35
Yeni bir haftadan merhaba canım okurlar!
Gerilime hazırlandınız diye umuyorum. Zira önümüz diken diken. Olive'le birlikte ölüp ölüp dirilcez birlikte. Şimdi bunun üstüne keyifli okumalar da denmez ama...
Hadi keyifli okumalar :D
E.Ç.
***
Everybody in the whole cell block
Was dancin' to the Jailhouse Rock
***
BÖLÜM 35:
ZİRVEYE DOĞRU
Gerilim filmlerinden nefret ederdim. Hayat başlı başına koca bir gerilimken bir de kıymetli vaktimi daha da stres olmak için harcamak, üstüne bir de bunun için para vermek akılsızca geliyordu. En tahammül edemediğim de o filmlerdeki karakterlerin zavallılığıydı. Durmadan arkasına bakmalar, en ufak seste sıçramalar, ağlamalar, zırlamalar...
Elbette hayatta hiçbir zaman, hiçbir konuda büyük konuşmamak lazımdı. Mesela ben, çok büyük konuştuğum bu konuda belamı bir güzel bulmuştum. Dersimi almam için ölmem, arafta uyanmam, kendime bir düşman edinmem ve onun sonsuz nefretini garantilemem gerekmişti. Evet, evet, evet, evet... Hepsine koca bir evet! Ve şimdi, filmlerde sinir olduğum o ödlek karakter bizzat bendim.
Bir an yoktu ki gözüm takip edilip edilmediğimi görmek için etrafı taramasın. Kulaklarım Bela gibi daima havada, tetikteydi. Hışırtılar tikim olmuştu. Gözüm seğiriyor, elim kolum titriyor, olmadık anda irkiliyordum. Hafta sonum tehlikeli bir düşmana sahip olmanın tüm bu yan etkileriyle heba olmuştu. Sağ olsunlar arkadaşlarım hep yanımdaydı. Serada çalışmam gerektiğinde Diego bana eşlik edeceğini söylemiş, iki saat sonra Ursa ona katılmış, onlar gidince Lark ve Helene yanıma gelmişti.
Akşam olduğunda eğlenmek için göle gitmek yerine benimle bahçemde kaldılar. Ursa ve Diego yemeklerle bize katılmıştı. Masanın üzerini boşaltıp yemekhaneden taşıdıkları tabakları dizdik ve boğazımızdan geçmeyen lokmalarla bu beladan nasıl kurtulacağımı bulmaya çalıştık. Eğlenceli değil, kasvetli bir ziyafetti bu. Hiçbir koşulda Müdire'yi rahatsız etmememiz gerektiğini düşünen Ursa Müdire'nin huzuruna çıkmamı önerince benim için gerçekten hiçbir umut olmadığına emin oldum.
Bir arpa boyu yol alamadan birlikte Yurt'a döndük. Neyse ki ruhların odalarına kendileri dışında birinin girmesi mümkün değildi. En azından sabaha kadar güvendeydim. Ama hep dört duvar arasında saklanamazdım ya... Bir çözüm bulmam lazımdı. Ne? Ne? Ne? İçinden çıkamadığım bulmacayla sabahı zor ettim. Gelen gün bir öncekinden iyi ya da farklı değildi. Ursa daha üstümü giyinemeden kapımdaydı. Ne olur ne olmaz, demişti. Hazırlandığımda birlikte kahvaltıya inmiş, birlikte yemek almış, dip dibe oturmuştuk.
Sonrası önceki günün neredeyse tekrarıydı. Bu arada Pam'i üç defa görmüştüm. Yemekhanede, koridorda, yeniden yemekhanede... Benden önce Diego yerinden sıçramıştı. Pembe kıvılcımlar saçarak üzerime saldırmasını falan bekliyordu sanırım. Bunun yerine saçlarını savurmuş, o ukala bakışlarıyla bizi ezip yoluna devam etmişti Pam. Dudaklarındaki şeytani tebessüm olmasa neredeyse yaşadığımız olayı unuttuğunu düşünecektim. Yo, hayır, elbette unutmamıştı. Sinsi bir yılan gibi saldıracağı zamanı bekliyordu o kadar.
Eline bir bıçak alıp üzerime saldırsaydı keşke. Öylesi çok daha acısız bir son olurdu. Bu bilinmezle yaşamak kanser olmak gibiydi. Ölüm oradaydı, yavaş yavaş, parça parça beni ele geçiriyordu, ama ne zaman canımı alacağını kestiremiyordum. Haliyle bir geceyi daha hiç uyumadan tükettim. Melek Ria'nın istediği çiçekleri tamamlayamamış, önceki haftanın konularını tekrar edememiş, önümüzdeki derslere hazırlanamamıştım. Posta kutum yanıp söndüğünde Yurt'tan bana insaf etmesini diledim. Etmedi.
Kaya Tırmanışı
Ders programımda yazan buydu. Şakaydı elbette. Sporun neredeyse her dalını severdim. Ama tırmanış... Yo, hayır, ben almayayım. Yüksekten oldum olası nefret ederdim. Zaten canım burnumda yaşadığım şu günlerde ihtiyacım olan son şey metrelerce yüksekten düşmekti.
"Lütfen!" dedim. "Lütfen başka bir şey olsun, yalvarırım."
Gözlerimi yumup dileğimi bir kez de içimden söyledim. İşe yaramadı. Bu ara istediğim ne oluyordu ki zaten? Çaresiz dolabın uygun gördüğü şort, tişört ve spor ayakkabıları giyip saçımı at kuyruğu yaptım. Bu sabah refakatçim Diego'ydu. En azından arkadaşlarımın birinin benimle aynı derste olmasını umarak kahvaltıya indim, ama o konuda da şansım yoktu. Sonunda ders saati geldiğinde ben tek başıma spor salonuna, onlarsa kendi sınıflarına ayrılmıştı.
"Dikkatli ol," dedi Lark son anda.
Ne görmüştü, kartları ona ne söylemişti de böyle bir uyarı yapma gereği duymuştu, soramadım. Tırmanma parkuru spor salonunun en sonundaydı. Metrelerce yükseğe uzanan duvara rengarenk yüzlerce tutamak yerleştirilmişti. Bunların üzerine durmamızı bekliyor olamazlardı bizden değil mi? Tavandan sarkan halatları inceledim. En azından altımızda bir file falan olması gerekmez miydi?
"Hey, Oliver."
Ağzımdan bir çığlık kaçtı. Aynı anda sıçrayıp geri kaçtım. Sinirlerim düşündüğümden de bozuk olmalıydı. Gelen sadece Mars'tı. Kaşları havada bana bakıyordu. Yapacağı tüm espriler yüzümü görmesiyle boğazına takılmış gibiydi.
"Sen... İyi misin?" diye sordu.
Lanet olsun, tabii ki iyi değildim. Derin bir nefes aldım ve "İnsanların arkasından sessizce gelinmez!" diye çıkıştım. "Kimse sana öğretmedi mi?"
Gözlerindeki soru işaretleri çoğaldı. Bakışlarımı kaçırdım. Kollarım görünmez düşmanlardan beni korumak istercesine vücudumun etrafına dolandı.
"Yüksekten korkmuyorsun değil mi Oliver?"
"Hayır," diye yalan söyledim. Bir de bu küstah oğlanın alayıyla uğraşamazdım. Ama onu da bana edebileceği tüm sözleri de unutmam iki saniye sürdü. O an kapıdan giren Pam tüm ilgimi kendine çeken dev bir mıknatıs gibiydi. Üzerinde benimki gibi bir şort, benim tişörtümden çok daha seksi bir atlet vardı. Tırmanışa gelmişti. Aynı dersteydik.
Yo yo yo!
Kontrolsüzce geriledim. Mars bakışlarımı takip edip Pam'e dönmüştü. Yeniden bana baktığında kaşları çatıktı. Arkasına saklanmaya çalıştığımı fark etmiş miydi? Kuma kafasını gömen bir deve kuşu misali başımı iyice eğdim. Kaküllerim önüme düşüp yüzümü perdelemişti. Yine de Mars'ın dibime sokulduğunu gördüm.
"Ne oluyor?" dedi şüpheyle.
"Hiçbir şey," dedim, ama bakışlarım salonun ortasına doğru emin adımlarla ilerleyen Pam'e döndüğünde bir adım daha gerilemiştim.
Mars yeniden aramızdaki boşluğu kapadı. "Pam'le aranızda bir şey mi oldu?" diye sordu sesini alçaltıp.
Gerçekten bilmiyor olabilir miydi? Herkesin yemekhanedeki skandalı konuştuğuna şüphe yoktu. Ama Mars herkes değildi. Konseriydi, müziğiydi derken benimle ilgili önemsiz bir dedikoduyu duymamış olmaması gayet muhtemeldi. Başımı biraz daha çevirip bakışlarımı kaçırdım. Bir bok yediğimi anlaması için bu tepkim ona yetmişti.
"Ne yaptın sen Oliver?" dedi. Bir soru değil, bir baş sağlığı dileğiydi sanki. O da dikkatli olmam konusunda beni uyarmıştı ve ben yine de bir seri katile kafa tutmuştum.
"Olive, tatlım!"
Adımı duymamla içim buz kesti. Nedeni o adı söyleyen kişiydi. Pam yanımıza gelmişti. Bakışları kısa bir an Mars'ın yüzünde kalıp bana döndü.
"Aynı derste olmamız inanılmaz bir şans değil mi sence de?"
Öyleydi. Hatta belki şanstan biraz fazlası... Pam'in derslere müdahale edecek gücü olabilir miydi? Tabii ki olabilirdi. Bu şeytandan her şey beklenirdi. Ben cevap veremediğimde haz dolgun dudaklarına yayıldı. Menekşe gözleri zaferle parladı.
"Sen biraz dikkatli ol yalnız. Malum ilk tırmanışın, acemisin, e ders de zor bir ders, her şey olabilir."
Tehdidi zehirli bir hap gibi yutkundum. Midem alev alev yanıyordu. Korku şu an hissettiğim en baskın duyguydu şüphesiz. Ama bir yanımın hala öfkeden kuduruyor ve bu kıza ağzının payını vermek istiyor olması da içimdeki ateşi körüklüyordu. Neyse ki ben idam fermanımı garantileyecek aptalca bir şey yapamadan hocamız parkura giriş yaptı.
"Çocuklar hiza alın!"
Kadının güçlü sesiyle ortalık bir arı kovanı gibi karıştı önce. Sonraki bir dakika içinde ruhlar ip gibi, yan yana dizilmişti. Mars'ı takip edip ben de kendime sırada bir yer buldum. Hocamız kesinlikle bir melekti yine, ama şu ana kadarki hiçbir melek gibi görünmüyordu. Hayatta olsak bir komando olduğunu düşünebilirdim. Geniş omuzları, kaslı kolları, daha da kaslı bacakları vardı. Sarı saçlarını başının tepesinde toplayıp örmüş, yanlarını ve arkasını kazıtmıştı.
"Bugün koşarak başlayacağız," dedi. "Altı turu tamamlayan tırmanış ayakkabılarını giysin. Emniyet kemerini takamayanlar beni beklesin. Daimi öğrenciler, on dakika içinde sizi havada görmek istiyorum. Bugün zirveyi görmeden kimse odasına dönmeyecek. Marş marş!"
Herkesin hep bir ağızdan Emret komutanım! diye bağırmasını bekledim. Bunun yerine koşmaya başlamışlardı. Mars önümde, diğer yanımdaki kız arkamda hareketlendiğinde çaresiz akışa kapıldım ben de. Koşmak bir problem değildi, hatta kondisyonumun diğer pek çok kişiden iyi olduğunu üçüncü turda kanıtlamıştım. Yine de Pam'i geçip onu daha da sinirlendirme riskine girmemek için yavaşladım. Prenses ayakkabılara ilk gidenlerden biriydi elbette.
Olabildiğince ağırdan alsam da onun sadece birkaç kişi arkasındaydım. Numaramı bulup ayakkabıyı ayağıma geçirdim. Sonra emniyet kemerini takan iki kızı izleyerek kayışları bacağımdan soktum ve belime oturttum. Sonrası... Sonrası boşluktu. Sağa sola bakınıp bir ipucu ararken belimde bir el hissettim.
"Bu tam kilitlenmemiş," dedi Mars. Gözü kemerde, yüzü gergindi. Ben itiraz edemeden açıp klipsi yeniden, doğru şekilde taktı. Ne yaptığını bildiğine şüphe yoktu.
"Tabii ki bu spora da hakimsin," diye homurdandım.
Bakışları yüzüme kalktı. "Bana laf yetiştireceğine odaklan Oliver. Tırmanış şakaya gelmez."
Sesindeki ciddiyet beni daha da huzursuz etmişti. Mars bile durumumla alay etmiyorsa hapı sahiden yutmuştum. Gözlerim korkuyla duvarı baştan sona taradı.
"Daha önce tırmanmadın değil mi?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Ve yüksekten korkuyorsun?"
Gözlerim yere düştü. Söylediğim yalanın arkasında durmak için çok geçti. Nasılsa gerçeği az sonra görecekti. Canımı sıkacak bir şey söylemesini bekledim, ama...
"Korkacağın bir şey yok," dedi Mars. "Tepedeki halkayı görüyor musun? İpin otomatik emniyet sistemine bağlı olacak. İstesen de yere çakılamazsın yani. Sadece biraz havada sallanırsın. Yine de yakınımda kal. Bastığım yerleri takip edersen kolay tırmanırsın."
Cevap veremedim. Mars böyle bir iyiliği bekleyeceğim son kişiydi. Korkarım düşündüğümden de acınası bir haldeydim.
"Gel," dedi. "Seni bağlayalım."
Sırtımdan yönlendirmese muhtemelen hareket edemezdim. Hem sözlerinin yarattığı şaşkınlıktan hem de tam o sırada bizim yanımızdan tırmanmaya karar vermiş Pam'den dolayı...
"Yukarıda görüşürüz tatlım," dedi Pam bana bakarak.
İnsan daha zarif bir şekilde birini tehdit edemezdi. O duvarın başına geçtiğinde iki adım ardından onu takip eden ruh eşiyle göz göze geldik. Sonra başını öne eğip tavandan sarkan ipi beline bağladı oğlan. Pam önde, o arkada tırmanışa başladılar. Pam'in balerin olduğu her hareketinde belli oluyordu. Kolunu kaldırışı, bacağını atışı, dimdik sırtı... Onu izlerken bu işin çok kolay olduğunu bile düşünebilirdim. Tabii sağda solda eli ayağı kayıp düşen onlarca başka ruh olmasaydı...
"Hadi," dedi Mars. Emniyet ipini belimdeki halkaya tutturdu, çekip kontrol etti. Sonra eşofmanının üstünü çıkarıp kenara attı ve kendini bağladı. "Hazır mısın?"
Asla değildim. Asla olamazdım. Yine de başımı salladım ve Mars'ın ardından ilk tutamağa adımımı attım. Ardından birlikte tırmanmaya başladık. Ne yazık ki yolculuğumuz fazla uzun süremeyecekti.
***
-BÖLÜM SONU-
Hadi bakalım, tırmanışa başladık. Allah sonumuzu hayretsin. Gerçi, ben önden uyarımı yaptım bu haftayla ilgili. Siz çok da şaapmayın yani :D
Neyse, geri dönelim bu bölüme ve Mars'ı konuşalım. Kendisi her zamanki halinden bi farklı gibi. Olive'in başına gelebilecekler onu da korkutmuş olabilir mi, ne dersiniz? Belki gösterdiğinin altında bambaşka bir adam vardır ha? Onun hakkında düşüncelerinizi buraya alayım. Emojiler de kabulümdür.
Perşembe inşallah yazar çizimi yetiştirirse görüşüyoruz :D
O zamana kadaaar kendinize iyi bakın!
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top