5
Sürpriz sonlu bölüm alarmı!
Ateşle barutu yan yana getirmenin zamanı geldi bence. Müthiş bir karşılaşma sizi bekliyor.
Keyifli okumalar :p
E.Ç.
***
I need you tonight
'Cause I'm not sleepin'
***
BÖLÜM 5:
KÜTÜPHANEYE GİRİŞ
Geri dönüşümün ne olduğunu en iyi kardeşi olanlar bilir. Ben de aileye son katılan çocuk olarak henüz üç yaşımdayken orta boyutlu bir ikinci el dükkan işletecek kadar bilgiye sahiptim. Portföyüm oldukça genişti: Ablamın kıyafetleri, ablamın oyuncakları, ablamın kitapları, sonrasında ablamın yatağı, ablamın masası, ablamın dolabı, daha da ilerledikçe ablamın makyaj malzemeleri, ablamın telefonu, ablamın arabası...
Özetle, paketinden açıp gıcır gıcırken kullandığım nadir eşyam vardı. O yüzden şimdi karşımdaki manzarayı kocaman gözlerle, kıpırtısız izliyordum. Ursa'nın dediğine göre burası benim odamdı. Benim. Sadece benim! Yurt, içindeki her şeyi benim için özel olarak hazırlamıştı. Yepyeni mobilyalara, hiç basılmamış gibi duran yumuşak halıya ve tertemiz boyalı duvarlara bakarak Ursa'nın haklı olduğunu söyleyebilirdim. İçerisi çıkaramadığım güzel bir çiçek kokuyor, açık pencereden odaya dolan rüzgar tülleri sallandırıyordu. Perdeler, yatak örtüleri, köşedeki koltuk, kır çiçeklerinden farklı desenlere sahipti ve elbette morun bir tonuydu.
"Banyon şurada," diye sağ duvardaki kapıyı işaret etti Ursa. "İhtiyacın olan her şey içinde. Gardırobundaki kıyafetler ruh haline göre her açtığında yenileniyor. Bana kalırsa biraz daha trendy olabilirlerdi, ama en azından sürekli değişiyorlar. Bir de temizlenmeleri için endişelenmene gerek yok. Giydiğini dolaba geri bırakman yeterli. Gerisini Yurt hallediyor." Sırıttı ve odanın girişinde, duvarda asılı olan pembe posta kutusunu gösterdi. "Burada en çok kullanacağın şey bu tatlı kutu olacak. Tüm duyurular ve günlük ders programın buraya düşecek, o yüzden sık sık kontrol et. Ayrıca herhangi birine mesaj göndermek istersen üzerine ismini yazıp kutuya atabilirsin."
Kaşlarım hayretle yukarı kalktı. "O halde kutunun koridorda olması gerekmez mi?"
Saçma bir soruydu, şu ana kadar gördüğüm ne normaldi ki posta sistemi normal olsun. Muhtemelen bu işi de bir şekilde Yurt hallediyordu. Zaten Ursa cevap vermek yerine tepkime kıkırdamıştı.
"Bu gece güzelce dinlen," dedi eşikten. "Yarın kahvaltıda görüşürüz zaten. Unutma yemekhane ilk katta!"
Başımı salladım. Bir ruhun neden dinlenmeye ya da kahvaltıya ihtiyaç duyacağını sormayı akıl edemeyecek kadar sersemlemiştim. Gideceklerini anlayan sincap sakince oturduğu omzundan kızın başının üstüne sıçradı. Ursa bana el salladığında o da sallamıştı. Ve ardından beni bir başıma odamın ortasında bırakıp gittiler.
Kapının kapanmasıyla trende uyandığım andan beri ilk kez yalnız kalmıştım. Sırtımdaki çantayı çıkarıp yere bıraktım ve yavaşça yatağıma gidip oturdum. İçimden eş zamanlı bir sürü duygu geçiyordu. Ağlamak, çığlık atmak, küfretmek, tepinmek, eşyaları tekmelemek, daha çok ağlamak, daha çok tepinmek. Bunlar yerine boş gözlerle kapıyı izledim bir süre. O sürenin ne olduğunu tahmin edebileceğim hiçbir kaynağım yoktu. Ne bir saat ne bir telefon ne bir bilgisayar...
Bir umut pencerenin ötesine baktım. Dışarıda gök morun koyu bir tonuna dönüyordu yavaş yavaş. Trenden de gördüğüm farklı evrelerde ve renkte üç ay tam karşıdaydı. Bir yeni ay, bir ilk dördün ve bir dolunay... Pembe dolunay, diye hatırlattım kendime. Ursa öyle demişti.
Kalkıp pencereye gittim. Önünde minik bir balkon olduğunu ancak fark ediyordum. Sandalyeye oturmak yerine korkuluklara tutunup etrafı inceledim. Müdire'nin odasındayken tahmin ettiğim gibi Yurt bir dağın tepesindeydi. Önümde kayalıklar metrelerce aşağı uzanıyor ve okyanusla birleşiyordu. Dağın dikliği ve sonsuzluğa uzanan suyun kudreti karşısında tedirgin olmamak elde değildi.
Neyse ki azıcık belimden aşağı sarkınca sol tarafta kalan bahçeyi görmüştüm. Muazzam bir peyzajı vardı. Kararan havaya rağmen çiçeklerin yaprakları ay ışığında parlıyordu. Daha ötesinde yolculuğuma eşlik eden pembe, tombul ağaçlardan geniş bir orman vardı. Korkuluğa daha sıkı tutunup biraz daha aşağı sarktım. Panayır ışıklarını da bu sayede görmüştüm. Ursa'nın bahsettiği kermes olmalıydı bu. Dönme dolabın vagonlarını ve hız treninin raylarını seçebiliyordum.
Lunapark diye düşündüm. Beklenmedik özlem duygusu kalbimi yoklayınca şaşırdım. Sadece çocukken bir kereliğine bir eğlence parkına gitmiştim. Ona da beni anneannem götürmüştü zaten. Kasabaya kurulmuş, küçük bir şeydi. Onun yanında kaldığım tek yaz tatilinin en güzel günüydü sanırım. Sonradan kasabaya gidecek başka bir yazım olmamıştı. Ek dersler, geliştirilecek hobiler, spor, sanat, bilim... Yapmam gereken çok şey, az zaman vardı. Haklıydı ailem. Bir çiftlikte otların arasında öğrenecek bir şeyim yoktu.
Peki neden şimdi o anı düşünüyordum? Neden o anı özlüyordum? Neden bir yanım kermese gitmek, etrafa bakmak, oyuncakları keşfetmek istiyordu? Sanırım şu ölüm işi duygularımı altüst etmişti. Başımı kendi düşüncelerime itiraz ederce iki yana salladım. Yeniden öfkelenmiştim. Bir an önce buradan kurtulmanın yollarını aramam gerekirken boş boş manzara izleyip olmayacak hayallere kapılıyordum.
Balkonu terk edip çantamın başına döndüm ve içinden Müdire'nin gösterdiği kitabı çıkardım. Derslere ne kadar erken başlarsam o kadar hızlı yol alır, o kadar hızlı evime dönerdim. Fakat bir sorun vardı. Bir sayfa çevirdim. Bir sayfa daha çevirdim. Kitabın ortasına gelsem de içinde tek bir satır yazı bulamamıştım. Bu kitap... bomboştu. Resmen kandırılmıştım. Sinirle kitabı fırlatıp karşı duvardaki kitaplığa gittim. Elbet onca cilt arasında işime yarayacak bir şey bulabilirdim.
Hayır bulamazsın, diye cevapladı elime aldığım her kitap. Tüm rafları denedikten sonra kabullenmiştim, bu kitaplık dekordan başka bir şey değildi. İçleri boş onca kağıt parçasını sırf süs olsun diye yan yana dizmişlerdi. İşte artık çığlık atma isteğim kontrol edilemezdi. Dişlerimi sıkıp tırnaklarımı avuçlarıma sapladım. Sonraki dakikaları odanın her karışını arşınlayarak geçirmiştim.
Yarın, diye telkin ediyordum kendimi tekrar tekrar. Yarın her şey farklı olacak. Yarın ruh eşinle tanışacaksın. Yarın derslere gideceksin. Yarın bir bilene buradan en hızlı kurtuluş yöntemini sorabilirsin. Yarın. Yarın. Yarın.
Ne yazık ki yaşarken çok işime yarayan nefes teknikleri bu alemde çalışmıyordu. Dakikalar geçiyor, dışarıda gökyüzü gitgide kararıyor, ama ben bir türlü sakinleşemiyordum. Derken, aklıma mükemmel bir fikir geldi. Ben neden çözümü bu dört duvar arasında arıyordum ki? Ursa bir kütüphaneden bahsetmişti. Elbet onca kitap arasında bana yardım edecek bir tane vardı. Bu düşünceyle içime dolan heyecan anında kapıya yöneltmişti beni. Çantadan çıkan anahtarlığı kaptığım gibi koridordaydım.
Tam kapımı kilitlemiştim ki biriyle karşılaşma ihtimalini fark edip panikle durdum. Gözlerim hızla koridorun iki yanını taradı. Neyse ki hala ilk anki kadar boştu. Ne demişti Ursa? Sabaha kadar parti! Herkes hala kermeste olmalıydı ve umarım daha saatlerce de orada kalacaklardı. Bu düşüncenin verdiği rahatlıkla geldiğimiz yoldan asansöre gittim, düğmesine bastım, geldiğinde Ursa gibi birinci kata gitmek istediğimi söyledim.
Yurt beni ikiletmemişti. Kapılar yeniden açıldığında köşkün giriş katında, geniş bir holdeydim. Odaların olduğu kata kıyasla burası çok daha gösterişliydi. Süslü kolonlar, mermer yerler, melek heykelleri... Tamamen içgüdüsel olarak solu seçip oraya doğru yürüdüm. Perili bir evde dolaşıyordum sanki. Loş koridorlar, in, cin, top ve ben... Neyse ki şuursuzca yaptığım yön seçimi doğru çıkmış, kütüphaneyi bulmak umduğumdan kolay olmuştu.
Ark şeklindeki geniş kapıdan kitapların arasına adım attım. Farklı bir boyuta geçmek gibiydi bu. Hissettiğim huzursuzluk karşımdaki manzarayla anında dağılıvermişti. İç içe geçmiş daire şeklinde odalardan oluşuyordu kütüphane. Mermer kitaplıklar bu dairelerin içine, halka halka birbiri ardına sıralanmıştı. Odaların kesiştiği orta alanda çalışma masaları ve oturma grupları vardı. En ilginciyse koltukların ortasında pembe alevler saçarak yanan ateşti. Sanki biri kütüphanenin ortasına kamp kurmuş gibiydi.
Nefesimi tutup metrelerce yükseğe uzanan raflara doğru ilerledim. Girdiğim ilk oda bir başkasına açılmış, ondan da bir diğerine geçmiştim. Zincir gibi iç içe giren sonsuz oda vardı sanki. Çok geçmeden nereden geldiğimi, nereye gittiğimi şaşırmıştım. Sebepsizce gülümsediğimin farkındaydım, ama duygularım kontrolsüzdü. O kadar çok kitap vardı ki. Nereden başlayacağımı bilmiyordum bile. Durumum ve amacım düşünülürse okült çalışmalarla ilgili kısmı bulmam mantıklı olurdu sanırım. Ama Yurt, evren, kader, ya da sadece şansım buna izin vermedi.
Sağımdan gelen sesle kaskatı kesildim. Yalnız değildim. Kütüphanede benimle birlikte biri, hayır birileri vardı. Kızın sesine erkeğinki karıştı. Gülüşüyorlardı. Vücudum suç işlemiş gibi kaskatı kesilmiş, omuzlarım saklanmak isterce içe çökmüştü. İlk düşüncem neden kermeste değiller, oldu. Şüphesiz ki bir başkasını suçlamak daha kolaydı. İkinci düşüncemse daha bencilceydi. Şimdi ne yapacaktım?
"Herkesin kermeste seni beklediğinin farkındasın değil mi?" dedi kız kıkırtıları arasında.
Merak ne fena şeydi. Gerisin geri koşarak kaçmam gerekirken başım diğer odaya doğru uzanmıştı. Yere çökmüş, sırtını da raflara dayamış ikiliyi bu sayede gördüm. Oğlan elindeki sigaradan derin bir nefes alıp yavaşça üfledi. Dudaklarından süzülen pembe duman başının üstünde bir bulut olmuştu. İçtiği şey her neyse sakız gibi kokuyor ve oğlanın kapanan gözlerine bakılırsa sağlam kafa yapıyordu.
"Biraz daha beklesinler, bir şey olmaz," dedi gözlerini yeniden açtığında.
Cevap kızın hoşuna gitmişti. Sigarayı alıp bir fırt çekti ve pembe dumanı oğlanın yüzüne üfledi. Kızın neşesini anlıyordum. Loş olmasına rağmen oğlanın ne kadar yakışıklı olduğu gözümden kaçmamıştı. Gür, sarı saçları yüzüne dökülüyor, mavi gözlerini perdeliyordu. Uzun kirpikleri ve güzel bir burnu vardı. Vücuduna bakarak kütüphane de değil de spor salonunda olması daha beklendik olurdu.
Gözümden kaçmayan başka bir şey daha vardı ki yutkunmama neden oldu. Tek hamlede bluzunu çıkarıp atmıştı kız. Oğlanın üstüne kayması ve kucağına oturması aynı saniye içinde oldu. Benim yaşadığım şokun aksine oğlan bunu bekler gibiydi. Eli anında kızın kalçasını buldu, kısa eteğini yukarı sıyırdı ve poposunu sıktı. Öpüşmeye başladıklarında öyle bir geri sıçrayışım vardı ki az daha düşüyordum.
Onlar beni fark etmeden kaçmak için topuklarım üstünde döndüm. Bir çift sarı gözle tam o an karşı karşıya kalmıştım. O gözler bir kediye aitti ve o kedi, bir saniye sonra tıslayarak üzerime doğru koşuyordu.
***
-BÖLÜM SONU-
Geçmiş olsun Olive. Sen kimseyle karşılaşmayacağım diye uğraş, sonra git milleti kütüphanede bas. Üstüne bir de peşine kedi takılsın.
Esas oğlanımızın hikayeye alevler eşliğinde düştüğünü fark ettiğinizi düşünüyorum. İlk izleniminizi sormayacağım. Önce onu biraz daha tanımanızı istiyorum.
Ama Olive'i konuşabiliriz. Az çok onunla ilgili bir fikriniz olmuştur. Bir takım takıntıları var sanki, ne dersiniz?
Artık sonraki bölüm neler olacağını yaşayıp görcez. Ya da sonraki bölüm ne olsun istersiniz siz bana yazın, bakarsınız hikayeyi etkilersiniz ;)
Yorumları bekliyorum ve sizi kocuman öpüyorummm!
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top