31
Güzel haftalar pek sevgili, canım okurlarım!
Bu bölüme çiçeklerle böceklerle başlıyoruz. Tarben severler kalbini bırakmaya hazır olsun. Mars severler sizi unuttuğumu da sanmayasınız. Yine yazarınız herkesleri düşündü. Hatta bir de şimşekli son yazdı.
Keyifli okumalar :))
E.Ç.
***
Love shack baby
***
BÖLÜM 31:
OLİVE'İN BAHÇESİ
Yurt'ta kalıcı olmayı hiçbir zaman düşünmemiştim. Hala düşünmüyordum. Hedefim belliydi. Gitmek istediğim yol netti. Ailem, Dav, okulum, hayatım... Onlara kavuşacağım günü özlemle bekliyordum.
Ama...
Geçirdiğim zaman bir şeyleri değiştirmişti sanki. Arkadaşlarım, keşiflerim, yepyeni deneyimlerim... Yurt artık ilk anki gibi kaçıp gitmek istediğim bir hapishane değil, sahiden bir okuldu. Her an, her gün öğreniyordum. Ve şimdi, seranın içinde dikilirken kalbimde yepyeni duyguların filizlendiğini hissediyordum.
Yurt'un benim için yarattığı bahçe karşımdaydı. Birbirinden güzel çiçeklerden yapılmış bir arkın altında, camdan kapıların üstüne yaldızlı harflerle Olive'in Bahçesi yazılmıştı. Bir büyünün etkisindeymiş gibi dakikalardır girişe bakıyordum.
"Eminim içerisi dışından daha etkileyicidir," dedi Tarben sonunda.
İç çektim. "Haklısın. Ben..."
"Sen... dilediğin kadar burada zaman geçirebilirsin. Çünkü bu bahçe senin. Benimkisi daha çok bir tavsiye."
Muzip bir tebessüm vardı Tarben'in dudaklarında. Ona uydum. "O zaman tavsiyeni dinlemeyi seçiyorum," dedim. Ama kapıya uzandığımda Tarben öne atılmıştı.
"Lütfen, izin ver bu onur bana ait olsun."
Kapıyı açıp abartılı bir serenat yaptı ve beni güldürdü. İçeri attığım üçüncü adımda o gülücük yüzümde asılı kalmıştı. Tepki veremeden sağıma soluma baktım. Bildiğim bilmediğim onlarca, hayır yüzlerce çiçek bu bahçenin içindeydi. Yerlerde duran, duvarlara asılı, tavandan sarkan yüzlerce çiçek... Yüksek cam tavandan süzülen ışıkta parlıyorlardı. Ve daha inanılmazı aralarında uçan kelebeklerdi. Cennetin bir köşesine düşmüştüm sanki.
"Vay be..." dedi Tarben benden ses çıkmayınca.
Rengarenk yaprakların arasından bahçenin içine doğru ilerledik. Laleler, sümbüller, zambaklar, menekşeler, leylaklar, orkideler... Bunlar tanıyabildiğim çiçeklerdi. Bir de hiç bilmediğim türler vardı elbette. Ortaya ulaştığımızda minik bir havuz karşıladı bizi. İçinde nilüferler yüzüyordu. Hemen yanında güller için özel bir köşe yapılmıştı.
Arkaya doğru devam edince atölyeye ulaştık. Ortada kocaman, ahşap bir masa vardı. Duvarın biri ve önündeki tezgah türlü ekipmanla donatılmış, diğer duvara envaiçeşit vazo ve saksı dizilmişti. Tezgahın altındaki raflar kitaplarla doluydu. Okuyup öğrenmeye çalışarak saatler harcayacağımı biliyor olmalıydı Yurt. Köşeye çilekli sütle dolu mini bir buzdolabı ve kurabiye dolu bir kavanoz bile bırakmıştı.
Heyecanla malzemeleri inceledim. Kurdelelere dokundum, vazoları okşadım. Seçip çıkardığım kitabı bir diğeri, bir diğeri, bir diğeri takip etti. Ben atölyenin bir köşesinden diğerine oyun parkındaki bir çocuk edasıyla koştururken Tarben kendine bir kutu süt almış, zıplayıp masanın üstüne oturmuştu.
"Sanırım bir daha seni görmek istediğimde buraya gelmem gerekecek," dedi.
"Çiçeklerden anlıyorsan seni çırak alabilirim," diye takıldım.
Yüzünü buruşturdu. "Domateslerle ilişkimi gördün. Bence cevabı biliyorsun."
Kıkırdadım. Tarben ata binmek konusunda ne kadar iyiyse bahçe işlerinde bir o kadar kötüydü. Etrafımızı saran çiçeklerin, kelebeklerin, büyüleyici kokunun onu benim gibi etkilemediğine de emindim. Yine de bir yere gideceğe benzemiyordu. Ben çiçekleri incelemek istediğimde benimle geldi, tek tek her birinin önünde benimle durdu, benimle kafa patlattı, hiçbir fikri olmadığı halde sorularıma fikir yürüttü.
Sonunda gerekli bilginin kitaplarda olduğuna kanaat getirip masaya çöktük. İlk kutu sütü ikincisi ve üçüncüsü, ilk kurabiyeyi çanağın devamı takip etti. Yazılanların çoğunu anlamadığımızı fark ettiğimizde teorik bilgiyi pratiğe dökmek Tarben'in fikriydi. Çiçekleri budama denememizi başarısız saksılama girişimleri takip etti. Sonunda güzel buketler üzerine yoğunlaşmaya karar verdik.
Saatler ve ondan fazla buket sonra "Çıraklıktan istifa ediyorum," dedi Tarben. Akşam olmuş, seranın cam tavanının ötesinde gök koyu mora dönmüştü.
"Çok bile dayandın," dedim kıkırdayarak.
"Hadi," dedi Tarben ayaklanıp. "Gidip temizlenelim, sonra da bir şeyler yeriz."
Cevap veremedim. Muhtemelen doğrusu Tarben'in dediğini yapmaktı. Tüm gün eğilip kalkmaktan her yerim tutulmuştu. Toz toprak içindeydim ve kesinlikle midem gurulduyordu. Yine de...
Tarben'in yüzü yumuşadı. "Burada kalmak istiyorsun değil mi?"
Eve dönmek istemeyen bir çocuk gibi görünüyor olmalıydım. Suçlu suçlu başımı salladım. Gülümsedi Tarben.
"O zaman... çırağın kendini azat etmeden önce senin için son bir şey yapsın. Sen çalışmaya devam et, ben gidip yiyecek bir şeyler getiriyim."
"Hayır," dedim hemen. "Zaten tüm gününü burada harcadın."
"Sayemde çok güzel ve öğretici bir gün geçirdin demek istedin herhalde," diye düzeltti. Sonra göz kırpıp arkasını döndü. "Çok geç kalmam. Sakın çiçekleri yemeye kalkma."
O, çiçeklerin arasında kaybolana dek gülümseyerek ardından baktım. Ne garip bir çocuktu Tarben. Ne kadar iyi kalpliydi. Her defasında beni biraz daha şaşırtmayı başarıyordu. Onun için üzülmeden edemedim. Mutlu bir hayatı da sevdiklerinin yanında olmayı da herkesten çok hak ediyordu. Onu kardeşiyle buluşamayacağı bir dünyaya dönmeye ne ikna edebilirdi, bilmiyordum. Keşke elimden bir şey gelseydi.
Düşüncelerim elimdeki işe yansımış olsa gerek, bittiğinde hazırladığım buket kalbimdeki hüznü yansıtıyordu. Koyu eflatun güller, gül kurusu lilyum, beyaz cipso ve yeşil yapraklar... Tarben'in tebessümü gibi güzel ama buruk bir buketti bu. O an aklıma dahiyane bir fikir geldi. Bunu Tarben'e verecektim. İlk buketimi almayı ondan çok kim hak ediyordu ki?
Saman rengi bir kağıtla çiçeklerin etrafını sarıp ucunu mor bir kurdeleyle bağladım. Sonra eflatun, minik bir kart alıp üzerine teşekkürler yazdım ve çiçeklerin arasına oturttum. Eserimi tamamlandığında içimi ısıtmıştı. Tarben'in de mutlu olacağını umuyordum. Fakat çiçek elimde fazla kalamadı. Arkamdan gelen sesle sıçramış, masaya çarptığımda buket de yere düşmüştü.
"Sakin ol Oliver," dedi aynı sesin sahibi. Mars, kötü bir şey yapmayacağını kanıtlamak istercesine ellerini teslim ola kaldırmıştı. Yavaşça yere eğilip düşürdüğüm buketi aldı ve inceledi. Kartı gördüğüne şüphe yoktu. "Ne yapıyorsun burada?" diye sordu merakla.
Çiçeği elinden kaptım. "Asıl sen burada ne yapıyorsun? Yaptığına özel mülke tecavüz deniyor."
Merakı yükselen kaşlarıyla biraz daha arttı. "Özel mülk derken?"
Çiçeği arkamdaki masaya bırakıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Burası bana ait. Yurt benim için yarattı. Yani, öyle elini kolunu sallayarak gelemezsin."
O da benim gibi kollarını bağladı. "Sen benim stüdyoma elini kolunu sallayarak gelip gidiyorsun ama..."
Haklıydı, yine de "O başkaydı," diye çıkıştım. "Benim bir amacım vardı."
"Belki benim de bir amacım var."
"Bir kızla kırıştırmaktan bahsediyorsun herhalde," dedim küçümseyerek. İthamımdan rahatsız olmak yerine dudaklarına şeytani bir tebessüm yayıldı.
"Olabilir... Yine kıskançlık yapmayacaksın değil mi Oliver?"
Kan yüzüme hücum etti. "Ben... ha... hayır tabii ki! Kiminle ne yaptığın umurumda bile değil. Hatta dersler dışında ne kadar az karşılaşırsak o kadar iyi."
Tepinişim Mars'ın gamzelerini iyice ortaya çıkarmıştı. Yine, yeniden benimle eğleniyordu işte. Zafer bir kez daha onundu. Böyle güzel bir günde bile sinir tıpamı yerinden oynatmayı başarmıştı.
"Gider misin lütfen!" dedim.
Beni duymamış gibi atölyenin içinde dolanmaya başladı. "Çiçekleri bu kadar çok mu seviyorsun?" diye sordu kitapları incelerken.
Şaşırdım. Ondan böyle insani bir soru beklememiştim. Dışarıdan gören biri es kaza arkadaş olduğumuzu bile sanabilirdi. Neyse ki hemen durumu toparladı ve beni sinir edecek sözlerle devam etti.
"Yalnız dikkatli ol Oliver. Kendine ait bir oda falan... Yurt'ta kalıcı olmaya başlıyorsun adım adım."
"Hayır!" diye bağırdım.
Beni bile şaşırtan sert tepkim Mars'ın bana bakmasına ve muzip tebessümünün yüzünden silinmesine neden olmuştu. Yavaşça döndü, tezgaha yaslanıp beni inceledi.
"Bu kadar dönmek istediğine göre," dedi bir süre düşündükten sonra. "Gerçekten mükemmel bir hayatın olmalı."
Sesinde alaycı bir tını aradım, bu kez yoktu. Sahiden merak ediyordu. Sahiden beni anlamaya çalışıyordu. Belki de bu yüzden, ilk kez ona laf yetiştirmek yerine sorusunu gerçekten düşündüm. Yurt'a ilk geldiğimde nasıl hissettiğimi ve şu an nasıl hissettiğimi... Şüphesiz ki arada bir şeyler çok çok emin olduğum cevabımı değiştirmişti. Arafta geçirdiğim zaman algılarımı bozmuş, kafamı karıştırmış olmalıydı.
"Mükemmel değildi," dedim sonunda. Önüme döndüm hemen. Amaçsızca masadaki malzemeleri karıştırdım. İtirafım hoşuma gitmemişti. Konunun burada kapanmasını umdum, ama Mars'ın bakışlarının hala üzerimde olduğunu hissediyordum.
"O halde neden böyle inatla geri dönmeye çalışıyorsun?" diye sordu ben devam etmeyince.
Cevap belliydi. Ailem demeliydim. Dav demeliydim. Evim, okulum, sahip olduklarım... Yurt'a ilk kez ayak basmış Olive düşünmeden bunları sayardı. Defalarca kez saymıştı da. Oysa şimdi, yine sessiz kalmıştım. Bir kez daha cevabı düşünüyordum. Annem, babam, ablam, Dav, okul, ev, odam... Her şeyin üstünden tekrar geçtim. Bunların her biri ve hepsi hala çok önemliydi benim için. Ama gerçekten neden savaşıyordum? İşte bu sorunun cevabı düşündüğümden derindi ve ben ancak şimdi, ölümle yaşam arasında geçirdiğim günlerin ardından bunu görebiliyordum.
"Çünkü," diye başladım. Derin bir nefes aldım. "Çünkü hala mükemmel bir hayatım olabilir ve ben mükemmel olmasını istiyorum. Tüm hayatımı daha iyi olmak, daha iyi bir geleceğe sahip olmak için çabalayarak geçirdim ben. O geleceğe en yaklaştığım anda yaşamımı kaybettim. Geri dönmezsem o gelecek asla benim olmayacak. Yaptığım her şey boşa gidecek. O yüzden dönmek ve mükemmel bir hayatım olduğunu görmek zorundayım."
Yandan Mars'a bakış attım. Dikkatle beni dinliyordu. Ne güzel, benimle dalga geçmesi için daha da çok sebep vermiştim ona. Neden tüm bunları anlatıvermiştim ki?
"Anlamanı beklemiyorum," diye çıkıştım o başka bir şey diyemeden. Önüme döndüm yeniden. Yeni bir bukete başladım.
Bir süre sessiz kaldı, sonra yavaşça yanıma geldi. "Haklısın," dedi sakince. "Anlamıyorum. Burada mutlu olmak yerine, seni neyin beklediğini bilmediğin bir hayata dönmek istiyorsun."
Başımı ona kaldırdım. "Bir hayalin içinde sahte bir hayat yaşamak yerine kendi gerçeğimi yazmak istiyorum," diye düzelttim.
Gözleri kısıldı, kafasının içinde sözlerimin türlü çeşit değerlendirmeden geçtiğini görebiliyordum. Tam o an gelen ses ikimizi de şaşırtmasa gıcık bir şey deyip sinirimi bozacaktı şüphesiz. Arkamı döndüm. Tarben elinde piknik sepetiyle atölyenin girişindeydi.
"Olive?"
İsmim ağzından koca bir soru işareti gibi çıkmıştı. Bakışları benim değil, Mars'ın üzerindeydi. Ne düşündüğü belliydi, ama o düşünceyi dile getiren Mars oldu.
"Senin ne işin var burada?"
Tarben'in çenesi kasıldı. "Ben sabahtan beri buradayım. Asıl senin ne işin var burada?"
Ne cevap vereceğini görmek için Mars'a döndüm. Tek kaşı havadaydı. Duyduğu şeyin onu şaşırttığına şüphe yoktu. Neyse ki özünü bulması hiç uzun sürmemişti. Masadan uzaklaşıp yanıma geldi. Kolunu omzuma atıp "Ruh eşim nereye ben oraya..." dedi. "Sonuçta olması gereken de bu, değil mi?"
Zeki köpek! Aklınca Tarben'in tarlada ona soktuğu lafı iade ediyordu. Elini itip ondan kurtuldum. Ama sinirimi suratına kusamadan Tarben dibimizdeydi. Sepeti sertçe masaya bıraktı. Mars'ın karşısına geçti.
"Olması gereken, sana ihtiyacı varken onun yanında olman!" dedi. "Böyle kafana estiğinde gelip onu rahatsız etmek değil!"
"Tarben..." diye araya girdim. Beni düşündüğünü biliyordum, yine de birinin beni savunmasına ihtiyacım yoktu. Ama ne o ne de Mars beni duymuştu. Benim işitemediğim, sözsüz bir düellodaymışlar gibi birbirlerine bakıyorlardı. Daha önce Tarben'in sinirlendiğini hiç görmemiştim. Şimdi de sinirlendiğini söylemek zordu. Hala kontrollüydü. Sesini azıcık bile yükseltmemişti. Bedeninden yayılan elektriği ise hissetmemek imkansızdı.
Bir an Mars'ın ters bir cevap vereceğini, konunun büyüyeceğini sandım. Korktuğum olmadı. Neden olsundu ki zaten? Mars için bir önemim yoktu. Her şey gibi bu da bir eğlenceydi onun için ve sonunda bizden sıkılmıştı. Alaycı tebessümü dudaklarına geri döndü.
"Sakin ol dostum," dedi. "Şaka yapıyorum. İstesen de kalıp gecenize eşlik edemem zaten. Kendi gecem için başka planlarım var. Ama size iyi eğlenceler. Sera geceleri bir başka güzel olur, bilirim."
Göz kırptı. İma ettiği şeyle kıpkırmızı oldum. Ağzım açıldı. Kapandı. Yine açıldı. Ses çıkmadı. Sözüm yoktu. Küfürler yetersizdi. Ben diyecek hiçbir şey bulamamış, Mars da bir şey dememi beklememişti. Elleri cebinde kapıya yürüdü, atölyeden çıkmadan son bir kez omzunun üstünden bize baktı ve sonra gözden kayboldu.
***
-BÖLÜM SONU-
Ron ron ron! Olay var, koşun!
Mars ve Tarben ilk kez karşı karşıya geldi. Mars'ın Olive'le Tarben'i görmeyi beklemediği ortada. Gerçi kendini hızlı toparladı, lafını da sokup olay yerinden uzaklaştı, ama yine arada bir sürtüşme oldu gibimsi. Nedeni ne ola ki acep? Ne düşünüyorsunuz merak ediyorum. Hadi oylayalım:
A) Bir kör öldü kömür gözlü oldu durumu. Olive başkasıyla diye kıymete bindi
B) Tarben'le Mars arasında eski husumet var ondan oldu
C) Başka bir fikrim var
Yorumlarınızı bekliyorum! Sonraki bölüm yine eğlence var. Haftayı şen şakrak bitiricez umarım.
O zamana kadaaar kendinize çok iyi bakınız!
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top