de yerden büyümüştü sanki. Onun da üzeri yeni yıl ağacı gibi süslenmişti. Bu ana kadar gördüklerim oldukça etkileyiciydi, ama ağacın etrafında ve holde uçan kuşları hayal gücümün alması imkansızdı. Onlar da buzdan yapılmış gibi transparandı. Şeffaf bedenleri pembe, mor, mavi arasında renk değiştiriyor, kanat çırptıklarında pırıl pırıl kar taneleri dökülüyordu.

Havadaki kutlama havasını inkar etmek imkansızdı. Kesinlikle mutlu hissetmediğim halde etrafımı sarmış neşeli ruhlar üzerimdeki kasveti hafifletmişti. Onları izleyerek kahvaltıya gittim. Yemekhane de değişimden nasibini almıştı elbette. Bugün gerçek bir ziyafet vardı. Süslü masalar, üzerine dizilmiş kat kat tepsiler, rengarenk yiyecekler...

Tüm bunların Beyaz Bahar için olduğunu, bu dönemin tamamen öngörülemez zamanlarda gerçekleştiğini ve kar yağdığı sürece derslere ara verildiğini sonradan öğrenecektim. Şimdiyse daha acil bir problemle ilgilenmem gerekiyordu. Biri sertçe kolumdan çekip beni durdurduğunda o kadar hazırlıksızdım ki kukla gibi ona döndüm. Lea karşımdaydı. Korumaları gibi iki omuzunda Leyla ve James dikiliyordu.

"Olive," dedi Lea kolumu biraz daha sıkarak. Tırnakları bir kesiğe denk geldiğinden acıyla inledim. Tepkim hoşuna gitmişti. "Dur güzelim," dedi. "Daha dokunmadım ki. Sana yapacaklarımın fragmanını bile izlemedin sen."

Kolumu hışımla çektim. "Rahat bırak beni."

Geçmeme izin vermedi. Vermediler. Üçü yan yana, karşımda bir duvardı.

"Ne bok yedin, ona ne söyledin, nasıl kandırmayı becerdin bilmiyorum," dedi Lea iyice üzerime eğilip. "Ama onu benden çalmanın cezasını çekeceksin. Sana söz veriyorum." Çaldığım şey Mars oluyordu. Lea'nın eli bir kez daha kolumdaydı. Bir sır verecek gibi kulağıma eğildi ve sesini alçalttı. "Er ya da geç ben yine istediğimi alacağım. Sen de Delik'in dibini boylayacaksın."

Yine kolumu çektim. Muhtemelen kazağımın altında Lea'nın tırnaklarının izi kalmıştı. Acıyı umursamadan onu göğsünden ittim. "Rahat bırak beni!" diye tekrarladım dişlerim arasından. Lea kesinlikle bırakacağa benzemiyordu, ama...

"Lea!" diye uyardı James.

Onun ve Leyla'nın gözleri salonun girişindeydi. Baktıkları yere dönmesiyle anında geri çekildi Lea. Mars kapıdaydı. Belli ki bu küçük şovunu onun görmesini istemiyordu. Muhtemelen kurguladığı yeni oyun için Mars'ın gözünde tatlı, sevimli, sevilesi Lea olarak kalmalıydı. Bana karşıysa gerçek yüzünü saklamıyordu artık.

"Sözümü sakın unutma!" dedi yanımdan geçerken. "Mars seni korumak için her an etrafta olamaz. Bir gün elbet seninle ödeşeceğiz."

Lea'nın boşa tehditler savuran bir kız olmadığına emindim. O gün geldiğinde ödeşeceğimize de. Tabii eğer ondan önce ben kendi başıma Delik'in dibini boylamazsam...

***

-BÖLÜM SONU-

Evet, Lea'dan da söz aldığımıza göre gelecek bölümlerde güzel bir karşılaşmanın bizi beklediğini tahmin ediyorsunuzdur :))

Ama önce, işler kızışmadan biraz daha plan yapmaya devam edicez. Haftaya çocuklar kaldıkları yerden Arşiv için çözümler arayacak. Bu arada kimler karşı karşıya gelir, neler yaşanır, hepsi haftaya.

Bu haftanın sorusuna gelecek olursak, bu gençlere yardım edecek fikirleri duymak istiyorum. Siz içinde bekçi kurtlar olduğunu bildiğiniz, bu yasak Arşiv'e girmeye çalışıyor olsaydınız ne yapardınız?

Hadi bakalım şaşırtın beni :D 

Haftaya görüşürüz!!!

Ezgi

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top