54
Güzel cumalar canlar,
Yazar hasta, yazarın tonla işi var, bu hafta bölümler azıcık saatinden gününden şaştı, kusuruma bakmayın.
Amaa..... bu haftayı geride bırakmaya iyi gelecek, sıcacık bir bölüm geliyor. Bu bölüm kız kızayız. İçimizi dökücez bol bol.
E o zaman keyifli okumalar,
E.Ç.
***
Tears on my pillow...
***
BÖLÜM 54:
ÇİLEKLİ SÜT
Günü odamda geçirmeye kararlıydım. Zaten şiş dudağım ve bileğimdeki morluklarla kimseyi görecek halde değildim. Aynaya bile bakamıyordum. Duştan sonra uzun kollu bir kazak giyip kollarımı örtmüştüm. Bong kabusu yetmezmiş gibi bir de kendi kendime yol açtığım rezalet vardı tabii. Mars'dan sigarasını çaldıktan sonra olanları neyse ki tamamıyla hatırlamıyordum. Ama hatırladıklarım bile kış uykusuna yatıp gelecek birkaç yıl saklanmam için yeterliydi.
Kapımı sadece Tarben'in sepetini içeri almak için araladım. İçinde türlü çeşit, tatlı tuzlu bir sürü yiyecek vardı. Haklıydı, midem kazınıyordu. Gözü dönmüş gibi ekmeğe saldırdım. Peynirden bir parça yedim. Kesmedi üzümleri ağzıma tıktım. Bela da hemen dibimde bitmişti elbette. Birlikte kıtlıktan çıkmış gibi her şeyi didikledik. Elim hep hamur işlerine ve şekerli şeylere gidiyor, yedikçe daha da acıkıyordum.
İlk krizi atlattıktan sonra mantığım devreye girmiş olsa gerek bana bu iyiliği yapan oğlana teşekkür etmem gerektiğini düşündüm. Tarben'in odasında olup olmadığını bilmiyordum. O yüzden Ursa'nın öğrettiği gibi özel pullardan birini kullanarak notumun ona ulaştığından emin oldum. Mesajım kısa ve özdü.
Bana katlandığın için teşekkür ederim. Söz, başka bir delilik olmayacak.
Olive
Cevap öyle hızlı geldi ki posta kutusundan uzaklaşmamıştım bile.
Bir daha beni bu kadar korkutma. Senden başka bir söz istemiyorum.
İçim burkuldu. Tarben'in Mars'a verdiği tepkiyi diğer her şeyden daha net hatırlıyordum. Sanırım yavaş yavaş ayılmaya başladığımdandı. Onu sahiden korkutmuştum. Ve sinirlendirmiştim de. Şimdi geri dönüp düşününce, Tarben'in ilk kez biriyle kavga edişine şahit oluyordum. Olduğum yerde daha da küçüldüm. Nasıl da her şey saçma sapan gelişmişti. Aklım başımda olsa adam gibi konuşabilir, olanların doğrusunu anlatabilirdim. Becerememiştim. Allah bilir Tarben Mars'ın bana neler yaptığını düşünüyordu.
Mars... Onun yüzü gözümün önüne gelince an avuçlarımı gözlerime bastırdım. Utanç tüm gözeneklerimden fışkırıyordu. Ne aptal sözler etmiş, ne salakça davranmıştım. Bir daha asla onun yüzüne bakamayacaktım elbette. Dün benimle alay etmediyse de araftaki ömrümün sonuna dek bana dün geceyi hatırlatacağına ve canıma okuyacağına emindim.
Hala anlamıyordum, nasıl kapıyı açıp da beni teleferikten aşağı atmamıştı? Başta halime acıdığından yardım etmişti tamam da... Ya sonrası? Tüm gece ona işkence etmeme neden katlanmıştı? Neden beni bir köşede kendi halime bırakıp gitmemişti? Ona zorla verdirdiğim sözden miydi? Hüzünle güldüm. Mars için böyle aptal bir sözün hiçbir önemi olmamalıydı. Benim hiçbir önemim olmamalıydı. Olmadığını defalarca göstermişti.
Ama dün gece yanındaydı, diye kendime itiraz ettim. Beni Bong'dan uzaklaştıran oydu. Korktuğumda elimi tutan oydu. Kızdığı halde saçmalamama göz yuman, zıvanadan çıktığımda beni kontrol eden oydu. Sahiden de yanımdaydı. Son ana kadar... Tarben haksız yere onu suçladığında bile gerçekleri anlatmak yerine susmuş, başıma gelenleri benim için saklamıştı.
Of...
Ağır ağır masaya yürüdüm. Parmaklarım yeni bir kağıda uzandı. Bir süre kalem elimde ne yazacağımı düşündüm. Akıllıca olan Tarben'e uzun, bol özürlü bir cevap atmamdı. Bunun yerine yazmaya başladığımda başka birine hitaben, başka sözcükler kağıdı dökülmüştü.
Sen Gargamel değilsin. Öyle görünmeye çalışsan da... Teşekkürler.
Oliver
Saçma notuma ve bilerek yanlış yazdığım ismime gülümsedim. Büyük ihtimalle Mars bir cevap vermeyecekti. Hatta belki, eline benimle alay edeceği başka bir koz daha veriyordum. Yine de zarfın üzerine pulu yapıştırdım ve posta kutusuna koydum.
Dakikalar sonra kapım tıkladığında kafamı dağıtacak bir masal arıyordum. Kitabıma yeni bölüm eklenmemişti. Ben de çaresiz kütüphaneden aldığım hikayelere bakıyordum. Kapı ikinci kez, daha ısrarla çalınca karar kıldığım kitabı rafa geri koyup kapıya gittim. Huzursuz olmuştum. Bu halde karşılaşmak istediğim kimse yoktu. Beni en dipte görmüş Tarben bile...
Ama kapının ardındaki bir başkasıydı. Ursa başının tepesinde darmaduman olmuş saçlarıyla, makyajsız yüzüyle ve hala üzerinden çıkarmadığı pijamasıyla karşımdaydı. Onu güzel kıyafetleri, bakımlı saçları ve pırıl pırıl gülüşüyle görmeye öyle alışıktım ki baktığım bu kız kimdi bilmiyordum. Saatlerce, hiç durmadan ağlamış olmalıydı. Yüzü gözü davul gibi şişmişti.
"Sana ne oldu?" dedim korkuyla.
"Asıl sana ne oldu?" dedi benden daha büyük bir dehşetle. Kendi derdi her neyse beni görmesiyle unutmuştu. Koca gözleri kesik dudağımdan şiş gözlerime kaydı. Ondan çok da farklı görünmüyordum. Belli ki gece farklı nedenlerle de olsa ikimizi de kırıklar içinde bırakmıştı. Sessizce birbirimize bakarken duygularımız iç içe geçti, harmanlandı, çoğaldı. Gözlerimiz sulanmış, bir an sonra sıkıca birbirimize sarılmıştık.
"Olive!" diye inledi Ursa omuzumda. Göz yaşları omzumu ıslatıyordu.
"Hiş!" dedim saçlarını okşayıp, ama kendim de ağlamaya devam ediyordum.
Sonunda Ursa burnunu çekip benden uzaklaştığında onu içeri çektim ve kapıyı kapadım. "Ne oldu?"
"Dün..." İç çekti. Dudakları büzüldü. "Kyle'la... konuştum." Anında yanaklarına düşen göz yaşları sonuç hakkında her şeyi söylüyordu. Yine de devam etmesi için onu cesaretlendirdim.
"Yoksa sana ters bir şey mi söyledi?"
Güldü. Aynı anda hıçkırmış, daha fazla yaş gözünden dökülmüştü. "Ters... Ters bir şey söylemedi Olive. Hiçbir şey söylemedi. Beni... beni tanımıyormuş ki. İnanabiliyor musun? Bir defa bile beni görmemiş. Onca zaman... bana baktı, bana gülümsedi diye sevindiğim onca zaman... varlığımdan haberi bile yokmuş."
"Çok üzgünüm Ursa."
Dudakları iyice büküldü. "Ben de çok üzgünüm Olive. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bu... bu histen nasıl kurtulacağım... bilmiyorum."
Yeniden katıla katıla ağlamaya başlayınca bir kez daha ona sıkıca sarıldım. Verebileceğim bir teselli, zamana bırakmaktan başka önerebileceğim bir çözümüm yoktu. Ben de sustum ve varlığımla onun yanında olmaya çalıştım. İkinci krizin geçmesi ilkinden uzun sürdü. Ursa'yı banyoya götürmek ve yüzüne tekrar tekrar su çarpmak zorunda kalmıştım. Mutsuzluğu hemen geçmeyecekti, ama en azından yaşları sonunda durdurmayı başarmıştık.
Onu yatağa oturtup eline Tarben'in sepetinden çıkan kutu sütlerden birini verdim. Oyuncağını kaybetmiş minik bir kız çocuğu gibi görünüyordu. Elbette bugünü, bu hüznü, o oğlanı atlatacaktı. Şimdiyse... onu izlerken içimin burkulmasına engel olamadım. Yanına oturup elini tuttum. Bluzumun kolunun sıyrıldığını ben fark etmemiştim, ama Ursa etti. Kendi acısını unutması bir nefeste olmuştu. Öne eğildi, elimi tutup kaldırdı. Gözleri bileğimdeki morluğa kilitlenmişti.
"Olive bu ne?"
Bu noktadan sonra olanları saklamak da inkar etmek de mümkün değildi maalesef. Ben de her şeyi anlattım. Ursa'dan daha çok kime güvenecektim ki zaten? İlk andan beri yanımda duran, kendi çabasıyla arkadaşlıktan dostluğa terfi eden oydu. Hikayemin her parçasıyla biraz daha karşımda ufalıyor, yüzü biraz daha kasılıyor, dehşeti biraz daha büyüyordu.
"Olive ben... ben çok özür dilerim," dedi sonunda iki elimi tutup. "Ben de gelmiş burada saçma sapan şeyler anlatıyorum sana."
"Saçmalama," dedim. "Tabii ki bana anlatacaksın. Hem... ben daha fazla olanları konuşmak istemiyorum. Hepsi geride kalsın."
"Asıl sen saçmalama!" dedi bir anda dizleri üstüne doğrulup. "Böyle bir şey geride kalamaz! O sümsük yaptığı pisliğin cezasını çekmek zorunda! Gör bak ben ona neler yapıyorum. Sana elini sürmek neymiş görecek!"
"Ursa... teşekkür ederim. Bu dediğini ve fazlasını yapabileceğini de biliyorum. Ama..."
"Aması yok Olive!"
"Aması var. Dinle beni." Sesli bir nefes verdim. "Bu olay duyulsun istemiyorum. Yeniden açılsın, konuşulsun, büyüsün istemiyorum. Düşünmek bile..." Bakışlarım bileklerime düştü. Bluzun kollarını çekiştirdim. "Her şeyi unutmamı sağlayacak bir şey olsa hemen yapardım. Maalesef yaptım da..."
Ursa'nın yüzündeki hüzün kırık bir tebessümle dağıldı. "Mars'ın sigarasını çaldığına hala inanamıyorum."
Yaptıklarımı düşününce ben de utançla gülümsedim. "Ben de hala inanamıyorum. Of... O kadar saçmaladım ki..."
Benimle yüzünü buruşturdu. "Olur öyle bazen. En azından yalnız değildin. Mars için bir gün bunu diyeceğim hiç aklıma gelmezdi, ama iyi ki yanındaymış."
"İyi ki..." diye mırıldandım.
"Çok garip ama... Onun gibi birinin sana böyle yardım etmesi yani... Tarben'i anlıyorum da Mars... garip yani." Gülümsedi. "Delirte delirte çocuğun ayarını bozdun galiba."
Üzerimize çökmüş hüzne rağmen ben de gülümsedim. "Galiba..." dedim, ama içimde bir ses bundan fazlası olduğunu söylüyordu. Tıpkı ona attığım mesajdaki gibi, artık onun kötü biri olduğunu düşünmüyordum. Bir şekilde böyle bir role bürünmüştü Mars. Bir nedeni olduğu belliydi. O nedenin ne olduğunu henüz çözememiştim. Neden hayatı bu kadar boş vermişti? Neden hiçbir şeyi, hiç kimseyi önemsemiyor ya da önemsememeye çalışıyordu? Zaman anlamamı sağlardı belki.
Arkasına yaslanıp sütünü içmeye devam etti Ursa. Ben de kendime bir kutu alıp ona katıldım. Sırtımız yatakta, bakışlarımız boşlukta, bir süre sessizce kendi düşüncelerimizde gezindik. Sonra bir anda bana döndü.
"Ya Tarben Bong'a bir şey yaparsa?"
Kutu elimle havada kaldı. "Nasıl bir şey?"
"Valla biri benim sevdiğim kıza dokunmaya kalkacak..."
"Saçmalama Ursa. Sana söyledim, bizim aramızda öyle bir şey yok. Hem Tarben Bong'u bilmiyor. Ona anlatmadım. Yani sanırım... Odaya gelişimizi pek hatırlamıyorum. Sonrasını da..."
"Yani aranızda ne var bilmiyorum..." dedi yerdeki sepete imalı imalı bakıp. "Ama inşallah gerçekten Bong'dan bahsetmemişsindir. Yoksa yakında sonucunu görürüz zaten."
"Ursa!" dedim azarlarca. Sonra kalan sütü kafama diktim.
Ursa da kendininkini bitirmişti. "Bir tane daha versene ya..." dedi. "Bu kafaya ihtiyacım var."
Sepetten ikimize de yeni kutular aldım. "Sütle kafayı bulmaya başladıysak vay halimize," dedim gülerek.
Ursa gülmemişti. "Bu benim beşinci kutum kızım. Odamda da üç tane hüpletmiştim. Neredeyse bir yarım sigara içmiş sayılırım."
Kaşlarım havada ona baktım. "Nasıl yani?"
Yeni açtığı kutudan koca bir yudum aldı. "Nasıl nasıl yani? E sütlerde seyreltilmiş olarak mantardan var." Güldü. "Bu kadar zamandır bilmeden içiyorum deme sakın."
Bu kadar zamandır bilmeden içiyordum. Elimdeki açılmamış kutuya ilk kez görüyormuş gibi baktım. Şimdi masum bir içecek değil de korkunç gözleri, sivri dişleri olan bir canavardı sanki. Kutuyu komodine bırakmadım da fırlattım adeta. Dün gece bana yetmişti de artmıştı bile. Yeniden kafayı bulmaya hiç ihtiyacım yoktu.
Ursa halime güldü, ama kendi sütünü içmeye devam etti. Rahatlamaya ihtiyacı vardı. Anbean rahatlıyordu da, görüyordum. Sütü bittiğinde iyice aşağı kaydı, başını yastığa koydu. Ben de onu taklit edip yatağa uzandım. Bela aramıza kıvrıldığında birbirimize bakıp hüzünle gülümsedik.
"Aşk ne acayip şey, değil mi?" diye sordu Ursa. "Seni şuursuzca mutlu ediyor. Sonra da şuursuzca mutsuz. Kontrol edemiyorsun. Karşı koyamıyorsun. Zamanını seçemiyorsun. İstediğinde kalmıyor. İstemediğinde gitmiyor."
Öyle mi? demek geldi içimden. Ursa'nın bahsettiği şeyleri kendi hayatımda aradım. Aşk ne zaman gelmiş, ne zaman beni bulmuştu? Ne zaman beni şuursuzca mutlu etmişti? Ya da şuursuzca mutsuz... Ursa'nın yüzünü inceledim. Gözleri kapanmış, uyuklamaya başlamıştı. Yaşadığı acının tüm izleri o yüzdeydi. Şimdi aşağı sarkmış dudaklarının Kyle'ı gördüğünde nasıl kulaklarına vardığına defalarca şahit olmuştum. Bunu yapan aşksa, benim hayatımda aşk neredeydi?
"Ursa..." dedim.
Gözleri aralandı. "Hı..." diye mırıldandı.
"Sanırım ben hiç aşık olmadım."
Bu itirafı kendi sesimle duymak sarsıcıydı. Günlerdir kafamı karıştıran düşünceler en olmadık anda, öylece dudaklarımdan dökülüvermişti. Dav bir yerlerde dediğimi duymuş gibi utandım. Ursa'nın da beni ayıplamasını bekledim. Bunun yerine elimi tuttu, gülümsedi. Gözleri yeniden kapanmıştı. Sonra hiç bilmeden, geleceğimi değiştirecek öğüdünü mırıldandı.
"O zaman kalbini aç Olive. Çünkü hiçbir ruh aşksız yaşayamaz."
***
-BÖLÜM SONU-
Büyük itirafla bölümü noktalamış bulunuyoruz. Dav'un vay haline. Olive hislerini çözmeyi başardı. Dilerim ki bunun bir kırılma anı olduğunu fark etmişsinizdir. Aşkı tatmamış bu kızımızın başına bakalım neleeeer neler geliverecek.
Peki aranızda kimler Ursa'ya katılıyor, onu da bir duyayım.
Hiçbir ruh aşksız yaşayamaz! Evet mi hayır mı?
a) evet
b) hayır
c) başka bi fikrim var
Gelecek hafta için şimdiden heyecanlanabilirsiniz. Pek aksiyonlu bölümler hazırlıyorum. Bir de üstüne ortaya çıkacak sırlar var ki... aman aman aman. Esas oğlanların geçmişini merak edenler alarmlarını kursun. Bölümler size geliyor. Ama en çok Mars'cılara geliyor. Bu da spoi olsun.
O zamana kadaaar kendinize çok iyi bakınızzz, beni de yorumsuz bırakmayınızzz.
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top