56
Hafta ortasından merhaba canlar,
Heyecan devam ediyor! Valla bölüm mü daha cici oldu çizim mi kararsızım. Böle sırıta sırıta okuyun istedim. Ben şahsen sırıta sırıta yazdım, çizdim.
Bölüm sonunda görüşürüz :)
E.Ç.
***
I will follow you...
***
BÖLÜM 56:
ŞİRİNE NEREDE?
Dersin devamında yalandan hocamızın gösterdiği hareketleri denesem de beynim yeni bir bilgi öğrenemeyecek kadar meşguldü. Neyse ki melek son kısımda biz acemileri kenara oturtup profesyonellerin maçına odaklanmış, sonra da dersi erken bitirmişti.
"İyi bari, biri diğerinin bir tarafını kırmadan bitti bu savaş," dedi Blue ayağa kalkıp.
Onun gibi ben de Mars'la Tarben'i izliyordum. Ders bittiği için yanımıza geleceklerini düşündüm. Ama nerede... Mars kılıcını ve kaskını bir kenara atıp hızla sınıftan çıkıp gitmişti. Tarben onun iki adım ardındaydı. İkisi de koca birer öfke bulutu gibilerdi. En azından koridorda farklı yönlere döndüklerini görüp bir nebze rahatlamıştım.
"Oldu o zaman..." dedi Blue sıkıntıyla arkalarından bakıp. Sonra bana döndü. "Hadi, gidip bir şeyler yiyelim biz de madem."
Öyle yaptık. Öğle yemeği vakti geçmişti, ama her daim açık olan büfe yeterince tatmin ediciydi. Bir köşeye oturduk. Konu ister istemez ruh eşlerimize geldi. Benim üstelememe kalmadan Blue Tarben'le Mars arasındaki maziyi anlatmaya başlamıştı. Anlaması oldukça basit bir hikayeydi. Tarben ve Mars başta çok yakın arkadaşlardı. Blue'nun bile onları kıskandığı zamanlar olmuştu. Ta ki oğlanların arasına bir kız girene dek. Tarben kızı sevmişti, kız Mars'ı. Sorun o noktadan sonra olanlardı. Mars Marslığını yapmış, kızla biraz takılmış, sonra da ilgisi başkasına kaymıştı. Olacakları ön görememişti. Kızın ona bu denli kafayı takacağını bilememişti.
"Kimsenin suçu değildi," dedi Blue. "Mars, Tarben'in kızı sevdiğini bilmiyordu bile. Tarben söylememem için bana yemin ettirmişti."
Ama kız sonunda Delik'ten atladığında Tarben ve Mars'ın arkadaşlığı da o uçurumun dibini boylamıştı. Tarben için Mars sevdiği kızı ondan alan bir canavardı. Onu anlıyordum elbette. O hüzünle Mars'ı düşman bellemesi çok normaldi. Ama o kinin bugüne kadar uzaması... Bir türlü gerçeği görmemesi... Kermeste Mars'a ettiği laflar... Gözü kör olmuş gibiydi. Sanki Mars bu noktadan sonra ne yaparsa yapsın onun için hep suçlu olacaktı.
Blue'dan ayrılıp odama döndüğümde öğrendiklerimin kasveti omuzlarıma çökmüştü. Üzerimdeki terli kıyafetlerden kurtulup duş alsam da ferahlamadım. Adını koyamadığım huzursuzluk içimi kemiriyordu. Oturdum, kalktım, balkona çıktım, müzik dinledim, yalandan kitap okudum. Akşam yemeği saatini zor etmiştim.
Arkadaşlarımı görmenin ruh halimi düzelteceğini düşünsem de o konuda da şanslı değildim. Üzerimize çöken ortak bir hüzün vardı sanki. Ursa'nın sorununu biliyordum. Diego Blue'nun kermese çok yakışıklı bir oğlanla gittiğini öğrenmişti. Helene ve Lark derste tartışmışlardı. Böylece kendi halimizde yemeklerimizi yiyip fazla muhabbet edemeden sessizce odalarımıza geri dağıldık.
Keşke dağılmasaydık. İç sıkıntım artık öncekinden de büyüktü. Maymunlar kalbimde oradan oraya atlıyor, bir durup huzur bulmama izin vermiyorlardı. Aklım Mars'taydı. Ve Tarben'de. Ve yaşanan yanlış anlamada. Ve aralarındaki saçma sapan kavgada. Ve sonra yeniden Mars'ta. Bir daha Mars'ta. Bir daha Mars'ta... Çoğunlukla Mars'ta.
Yo, hayır, böyle olmazdı. Bir şey yapmam gerekiyordu. Bir teşekkür... Benim için yaptığı şeyi bildiğimi gösteren bir jest... Bilmiyorum. Bir şey işte... Odanın içinde ileri geri yürüdüm. Bela da minik patileriyle bana ayak uyduruyordu. Aslında... aklıma bazı fikirler gelmeye başlamıştı ama... Kendi standartlarım için oldukça çılgınca kalıyorlardı. Yapabilir miydim? Emin olamadım. Denese miydim? Başka yaratıcı önerim var mıydı? Yoktu.
Masaya gittim. Bir kağıt kalem aldım ve doğruca kütüphanenin yolunu tuttum. İçerisi tek tük ruh dışında boştu. Alfie'ye seslenip bana yardım etmesini istedim. Leylek, her zamanki gibi bir centilmendi. Aradığım kitabı dakikalar içinde ellerime bırakmıştı. Masalardan birine oturup hızlıca kağıda aklımdaki mesajı yazdım ve kitabın içine sıkıştırdım.
Buraya kadar her şey yolunda gitmişti. Planın bundan sonrasını gerçekleştirmek içinse derin bir nefes almam gerekiyordu. Kütüphaneden çıkıp asansöre bindim ve üst kata çıktım. Müzik stüdyolarına yaklaşırken adımlarım istemsiz yavaşlamış, onun yerine kalbimin atış hızı ikiye katlanmıştı. Yerini çok iyi bildiği stüdyoya doğru nefesimi tutup ilerledim. Bir yanım Mars'ın içeride olmasını istiyor, diğeri onunla karşılaşmaktan delice korkuyordu.
Gitarın sesini duyduğum an ellerim buz kesti. Kaçacaksam bu son şansımdı. Ama kaçmak yerine derin bir nefes aldım ve kapıyı yavaşça ittim. Mars koltuktaydı. Kucağında akustik gitar vardı bugün. Yumuşak bir ezgi çalıyordu. Sağ eline parmakları kesik bir eldiven giydiği gözümden kaçmamıştı. O eldivenin altında ne sakladığını düşünmeden edemedim. Beni gördüğünde Mars'ın parmakları bir an durdu, kaşları çatıldı. Başını yeniden önüne eğip çalmaya devam etmesi uzun sürmemişti.
"Yine ne oldu Oliver?"
Benden sıkıldığı sesinden de mimiklerinden de belliydi. Bunun beni yıldırmasına izin vermeden odanın içine doğru ilerledim ve koltukta yanına oturdum. Şimdi tamamen durmuş, bana dönmüştü. Elimdeki kitabı ona uzattım. Şüpheyle yüzümü incelemeyi kesebildiğinde ona verdiğim şeye baktı.
"Şirine Nerede?" diye okudu kitabın ismini. "Ne bu?"
Ne olduğu belliydi. Ona bir masal kitabı getirmiştim. "İçimden geldi," dedim. Elbette içimden özel olarak bu masalın geçmesinin bir nedeni vardı. Mars da isminden anlamış olmalıydı. Varlığımdan duyduğu bariz hoşnutsuzluğa rağmen tebessümüne engel olamadı.
"Ne yapacağım ben bununla peki?" diye sordu.
"Maceracı olan sensin," dedim. "Düşün biraz bakalım." Gözleri kısılmıştı. Yorum yapmasına ya da soru sormasına izin vermeden ayaklandım. "Görüşürüz o zaman."
Böylece planın ikinci basamağı da tamamlanmış oluyordu. Kalmıştı son ve en zor bölüm. Asansöre binip en alt kata indim ve bahçeye çıktım. Gece yarısına yaklaştığından ortalık neredeyse boştu. Aklı başında olan ruhlar erkenden yatağa girmiş olmalıydı, çünkü yarın ders günüydü. Benim de onlardan biri olmam gerekirdi. Gel gör ki ormana doğru, tam olarak hatırlamadığım bir yere doğru yürüyordum.
Bir süre sonra tedirginliğim korkuya, sonra da paniğe dönüştü. Gidiyor, gidiyor, ama bir türlü hedefe varamıyordum. Kaybolduğuma emindim. Her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım. Ne düşünmüştüm ki? Hayır benim neyimeydi böyle çılgın fikirler falan... Allah beni...
Durdum. Başım ağaçların arasından öne uzadı. Pembe beyaz ışığı böyle gördüm. Gözlerim doğru seçmişti. Kahkaham ıssız gecede çınladı, kendimi korkuttu. Sanki görüntü silinebilirmiş gibi hızlı adımlarla, göle doğru koşturdum. Ve işte Mars'ın gizli mekanı karşımdaydı. O geceki gibi bugün de büyüleyici görünüyordu. İyice yaklaşıp kıyısında bir yer buldum ve toprağa çöktüm.
Bundan sonrası beklemekti. Ben de dizlerimi karnıma çektim, kollarımı etrafına doladım ve bekledim. Arada bir omzumun üstünden arkama bakmam kontrolüm dışındaydı. Tıpkı salladığım bacağım gibi. Zaman geçiyor, göl karşımda öylece duruyor, ama bize kimse katılmıyordu. Acaba mesajı anlamamış mıydı? Direk mi söyleseydim? Belki görmemişti bile. Ya kitabı bir köşeye attıysa? Şimdi düşününce, neden gitar çalarken durup saçma bir masalı okusundu ki?
Ya da belki... belki kitabı taşırken notu arasından düşürmüştüm. Allah'ım ne aptaldım. Ne olurdu yanına gitmişken dosdoğru diyeceğimi deseydim? Ne olacaktı şimdi? Dönüş yoluna da emin değildim. Burada bir başıma salak salak beklediğim yetmemiş gibi bir de kaybolursam tam olurdu. Aptal Olive! diye düşündüm suratımı asıp. Macera buraya kadardı.
"Şirine nerede?"
Arkamdan gelen sesle aklım çıktı. Kalbim ağzıma gelmiş, çığlığım boğazımda takılı kalmıştı. Elim kalbimde, oturduğum yerde döndüm. Mars az ötede, bir eli cebinde, diğeri omuzunda taşıdığı ceketinde dikiliyordu. Gölden yansıyan ışıkla tüm detayları netti. Dudaklarında gezinen çocuksu tebessümü de gözlerindeki pırıltıyı da görebiliyordum. Kahkaha atma isteğini bastırmak için alt dudağımı ısırdım ve bilmiş bir hava takındım.
"Mesajı çözmüşsün."
Tek kaşı kalktı. "Şüphen mi vardı?"
Güldüğümü görmesin diye önüme döndüm. Acele etmeden yanıma geldi, ceketi çimlere bırakıp oturdu. Bana uzattığı şeye baktım. Ona yazdığım kağıttı. Mesajı zaten biliyordum. Belli ki o da ezberlemişti. Çünkü göle bakarak tekrarladı.
"Şirine bir sefercik eğlenceli bir şeyler yapmaya gitti. Belki bu kez seni şaşırtır. Görmek ister misin?"
"İster misin?" diye sordum.
Bana döndü. "Buradayım değil mi?" Bir şey demedim. Gözleri kısıldı. "Sahi, ben neden buradayım Oliver?"
İşte başlıyorduk. Oyun buraya kadardı. Derin bir nefes aldım ve "Neden eldiven takıyorsun?" diye sordum.
Gülüşünü korumaya çalışsa da gözü seğirmişti. Bakışlarını kaçırdı. "Çünkü çok havalıyım. Stilimi tartışmak için mi bana onca yolu yürüttün?"
"Sendin," dedim lafı dolandırmadan. "Bong'u döven, benden özür dilemesini sağlayan sendin." Konuşmadı. "Neden?" diye üsteledim. Cevap vermedi. İyice ona döndüm. "Neden böyle bir şey yaptın Mars?"
"Önceki hesaplaşmamızdan bana borcu vardı," dedi sonunda. "Ödemiş oldu. Büyütecek bir şey yok."
Ama büyütülecek bir şey vardı. Mars'ın geçmişini hala bilmiyordum. Onu bugüne getiren, böyle bir adam yapan nedenler neydi henüz çözememiştim. Artık emin olduğumsa onun dünyaya gösterdiği resmin altında bambaşka birinin yattığıydı. Ve o biri birden fazla kez yanımda olmuş, bana yardım etmişti. O biri iyiydi.
Elimi ona uzattım. "Seni buraya çağırdım, çünkü yeni bir anlaşma yapmak istiyorum?"
Sıkmak yerine şüpheyle elime baktı. "Çok sağ ol ama kalsın. Ben hala ilk anlaşmamızın başıma açtığı belalardan kurtulmaya çalışıyorum."
"Bu öyle bir anlaşma değil!" dedim elimi biraz daha önüne uzatıp. "Senden karşılığında bir şey beklemiyorum."
Kuşku gözlerinde daha da büyüdü. "Ne istiyorsun öyleyse?"
Omuz silktim. "Sadece arkadaşın olmayı..."
Onu şaşırttığımı görebiliyordum. Alnı kırışmıştı. "Arkadaşım?"
"Biliyorum," dedim "Hayatını mahvettiğimi düşünüyorsun. Muhtemelen ettim de... Ama böyle olsun istemiyorum. Daha fazla seninle didişmek istemiyorum. Evet, sana ihtiyacım var, çünkü sen benim ruh eşimsin. Bana yardım etmezsen buradan nasıl giderim hala bilmiyorum. Yine de..." Derin bir nefes aldım ve cesurca gülümsedim. "Bundan böyle benim için zorla bir şey yapmanı istemiyorum. Derslere gelmek zorunda değilsin. Bana katlanmak zorunda değilsin."
Dikkatle beni inceledi. Belki de sözlerimin altında bir numara olup olmadığını düşünüyordu. "Neden şimdi böyle bir şey söylüyorsun Oliver?"
Basitti. "Çünkü başka türlü sana nasıl teşekkür edebilirim bilmiyorum Mars."
Yeniden havadaki elime baktı. Hala düşünüyordu, belliydi. Bir an beni tersleyecek sandım. Ama sonra elimi tuttu ve sıktı.
"Bunun altından bir şey çıkacak ve ben çok pişman olacağım değil mi?"
Kıkırdadım. "Sen benimle ilgili her konuda pişman olmuyor musun? Yani muhtemelen... evet."
O da güldü. O ukala, çapkın, şımarık gülücüklerden biri değildi bu. Yumuşaktı. Samimiydi. Gerçekti.
"Şimdi," dedim elini bırakıp. "Bu anlaşmayı mühürleme zamanı."
Bir anda ayağa kalktığımda Mars ciddileşti. Ama asıl şok ayakkabılarımı çıkardığımda geldi. Üstüne çorabımdan kurtuldum.
"Bir dakika bir dakika," dedi. "Sakın bana..."
"Belki bir sefercik seni şaşırtırım," dedim cevap olarak. Ben göle doğru geri geri yürüyor, muzipçe sırıtıyordum, Mars'sa başını iki yana sallıyordu.
"Göle girmeyeceksin."
"Gireceğim."
"Sakın benim numaramı bana satmaya kalkma Oliver. Kesinlikle arkandan gelmiyorum."
Omuz silktim. "Canın isterse."
Onu bırakıp geçen sefer üzerinden atladığımız kütüğe yürüdüm. Mars sahiden yerinden kıpırdamamıştı. Suya dalmadan önce son kez ona bakıp gururla gülümsedim ve sonra sıçradım. Planımı taçlandırıp bu geceyi noktalama zamanı gelmişti.
***
-BÖLÜM SONU-
Olive planını noktalamaya gitti. Bakalım o planı nasıl noktalayacak ya da noktalayabilecek mi :))) Yazarı tanıyanlar işlerin yolunda gitmeyeceğini tahmin ediyordur diye düşünüyorum. Yine de sorayım, ne dersiniz Mars ve Olive arkadaş olabilir mi?
Gelelim önümüzdeki bölümlere...
Birkaç bölüm gülüp eğlendiğimize göre içinizi yeniden sıkmak için dönebilirim. Valla iyi şeyler söylemek istiyorum, ama önümüz pek karanlık. Öyle böyle değil. Sonraki haftalar bizi pek çok olay, açığa çıkacak pek çok sır, pek çok gözyaşı bekliyor. Hazırlanın, sonra bana kızmayın.
Gitmeden önce bir spoi: Haftaya hayatımıza yeni bir karakter giriyor. Hem de öyle böyle girmiyor. Giriyor, kalıyor, kalıyor, kalıyor, bi de üstüne neler neler yapıyor. Tahminlerinizi alayım bakalım :D
Yeniden görüşene dek kendinize çok iyi bakın. Bol yorum bırakırsanız belki karakterlere daha iyi davranırım (ama söz veremem :p)
Öpüldünüz.
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top