32
Haftanın ikinci bölümünden herkese merhaba!
Yine asla çizimi yetiştiremiycem diye buhranlar geçirdiğim, ama sonunda yetiştirmeyi başardığım bir hafta... Gururlu ve mutluyum. Bölüm de pek cici oldu :p Biraz da hikayedeki diğer potansiyel çiftlere yüzümüzü çevirelim istedim. Bakalım hoşunuza gidecek mi :)
Keyifle okuyunuz, yorumlarınızı eksik etmeyiniz.
E.Ç.
***
Life could be a dream...
***
BÖLÜM 32:
KOORDİNASYON VE KONDİSYON
Mars'ın içine ettiği sinirlerimi toparlamam imkansızdı. Gitmiş olsa da sözleri, muzip gülüşü ve o imalı bakışı hala havada asılıydı sanki. Tarben'in olanları unutturmak için harcadığı efora rağmen kendimi ne onun sözlerine verebildim ne de getirdiği yemeklerden yiyebildim.
Neyse ki anlayışlı bir oğlandı Tarben. Mars'ın adını bir daha hiç anmamış, bugün çok yorulduğumu söyleyip odalarımıza dönmeyi önermişti. Sonra beni kapıma kadar bıraktı, sepeti elime tutuşturdu ve iyi geceler dileyip gitti. İçeri girdiğim an Bela karşılamıştı beni. Bir tur bacaklarıma süründükten sonra sepetin benden daha ilginç olduğuna kanaat getirip onu koklamaya koyuldu.
Hızla sanal bebekten değerlerini kontrol ettim. Toktu. Çişini kakasını yapmıştı. Oyununu oynamıştı. Mutluydu. Tüm günü Yurt'ta gönlünce gezerek ve belli ki istediklerini yaparak geçirmişti. Rahatladım ve kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Onun nasıl kafasına göre odaya girip çıkabildiği hala bir soru işaretiydi benim için. Ama bunu çözmeye çalışmayacağım Yurt gizemleri dosyasına kaldırdım ve daha güncel bir probleme odaklandım.
O problem Mars'tı!
Nasıl da utandırmıştı beni? O ettiği laflar... İma ettiği şeyler... Yüzsüz! Kendini beğenmiş! Bencil! Ters dönüp başımı yastığa gömdüm ve sinirle bağırdım. Yetmedi tepindim, yorganı yumrukladım. Ayağa kalkıp odanın içinde bir atlı karınca misali tekrar tekrar döndüm. Yanıyordum. Faydası olur sanıp duşa girdim ve tenimden fışkıran alevleri suyun altında söndürmeyi denedim. Olmayınca çareyi sepette ne varsa yemekte buldum. Sonu mide fesatıydı. Bela didiklediği çilekli pudingin başında, bense yarısı boşalmış sepetin dibinde sırt üstü uyuya kalmıştık.
Daha önce hiç yerde uyumamıştım. Uyuma kısmı değil, ama uyanması berbat bir deneyimdi. Bir an nerede, hangi zamanda olduğumu anlayamadım. Neden yerdeydim, neden her yerim ağrıyordu ve neden alarm çalıyordu? Gözüm sepeti ve etrafına saçılmış boş tabakları görünce anılar teker teker yüzeye çıktı. Sera, atölyem, Mars... Oflayarak lanet ettim.
Bu arada alarm susmuştu. Neyse ki... Bir hataydı sanırım. Ders günü değildi. Yetişmem gereken bir yer olmamalıydı. Açıkçası tüm günü yatakta geçirmekten başka bir şey de düşünemiyordum. Bela gecenin bir noktasında yerden yastıkların arasına geçmişti bile. Kedimin yanına gidip yorganın altına girdim. Fakat... Başımı koyduğum an çalar saat yeniden ötmeye başlamıştı.
"Ne oluyor?" diye bağırdım dehşetle kalkıp. Yurt'tan cevap gelmedi. Onun yerine posta kutum yanıp sönmüştü. Kaşlarım çatıldı. Örtüden kurtulup gelen zarfı almaya gittim. Günler mi kaymıştı? Program mı değişmişti? Hayır, gelen dersle ilgili değildi. Mektubu Diego yazmıştı.
Seni kahvaltıda göremedim.
Ben önden gidiyorum.
Pembe salonda buluşalım.
D.
"Diego!" dedim yüzümü buruşturup. Onunla çalışacağımızı tamamen unutmuştum. Ne kadar uyumuş olmalıydım ki kahvaltıyı bile kaçırmıştım. Hay lanet! Koşarak dolaba gittim, kıyafetleri yerlere fırlatmak suretiyle giyecek makul bir şey aradım, bulamayınca mor bir elbiseyi başımdan geçirdim. Daha kötüsü Yurt'un bana layık gördüğü topuklu dans ayakkabılarıydı. Kaçışım yoktu. El mahkum giyinip kendimi koridora attım.
Allah'tan ayakkabılar göründüğünden rahattı. Bunu ve dizlerime gelen elbisemin derin yırtmacını merdivenleri ikişer üçer inerken fark etmiştim. Üzerine düşünemeden dans salonları karşımdaydı. Pembe bir oda arayarak koridor boyunca koşturdum. Ve işte Diego ordaydı. Beşinci kapının ardında, süslü duvarların ortasında, aynaların tam karşısında...
"Diego çok çok çok özür dilerim," diyerek odaya daldım.
Bana koca bir gülücükle döndü Diego. "Neden?" dedi anlamamış gibi.
"Geç kaldım. Önce uyuyamadım. Sonra uyuya kalmışım. Alarm çalınca..."
"Olive!" dedi Diego ellerimi tutup. "Sakin ol. Ben de daha şimdi geldim. Hadi geç ısınmaya başla. Ben de müziği ayarlayayım."
Uslu bir öğrenci gibi başımı salladım. O köşedeki kaset çalara gittiğinde gözlerim odanın içini dolandı. Şimdi içinde olduğumuz, ders yaptığımız balo salonuna kıyasla minik bir odaydı. Zemin parke, duvarlar aynalarla kaplıydı. İsmini tavanı ve kolonları kaplayan resimden alıyor olmalıydı. Pespembe güllerden bir bahçenin ortasındaydık. Çiçekler resmedilmemiş, tek tek elle duvarlara işlenmişti sanki. Üç boyutluydular.
O an tatlı bir gitar solo salonu doldurdu. Hemen sonra Diego yanıma gelmişti. Gömleğinin elbisemle aynı renkte olduğunu o an fark ettim. Aydaki yansımalarımız birbirine gülümsedi.
"Hazır mısın?"
Sesli bir nefes verdim. "Kesinlikle değilim."
Güldü Diego ve "Güzel," dedi. "O zaman başlayabiliriz."
Ve başladık. Bazı insanlar vardır, varlıkları pamuk gibidir. Dokunmaz okşarlar, yumuşacıktırlar. Diego o insanlardan biriydi. Bunu zaten biliyordum da bugün ilk kez bu kadar yakından keşfetme şansım oluyordu. Her cümlesi, her yorumu, her komutu farklı bir şarkı gibi geliyordu kulağa. Kızmak yoktu. Sıkılmak yoktu. Yorulmak hiç yoktu. Gülüyor, beni de kendiyle güldürüyordu. En zorlandığım anları bile koca bir kahkahaya çevirmek süper gücü olmalıydı.
Bunlar yetmezmiş gibi gördüğüm en sabırlı hocaydı da. Derste kulağıma atom fiziği gibi gelen ne varsa tane tane açıklamış, en zor teknik bilgiyi bile eğlenceli bir oyuna çevirmişti. Birlikte geçirdiğimiz saatlerin sonunda hayatım boyunca beni korkutmuş, kaçırmış, utandırmış olan dans artık bir öcü değildi.
"Sporcu olduğun için zaten kondisyonun çok iyi," demişti Diego.
Ona göre yüzmek koordinasyonumu da geliştirmişti. O yüzden çok hızlı öğreniyor ve hareketleri doğru yapıyordum. Bunları beni motive etmek için mi söylüyordu bilmiyordum, ama işe yaradığı kesindi. Kendimi asla aynaların ortasında bir başkasıyla dans ederken hayal edemezdim. Şimdiyse dönüyor, kayıyor, koreografiyi takip ediyordum.
"Şimdi o güzel saçlarını da kullan," dedi Diego koreografiye baştan başlamak için ayna karşısına geçtiğimizde. "O da senin bir parçan." Sonra kendi saçlarıyla başımı nasıl savurmamı istediğini gösterip beni kahkahalara boğdu. Sonrası hareketleri baştan baştan yapmamız ve benim Diego'ya benzeyeceğim diye şekilden şekle girmemdi.
"Harika! Aynen böyle! Şahane!" diye bağırıyordu Diego aralarda gaz vermek için. Şarkıya eşlik ediyor, enstrümanların seslerini çıkarıyor, ıslık çalıyordu.
Benim eğlendiğim ortadaydı, ama o da benim öğrenciliğimden memnundu sanırım. Öyle ki temel adımları bitirmiş, artistik süslemelere geçmiştik. Dön, dur, sağ sol, zıpla zıpla, dön, dön, dön!
"Şimdi saçlaaaaar!" diye bağırdı Diego. "Ve ki ve üç ve poz!"
Başımı çevirip saçlarımı savurdum ve kolumu kaldırıp öğrettiği pozu verdim. O hemen arkamda, bir eli belimde, kendi pozunu vermişti. Aynadaki yansımamıza hayretle baktım. Görüntü o kadar güzeldi ki gülüşüm kulaklarıma ulaştı. Fakat o gülüş aynada üçüncü bir yansıma olduğunu görene kadar yüzümde kalabilmişti. Dehşetle pozdan çıkıp arkamı döndüm.
"Ay ne kadar güzel dans ediyorsunuz!" dedi Blue ellerini çırparak. Ne ben ne Diego şoku atlatıp bir şey diyemeden o yanımıza gelmişti. "Yurt'taki en iyi dansçıdan özel ders ha..." dedi. "Çok şanslısın Olive! Peki benim niye bundan haberim yok?"
Yandan Diego'ya baktım. Yanakları kıpkırmızı, ağzı bir karış açıktı. Yanımda anbean hücrelerine eriyordu. Böyle bir iltifatı Blue'dan almak beynini tamamen yakmıştı. Bunun hep beklediği fırsat olduğunu bilerek atağa geçtim.
"İşin yoksa bize katılsana! Diego sahiden inanılmaz. Adım atamayan beni bile dans ettirmeyi başardı."
Güldük. Diego'nun tebessümü daha çok elektrik çarpmış da o ifadeyle felç kalmış gibiydi.
"Konser provamız var," dedi Blue dudaklarını büküp. Düşündü, omzunun üstünden koridora baktı. "Aslında... Ben erken geldim. Biraz sizinle kalabilirim bence."
Bu kez ben ellerimi çırptım. "Hadi koreografiyi baştan alalım," diye önerdim. Blue iyi bir öğrenci gibi hemen ayna karşısında yerini almıştı. Baktım Diego şoktan çıkamıyor, onun koluna girip çekiştirdim ve yüzünü aynaya çevirdim. Allah'tan iyi bir dansçıydı Diego. Aklı uçmuş olsa da ayakları kendiliğinden müziğe uymuştu. Onunla biz de adım attık.
Ne yazık ki benimleyken olduğu gibi rahat değildi Diego. Bir an onun hep böyle tutuk kalacağını düşünüp korktum. Neyse ki arkadaşım dansla kendini buluyordu. Koreografiyi üçüncü alışımızda komutları normalleşmiş, hareketleri büyümüştü. Dördüncüden sonra tek tek bizimle dans etmeye başladı. Beni yönlendiriyor, Blue'ya geçiyor, birimizi döndürüyor, öbürünü alıyor, daireler çiziyor, kayıyor, adeta şarkıyı yaşıyor, bize de yaşatıyordu.
Bir yerden sonra koreografiyi tamamen bırakmıştık. Diego bizi nasıl yönlendirirse onu yapıyorduk. Öyle eğlenceliydi ki Blue da ben de danstan çok kahkaha atmaktan yorulmuştuk. Diego yeniden Blue'ya geçtiğinde bilerek biraz uzaklaştım ve kendi kendime müzikle dans ettim. Bir gözüm onlardaydı tabii. Diego onu üst üste defalarca kez döndürdükten sonra Blue'nun gülüşü bir krize dönüştü. Düşer gibi olduğunda Diego'ya sarıldı, birlikte biraz daha güldüler.
Hayranlıkla onları izledim. İçimin erimemesi imkansızdı. Öyle tatlı görünüyorlardı ki... Yüzümdeki bu aptal sırıtış otuz saniye kalabildi. Bir kez daha aynada bizden başka bir yansıma vardı. Bir kez daha onu ancak fark ediyordum. Bir elim havada, sol ayağım önde, adımın ortasında kalakaldım. Sonra yansımadaki Zeus gökten aramıza inmeye karar verdi ve yıldırımlarını da beraberinde getirdi.
"Tabii ki buradasın!" dedi Mars. Biz onu fark etmesek de yeni gelmemişti. Salonun girişinde, elleri cebinde, müthiş bir hayal kırıklığıyla Blue'ya bakıyordu. Gözleri bir an bana sekip geri Blue'ya kaydı.
"Ups!" dedi Blue onu fark etmesiyle. "Yakalandık!" Bu durumdan hiç de pişman görünmüyordu. Mars'dan yayılan toksik enerjiyi gülüşüyle anında yok etmişti. "Burada olduğumu nasıl bildin?"
"Sesin tüm katta çınlıyor da ondan," dedi Mars bezgince. "Stüdyoda pratik yapmak yerine burada ne yaptığını söylemek ister misin?"
Kolunu Diego'nun omzuna attı Blue. "Sahne için kondisyon ve koordinasyon çalışması," dedi gururla. "Harika bir hoca buldum."
Diego bir kez daha şoktaydı. Ben şaşkındım. Mars'ın da kaşları çatılmıştı. Bir tek Blue ne yaptığından emin gibiydi. Koşarak Mars'ın yanına gitti, onu yanımıza doğru çekiştirdi.
"Hadi gel, senin de çalışman lazım. Sonra sahnede kazık gibi duruyorsun."
"Hayır durmuyorum!" dedi Mars kendini ondan kurtarıp.
"Kabul et işte, bas baya kambursun."
"Gitar çaldığım için öyle görünüyor," diye kendini savundu Mars. "Yoksa kambur falan değilim ben."
"Bırak da ona hoca karar versin," diye meydan okudu Blue. "Hadi, al partnerini! Bugünkü konser çalışmamız sahne postürü, ritim ve koordinasyon."
"Blue!" diye çıkıştı Mars.
Onu umursamadan Diego'ya döndü Blue ve onun elini tuttu. "Evet hocam neyle başlıyoruz?"
"Blue!" dedi Mars yeniden.
"Mars!" dedi Blue çenesini ona doğru kaldırıp.
Bu tek kelimelik inatlaşma bir kaç tur daha devam etti. Sonunda pes eden Mars'tı. Bakışları bana döndüğünde gücünün yettiği ve sinirini çıkartacağı zayıf halka olarak beni seçtiğini anladım.
"O zaman hocayla ben partner olacağım!" dedi. "Oliver dans edemiyor. Çok istiyorsan sen ona eşlik et."
"Hayır, edebiliyorum!" diye atladım. Ah kör olmayasıca hırsım... Ne iddialı laflardı bunlar. Ne gerek vardı. Ama Mars önceki günden kalan sinirimi yüzeye çıkarmıştı. Belki serada atamadığım tekmelerin birkaçını kaza süsüyle dans ederken indiriverirdim. Tek kaşı sorgularca yukarı kalkınca öfkem daha da büyüdü.
"Az önce bizi izliyordun," diye üstüne gittim. "Dans edebildiğimi gördün. Belki de sorun sensindir ha? Düzgün dans edemediğin için derste zorlanmışımdır. Blue haklı, sahnede de kambur duruyorsun zaten!"
Mars'ın gözlerinde mavi kıvılcımlar çaktı. Blue'nun zedelediği egosunu yerle bir ettiğimin farkındaydım. Olsundu. Haklıydım, gururluydum, ne yaptığımı biliyordum. Derken...
Bir panter gibi öne atıldı Mars. Yanımda bitmesi bir an sürmemişti. Belimden yakalayıp beni kendine çektiğinde nefesim kesildi. Ben ciğerlerimdeki havayı boşaltamadan diğer eli elimi tutmuş, bizi derste çalıştığımız poza sokmuştu.
Gözlerini bir an bile benimkilerden ayırmadan "Sorun bende ha?" dedi. "Görelim bir daha bakalım, sorun kimdeymiş. Evet hocam, neyle başlıyoruz?"
Yutkundum. Ben kendi başıma nasıl bir iş açmıştım böyle?
***
-BÖLÜM SONU-
Mars'la Olive birbirini yiye dursun, ben bu bölüm Diego'ya ve Blue'ya döndüm yüzümü. Yerim onları ben. Hikayenin sonunda başlarına ne gelir şimdiden söyleyemem, ama bu bölümcük için pek tatlılar bence. Katılanlar elime mum diksin :p
Eveet bu kadar gülüp eğlendiğimiz yeter. Sonraki hafta kara bulutlar hikayemizin üstüne çöküyor. Sonumuz karanlık. Yaklaşan tehlikeyi hisseden varsa tahminini buraya yazıttırsın bakalım.
Kendinize her zamanki gibi çok iyi bakın canlar.
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top